25 Aralık 2018 Salı

Galatasaray:4-2:Demir Grup Sivasspor


2018 senesinin futbol adına son haftası, 2018 senesinin getirmiş olduğu şampiyonluk gibi mutlu bitti...
Aslında sadece Sami Yen'de Sivasspor karşısında gülmedi yüzümüz, Sinan Erdem'de de "Euroleague fiyakalısı" Fenerbahçe'nin "façasını bozdu" yenilmez armada... Helal olsun kaptan Göksenin ve arkadaşlarına. Bu sene basketbolda güçlü bir kadro oluşturulamadı, verilen sözler tutulmadı, Oktay hoca "mecburen" bıraktı ve Avrupa Liginde de takım son sırayı alarak, kupaya veda etti ama söz konusu ezeli rekabet olunca, hele ki inanmış Galatasaray taraftarı salonu doldurunca karşısındaki rakip "milyon dolarlık" Fenberbahçe olsa da, mağlubiyeti tattırabiliyorlar sarı-kırmızılılar rakiplerine.
Obradoviç'in yüzü muhtemelen yine "turp gibi kıpkırmızı" olmuştur da, Göksenin Köksal'ın maç sonu dediği gibi : "Namağlup takım yoktur, Galatasaray'la oynamamış takım vardır"


Basketboldaki mutluluk, futbolla da perçinleşince Galatasaray taraftarı için de "çifte kavrulmuş lokum" tadında bir gece oldu... Özledik gülmeyi, öyle değil mi?

Aslında, ligin tepesindeki Başakşehir ve Beşiktaş'ın puan kaybettiği haftada Galatasaray'ın taraftarı önünde Sivasspor'u geçip, ocak ayına liderin 6 puan gerisinde girmesi "şampiyonluk" için oldukça önemliydi. Hocasının olmadığı, bir sürü sakatlık sorunu yaşadığı ve üstelik Federasyonun saha dışında, hakemlerin de saha içinde Galatasaray aleyhine verdiği cezalar ve kararlarla buraya gelmek yabana atılacak bir durum değildi... Bu arada golcüsüz oynadığını da unutmayalım Galatasaray'ın koca bir ilk devre...

Eksikler listesinin tek tek sahaya döndüğü ve sadece Emre Akbaba ile Fatih Terim ve Hasan Şaş'ın Ali Sami Yen'de olmadığı maçta Galatasaray baskılı başladı Sivasspor karşısında oyuna. Deplasman ekibi de Hakan hocasıyla Beşiktaş'ı yenmiş, Başakşehir'le berabere kalmıştı dış saha maçlarında, kendilerine güvenleri tamdı, Galatasaray'a da çelme takmak arzusundaydılar. Belhanda'nın yönlendirdiği, Feghouli'nin canlandırdığı oyunda Eren daha ilk 5 dakikada öne geçirecekti takımını ama kafa vuruşunda başarısız olurken, Sivaslılar oyunu kendi sahalarında kabullenmeyip, pres yapmanın ödülünü 9. dakikada Robinho'nun penaltı atar gibi Muslera'yı avladığı golle aldı. Brezilyalı golü rahatça attı atmasına da ona boşluğu yaratan arkadaşı Muhammed'in ters koşusuydu.


Taraftarı önünde geriye düşen Galatasaray, moral bozmadı, aynı oyununu oynamaya devam etti ve çok geçmeden Onyekuru'nun orta saha cıvarında rakibinden harika bir vücüt çalımı ile kurtulup, ceza sahasına getirdiği topta, Belhanda'nın düşürülmesi ile penaltı kazandı. Alıştık ya, bu sene bize kolay penaltı verilmeyecek, VAR'a gidildi ama Uğur "bariz" bir şekilde basmıştı ayağına Belhanda'nın, beyaz noktayı göstermekten başka çaresi yoktu Halil Umut Meler'in. Penaltıyı "klas" attı Eren ve beraberliği sağladı.
Yetmedi, kazanmak gerekiyordu Galatasaray'a ve sağlı sollu ataklarla yine geldi sarı-kırmızılılar rakip kaleye ve kazanılan bir korner atışı sonrası N'Diaye "slalom" yaparak iki rakibini pazara yollayıp, Feghouli'nin önüne yuvarladığı topu, Cezayirli topçu klas bir vuruşla Tolgahan'ın sağından filelere yolladı.

Galatasaray öne geçmişti, farkı da arttırmak istedi, özellikle Belhanda sakatlıktan dönmesine rağmen kariyer maçlarından birini oynar gibiydi. Sadece top ayağındayken değil, topsuz oyunda da vardı Faslı oyuncu, top kapmak için yerlere yatıyor, rakibe "sert" giriyordu.  Zaten bu emeğinin karşılığını da Onyekuru'nun attığı ikinci golde gösterdi. Kendi kaptığı topla başlattığı atakta, Mariano'nun ortasında "uçarak" asist yaptı ve Galatasaray'ın dördüncü golünün mimarıydı. Bu blog vasıtasıyla Belhanda'ya bolca "salladık" ama dün geceki oyununa devam etsin, özür dilemeye de razıyım... Umarım beni yanıltırsın Belhanda...


Soyunma odasına önde gitmeyi beklerken Galatasaraylılar, Robinho tekrar sahneye çıktı ve ilk attığı golün daha güzelini bu kez ceza sahası dışından Muslera'nın kalesine yolladı. İlk golde olduğu gibi yine Muhammed dengesini bozmuştu sarı-kırmızılı savunmanın ama o topu oradan köşeye yollamak da Robinho gibi "star" topçunun başarabileceği bir iştir. Bu arada Sivas Robinho'yu getiriyor, Antalya Eto'o'yu alıyor, Kasımpaşa Diagne'yi buluyor da "üç büyükler" transfere o kadar para saçarken bu oyuncuları neden takımlarına getiremiyorlar?


Soyunma odasına gitmeden yine savunmadan başlayıp, rakip ceza sahası önünde paslaşarak Onyekuru ceza sahası içine sokuldu ara pasla da Nijeryalı oyuncunun şutunu savunma son anda araya girerek kornere çeldi.  Taraftar oyundan memnundu, yollamadı topçuları içeri, "Cim Bom buraya" diye çağırıp, "Bizler inandık, siz de inanın" tezahüratı ile bağlılıklarını gösterdiler.


İkinci yarıya 2-2 beraberlikle başlayan Galatasaray, sanki soyunma odasında Fatih Terim'in "kamçısını yemiş" gibi bir 45 dakika çıkararak sahadan sildi süpürdü rakibini. Ali Sami Yen deplasman tribününde yer alan Sivaslılar, 58. dakikada telefon ışıklarıyla plaka kutlaması yaparken, Galatasaray çoktan 3-2 öne geçmiş, iki tane de kaçırmıştı. Tabii, ikinci yarının yıldızı Henry Onyekuru'ydu,  önce Fernando'nun orta saha yayı üzerinden attığı ara pasta savunmanın arkasına "yay gibi fırlayıp" Tolgahan'dan önce topa dokunup, fileleri havalandırdı. İlginçtir, yan hakem bayrak kaldırmıştı da, VAR görüntülerinden Onyekuru'nun 1-2 metre geride olduğu gözüküyordu. Yan hakemin durduğu yer de iyiydi ama neden o bayrak kalkmıştı? Galatasaray'a karşı şartlanmış mıydı hakemler acaba? Sonra Belhanda'nın "cansiperane" pasında Eren'in ıskaladığı topa sert vurarak skoru belirleyen golü attı Onyekuru... Goller dışında da her atakta Nijeryalı topçu vardı ikinci devre... İlk 45 dakika nispetten daha iyi oynayan deplasman ekibi, ikinci yarı Hakan'ın kaçırdığı ya da Muslera'nın kurtardığı top dışında pek varlık gösteremezken, Robinho bir kaç şut attı ama onlar da isabetsizdi...

Galatasaray kendisi adına oldukça kritik bu maçtan 3 puan alırken, önümüzdeki yıllarda Sivas maçı dendiğinde Galatasaray taraftarının aklına geleceğin yıldızı Mustafa Kapı gelecektir. Keçiörengücü maçında oyunun son dakikalarında sahaya sürülmek istenmiş 16 yaşındaki oyuncu ama dördüncü hakemin yanında kenarda beklerken, maçın hakemi oyunu bitirmişti. Sivas karşısında da uzatmalarda oyuncu değişikliği için Mustafa saha kenarına gelince, tribünde bir "alkış kıyamet" koptu da oyun bir türlü durmuyordu ve o anda sahanın en genci Ozan topu istedi abilerinden ve meşin yuvarlak ayağına gelir gelmez taca yolladı. Mustafa'nın oyuna girmesi için Ozan'ın topu taca atması... Bu kısacık cümlenin altına roman yazılmaz mı? Yolun açık olsun çocuk... Bu heyecanın ve mahcubiyetin bir ömür sürsün...



STAT: Ali Sami Yen Spor KompleksiTürk Telekom Stadyumu
HAKEMLER: Halil Umut Meler, Mustafa Emre Eyisoy, Cevdet Kömürcüoğlu, Serkan Tokat
VAR HAKEMLERİ: Cüneyt Çakır, Arda Kardeşler
GALATASARAY: Muslera, Mariano, Maicon, Ozan, Nagatomo, Fernando, Ndiaye, Belhanda (Donk 86’), Feghouli (Mustafa 90+’), Onyekuru, Eren (Rodrigues 75’)
DEMİR GRUP SİVASSPOR: Tolgahan, Uğur, Bjarsmyr, Braz, Douglas, Hakan, Ndinga (Kone 77’), Torje (Rybalka 70’), Robinho, Emre (Erdoğan 89’), Muhammet
GOLLER: Robinho (9’), Eren (20’), Feghouli (30’), Robinho (41’), Onyekuru (51’, 69’)
SARI KARTLAR: Uğur (19’), Mariano (23’), Braz (55’), Fernando (63’)

19 Aralık 2018 Çarşamba

Galatasaray:1-1:Keçiörengücü


2-1lik deplasman galibiyetinin avantajıyla taraftarı önüne çıkan Galatasaray, "nasılsa bu turu geçtik" lakayıtlığı ile oynadığı maçtan 1-1 beraberlikle ayrılıp, Ziraat Türkiye Kupasında üst tura çıktı. Ankara'daki maça nazaran gençlerin daha az olduğu, A Takım oyuncularının sahada olduğu Galatasaray, yağmurla karışık soğuk hava altında farklı skor bekleyen taraftarını hayal kırıklığına uğrattı. Özellikle ilk devrede Galatasaraylı oyuncular sanki ayaklarında ağırlık torbası varmışçasına "koşmadan", yerinde durarak oynamayı tercih edince, rakip deplasmanda oynamasına rağmen daha fazla tehlike yarattı İsmail Çipe'nin kalesinde. O kadar kötü bir görüntü sergiledi ki ev sahibi oyuncular, iki adımdan isabetli pas atmaktan bile acizdiler.
İkinci devre "vidalar" biraz daha sıkıldı, genç oyunculardan özellikle Atalay biraz daha sorumluluk alınca, Galatasaray rakip kalede pozisyonlar da buldu ve beklediği gol Yunus'la geldi. Sonrası yine "durgunluk" ve "uyku" hali baş gösterince ilk devre net pozisyonlar kaçıran Taha, son 5 dakikada takımı adına ümit veren golü attı ama devamı gelmedi...


STAT: Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Stadyumu
HAKEMLER: Özgür Yankaya, Mehmet Cem Hanoğlu, Mustafa Savranlar, Alper Çetin
GALATASARAY: İsmail, Linnes, Ahmet, Maicon, Ömer, Selçuk, Donk, Yunus (Malik 86’), Atalay (Ali Yavuz 77’), Celil, Muğdat
KEÇİÖRENGÜCÜ: Metin, Cihan (Hakan 84’), Erdi, Batuhan (Devrim 46’), Abdülkadir, Gökhan, Sertaç, Süleyman, Seçkin (Burak 84’), Uğur, Taha
GOLLER: Yunus (65’), Taha (85’)

Dinamo Bükreş-Universitatea Craiova


"İyi ki varsın passolig. Sayende; farklı kültürler görüyor, eski stadlarda maç izliyor, yeni dostluklar ediniyor, kağıt bilet koleksiyonumu geliştiriyorum. Hala sisteme teslim olmayan tüm abilerim ve kardeşlerime selam olsun. Passolig kalksa da kalkmasa da kazanan biz olacağız. " diyordu twitter hesabında Egemen... Ne yalan söyleyeyim, manifesto gibi bu tweeti görünce dayanamadım, kendisini hiç tanımamama rağmen, yüreğimdeki hisleri paylaştığı için özelden bir tebrik ve teşekkür mesajı attım ve gitmiş olduğu Dinamo Bükreş-Universitatea Craiova maçını ultras/Movement blog için yazmasını istedim. Kırmadı bu isteğimi, Türkiye'ye döner dönmez yazacağına dair söz verdi ve bugün itibarıyla anılarını bizimle paylaştı. Ben de lafı uzatmadan, kendisine bir kere daha teşekkür ederek, sizinle bir pasolig karşıtı seyyahın anılarını paylaşayım...


Dinamo Bukres-Universitatea Craiova

Romanya, Balkanlarda gitmediğim tek ülkeydi. Bu yüzden her zaman müsait bir zamanda Romanya’ya kaçma fırsatı kolluyordum. Twitterda takılırken karşıma Bükreş’in karlar altında fotoğrafları çıktı ve gördüğüm gibi de bir Bükreş planı yapmaya başladım. Eğer Bükreş’e gideceksem güzel bir maça da denk gelmem gerek. Ama benim güzel maçtan beklentim futbol olarak değil tribünsel olarak güzellik. Ne yazık ki debileri kaçırmıştım. Takımları pek bilmediğim için Dinamo Bükreş tribününden arkadaşımla iletişime geçtim. Bana “Muhakkak Craiova maçına gelmelisin” dedi. İnternetten ufak bir araştırma yapınca aralarındaki husumeti gördüm ve Bükreş’e  biletlere bakınmaya başladım. Craiova ile Bükreş şehirlerinin arası çok uzak değil. Aynı şehrin takımları değil ama yakin şehrin takımları. İki takım da köklü ve taraftarı olan kulüpler.
Neyse lafı uzatmayayım,  uçaktır, evdir ayarladım. 2 hafta kaldı, 1 hafta kaldı, 5 gün kaldı, 3 gün kaldı derken Bükreşte’ydim. Romanya’da aşırı çingene var ama oradaki çingeneler Türkiye’deki çingeneler gibi insani darlamıyor, dilenmiyor veya para istemiyor. Tabi bunları yapan çingeneler var ama çok çok az. Bukreş’e  vardığım gibi aşık olduğum kar ve soğuk beni karşıladı. İliklerime kadar Balkan soğuğunu hissediyordum ve bu durumdan çok hoşnuttum. Bükreş şehrine bayılmadım ama izlenimlerimce kotu bir şehir de değil. Beklentilerimin azıcık altında kaldı ama yine de görülmeye deler bir şehir olduğu kanaatindeyim.



Özellikle piata unirii kısmına bayıldım diyebilirim. Boğazına düşkün birisi olarak Bükreş’e gidecek olanlara iki lezzet önerim var. Biri ünlü sokak lezzeti olan “covrigi” diğeri ise geleneksel köfteleri “mititei”. Rumenler hakkında düşüncelerim ise şöyle: İtalyanlar, Slavlar ve Balkanlar bir yerde yaşasa ortaya Rumen diye bir irk çıkar. Dilleri, kültürleri, yaşama tarzları, mutfakları gibi birçok etken bu üç kültürün karışımıyla cıkmış gibi. Tabii bu benim görüşüm.

Mac gününden bir gün önce kar yağışı şiddetini arttırdı ve maç gününde de yağmaya devam etti. Mac öncesi Dinamolu arkadaşımla buluştum, Dinamolu çocuklarla mangal yapacaktık ama yağan kardan dolayı bu plan iptal olmuştu. Mac öncesi takıldığımız mekan içinde slot makineleri olan bir konteynırdı. Bir gün önce tayfadan bir çocuğun doğum günü olduğu için 5 kasa biramız ve Polonya’dan gelen 4 sise vodkamız vardı. Git gide sayımız arttı ve ufacık konteynıra sığamaz hale geldik. Derken besteler başladı. Paok’un exo trela bestesi ritminde: “Ole ole ole ole ole ole ola Ole ole ole Buga vinde marijuana Ooooooo ketamina si heroina si lsd” söyleniyordu; anlamı ise şöyle: “Buga marijuana, ketamin, heroin ve lsd satiyor.


Sonra bir haber geldi maç yarim saat ertelenmişti. Craiova taraftarı soğukta bekliyordu ve bu durum Dinamoluları çok mutlu etmişti. Tribünde sözü geçen, yaşı bize göre hayli  büyük olan bir abi “Eğer bugün 3 farklı yenersek soyunuyoruz “dedi. Kimse buna ihtimal vermiyordu çünkü Dinamo bu sene çok kötü futbol oynuyordu. Derken yine neşeli besteler söylenmeye, alkoller içilmeye, slotlar oynanmaya başlandı. Sonra bir yarim saat daha ertelenme ve maçın iptal olabilme haberi geldi. Açıkçası bu durum biraz keyfimi kaçırmıştı çünkü buraya maç için gelmiştim. Ama korktuğum gibi olmadı. Stadyuma geçtik,  kağıt biletimizi aldık ve tribündeydik. Dinamo Bükreş taraftarının başkanla bazı problemleri varmış ve bu yüzden çoğu kesim başkanı protesto etmek için maçlara gitmiyormuş. Ayni zamanda Dinamo son 6 maçını kazanamadığı için ve hava çok soğuk olduğundan tribünlerde büyük boşluklar vardı. Craiova şampiyonluk yarışında olduğu için kendine ayrılan yeri tıka basa doldurmuştu. Deplasman tribünü ev sahibi tribününden kalabalıktı desem abartmış olmam. Mac sırasında aramızda kar topu savaşı yaptık, hava aşırı soğuktu ama içtiğimiz alkoller nedeniyle bu soğuğu pek hissetmiyorduk. Kale arkasında yaklaşık 50-60 kişiydik. Dillerini bilmediğim için bestelere tam eslik edemiyordum. İlk yari bitti ve arkadaşıma söyledikleri besteleri yazmasını istedim. Bir yandan yazıp bir yandan da tercümesini yaptı.
En çok söyledikleri bestelerden biri suydu “V-am dat afara din stadion  V-am dat afara din stadion  V-am dat afara din stadion Peste ziduri de beton!
Bu beste 10 sene önce Dinamonun Stadında; Dinamolular ile Craiovalar arasındaki mevzuya atıfta bulunuyor ve anlamı şu şekilde:” Sizi staddan dışarı tekmeledik, sizi staddan dışarı tekmeledik,  beton duvarların üzerinden sizi staddan dışarı tekmeledik” Bu beste Craiovalilari baya sinir ediyordu. Ayni zamanda Craiova tribününe doğru “mülteciler hoş geldiniz” demeleri de dikkatimden kaçmadı. Bu tarz birkaç ırkçı söylemleri de oldu ve gerginliği baya arttırdı. Ayni zamanda Craiova taraftarının kadın tribün lideriyle alakalı da bir besteleri vardı ama sözünü simdi hatırlayamayacağım, eğer merak eden olursa bana ulaşırsa bilgilendiririm.

İkinci yari başladı; sahneye İtalyan forvet Mattia Montini çıktı ve 3. golünü attı. Bir anda kendimi üstüm çıplak şekilde tellerde buldum. O karlı tribünde hep bir ağızdan “Seria per noi, Mattia Montini Lalalala!” bestesini söylüyorduk. İtalyanca bestenin anlamı  “Sen bizden birisin Mattia Montini” gibi bir şeydi sanırım ama tam net hatırlamıyorum.


Mac berbattı, tribünler tıklım tıklım değildi belki ama samimiyet, ruh ve kağıt bilet vardı. Üstü kapalı modern arenalar ve elektronik kartla “seyredilen” maçlar bana göre değil, sevemiyorum. Romantizm yapmak istemem ama hiçbir dünya kupası finali veya şampiyonlar ligi finali bana o gün yasadığım hissiyatı hissettiremez gibi geliyor. Endüstriyel futboldan, fahiş bilet fiyatlarından, ruhsuz beton yığınlarından hiç haz etmiyorum.

Buraya bir dipnot açmak istiyorum:Yurt dışında gittiğim maçlara passoligi boykot ettiğimden dolayı gidiyorum. Bundan 5 sene önce passolig gelmeden önce birçok dostum ve dost bildiğim kişiler “asla almam, asla teslim olmam” hatta “alırsam ibneyim, etek giyerim” diyordu. Çoğu sözünü yedi; kimi kartını kırdı, kimi pişman oldu, kimi halinden memnun. Ama benim simdi değinmek istediğim nokta farklı. Romanya Liginde Steaua Bükreş ve FCSB diye iki farklı takim var. Çok detay verip yazımı uzatmak istemiyorum fakat bu örnekte Steaua Bükreş şikeden, ekonomik krizden batma durumuna geldi ve FCSB takimi kuruldu. Steaua Bükreş taraftarları Outlaws, Shadows gibi gruplar bu durumu protesto etti. Dinamolu arkadaşlarımdan öğrendiğime göre başta normal seyirciler FCSB’nin maçlarına gitmeye başladı, sonra yavaştan taraftar grupları FCSB’yi desteklemeye başladılar. Şimdi taraftarı olduğum Eskişehirspor maddi imkansızlıklardan dolayı kapanma eşiğinde. Yeni bir takim kurulma söylentileri geçiyor. Benim passoligim olmadığı için Eskişehirspor’un üvey evladıyım,  söz söyleme yetkim yok ama yarın öbür gün yeni bir Eskişehirspor kurulursa umarım taraftarımız bu plastik takimi boykot eder ve bu boykot passolig boykotuna benzemez...

16 Aralık 2018 Pazar

M.Başakşehir:1-1:Galatasaray


Salı gecesi Porto maçı kaybedilmişti ama oynanan oyun gelecek için "umut" vermiş, Galatasaray coşkulu ve arzulu oynadığı zaman önünde duracak rakip yoktu, hele bir de bu oyunda "kaliteli" ayaklar olursa... Fatih Terim de Porto maçı sonrası basın toplantısında buna işaret etmiş, devre arasında "gelecek-gideceklerle" çok daha güçlü bir takım yapmanın mesajını vermişti.
Lakin, sezonun ilk devresi biterken, yeni transferlerin bir anlam kazanması için lider Başakşehir'le farkın çift hanelere çıkmaması gerekiyordu ve cumartesi gecesi Fatih Terim'in adının verildiği stadyumda "deplasmanda" oynanacak maç oldukça önemliydi.


Galatasaray "kazanmak" isterken, Başakşehir "beraberlik de fena değil" der gibi başladı oyuna. Eren, Rodrigues, Onyekuru ve Feghouli ile ileri uçta Galatasaray baskı kurarken rakibe, N'Diaye ve Fernando da orta sahayı karış karış parselliyordu. Abdullah Avcı'nın takımı top çevirecekmiş, rakibi uyutacakmış, pek o işleri başaramıyordu, daha doğrusu Galatasaray başartmıyordu.
Porto maçında bıraktığı yerden devam eden Feghouli, Başakşehir karşısında da oyunu yönlendiriyordu, maçın da ilk atağını Eren'e attığı tehlikeli pasla yapan isimdi. Sonrasında ev sahibinin Galatasaray kalesine yaptığı ilk atakta, İrfan Can'ın vuruşu Serdar'ın sırtına çarpınca, Muslera'nın bakışları arasında top filelere gidiyordu.

Kimisine göre kısmetsizlik, kimisine göre Serdar Aziz'in topa sırtını dönmesindeki pozisyon bilgisizliği, pek çoğuna göre Muslera'nın formsuzluğu Galatasaray'ın geriye düşmesinin nedeniydi.
Kendisi için oldukça önemli olan maçta mağlup duruma gelmek Galatasaraylıların moralını bozmamış, tribündeki taraftarın cesaretlendirmesi ile tekrar baskıyı kurmuştu sarı kırmızılılar ev sahibi üzerinde.
23. dakikada savunmanın arkasına sarkan Onyekuru'nun şutunu kaleci Mert zorlukla önlerken, 30. dakikada Feghouli'nin ortasında N'Diaye'nin iki savunmacı arasında kafayı vurup, seken topta da iki rakibi ve kaleciden önce topa dokunması sonrası takıma penaltı kazandırıyordu. Hakem beyaz noktayı gösterdi de, kalecinin hem ayakla hem de kolla Badou'yu "tost" ettiği pozisyonun penaltı olarak tescillenmesi için uzun uzun VAR görüntüleri incelendi... Tuhaf diye yazacağım da alıştık artık...

Eren penaltıdan maçı tekrar beraberliğe getirirken, Galatasaray prese devam ediyor, kendi oyununu rakibe "empoze" etmek istiyordu. Pozisyonlar da buluyor, ama skoru değiştirecek vuruş gelmiyordu.
Aslında, sahadaki Galatasaray'lıların da işi zordu, bir yandan rakiple mücadele ederken, bir yandan da karşılarında "Şu maçı Galatasaray kazanmasın da üzerimdeki 'Galatasaray Ümit Öztürk'ün yönettiği maçları kazanıyor' baskısı gitsin " diyen bir hakem vardı. Başakşehirli topçular "rüzgardan nem kapsa" hakem düdüğü çalıyor, insanın mücadele arzusunu bitiriyordu. Hele ki Galatasaray'ın Feghouli ile kontraya çıktığı bir anda Emre Belezoğlu tarafından düşürülmesi sonrası Emre'ye ıkıla sıkıla sarı kart gösterip, özür dilemek için de Fernando'ya da çıkarıverdi kartı...


İlk devrenin iyilerindendi Garry Rodrigues ve N'Diaye ama sakatlık sonrası soyunma odasından dönemedi ve yerine Selçuk girdi. Mehmet Demirkol bir demecinde "Rodrigues ve Onyekuru aynı anda sahada olunca, pek başarılı olamıyorlar ama ikisinden biri tek olunca, çok daha etkili oluyor" diyordu. Yalnız kalan Onyekuru da ikinci devre daha çok zorladı Başakşehir defansını da, N'Diaye ile birlikte paslaşarak geliştirdikleri atakta Eren'in penaltı noktası üzerinden kaleci bile tam kalesini kapatamamışken, topu üç direk arasına yollamak yerine ayağına dolaması saç baş yoldurdu...
52. dakikada yine Galatasaray iyi geldi, ceza sahası önü yapılan paslar sonrası Feghouli içeri girmeye yeltendi de İrfan Can'ın "sinsi" bir omuz darbesi ile yerde kaldı ama penaltı mı? Nerede...


Dakikalar ilerledikçe Galatasaray'da yorgunluk başladı, maç başı ortaya konulan baskılı oyun kendini savunma yapmaya evirince Başakşehir de Muslera'nın koruduğu kaleye daha fazla gelmeye başladı. Ama o anlarda da sahneye Uruguaylı kaleci çıktı. Yalnız adamdır ya file bekçileri, yedikleri goller akıllarda kalır, kurtarışlar "zaten yapması gereken rutin iş" olarak algılanır ve unutulur. İlk devre yediği golü affetirecek bir çok top çıkardı Muslera ama akıllarda Bajic'in 59'daki şutu, 82'de Caicara'nın füzesi, Visca'nın önünden topu çalması, Adebayor'un kafası üzerinden yumurukladığı top kalmayacak da hep o lanet olasıca gol konuşulacak...


Yorulup, oyunu kendi yarı sahasında kabul eden Galatasaray, maç biterken bir kez daha galibiyete yaklaştı da, Onyekuru berbat bir vuruşla skoru değiştiremedi...


Kazanması gereken Galatasaray, sahadan beraberlikle ayrılıp, en azından puan farkının açılmamasını sağlarken, ikili averajı da rakibine vermemiş oldu. Abdullah Avcı maçtan sonra neler dedi bilmem de, rakibinin hocasının kulübede olmadığı, oyun kurucularının sakat olduğu ve golcüsünün olmadığı bir takımı yenememek onlar adına büyük bir "başarısızlık"... Proje takım olarak kurulup "şampiyonluk" hedefleyen ve "az da kollanmayan" Başakşehir bu sene de hedefi ıskalayacaktır, zira ligin en kritik maçına çıkarken, arkalarında taraftarı ( taraftarı geçelim seyircisi) bile yok... Koca stadyumda deplasmana gelen Galatasaraylıların tezahüratlarını dinledik maç boyu. Bi' ara ne diyorlardı "100 lira verelim Cim Bom diye bağırın" mı neydi...


Galatasaray ise önce pazar gecesi Sivas maçını kayıpsız atlatıp, devre arasına girecek ve yapacağı transferlerle ikinci yarı bomba gibi dönecektir.
Hatta size bir öngörüde bulunayım, Galatasaray ligin ikinci yarısında Ali Sami Yen'de Başakşehir'i yenecek ve şampiyonluğu ilan edecektir. Pasoligi olan arkadaşlar, kupa töreni için şimdiden Sivas'a uçak biletlerini ayırtsınlar, erken alınca oldukça ucuz oluyor da...


STAT: Başakşehir Fatih Terim Stadyumu
HAKEMLER: Ümit Öztürk, Asım Yusuf Öz, Osman Gökhan Bilir, Serkan Çınar
VAR HAKEMLERİ: Barış Şimşek, Serkan Tokat, Kerem Ersoy
MEDİPOL BAŞAKŞEHİR: Mert, Caiçara, Mahmut, Epureanu, Clichy, Emre, İrfan, Napoleoni (Elia 67’), Mossoro (Soner 90’), Visca, Bajic (Adebayor 67’)
GALATASARAY: Muslera, Mariano, Serdar, Ozan, Nagatomo, Fernando, Ndiaye, Onyekuru, Feghouli, Rodrigues (Selçuk 46’), Eren (Linnes 83’)
GOLLER: İrfan (18’), Eren (30’)
SARI KARTLAR: Serdar (31’), Emre (45’), Fernando (45’), Mahmut (47’), Epureanu (74’), Caiçara (85’)

12 Aralık 2018 Çarşamba

Galatasaray:2-3:Porto


"Mitolojinin diliyle konuşacak olursak, Galatasaray bir yazgıyla dünyaya gelmiş bir kahramandır" diyor Melih Şabanoğlu Galatasaray tarihini anlattığı Kuruluş: Mekteb-i Sultani'den Galatasaray Spor Kulübü'ne Türkiye'de Futbolun Erken Çağı adlı kitabında. "Onun yazgısı, 'Türk olmayan takımları yenmektir.' Yazgısı onları yenince gerçekleşecektir. Her Avrupa takımına karşı alınan galibiyet, gerçekte yazgının hem yerine gelmesi  hem de bu yazgılı kahramanın kutsanmasıdır." diye devam ederken yazar sözlerine, Türk takımlarla yaptığı maçları da Avrupa'ya gitmek için "teferruat" olarak nitelendiriyor
Ligde yaşadığı "çalkantılı" dönemler sonrası Şampiyonlar Liginde son maçına çıkan Galatasaray, tam da kuruluş ilkesine uygun bir maç çıkardı Portekiz ekibi Porto karşısında. 90 dakika sonrası belki tabelada mağlubiyet yazıyordu ama tribünlerdeki taraftarlar mutlu olarak evlerine dönerken, sahadaki futbolcular da formayı ıslatmanın vicdani rahatlığı ile Ali Sami Yen çimlerini terk ediyorlardı. Hani derler ya, "galiptir bu yolda mağlup" diye, kara bulutların takımın üstünde bir karabasana dönmeye koyulduğu bu günlerde, Avrupa arenasında ortaya konulan "mücadeleci ve hırslı" oyun, gelecek için de ümitleri tekrar yeşertiyordu...


Portekiz'de Casillas'ın maçın kahramanı olarak devleştiği maçta kaçırdığı pozisyonları, bu gece de kaçırmaya devam ediyordu Galatasaray kendi seyircisi önünde. 10. dakikada mavi-beyazlı ekibin ceza sahası içinde meydana gelen karambolde Rodrigues'in şutunu Portolu savunmacılar elle çıkarınca maçın Belaruslu hakemi önce penaltı vermeye yeltendi, lakin sahada kaç tane yardımcı hakem varsa hepsinin görüşünü aldıktan sonra tuhaftır "ofsayta" karar kıldı. Konsantreydi Galatasaray maça, taraftarının hakemin düdüğünü duyulmayacak kadar çıkardığı uğultulu ortamda galibiyet arzuluyordu ve pozisyonlar da buluyordu. Rodrigues, Rize maçında oynadığı "bencil" oyun sonrası uyarılmış olacak ki, daha çok arkadaşlarına oynuyor, Mariano-Feghouli ikilisi Alex Telles'i oldukça zorluyordu. O anlardan birinde Feghouli'nin klas hareketlerle ceza sahasına girdiği ve Eren'e "al da at" diye yuvarladığı topa Galatasaray'ın golcüsü müthiş derecede kötü vurdu. Kırılma anı derler ya, maçın Galatasaray adına ilk dönüm noktasıydı Eren'in kaçırdığı pozisyondu.  Top ağlarla buluşsa, seyirciyi arkasına alan Galatasaray belki de ikinci golü arayacakken, üç dakika sonrasında Alex Telles'in öpücükle motive ettiği top, Muslera'nın koruduğu kalenin filelerine takılıyordu.


Beklemediği anda kalesinde golü görmek sahadaki topçularda hayal kırıklığı yaratırken, "yine mi mağlubiyet" hissi uyandırmaya başlamış, ilk dakikalardaki baskı ve "heyecan" sönmeye yüz tutmuştu. Taraftarın "pes etmeyen" inadı ile yüreklendirdiği ettiği topçular, tekrar kendilerine gelip rakip kalede beraberlik ararken, hiç beklemediği bir anda hakem penaltı noktasını gösteriyordu. Maç esnasında herhangi bir müdahale görememişken, maçtan sonra her açıdan tekrarlardan yine Mariano'nun Hernani'ye müdahalesini yakalayamadık. Aslında hakem de görememişti pozisyonu, Fernando görüş açısını kapamıştı da, Porto'lu oyuncunun düşüşü hakemi aldatmıştı.


Marega penaltıda hata yapmamış, deplasman takımını 2-0 öne geçirmişti de, sanki Galatasaray öndeymiş gibi daha coşkulu bağırıyordu sarı-kırmızılı taraftarlar. Tribünlerdeki coşkunun sahaya yansıması da çok zaman almadı, N'Diaye'nin ara pasında Garry Rodrigues ceza sahası içinde düşürülünce hakem bu kez Galatasaray lehine beyaz noktayı gösteriyordu.
Ve topun başına geçen Feghouli, klasına uygun bir vuruşla farkı bire indirirken, soyunma odasına da daha ümitli yolluyordu arkadaşlarını...

İkinci devre Donk'un yerine Onyekuru'yu alan Fatih Terim, o meşhur soyunma odası konuşmalarından birini yapmış olmalı ki oyuncularına, "aç aslanlar" gibi çıktılar yeşil çimlere Galatasaraylılar. 48. dakikada Eren'in pasında Rodrigues kötü vurdu, pek zorlamadı Casillas'ı da, 8 dakika sonra Mariano-Feghouli işbirliği sonrası ceza sahasına giren Cezayirli oyuncunun pasında Onyekuru "çömezce" vurmasa İspanyol kaleci sadece topa bakmakla yetinecekti.
İlk devre Eren'in kaçırdığı pozisyonda olduğu gibi, Onyekuru topu auta atınca, dönen topta Ozan'ın hatasıyla başlayan Porto atağında Hernani ceza sahasına girip, boş pozisyondaki Oliveira'ya asisti yapınca, Galatasaray yine iki farklı geriye düşüyordu.


Deplasmanda oynamasına rağmen Porto yakaladığını kale çizgisinden geçiriyor ama top Galatasaraylılara bir türlü gülmüyordu. Yine bir korner kullanılıyor, seken top Eren'in önünde kalıyor ve golcü futbolcu iki adımdan topu auta yolluyordu. Beceriksizlik, şanssızlık sarı-kırmızılıların gol sevinci yaşamasını engelliyordu ama taraftar gol istiyordu, coşkuyu arttırıyordu. Ve 66. dakikada Rodrigues'in ceza sahasında yaptığı yerden ortada Eren "nihayet" fileleri havalandırıyordu. 3-2 yetmezdi, önce beraberlik, sonra da galibiyet golü arzulanıyordu ve bir dakika sonrasında Garry'nin düşürülmesiyle hakem bir kez daha penaltı noktasını işaret ediyordu. Topu eline Feghouli almıştı da Garry Rodrigues'in de gözü yok değildi yapılacak 11 metre vuruşunda. Onun nazarı mı desek, Casillas'la ikinci kez düelloya çıkmanın stresi mi desek bilemiyorum da ilk penaltıda ne kadar klas vurduysa Feghouli, ikincisini o kadar kötü attı ve topu üst direğe nişanladı.
Al sana nur topu gibi "kırılma anı"... Üç üçlük beraberlik, sonrasında da diğer golleri getirecekti, ama olmadı, Feghouli Casillas'ı ikinci kez mağlup edemedi.


Kalan dakikalarda Galatasaray yine baskılıydı, Porto teknik direktörü oyunu soğutmak için sürekli oyuncu değişikliği yaptı ama baskıyı durduramadı. Tribündekilerin ve Muslera'nın aklında o unutulmaz Real Madrid rövanş maçı vardı. Nasıl da tir tir titremişti Mourinho, maçın bitmesi için içten içe dualar etmişti. Ah o 80. dakikada Drogba'nın pozisyonu ofsayt olmasaydı...  2001'de Sami Yen'de 2-0'dan geri gelip 3-2 yenmişti Galatasaray, Real'i... Dedik ya genlerinde vardı Galatasaray'ın Avrupa'da destanlar yazmak... Neden bu gece de olmasındı?


Kalan dakikalarda sağlı sollu ataklarla gol için yüklenirken Porto kalesine, birden tribünlerden "Başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter" bestesini duyduk. Maçın bitmesine 3 dakika, 5 dakika da uzatma, 8 dakikalık süre vardı... Bu da taraftarın kusuru olsun derken, "Dağ başını duman almış" tekrar başladı da, topçular maçtan kopmamış oldular...

Kaleye 14 şut çekip, sayısız pozisyon yakalayıp, %61 topa hakim olup, üstelik bir de penaltı kaçırınca Galatasaray sahadan mağlubiyetle ayrıldı ama hem oynadığı oyun, hem de Almanya'dan gelen Schalke galibiyet haberi sevenlerinin yüreklerini ferahlatmaya yetti de arttı bile...

Ne diyelim, darısı UEFA Avrupa Ligine... Müzeye aynı kupadan bir tane daha neden gelmesin?


STAT: Ali Sami Yen Spor Kompleksi
HAKEMLER: Aleksei Kulbakov, Dmitri Zhuk, Oleg Maslyanko, Yury Komchenko, Denis Scherbakov, Dzmitry Dzmitryieu
GALATASARAY: Muslera, Mariano, Maicon, Ozan, Nagatomo, Donk (Onyekuru 46’), Fernando, Ndiaye, Feghouli (Muğdat 89’), Rodrigues, Eren
PORTO: Casillas, Pereira, Felipe, Diogo, Telles, Oliveira (Awaziem 83’), Herrera, Danilo, Adrian (Pereira 72’), Hernani (Marco 73’), Marega
GOLLER: Felipe (17’), Marega (42’), Feghouli (45+’), Oliveira (57’), Eren (66’)
SARI KARTLAR: Marega (87’), Fernando (87’)

10 Aralık 2018 Pazartesi

Galatasaray:2-2:Çaykur Rizespor


Ders almıyoruz...
Vallahi de billahi de ders almıyoruz...
Ne taraftar, ne topçu, ne de kenar yönetim başımıza gelenlerden ders almıyor...
Geçen sezondan hatıralarımızın canlandığı Rodriguez-Yuto paslaşmasıyla sol kanattan yapılan ortaya Eren Derdiyok harika yükselip, yaptığı kafa vuruşuyla Galatasaray'ı 2-0 öne geçirdikten sonra başlamıştı tribündeki taraftarlar telefonlarının ışıklarını açıp "melankolik" sallanmalı tezahüratlara...
"Eyvah" diye geçirdim içimden "Fener maçı gibi olmaz umarım"...
Keşke yanılsaydım da, aynı senaryoyu seyretmiş olmak fena halde canımı yaktı...
Fenerbahçe karşısında da Linnes'in golü sonrası tribünler "Üç üç üç" diye başlamış, "işin ciddiyeti" bir kenara bırakılmış ve aynı durum sahadaki futbolculara da yansıyınca ufak tefek "gevşeklikleri," rakip affetmemiş ve birden skor 2-2ye gelivermişti.


Oysa, fena da başlamamıştı gece Galatasaray adına. Hafta içi Ankara'da Keçiörengücü karşısında gençlerden oluşan kadro ile güzel bir galibiyet alınmış, maça da geçen sezon sıkça gördüğümüz gibi otobüsün camlarını yumruklayarak, konsantre bir şekilde gelmişti Fatih Terim'in topçuları. Cezalı ve sakatların birer ikişer dönmesi ile kadro da orta sahadakiler haricinde pek eksik değildi. Hatta Rodriguez, Onyekuru, Eren ve Muğdat'tan "dördü bir yerde" bir forvet hattı oluşturmuştu Fatih Terim... Savunmada kupa maçında Ahmet Çalık'ı beğenmiş olmalı Fatih Terim, Maicon'u kulübede oturtup, Ahmet'le Ozan'ı "partnerlemişti"...

Uzun bir aradan sonra cumartesi gecesi sevenlerinin karşısına çıkmış Galatasaray, beklendiği gibi baskılı başladı Okan Buruk'un takımının karşısında oyuna. 5. dakikada Garry Rodriguez meşhur ayak içi plaselerden denedi, iki dakika sonrasında Onyekuru yaptığı presle kaptığı topla kaleyi zorladı. Dalga dalga gelmiyordu Rize kalesine Galatasaray ama yine de ataklar yapıyordu, 13. dakikada yine Onyekuru'nun kaptığı topta, Nijeryalı oyuncu Rodriguez'in önüne yuvarladı ve Garry yine ayak içi denedi, auta gitti meşin yuvarlak... Selçuk ve Feghouli orta sahada oyunu yönlendirmek istiyorlardı ama fiziki olarak "zayıf" kalınca tempoyu maçın tamamına yaymak pek mümkün olmuyordu.
20 ile 30 dakikalar arasındaki periyot "tatsız tuzsuz" geçince, tekrar oyunun hakimiyetine eline alan Galatasaray, Selçuk'la uzaktan denedi, top kalecide kaldı, Onyekuru "fantastik" bir rövoşeta ile skor yapmak istedi kaleci Gökhan başarılıydı da, Feghouli'nin başlattığı atakta Rodrigues yine topa vurmadı, "çekti ve kaptırdı" da şans yanındaydı, seken top bir kaz daha önüne düştü ve bir füze ile sıfır sıfırı bozdu 7 numaralı oyuncu...


Galatasaray aradığı golü buldu bulmasına da hakemler golü resmiyete kavuşturmamak adına pek zorlandılar. Rakipten gelen topta ofsayt aradılar, VAR hakemleri baktı yetmedi, Ali Palabıyık ofsayta bakmak için VAR kamerasına gitti. Hatta bir ilk olarak dördüncü hakem de yanına geldi ve ikisi tartıştılar pozisyonu... Ve istemeye istemeye golü verdiler...

İlk yarı son beş dakikada bulduğu golle soyunma odasına önde giden Galatasaray'da dikkat çeken nokta, Garry olsun, Mariano olsun, Feghouli olsun Muğdat'a pek pas vermemeleriydi. Tam tersi de Eren sürekli Muğdat'ı görmek istiyor, diğer arkadaşlarını "görmezden" geliyordu. Öte yandan Mariano oldukça zekice işler yapıyor, herkesin orta beklediği anlarda ara pası salıyordu ceza sahası içine. Gol atan Garry Rodriguez ise sürekli topu çekip, rakibine çalım deniyor ve topu kaptırıyordu.


İkinci devre Muğdat'ı kenara alıp, yerine Linnes'i sokan Ümit Davala, Mariano'yu da orta alana koyup, o bölgede Brezilyalı oyuncunun enerjisi ve yaratıcılığından faydalanmak istedi. İşler fena da gitmedi, aranan ikinci gol de geldi ve yazının başında belirttiğimiz "tehlikeli ve gereksiz" işlere başladık, hem taraftar, hem topçular, hem de saha kenarı...
Taraftar gevşeyince topçular da gevşedi, "ciddiyet" azaldı, maç kafalarda bitti de ceza sahasında seken topta Umar çok sert vurdu ve farkı bire indirdi. Yenilen gol akılları başa getirmesi gerekirken, "laubalik" son sürat devam ediyordu, 69. dakikada üçe ikiye pozisyonda Eren'in pasında Garry yine "topu çekmeyi" dendi ve bilmem kaçıncı kez kaptırdı. Beş dakika sonra Selçuk'un pasında yine Garry ceza sahasında topu kontrol edemedi. Galatasaray sanki mağlupmuşçasına "şuursuzca" rakibin kalesine gelmeye çalışırken, deplasman takımı kontra ataklarla Muslera'nın kalesine ilk yarıya göre daha tehlikeli geliyordu.
80. dakikada kazanılan serbest vuruşu eski Selçuk olsa penaltı atar gibi köşeye topu bırakacaktı da artık o çamlar bardak olmuş, top auta gitti ve dönen topta ceza sahasında Ahmet'in sektirdiği topta Samudio iyi bir golcü dokunuşuyla beraberliği sağladı...


Üç puanı cepte bilirken, şok iki golle beraberliğe düşen Galatasaray galibiyet golü için Maicon'u oyuna aldı, Brezilyalının rakip ceza sahası cıvarında indireceği toplardan gol aradı da, bu kez Maicon diğer maçlardaki kadar başarılı değildi. İlginçtir, geçen hafta olduğu gibi Ömer Bayram yine gelen ortada voleyi çaktı, yine top auta gitti. Kayseri, Beşiktaş ve Rize maçlarında Ömer Bayram sürekli altı pas içinde vole çakıyor ve sürekli auta gidiyor. Pozisyona girmesi iyi de vuruş çalışması gerekmez mi?

Son yarım saati "felaket" oynayan, hatta  maçın son dakikalarında  Muslera ve Ozan olmasaydı yenik duruma da düşebilecek olan Galatasaray yine de üç puanı kazanacaktı belki de ama Ali Palabıyık ve VAR ekibi sahneye çıktılar ve iki puanı çaldılar. Ceza sahası içine atılan bir ara pasta Linnes topla giderken, Rizeli oyuncunun itmesiyle yerde kaldı ama hakem nedense penaltı noktasını göstermedi. "Hakem VAR'a gitse penaltı olduğunu görürdü, ben hakemleri aldatmam, rakip hamle yapmasa yere düşmezdim" diyen Linnes, memlekette bulunduğu sürece bu sözlerinin doğruluğunu ispat eden davranışlarda bulunmadı mı?



STAT: Türk Telekom Stadyumu
HAKEMLER: Ali Palabıyık, Kemal Yılmaz, Serkan Olguncan, Abdülkadir Bitigen
VAR HAKEMLERİ: Koray Gençerler, Mustafa Öğretmenoğlu
GALATASARAY: Muslera, Mariano, Ahmet, Ozan, Nagatomo, Selçuk, Feghouli (Maicon 86’), Rodrigues, Onyekuru (Ömer 76’), Muğdat (Linnes 46’), Eren
ÇAYKUR RİZESPOR: Gökhan, Orhan, Saadane, Brabec (Süleyman 79’), Mehmet, Petrucci, Abdullah, Umar, Samudio, Boldrin (Fink 85’), Muriqi
GOLLER: Rodrigues (40’), Eren (58’), Umar (67’), Samudio (80’)
SARI KARTLAR: Nagatomo (60’), Orhan (63’), Selçuk (71’)

6 Aralık 2018 Perşembe

Keçiörengücü:1-2:Galatasaray


İsmail Çipe...
Celil Yüksel...
Gökay Güney...
Atalay Babacan...
Yunus Akgün...
Abdüssamed Karnucu...
Ali Yavuz Kol...
Recep Gül...

Galatasaray, Ankara'da suni çimde Keçiörengücü takımını 2-1le geçti de, maçın skorundan ziyade yukarıda isimlerini yazmış olduğum pırıl pırıl gençleri seyretmiş olmak mutlu etti bizleri... Galatasaray alt yapısından çıkmış ve kalbi sarı-kırmızı arma için atan bu gençler, Fatih Terim'in kendilerin verdiği şansı fena da kullanmadılar.

İsmail Çipe özellikle maçın ilk devresinde ev sahibinin iki "net" pozisyonunda kalesinde devleşerek rakibe gol imkanı vermezken, Gökay Güney ise asıl mevkisi olmamasına rağmen geri üçlüde de orta sahada oynadığı gibi başarı ile görev yapabileceğini göstermiş oldu. Geçen sene de Fatih hoca, Gökay'a kupa maçlarında şans vermiş ve bu sene  artık yavaş yavaş lig maçlarında da formayı kapmasını bekliyordum lakin hayatta "kısmet" diye de bir kavram var. Sene başı hazırlık kampı süresince Gökay, genç milli takım ile Avrupa Şampiyonasında boy gösterince, kampa katılıp Fatih Terim'e kendisini gösterme şansını yitirdi ve Ozan'dan, Yunus'tan "bir adım geride" kalmış oldu... Ama çalışan formayı kapar, Gökay'ın da "Gerrard" olacağı günler çok yakında...


Yunus'u bu sene abileriyle izledik, biliyorduk neler yapabileceğini de, Atalay bugün siftah yaptı "çocukluk aşkı" sarı kırmızı formasıyla. Siftahı da boş geçmedi, golle süsledi ilk maç anısını Atalay Babacan... Gol de ne gol ama... Ceza sahası dışından, tam köşeye... Bu arada golün asisti de Celil'den geldi. Rakip atağa çıkarken, yaptığı ani presle topu kapan Celil, arkadaşına genç takımlarda bolca yaptığı asistlerden birini A takım kategorisinde de yapmış oldu...

Recep, Abdüssamed ve Ali Yavuz sonradan oyuna girdiler ama onlar da rakibe yerinde müdahaleleri, mücadeleleri ve azimleriyle gelecek için gönlümüzü ferahlattılar.

Sadece yetenekleri dikkatimi çekmedi bu gençlerin, aynı zamanda "ahlaklıydılar" da saha içinde. "Sahada çirkef ama dışarda çok iyi kalpli biri" masalıyla öve öve bitirilemeyenler gibi değil de, hem içerde hem de dışarda "pırlanta" bu çocuklar. Maç boyu hakeme tek itirazlarını gören olmazken, düşen rakibe de sürekli el uzatıp kaldırıyorlar ve de sırtını sıvazlıyorlardı meslektaşlarının... Ne kadar güzel görüntüler...
Ya maç sonrası demeçleri...
Sosyal medya mesajları...
"Puan ya da puanlar almaya geldikten" öte gidemeyen yurdun topçularından sonra maç kritiği yapan, şair gibi cümleler kuran bu gençlere helal olsun...
Maşallah...
Nazar değmesin...

STAT: Aktepe Stadı
HAKEMLER: Suat Arslanboğa, Mehmet Metin, İbrahim Bozbey, Atilla Karaoğlan
KEÇİÖRENGÜCÜ: Yaşar, Yücel, Erdi, Batuhan, Osman, Uğurcan (Sefer 65’), Burak, Alperen, Ziya, Abdurrahman, Hakkı
GALATASARAY: İsmail, Maicon, Ömer, Linnes, Ahmet, Celil (Abdussamed 79’), Gökay, Rodrigues (Ali Yavuz 86’), Atalay (Recep 65’), Muğdat, Yunus
GOLLER: Atalay (33’), Linnes (50’), Ziya (51’)
SARI KARTLAR: Osman (28’), Yücel (33’), Batuhan (68’), Muğdat (76’)

3 Aralık 2018 Pazartesi

Beşiktaş:1-0:Galatasaray


"Türkiye'de futbol Galatasaray'a karşı oynanan bir oyundur" diyordu ya Harry Kewell, ne yalan söyleyelim memleket hakemleri her hafta Oz Büyücüsünü haklı çıkarmak için ellerinden gelenleri ardına koymuyorlar.
Bu hafta Galatasaray'a "çakma" sırası Cüneyt Çakır'daydı...
Fırat Aydınus, Halis Özkahya ve Hüseyin Göçek derken, "senaryonun" esas oğlanı Cüneyt Çakır'ı unutmuştuk da,  o hiç vakit kaybetmeden kendisini hatırlatmayı bildi İnönü'de dün geceki derbide.
39 bin seyircinin seyrettiği maçtan bir gün önce 40 bin 500 Galatasaray taraftarı bilet ücreti ödeyip dünyada bir rekor kırarak takımın idmanını seyretmiş ve "Biz yakarsak söndüremezler" diyerek  Ali Sami Yen'i "Cehenneme" cevirmiş, futbolculara ve Fatih Terim'e "Yenilsen de yensen de taraftarın senle" mesajı vermişti...
Sadece Sami Yen'de değildi sarı-kırmızılı taraftarlar,Taksim'de toplanmış, Gümüşsuyu'ndan aşağı salınmış ve Vodafone Park'ta da kendilerine ayrılan yeri doldurmuş, "İnönü deplasman sayılmaz" tezahüratını ev sahibi taraftarlara dinletiyordu...



Sakatlar, cezalılar az değildi, geçen hafta da haksız bir penaltı sonrası öfkesine hakim olamayan Serdar Aziz de "yoklar" listesine adını yazdırınca, Fatih Terim stoper kontenjanından Ahmet Çalık'ı eklemişti "zoraki" üçlü defansta Maicon ve Ozan'ın yanına. Onların sağını ve solunu da Yuto ve Mariano ile takviye etmişti. Fernando takımın lideri olacak, Selçuk ve Feghouli de orta sahada oyun kuracak, Eren indirecek, Onyekuru vuracaktı ya da Onyekuru ortalayacak Eren gol atacaktı... Elde avuçta ne kaldıysa, onlarla en iyisini yapmayı hedeflemişti maçtan önce Fatih hoca, "Çıkın ve Galatasaray'ın ne olduğunu gösterin" demişti belki de takımına...

Karşı kulübede Fatih Terim olmayınca Şenol Güneş de, Cüneyt Çakır da pek rahattı... İç sahada oynayınca Beşiktaşlılar da arkalarında taraftar desteği ile baskılı ve coşkulu başladılar da, daha 7. dakikada, yazıyla "yedinci" dakika, Galatasaray'ın gelişen kontra atağında Vida eliyle topu çeldi ve hakem sadece düdük çalmakla yetindi. Ümit vaad eden atakmış, elle bilerek oynamaymış, sarı kartmış hepsi unutuldu gitti... Yayıncı kuruluş da pozisyonu tekrar gösterme zahmetinde bile bulunmadı...
Her şeye rağmen iyi niyetle, adalet içinde bir maç oynamayı bekliyorduk da, safmışız, temiz kalpliymişiz... Haddimizi bildirdi Cüneyt Çakır... Bu sezon Galatasaray üzerine kurgulanan bir senaryo vardı, roller dağıtılmıştı ve herkes üzerine düşeni yapacaktı... Polyanacılıktan daha on dakika olmadan uyanmıştık...

Beşiktaş hem ev sahibi olmanın, hem de hakemin kollamasıyla Galatasaray'ı baskı altına almaya çalışıyor ama öyle "ah vah" dedirtecek pozisyon bulamazken, Cüneyt Çakır yine sahneye çıkıyor ve Ozan'ın nizami olarak ayakla müdahale alanındaki topa kafa uzatan Mustafa'nın pozisyonda "endirek" serbest vuruş veriyor, ardından da barajdaki Eren'in eline çarpan topta VAR'ın uyarısıyla penaltı noktasını gösteriyordu...


Beşiktaş öne geçmişti de Galatasaray yine oynamaya çalışıyor ama dedik ya, rakip bir değildi ki, yardımcı hakemler de ev sahibine "yardım" etme yarışındaydı. Sarı-kırmızılıların ataklarında pozisyonların bitmesi beklenmeden "yan hakem" çart diye bayrağı kaldırıyor ve Cüneyt Çakır düdüğünü üfleyerek pozisyonu bitiriyordu. "Aman gol mol olur da, başımız belaya girmesin" der gibi... Oysa sezon öncesi VAR uygulması devreye girerken, tereddütlü pozisyonlarda bayrak kalkmaz ve beklenilir denilmişti ama... Ama işte...


Tüm bunlara rağmen Galatasaray yine oyunda hakimiyeti sağlıyor, sağlı sollu kornerlerle Karius'un kalesini ablukaya alıyor, futbolun ilahları Ozan'a "daha gençsin, gol sevinci için biraz daha bekle" diyor, topu direğe nişanlıyorlar. Pes etmiyor Galatasaray, gol için yine de geliyor da el ile oynamak ev sahibine nasılsa serbest, Vida'nın kolu açıkken çarpan topta, VAR'a bakarak  hakem penaltı yok diyor... Bizler televizyondan başında, tribündeki sarı kırmızılı taraftarlar yine ümitlenirken, Muslera maçın özetini elleriyle anlatıyor: "VAR'a bakacak ve yine penaltı vermeyecek"..




Kızıyoruz, küfrediyoruz, lanet ediyoruz da, oynanacak bir ikinci devre daha var.. Futbolculuk da zor iş... Bizim öfkeden elimiz ayağımız tutmazken, onlar sahaya çıkıp, sonu belli bu senaryonun içinde 45 dakika daha mücadele edecekler... Ediyorlar da, hem de ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar... "Her türlü desteği" arkasına alan ev sahibini kendi yarı sahalarına hapsediyorlar, önce beraberlik, sonra galibiyet istiyorlar da beklenen gol bir türlü gelmiyor.


Fernando vuruyor top Karius'ta kalıyor, Necip Onyekuru'yu yaka paça düşürüyor, hakem VAR'a bakıp penaltı kararını iptal edeceğini bilerek penaltı noktasını gösteriyor da artık ne bizler ümitleniyoruz, ne de sahadakiler Galatasaray lehine bir karar bekliyor... "Onyekuru elle oynadı" diye işaret ediyor ya Cüneyt, "evet oynadı da, ondan önceki Necip'in formayı çekmesi ve ayakla çelmesi ne olacak" diye sorsak, cevap verir mi? Vermez... Çekme demişken, Lens'in Linnes'i formadan çekmesi ceza sahası dışında olunca "çart" diye düdük çalıyor ve 30 saniye boyunca gösteriyor hareketi maçın hakemi... Ama pozisyon, ceza sahasında olunca "görmedim, duymadım"...

Ve bu kirli oyuna sinkaflı bir küfür yapıştırma şansı önce Ömer Bayram'a geliyor, Kayseri deplasmanındakine benzer bir pozisyonda yine Allah'a sığınarak voleyi çakıyor Ömer de top auta gidiyor... "Ah ulan" diyoruz, "bu gol sadece Beşiktaş kalesine girmeyecekti ki..." derken, Feghouli'nin şutunda son 15 dakika forvet oynayan ve tüm hava toplarını kazanan Maicon'a gelen topu, Brezilyalı topukla kaleye yolluyor da, top Karius'un bakışları arasında auta çıkıyor... Bu daha fena "girecekti" kaleye...

Galatasaray taraftarı coşuyor deplasmanda, ev sahibi tribünler biraz ıslık, biraz tırnak yiyerek dakika sayıyor,  Beşiktaş takımı tüm hatlarıyla savunma yapıyor ve kontra ataklarla farkı ikiye çıkarmaya çalışıyor... Caner atamıyor, Quaresma atamıyor ve Maicon'un indirdiği topta Eren ceza sahası önünde düşürülünce hakem serbest vuruş çalıyor. Şans bir kez daha yüzümüze gülüyor da, oradan Sneijder atardı, eski Selçuk atardı, belki Emre Akbaba atacak ama  Maicon kaleye biraz daha uzaktan atar. Brezilyalı'nın topu geriye çekmesine izin vermeden hakem spreyle çizgiyi çekiyor ve Maicon'un vuruşunda topun yüksekten aşağı düşme mesafesi yeterli olmuyor ve meşin yuvarlak auta çıkarken, Cüneyt Çakır son düdüğü çalıyor...

Galatasaray'a karşı kurgulanan bu senaryonun yönetmenleri ve aktörleri bu "kirli oyunun" sonunda bizi üzeceklerini, bezdireceklerini, yıldıracaklarını düşünüyorlar ya, fena halde yanılıyorlar...
Galatasaray öyle bir takım ki, ezmeye çalıştıkça daha güçleniyor, üstüne geldikçe daha da kenetleniyor...
Komik olan şu ki, bunu hala anlayamadılar...
"Cim bom bomun sen çok yaşa, canım feda olsun sana" boşa mı diyoruz...
Sen çok yaşa Cim Bom, sen çok yaşa...





STAT: Vodafone Park
HAKEMLER: Cüneyt Çakır, Tarık Ongun, Bahattin Duran, Koray Gençerler
VAR HAKEMLERİ: Mete Kalkavan, Alper Ulusoy, Mustafa Emre Eyisoy
BEŞİKTAŞ: Karius, Adriano, Necip, Vida, Caner, Medel (Lens 70’), Dorukhan, Quaresma, Ljajic, Mustafa (Love 81’), Güven (Hutchinson 46’)
GALATASARAY: Muslera, Mariano (Linnes 79’), Ozan, Ahmet, Maicon, Nagatomo, Fernando, Selçuk (Muğdat 74’), Feghouli, Onyekuru (Ömer 83’), Eren
GOL: Ljajic (18’)
SARI KARTLAR: Eren (17’), Fernando (40’), Medel (40’), Selçuk (42’), Mariano (45+’), Adriano (52’), Ljajic (86’), Karius (90+’)

Blog Widget by LinkWithin