31 Ağustos 2010 Salı

Trezegol Hercules'te

Guiza'nın peşinden koşan İspanya'nın Hercules takımı uzun yıllar Juventus formasını terleten Trezeguet'i renklerine bağladığını bildirmiş resmi sitesinde. 10 yıla yakın İtalya'nın siyah-beyazlı kulübünde forma giyen Fransız oyuncu ise kariyerinde İspanya deneyimi yaşayacağı için mutlu olduğunu belirtmiş. Bizim spor basınımız için kara bir haber oldu, zira transfer döneminde manşet sıkıntısı çektiklerinde "Fener'de Trezeguet Bombası", "Galatasaray, Trezeguet Dedi", "Trezeguet Artık Kartal"başlıkları atmayı pek severlerdi....

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Jovanovic Galatasaray'da(?)


Adnan Sezgin uzun süredir yurt dışında futbolcu peşinden koştu ve bugün havaalanına tek başına inerken, onlarla aynı saatlerde Belgrad uçağından Cevad Prekazi ve yanında Branislav Jovanovic inmişler ve Galatasaray kulübünün yolunu tutmuşlar. OFK Belgrad maçını televizyondan yorumlayan Prekazi, "Galatasaray bir çok değişik isimin peşinde ama ben onlara hem ucuz hem de oldukça kaliteli bir futbolcu önerdim, ismi de Jovanoviç" diyerek Partizan'lıyı bizlerle "tanıştırmıştı" ama bu transfer o günlerde yapılmamış, belli ki yedekte bekletilmiş ve Ledesma, Annan, Emana'dan olumlu haber gelmeyince Prekazi'ye Jovanovic'i memlekete getirmesi söylenmiş. Bu oyuncu hakkında detaylı bilgiye sahip değilim lakin Balkan ekolunden gelen futbolculara her zaman olumlu yaklaşmışımdır zira mücadeleci yapıları, oyun disiplinleri ve memlekete uyum süreçlerinin kısa sürede atlatılacak olması önemli artılarıdır. Ajansların verdiği haberlere göre Jovanovic ile Galatasaray yönetimi şu saatlerde transferi nihayete ulaştırmak adına pazarlık aşamasındaymış, resmi siteyi takip etmekte fayda var...

Edit: Resmi site bu haberi yalanladı...

30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu Olsun

"Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı."

Eskişehir.1 - Galatasaray.3

• Kriz anlarında oynanan maçlarda, tribünde yayılan hâlihazırda gerilmiş atmosferin kokusunun tadı başkadır. Bu sebeple, artık dip noktasını görmeye yaklaşmış, sıkışmış gazının nereye patlayacağı belli olmayan bu iki takımın kapışması bizi ister istemez yola düşürdü. • Eskişehir şehrine daha sonra değineceğiz ama şehir; peyzajıyla, planlamasıyla, parklarıyla, insanıyla gerçekten bir Dünya kenti olmuş, bol bol reklâm yapılıp yabancı turistler buraya çekilmeli.
• Maç bileti 50 TL, Eskişehirspor kombinesi 10x29 TL, Eskişehirspor forması 75-85 TL. Arz ve talebin ilginç dengesi.
• İçeri adımımı atmamla birlikte stadyumun şekli beni dumura uğrattı. Akustiğine mi şaşayım, kale arkasının olmamasına mı, tribünlerin uzaklığına mı, sadece bir tarafın kapalı olmasına mı? Ünyespor’un bile 18bin kişilik, 4 tarafında da tribünü olan bir stad inşa ettiği bu çağda; böyle örnek bir şehirde, takımına bağlı böyle bir taraftarı böyle tribünlere yerleştirmek gerçekten koca bir ayıp. Neresinden, nasıl düzelir diye bir şeyler düşündüm ama hiç yolu yok, günü kurtarmak içim boş yere masraf yapılmamalı, tamamen yıkılıp yenisi inşa edilmeli. • Kötü sonuçlara rağmen gerek İstanbul’dan gelen otobüslerle gerekse çevre şehirlerden gelenlerle deplasman tribünü az çok dolduruldu. Normal tribünleri anlattığım gibi olan stadın deplasman tribününü artık siz düşünün. Koltukların altları bildiğin boşlukta kalan, ayak basılan yerlere yer yer çürümüş suntalar konmuş ha yıkıldı ha yıkılacak bir portatif tribün. Eski açığın yıkılmadan önceki haline söylenip dururdum, o bunun yanında inşai harika. • Maçtan 4-5 saat önce stadyumdan gelen müzik sesleriyle, atkılı ve formalı insanlarla şehir maçın havasına girdi. Tramvayların önlerinde bile Es-Es’e başarılar dileyen yazılar yazılmıştı.
• Futbolcular ısınırken Pele'nin çektirdiği üçlü ve açık tribündeki maç başlamadan önceki bando eşliğindeki Espana güzeldi. Genel itibari ile sallanan atkılar beyazdı, demek özellikle Espana için taraftarlar yanında beyaz bir şeyler getiriyor. • Maç sırasında kapalı tribünün kenarındaki Nefer ile açık tribünün arasındaki karşılıklı tezahüratlar akustiğin azizliğine uğrayıp, yapması gereken etkiyi yapamadan kayboluyordu.
• Eskişehir tribünü, yönetim-takım-taraftar üçgenindeki sıkıntılardan ve maçın gidişatından olsa gerek genel itibari ile umduğum etkiyi bırakmadı bende. Özellikle bando eşliğinde Espana ve Dale Daleyi canlı görmek isterdim ama maç içerisinde o hava oluşmadı.
• Galatasaray’ın 3.golunden sonraki sevinç yumağını bu sezon ilk kez böyle coşkulu ve kalabalık gördüm. Futbolcular da içlerinde bir şeyler biriktirmiş anlaşılan.
• Eskişehirspor kalecisi Ivesa maçın en kötülerindendi. İlk goldeki hatasının yanında, genelde hamlelerde yavaştı ve o boyuna rağmen yan toplarda çıkması gereken toplara nedense çıkmadı.
• Galatasaraylı futbolcular Rijkaard'ın Belgrad maçı sonrası taçları hızlı kullanmaları ile ilgili uyarısını bu sefer dikkatle uyguladılar. Önde olunan zaman dilimlerinde, 30-40 saniye oyalanmadan taç atmamaya özen gösterdiler.
- top toplayıcının eline dikiz -

• 2. ve 3. golun bir arada gelmesi bir anda bütün Eskişehir tribünlerini suskun hale soktu. Genelde böyle suskunluklar ya 4-5 dakika sonra hafiften yenilsen de seviyoruz tezahüratlarına kendini bırakır ya da maçın sonuna doğru protestoya dönüşür. Bu sefer hiçbiri olmadı. bizim tribünün tezahüratları o kadar sessiz bir ortamda yankılanıyordu ki, bir an Samiyen’de maç başlamadan 3-4 saat önce Yeni Açık'ın numaralı tarafında boş sahaya yapılan tezahüratları hatırlattı.
Arda Turan gerek 2.golden gerekse maçtan sonra taraftarla arasındaki buzları eritmek için oldukça çaba harcadı. En sonunda, soyunma odasına gitmeden önce de üçlüsünü çektirdi.
• Maç sonu tribünde rutin deplasman beklemesi sırasında, artık ne işi vardı orada bilemediğim Rijkaard göründü sahanın kenarında. Maçın sonucu aksi yönde olsaydı taraftar ne yapardı bilemeyeceğim ama şimdilik tribüne çağrılıp sevgi gösterisinde bulunuldu.
• Eskişehir’in insanlarının güzel olduğunu söylemiştik, bu güzellik polislere de yansımış. Sertlik kullanmadan da emniyetin sağlanabileceğini gayet profesyonel bir biçimde gösterdiler.
• Sonuç olarak, doğru düzgün topun oynanmadığı bir galibiyetin ardından gelen 2 haftalık ara kanımca Galatasaray’ın tam ihtiyacı olan şeydi. Aradan sonra artık Rijkaard’ın 6 sene önceki tarihi tekerrür eder mi, etmez mi görülecek.

Uzunlar, Alan Savunması ve Hido = Türkiye:65 -Rusya:56


Dünya Basketbol Şampiyonası halihazırda devam ederken Blogu bu ara fazla işgal ettim ancak Sabri Abi'de yazılarına devam edecek haliyle. Sesi çıkmamasının nedeni Eskişehir'de olması. Taraftarı olduğumuz takımımıza yıllarca içeride dışarıda desteğini devam ettirmiştir. Kendisi yine öyle yaptı ve ES-Es deplasmanına gitti. Ayağı uğurlu gelmiş olacak ki İlk galibiyetimizi de aldık. Döndüğünde ondan yine tadında doyum olmayacak bir yazı gelecektir. Ben şimdilik lafı uzatmayayım ve Rusya Galibiyeti sonrası yorumumu paylaşayım sizlerle. Buyrun
-------------------------------------------------------------------------------------
Tahmin edildiği gibi oldu; son derece denk, çekişmeli ve heyecan dolu bir maç… Her ne kadar fark hep 10 sayı civarında olsa da Rus oyuncuların nefesleri hep ensemizdeydi. Dünkü antrenman tadındaki maç sonrası bu maç için ilk yorumum “turnuva Rusya maçı ile başlıyormuş gibi bir konsantrasyon içinde olmalıyız” idi. Hido’nun ilk 3 çeyrek formsuz olmasına rağmen maçın tamamında Tanjeviç’ten başlayarak en son yedeğe kadar giden müthiş bir konsantrasyonla oynadık. Hedef maç olarak hem biz taraftarlar hem de oyuncularımız ve kenar yönetim bu maçı belirlemiştik. Maça da biraz bunu yarattığı baskı ile başladık ki bizde gereksiz bir stres ortaya çıktı. Ayrıca Rusya’nın sürekli adam değiştiren savunması ve tempoyu düşürme çalışmalarına bizde topu içeri indirmeyip veya içeri zorlamayıp dışarıdan şutlarla cevap verme çabamız işe yaramadı. Allahtan çabucak silkindik ve taraftarında etkisiyle o müthiş savunmamızı oturttuk. Özellikle tempoyu artırdığımız her bölümde farkı açmaya hızlı hücumlarla seri basketler bulmaya başladık. İkinci periyotta tamamen oturttuğumuz ve bunaltıcı savunmamız maçın tamamında devam etti ve farkı sürekli koruduk. Rakibin farkı kapattığı anlar bizim biraz rahatladığımız bölümlerde oldu. Ancak burada da maça olan konsantrasyonumuz galip geldi ve yine kimliğimizi ortaya koyarak savunma, mücadele, hırs, azim daha aklınıza ne gelirse bizim hanemizde yazıyordu. Özellikle şunu anladık ki bize hiçbir şekilde rahatlık yok ve Yunanistan maçında maça konsantre olma dışında 40 dakika boyunca savunmaya da konsantre olmamız bizi galibiyete taşıyacaktır.

Savunma anlamındaki temel anlayışımız “birebir” olsa da bugün özellikle rakibin şutör olmayan ve savunma temelli oyun tarzını benimseyen oyuncularla kurulu olması maksadıyla neredeyse maçın tamamında alan savunmasını tercih eden bir oyun anlayışı vardı sahada. Bu anlayış ilk 3 çeyrek rakibi adeta boğdu. Sürekli çember döven ve alan savunmasına hiçbir şekilde çözüm bulamayan bir Rus takımı izledik. Ancak son çeyrek Rus koçu David Blatt’in hem kalitesi hem de Efes’de çalışmış olmasının getirdiği oyuncularımızı tanıma avantajı son çeyrekte farkın bir ara 5 sayıya kadar düşmesine neden oldu. Ancak maçın tamamında bu anlayışı sahaya yansıtmamız ve sabırla alan savunmasını uygulama gayretimiz maçın bize gelmesini sağladı. Ön alanda kurduğumuz baskı ve bu baskıyı alan savunması içerisinde çok ileride yapmamız, ilk pası geç yaptırmamıza ve rakibin oyunu çok geç kurmasına ve sonuçta panik atışlar kullanmasını sağladı. 2. periyotta Rus ekibi 7 sayı buldu ki 5’i serbest atıştı ve koca periyotta onlara bir basket atma şansı tanıdık.(ilk basketleri periyodun bitimine 18 sn kala.) Bunun dışında Özellikle uzunlarımızın pota altındaki gayreti ve ribauntlardaki üstün çabası ilk yarıda sadece 1 hücum ribauntu vermemizi sağladı ki gerçekten takdire şayan. Ayrıca hem Ömer Aşık’ın hem de Semih’in maça çok konsantre olmaları, hücumda ve savunmada maça damga vurmaları bizi turnuvanın seyri açısından çok mutlu etti. Savunma(aynı zamanda hücumda da) açısından “Uzunların Gecesi” oldu desek yeridir.

Kenardan gelenlerin her an hazır olması, gayreti ve üretimi alkışa değerdi. Ender büyük soğuk kanlılıkla oynadı ve özellikle 2. çeyrekte top elinde patladı diyecemiz bir hücumda nerdeyse 10 metreden çok düzgün bir şut çıkardı ki kendimi havada gördüm bir an. 3 tane 3’lükle maçı tamamladı ki bu 3’lüklerin tamamı çok kritik ve anlarda ve hücumun tıkandığı zamanlarda idi. Ayrıca yine kritik anlarda içeriyi zorlaması ve yaptığı asistlerle de takıma çok katkı sağladı. Ayrıca Kerem ve Sinan’ında muazzam katkılarını da unutmamak gerekir. Kerem’in pota altında Sinan’ında ön alandaki agresif savunmaları da gönlümüze taht kurdu adeta. Ribauntlardaki 38-32’lik avantajımız ve boyalı alandaki 28-13’lük ezici üstünlüğümüz dikkat çekiciydi. İlk yarıda daha çok dışarıdan şuta dayalı bir oyun sergilerken ikinci yarı rakibin savunma dozajını artırmasıyla hem topu içeri indirerek hem de ikili oyunlarla içeri penetrelerimizle ekmeği taştan çıkardığımızı gösterdik. Hep söylüyorum tıkandığımız her hücumda mutlaka topu içeri indirmeliyiz. Mutlaka oradan bir şeyler çıkarabiliyoruz.

Son sözü yıldızımız Hido’ya ayırdım. Hücum anlamında Fil dişi maçı ve bu maçın ilk 3 periyodunda çok kötü bir performans sergiledi. Son periyoda gelmeden önce 0/8 il oynuyordu. Ancak son periyot adeta ayağa kalktı ve maçı 10’u son çeyrekte olmak üzere 14 sayı ile tamamladı. Ayrıca son çeyrekte 2 asist yaparak da maçın sonuna damga vurdu. Hele ki tribünlere doğru uçarak top kaybının eşiğinden çevirdiği hücumun sonunda Kerem’in asistinde attığı üçlük onu da geri kazanmamızı sağladı. Hidayet’in bu performansının artarak devam etmesi ve Yunanistan maçında zirveye ulaşması en büyük dileğimiz. Bugünü dinlenerek geçireceğiz ve Yunanistan maçına şu andan itibaren konsantre olmalıyız. Bizim bu maçın havasına da hiç girmeden turnuva bugün başlıyormuş gibi bir konsantrasyon ile Yunanların karşısına çıkmalı baskıyı çok iyi ayarlamalı, top dağıtımını iyi yapmalı, sabırlı hücum etmeliyiz. Yunanistan’ın oynadığı iki maçta da kötü savunma yaparken gördük. Ayrıca cezası biten oyuncuların da ne kadar hazır olacağı muamma. Bizim Yunaistan maçında en çok tamamı şutör olan uzunlarına özellikle pick and roll’lerde dikkat etmemiz gerekecek. Hali hazırda bizim en kötü tarafımız bu savunmayı kötü yapmamız. Bu açıdan maçın kritik noktası bu olur diye düşünüyorum. Seyirci desteği ve gücümüz olan baskılı savunmamızla maçı kazanacağımızı düşünüyorum. Şu saat itibari ile 30 Ağustos’a girmiş bulunuyoruz. "Yalnız ve güzel ülkemin" Zafer Bayramı...Bayramımız kutlu olsun… Herkese iyi seyirler…

İlgilenenler için:
SALON: Ankara Spor Salonu

HAKEMLER: Sasa Pulk – Ilija Belosevic – Scott Butler

TÜRKİYE (65): Sinan Güler 3 (1 ribaund- 1 asist), Ömer Onan 3 (1 ribaund- 1 asist), Ersan İlyasova 10 (10 ribaund), Semih Erden 9 (5 ribaund), Kerem Tunçeri 5 (4 ribaund- 4 asist), Oğuz Savaş, Kerem Gönlüm 2 (3 ribaund), Ender Arslan 9 (1 ribaund- 2 asist), Ömer Aşık 10 (7 ribaund), Hidayet Türkoğlu 14 (3 ribaund- 3 asist)

RUSYA (56): Andrey Vorontsevich 5 (9 ribaund), Evgeny Kolesnikov, Sergey Bykov 10 (4 ribaund- 3 asist), Vitaly Fridzon 5, Alexander Kaun 13 (4 ribaund), Anton Ponkrashov 2 (5 ribaund- 3 asist), Sergey Monya 13 (5 ribaund- 4 asist), Dimitriy Khvostov 6, Evgeny Voronov 1, Timofey Mozgov 1

1.PERİYOT: 16-15
2.PERİYOT: 17- 7
3.PERİYOT: 15-15
4.PERİYOT: 17-19

29 Ağustos 2010 Pazar

Antrenman Tadında... Türkiye:86 - Fil Dişi: 47



Maç sonunda oluşan skor aslında her şeyi özetliyor. Maçı izleyen seyirciler de ne kadar rahat bir maç olduğunu tanık oldular. Afrika ekibi açık ara gurubun en kötü takımı, turnuvanın da en kötü takımlarından biri. Onlar için söylenecek tek artı yönleri atletik olmaları. Ancak o da hiçbir şekilde kalite açıklarını kapatamıyor. Söylenecek çok şey yok aslında ama yine de gözüme çarpan bazı noktaları yazmakta fayda var.
Öncelikle maça başladığımız beşte Ersan’ın pozisyonunu 4 numarada görünce Tanjevic’in inadından vazgeçtiğini iyice anladık ve Ersan ilk yarıyı 9 sayı ile tamamladı(tamamı şampiyona öncesi değindiğim Ersan’a çizilen ve 3 sayı atış ile bitirdiğimiz set) Ayrıca maça 5 isabetli 3’lük ile başlamamız da cabası. İyi alan paylaşımı ve topun iyi dolaşması sonucu ilk periyotta attığımız 23 sayıda 8 asist yapılması bizim açımıza her şeyin çok iyi olduğunu göstermekteydi. Ancak çok rahat giden maçta sevgili koçumuz Tanjevic’in fantezileri oyunu kafa kafaya getirmeye yakındı. Özellikle Kerem Gönlüm’den 3 numara yaratmaya çalışması ve 5 uzun oyuncudan oluşan bir rotasyonu ( Ender, Hidayet, Kerem Gönlüm, Ersan ve Semih) tercih etmesi sonucu fark kapanmaya başlamıştı. Neyse ki bu huyunu fazla uzatmadı da devreyi 40-22 önde kapadık. Uzun oyunculardan oluşan bu rotasyonu tercih ettiğimizde gördük ki tepeden çok rahat savunmayı deldiriyoruz. Haliyle Fil Dişi takımı da atletik oyunculardan kurulu. Onlara adeta davetiye çıkarmış bulunduk. Bir de bu beşle alan savunması yapmaya kalktık ki hiç sormayın orasını. Hücumda da o süre zarfında iç-dış dengesi hemen tepetaklak oluverdi.
Bir başka artı yön ise Kerem Gönlüm ve Sinan Güler’in katkısı. Kerem benim çok sevdiğim ve değer verdiğim bir oyuncu. Bir yıl hiç oynamadan takıma getirdiği bu enerji hakikaten takdire şayan. Hatta maçın canlı yayını esnasında sevgili Murat Murathanoğlu 2009’a göndermede bulunup Kerem’in olması dahilinde madalya alabileceğimizi söyledi ki çok haklıydı bu tespitinde. Tabi onu 3 numarada oynatmaya çalışırken Sinan’ı da unuttu sevgili hocamız. Tanjevic’in gözüne ilk yarı sonunda soyunma odasında anca çarpmış olacak ki ikinci yarıya onunla başladı. O da hiç durumu dert etmemiş aslanlar gibi çıkıp maça damga vuran oyunculardan olarak maç sonunda tribünlerin sevgi gösterisine maruz kalarak ödülünü aldı. 16 dakikada 8 sayı- 4 ribaunt- 4 asist- 5 top çalma- 1 blok !!!! Hakikaten alkışın büyüğünü hak etti Sinan.
Hidayet konusunda da bazı sıkıntılar olduğu görünüyor. Sıkıntı hücumda ve özellikle şut performansında. Bugün hiç saha içi isabet kaydedemedi yıldızımız. 0/6 ile 6 sayısı vardı ve bu 6 sayı haliyle serbest atışlardan geldi. Ancak 7 ribaunt 7 asist ve 4 top çalma istatistiklerine ekleyerek çok yönlü oyununu yansıttı. Hido açısından olumlu nokta bu. Ancak farkın 40’lara dayandığı bir maçta 30 dakika sahada kalmasını form tutması gibi saçma bir nedene bağlamak da bana göre yanlış olur. Bugün itibariyle Rusya maçımız var ve geçen turnuvadan ders çıkarmamışız sanırım. Rusya-Porto Riko maçında gördük ki Rusya takımı tamamiyle gücünü boğucu ve hareketli savunmasından alıyor. Hido’yu dinlendirmek ve diğer oyuncularımızı daha fazla rotasyona hazırlamak varken Ersan ve Hido’yu 30 dakika civarında böylesine rahat geçen bir maçta oyunda tutmanın mantığını anlamış değilim açıkçası.
Bugünkü maç iyi bir antrenman maçı oldu desek yeridir. Bizim bu maçın havasına hiç girmeden turnuva bugün başlıyormuş gibi bir konsantrasyon ile maça hazırlanmamız gerekiyor. Rusya karşısında da baskıyı çok iyi ayarlamamız, top dağıtımını iyi yapmamız, sabırlı hücum etmemiz ve en önemlisi rakibimiz gibi bizim da alameti farikamız olan savunmamızdan güç almamız gerekiyor. Savunmayı hareketli Rus kısalarına karşı tepeden deldirmemeli ve pas kanallarına baskı yapıp uzunlara top inmesi konusunda dikkatli olmamız da gerekiyor. Ayrıca 3’lük yüzdemizi ve Ribaunt konsantrasyonumuzu da üst seviyede tutmalıyız. Son söz olarak da Ankara seyircisine desteklerinden dolayı teşekkür etmeliyiz Organizasyon ekibini de Rusya-Porto Riko maçında yaşanan milli marş sorunundan dolayı kınıyorum. Bizim açımızdan güzel bir başlangıç oldu. Darısı Rusya maçına…

İlgileneler için:
SALON: Ankara Spor Salonu

HAKEMLER: Pukl Sasa – Rocha Fernando – Egho Marwan

TÜRKİYE (86): Cenk Akyol 2, Sinan Güler 8 (4 ribaund- 4 asist), Barış Ermiş, Ömer Onan 18 (1 asist), Ersan İlyasova 17 (8 ribaund- 3 asist), Semih Erden 6 (4 ribaund- 1 asist), Kerem Tunçeri 9 (2 asist), Oğuz Savaş 4 (2 ribaund- 1 asist), Kerem Gönlüm 6 (7 ribaund- 1 asist), Ender Arslan 2, Ömer Aşık 8 (12 ribaund- 1 asist), Hidayet Türkoğlu 6 (7 ribaund- 7 asist)

FİLDİŞİ SAHİLİ (47): Charles Aboud (2 ribaund), Mouloukou Diabate 5 (2 ribaund- 2 asist), Issife Soumahoro, Kinidinnin Konate 4 (4 ribaund), Mamadou Lamizana 6 (6 ribaund), Ismael N’Diaye, Brice Assie 4 (4 ribaund), Jonathan Kale 10 (9 ribaund), Eric Tape 2, Guy Edi 9, Mohamed Kone 7 (6 ribaund- 2 asist)

1.PERİYOT: 23-11
2.PERİYOT: 17-11
3.PERİYOT: 13-14
4.PERİYOT: 33-11

27 Ağustos 2010 Cuma

CSKA Sofya'dan Kura Yorumu


"Porto ve Beşiktaş grubun favorileri, üçüncülük için Rapid'le biz yarışacağız. Takımın başına geldiğimde iki hedefim olduğunu söylemiştim, birincisi takımı UEFA Avrupa Liginde gruplara taşımak, diğeri de Bulgaristan A Grupada şampiyonluk tatmak. Birinci hedefi başardık ve gruplara kaldık, bundan sonra alacağımız her puan bizim için başarıdır."
Giorgi Jovanovski
CSKA Sofya Teknik Direktörü

"Gruptaki takımların oldukça zor olduğunu düşünüyorum ama bizim de şansımız var. Evet, Porto, bir çok oyuncusunu sattı ama onlar hala turnuva takımı. Beşiktaş da oldukça zorlu bir takım. Rapid'e karşı şansımız var, tüm diğer takımlara karşı olduğu gibi, kısaca herşey bize bağlı."
Emil Kostadinov
CSKA Sofya Sportif Direktörü

"Çektiğimiz kura tabii ki en iyisi değil ve rakipler eleme grubunda karşılaştıklarımıza göre daha güçlü ama CSKA'lı genç oyuncular futbol yeteneklerini geliştirmek istiyorlarsa böyle dişli rakiplerle oynamak zorundadırlar. "
Dimitar Penev
CSKA Sofya Onursal Başkanı

UEFA Avrupa Ligi Gruplar

Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor'un elemelerde veda ettiği UEFA Avrupa Liginin kuraları az önce çekildi ve memleketi bu kupada tek temsil eden takım olan Beşiktaş L grubuna düştü ve rakipleri de Porto, CSKA Sofya ve Rapid Vien oldu. Aslında ilginç bir grup Beşiktaş adına, zira Porto'yla şampiyonlar liginde karşılaşmış siyah-beyazlılar ve Quaresma'ya o maçta aşık olmuştu bir çok Beşiktaş taraftarı. Yine CSKA Sofya ile 2006 senesinde karşılaşan Beşiktaş, rakibini İnönü'de 2-0 yenmiş, deplasmanda 2-0 kaybetmiş ve maç uzatmaya gitmişti, lakin ekstra zamanda Beşiktaş iki gol atarak tur atlamasını bildi. Rapid Vien ise torbada kalan bu sene Fenerbahçe'nin belalıları olan Young Boys ve PAOK'la beraber son üç takımdan biriydi ve L grubuna gelen takım oldu, oysa gönlümüzde kardeş olduğunu iddia eden Beşiktaş ile PAOK'un karşılaşması vardı...
Diğer gruplar ise yukarıdaki resimde belirtildiği gibi oldu...


Şifresiz Maçlar

27 Ağustos 2010 Cuma
21.30 Kaiserslautern-Bayern Münih/TRT 3
21.45 Inter-Atletico Madrid/ Kanal D

28 Ağustos 2010 Cumartesi
14.45 Blackburn Rovers-Arsenal/ İdman TV
15.00 Terek-Spartak Moskova/ ORT Europe
16.00 Orduspor-Giresunspor/ TRT Haber
16.30 Schalke 04-Hannover 96/ TRT 3
17.00 Chelsea-Stoke City/ İdman TV
19.30 Manchester United-West Ham United/ İdman TV
21.00 Gaziantep BB-Denizlispor/ TRT 3
21.00 Malaga-Valencia/ NTV Spor
22.00 Caen-Brest/ Kanal A
23.15 Benfica-Vitoria Setubal/ RTP International

29 Ağustos 2010 Pazar
15.00 Lokomotiv Moskova-Zenit/ ORT Europe
16.30 Bayern Leverkusen-Mönchengladbach/ TRT 3
18.30 Stuttgart-Borussia Dortmund/ TRT 3
20.00 Racing-Barcelona/ NTV Spor
21.00 Altay-Samsunspor/ TRT 6
21.00 Rizespor-Karşıyaka/ TRT 1
22.00 Bordeaux-Marsilya/ Kanal A
22.00 Mallorca-Real Madrid/ NTV Spor

SPOR TOTO SÜPER LİG Yayınları
27 Ağustos 2010 Cuma
20.00 Ankaragücü-Kayserispor/ Digi
21.00 Gaziantepspor-Konyaspor/ Lig TV

28 Ağustos 2010 Cumartesi
20.00 İstanbul BB-Kasımpaşa/ Digi
21.00 Sivasspor-Bursaspor/ Lig TV
21.00 Bucaspor-Gençlerbirliği/ Digi

29 Ağustos 2010 Pazar
20.00 Fenerbahçe-Manisaspor/ Lig TV
20.00 Kardemir Karabük-Beşiktaş/ Digi
22.00 Eskişehirspor-Galatasaray/ Lig TV

30 Ağustos 2010 Pazartesi
21.00 Antalyaspor-Trabzonspor/ Lig TV



*İdman TV uydu yayınlarını belirten sitelerde şifresiz olarak gözüküyor fakat maç saatinde şifre konulabilir...
*Digitürk yayınları şifrelidir, bilgilendirme amaçlı yer almıştır programda...



Karpaty Lviv:1-1:Galatasaray

"Basın yalan yazıyor şampiyon olmayınca" bestesi doğrultusunda gazetelerdeki, televizyondaki spor yazarlarını takmaz olduk, "onlar Galatasaray düşmanı" deyip, söylediklerini kulak arkası ettik lakin blogçu denilen bir tayfa türedi zamanla, patronu olmayan, "göbek bağı" olmayan, kalbindeki Galatasaray sevgisini klavyesine döken bir grup ve sarı-kırmızının her dalda başarılı olması adına bildiklerini, gördüklerini, duyduklarını bloglarında karalayan Galatasaray sevdalıları... "Felaket geliyor" diye içimiz kan ağlayarak Galatasaray'daki kötü gidişatı yazdık blog sayfalarımıza, bir gören duyan olur, bir çözüm bulunur diye haykırdık lakin ne yönetimi, ne hocası, ne de topçusu zerre kadar takmadı yazılanları, yapılan uyarıları ve Galatasaray futbol takımı daha Ağustos ayında Avrupa kupalarına dün gece veda etti.

Takımda sıkıntı büyüktü lakin hep "günü kurtaran" çözümlerle sıkıntılar ve sorunlar hasır altı edildi, yönetiminden, hocasına, futbolcusundan taraftarına herkes de şimdi gerçekle yüzleşmiş durumunda. Avrupa kupalarında çıkardığı efsanevi maçlar ve memlekete getirdiği kupalar ile "Avrupalı Galatasaray" olarak tanınan takımımız şimdi sadece Avrupa kıtasında ikamet eden bir kulübe dönüştü, sarı-kırmızılı Edirnespor bile daha Avrupalı oldu Galatasaray'dan bu kategoride. Peki, neden bu hale geldik?

Yönetim içindeki "dalavereler", Haldun Üstünel'in tasviye edilip, Adnan Sezgin'in ön plana çıkarılması, transfer sezonu sona yaklaşırken istenilen oyuncuların takıma kazandırılmaması, işe yarayanların da satılması Adnan Polat yönetiminin hatalarıyken, kaptan Arda'nın isteksiz davranması, oyuncuların formsuz olması, yapılan bireysel hatalar sarı-kırmızılı formayı taşıyanların günahlarından birkaçı olarak sayılabilir. Amma ve lakin, bugün gelinen noktanın esas sorumlusu Rijkaard iken, tek suçlu ise Hollandalı hoca ile Galatasaray'ın uyuşmadığını göre göre Rijkaard'a sahip çıkanlardır: İster yönetim deyin, ister taraftar...

"Total futbol " tamlamasıyla memleket futbolunun elit çevrelerinde büyük saygınlık kazanan Rijkaard, maalesef takımdaki "birlikteliği" sağlayamadı Galatasaray'da bulunduğu süre boyunca. Futbolun sadece sistemlerden ve oyun dizilişlerinden ibaret olmadığını pek ala o da biliyordu ama bildiğini öğrencilerine aktaramayan üniversite profesörleri gibi toplayamadı takımı etrafına, hep bir soğukluk kaldı oyuncularıyla kendisi arasında. "Onlar profesyonel, Rijkaard işi gücü bırakıp babalık mı yapsaydı futbolculara" denilebilir, lakin Akdeniz ülkesiyiz biz, sıcakkanlıyız, "hadi aslanım" gazıyla yapamayacağımız iş yok. Mourinho'yu sevmem, başarılıdır lakin antipatik gelir bana ama doğru söze de şapka çıkarmak lazım. "Takımların yapısı kültürle oldukça alakalıdır. Bir hoca bir ülkeye gidip "Bu benim sistemim ve oyun yapım" demesi mümkün değildir" diyerek Rijkaard'ın yanlış yaptığı yeri işaret etmekte.

Galatasaray'ın 2009-2010 sezonunu Rijkaard'ın bizim memleketi ve kültürünü tanıması için "deneme" senesi ilan etmiştik, kayıp giden maçlar ve kupaların ardından hep "olsun, canı sağolsun, seneye insallah" diye avunur olmuştuk lakin bu sene sözleşmesi sona erecek olan ve büyük ihtimal de yenilemeyecek (Kupalar getirse de gidecekti, Avrupa'nın devlerinin tekliflerini Galatasaray için red edecek kadar bu takımı sevdiğini düşünen var mı, başarısız olduğu için de zaten "yapamadım" diyerek gidecek) Rijkaard'dan geriye ne kalacak peki?

-Sportif başarı henüz yok, alınacak iki kupa kaldı: Lig şampiyonluğu ve Türkiye Kupası... Lig yarışından "kafaya oynayacak" takımlara göre şimdilik gerideyiz, orada da işler iyi gözükmüyor...
-Oyuncu yetiştirme adına bir tek Emre Çolak kadroda yer alıyor, onun dışında alt yapıdan çıkıp biraz pırıltı gösteren kim varsa, takımdan uzaklaştırıldı, "pişmeleri" adına Anadolu külüplerine yollandılar desek de , çoğu pişince onları almak için milyon dolarlar vereceğiz, kiralık da yollamadık...
-Takıma bir sistem oturtsaydı ki arkasından gelenler onu devam ettirseydi, o da yok zira Galatasaray'lı futbolcuların sahada ne yaptıklarını anlamak o kadar zor ki, oysa sistem, bir makine nizamında çalışmaktır, oyuncuların ismi değildir önemli olan...

Kısacası, "total futbol" romantizmi içinde Galatasaray taraftarının iki senesi heba olurken, Rijkaard da görevimin başındayım mesajı vermiş Karpaty maçından sonra. "Kazanılacak iki kupa var ve ben kaçmayacağım, görevimin başındayım" derken bile Hollandalı hoca, bu sözler beni 2007-2008 senesine götürdü. Barcelona, şampiyonlar liginde Manchester United'a elenmiş ve hoca "Görevi bırakmaya niyetim yok, tabii oyuncular aksini söylerse farklı düşünürüm ama öyle bir durum da yok" demiş, Real Madrid'e kaybettikleri maç sonrası Laporta, Rijkaard'la sezon sonunda çalışmayacaklarını duyurmuştu.

"Rijkaard gitsin, peki kim Galatasaray'ı bu kaostan çıkarır?" sorusuna ise Abdullah Avcı'dan başka cevap verilebilir mi? Ne pahalı transfer ister, ne şanlı şöhretli futbolcu, ne oyuncusunu suçlar demeçlerde, ne yönetime taş atar basın toplantılarında... Daha ne ister ki Adnan başkan...

Stat: Ukrayna
Hakemler: Thorsten Kinhofer, Christoph Bornhost, Christian Fisher (Almanya)
Karptay: Tlumak, Fedetskyy, Milosevic, Tkachuk, Tubic, Avelar, Golodiuk (Dk. 41 Guruli), Khudobyak, Kozhanov (Dk. 79 Kopolovets), Kuznetsov, Zenjov (Dk. 90 Batista)
Galatasaray: Ufuk, Ali (Dk. 81 Emre), Neill, Servet, Hakan, Barış, Ayhan, Mustafa (Dk. 71 Aydın), Serdar Dk. 49 Cana), Baros, Arda
Goller: 90 artı 1 Aydın (Galatasaray), 90 artı 3 Fedetskyy (Karpaty)
Kırmızı Kart: Dk. 71 Kuznetsov (Karpaty)
Sarı Kartlar: Dk. 3 Fedetskyy (Karpaty), Dk. 38 Hakan, Dk. 41 Arda, Dk 74 Servet, Dk. 75 Ali (Galatasaray)

26 Ağustos 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Gruplar

Bursaspor C grubunda ve rakipleri
Manchester United, Valencia ve Rangers

Diğer gruplar ise şu şekilde:
A Grubu:
İnter, Werder Bremen, Tottenham,Twente

B Grubu:
Lyon, Benfica, Schalke, H.TelAviv

D Grubu:
Barcelona, Panathinaikos, Kopenhag, Rubin Kazan

E Grubu:
Bayern Münih, Roma, Basel, Cluj

F Grubu:
Chelsea, Marsilya,Spartak Moskova, Zilina

G Grubu:
Milan, Real Madrid, Ajax, Auxerre,

H Grubu:
Arsenal, Shaktar Donetsk, Braga, Partizan

25 Ağustos 2010 Çarşamba

"Kan Testleri Şüpheli"


"98 Dünya Kupasını kazanan Fransa milli takım oyuncularının kan testlerinde bazı şüpheli durumlar saptandı, özellikle İtalya'da futbol hayatını sürdüren topçularda."

Jean-Piere Paclet
Fransa Milli Takımı eski doktoru

24 Ağustos 2010 Salı

Spor Toto Süper Lig 2.Hafta


Kasımpaşa:0-0:Bucaspor
Haftanın kapanış maçıyla başlayalım ligin panoramasına. Kasımpaşa stadında onarım mı var bilemiyorum ama İnönü'nün zemininden o kadar şikayet edilirken, bu maç neden o "patates tarlasında" oynandı bilmem. ( Patates tarlası benzetmesi bana değil, Bülent Uygun'a ait) Genç hoca sahayı beğenmezken, bunun kendileri adına avantaj, ev sahibi için dezavantaj olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi. Zaten 1 puan için gelmişler İstanbul'a, bunu da aldılar. Geçen hafta Buca'nın formasından bahsetmiştim, yine aynı fosforluyu giymişler, gece trafik çevirmesi yapan emniyet birimleri gibi. Formalardan devam edersek, Türkcell çekilince ligin sponsorluğundan iyice çıplak bıraktı bizim kulüpleri, iki takım da forma önüne hala reklam bulamamışlar. Kasımpaşa, ev sahibi olmanın avantajıyla galibiyet istedi ama Ersan Martin ve Yekta, gol kaydında başarılı olamadılar.

Trabzonspor:3-2:Fenerbahçe
Maç öncesi iddaa oranlarında iki takımın galibiyetine de 2.3o oran veriliyordu ama bahis yapanların %33ü Trabzonspor kazanacak derken, %10 küsürü Fenerbahçe'yi işaretlemiş kolonlara. Rakip takımlara futbol cehennemi yaratmak adına oldukça başarılı bir hal almı Avni Aker stadı. Bir de Trabzonsporlu taraftarlar maç öncesi sopalı pankartlar ve sayısız bordo-mavili bayraklarla tribünsel açıdan büyük gelişme göstermişler, yalnız Süper Kupa finalinde hayranlıkla izledikleri Bursa'nın 10-15 dakika süren karşılıklı "Timsahlar" şovunu, Bordo-Maviye dönüştürüp uygulamaya kalkmasalardı, daha orjinal birşeyler bulsalardı, çok daha şık olurdu. Karadeniz nasıldı bilmem ama Trabzonlular fırtına gibi başladılar ve Aykut'un rotasyonu az kalsın Fenerbahçe adına tarihi bir hezimete neden olacaktı ki Stoch oyuna girdi, dengeyi sağladı Fenerbahçe. Ligin en başarılı kalecisi olarak gösterilen Onur'a da nazar değdi, Topuz'un golünde hatalıydı ama sonra yine kurtardı takımını. Tabii, genç Mert de Yattara'nın aşırtmasında hatalıyken, penaltıyı kurtarırken futbol tanrıları yanındaydı acemi file bekçisinin. Trabzonluların "Teogol" dedikleri Teofilo, son iki maç sıralamaya başlamışken golleri, dün gece gol orucuna girdi ve kolayı başaramadı. Ligin şimdilik en heyecanlı karşılaşmasında, martıyı kovarken gülümseyen Bünyamin Gezer, saha içinde "asar keser" tavırlarla hiç de sempatik gözükmedi. Bordo mavililer fark yapacakken son dakikalarını sıkıntılı geçirdikleri maçta 3 puanı aldı ama Glowacky'i kaybetti Liverpool öncesi...

Manisaspor:0-3:Ankaragücü
İlk haftanın iki mağlubu Manisa'da karşılaşırken, taraftarlar maç yerine iftar ziyaretlerini tercih etmiş olmalılar ki, yer yer boşluklar gözüküyordu stadda. Oldukça şık bir formayla mücadele eden deplasman ekibi, Sestak ile şok bir gol bulunca, defansif önlemleri daha da arttırdı ve ev sahibinin üzerlerine gelmesini bekleyip, yakalarsam daha da atarım mantığıyla 2 gol daha atıp, ilk 3 puanını almış oldu. Özellikle eski Manisa'lı Güven'in golü belki de bu sezonun top 10'unda zirveye yerleşir, televizyondan izledik, o gol için bile stadda olunurdu, zaten taraflı tarafsız herkes ayakta alkışladı Güven'in jeneriklik golünü. Eski Ankaragüçlü Hakan Kutlu, Ege ekibiyle iki maçta sıfır çekti, lakin yalnız değil zira Rijkaard da hala sıfır puanda...

Gençlerbirliği:0-0:Gaziantepspor
TRT spikeri Kerem Öncel "Gittiğşme değmeyen bir maç" yakıştırması yaptı ama özetlerden izlediğimiz kadarıyla, iki kale arasında gidip gelmiş takımlar, orta sahalar da el belde izlemişler gibi. Şık bir formayla sahada olan ev sahibi Gençlerbirliğinin hocası da kot pantolon üstü beyaz gömlek ile takımını yönetirken, Tolunay da resmi olmayı seçmişti. Antep defansında iki eski Galatasaraylı Yalçın ve Emre oynarken, kaleci Karcemarskas iyi bir transfer olarak gözüküyor şimdilik, ev sahibinin gol için geldiği dakikalarda güven verirken, ikinci devre Antep'in yüklendiği anlarda Serdar'da top yakalamaktan üfler püfler bir biçimde yakalandı televizyon kameralarına...

Beşiktaş:0-2:İstanbul B.Belediyespor
Abdullah Avcı, Schuster'e de kendini tanıtmış oldu cumartesi gecesi, ve bakalım Galatasaray'da görev almak için daha kimleri yenmek durumunda kalacak. Bu senenin Quaresma'lı Beşiktaş'ının karizması da çizildi böylece ve Schuster, Guti ve Quaresma'ya Türkiye'ye hoşgeldin dedi turuncu formalı belediye takımı... Genç kaleci Cenk, önündeki defans oyuncularının savunma hattını orta sahaya yakın kurup, ağır davranmasından libero gibi görev yaptı maç boyunca, bir sarı kart aldı ki, derslik ama iki tane de jeneriklik gol gördü kalesinde. İskender, Ferrari'yi pazar yollarken, belki de İtalyan topçunun bitmek üzere olan kredisini sıfırlıyordu Schuster'in gözünde. Öte yandan eski kartal İbrahim Akın, golden sonra sevinmeyerek, hala içinde bir yerde siyah-beyaz bir sevgi beslediğini göstermiş oluyordu belki de tribünlere. Maça çıkarken Delgado son maçı olacağını biliyor muydu acaba? Severdim Arjantinliyi, gösteremedi kendini Beşiktaş'ta ve kaptan mağlubiyetle yollandı kulüpten...

Medical Park Antalya:1-1:Sivasspor
Geçen haftanın saklı reklamını da öğrenmiş olduk Antalya formalarında: SunExpress. Fenerbahçe karşısında çarpılan Mehmet Özdilek'in takımı yeni stadında sauna gibi havada Galatasaray'ı şaşırtan Sivasspor'u konuk etti ve 30lu dakikalarda gelen karşılıklı iki golle puanlar paylaşıldı. Özellikle Tita'nın golüne yıldızlı pekiyi verilmeli... Sivasspor'da Ceyhun, Galatasaray'a karşı oynayıp, sonra yatıyor demiştik, yine başladı hakem azarlamaya, disiplinsiz hareketlere Ceyhun, bakalım Mesut Bakkal ne kadar sabredecek...

Konyaspor:2-1:Eskişehirspor
Kendi kalesine attığı şok bir golle oyuna yenik başlayan Eskişehir, sonra oyunda ipleri eline aldı ve iç sahada oynarmışçasına bastırdı fosforlu formalı Konya takımını, hatta 42. dakikadaki meşale gösterisi bile durdurmadı Rıza hocanın takımını. Pele ve Sezer ile uzaktan yokladılar Gökhan'ı ve nihayetinde pele oldukça şık bir golle skoru dengeledi. Golden sonra ev sahibi bu kez yüklenmeye başladı Eskişehir kalesine ve Adnan'ın kafası uzun boylu Ivesa'yı gecerek galibiyet golü oldu.

Kayserispor:1-0:Kardemir Karabükspor
Makakula yok ama Kayseri'de gollere Cangele devam ediyor, Arjantinli 2de 2 yaptı. Ayrıca Troisi de kendine geliyor, Gençlerbirliği'nde oynadığı dönemleri hatırlatıyor. Madenci Karabük kaybetmesine rağmen başarılı bir oyun sergiledi ve bu sene kalıcı olacaklarını gösterdiler... Maça deplase yapan Karabüklüler de koltuklara öyle bir oturmuşlar ki kareografi yapmak için illaki kartona gerek yok der gibi 78 rakamı oluşturmuşlar...

Haftanın “Top On Bir”i
1-Haftanın tribünü:Karabük tribünü (deplasmanda yaratıcılık sergilerken)
2-Haftanın "klas" golü: Güven (Ankaragücü)
3-Haftanın"aynı tarz giyinen" hocası: Doll, Abdullah Avcı, Yılmaz Vural ve Bülent Uygun ( Kot üzeri beyaz gömlek)
4-Haftanın “şık”forması: Ankaragücü
5-Haftanın “en uyanık sarı kart gören” oyuncusu: Cenk (Beşiktaş)
6-Haftanın "rotasyoncu" hocası: Aykut Kocaman
7-Haftanın "puana hasretleri" : Rijkaard ve Hakan Kutlu
8-Haftanın "asabi" futbolcusu: Ceyhun (Sivasspor)
9-Haftanın "protesto" edileni: Adnan Sezgin
10-Haftanın "istikrarlı" futbolcusu: Cangele( İki maçta iki gol)
11-Haftanın meşalecileri: Konyaspor tribünü

Lucas Trecarichi CSKA Sofya'da


Messi'nin hikayesini bilmeyenimiz yok tabii, küçük yaşta Arjantin'den kalkıp İspanya'ya gelen ve Barcelona'da harikalar yaratan Lionel Messi'den sonra, Avrupalılar Arjantin pazarına daha yakından göz atınca River Plate'te top koşturan 15 yaşında Lucas Trecarichi adında kısa boylu bir gencin olduğunu öğrenirler. Milan, Arsenal ve Real Madrid gibi "paralı" kulüplerin oyuncularıyla ilgilendiğini gören River Plate, pazarlığı 3 milyon eurodan açar ve taliplileri kaçırır. Bu arada hiç hesapta olmayan İspanya 3.lig ekiplerinden Leganes, genç Arjantinli ve ailesini İspanya'ya davet eder ve lüks daire, araba ve bir miktar para karşılığında kontrat imzalar. Bir sezon Leganes genç takımında oynayan Lucas, daha sonra Sevilla B takımına alınır lakin lakabı olan Messi'lik bir performans gösteremeyince memleketinin Huracan takımına kiralanır. Bu sene İspanya 3.lig takımlarından Ponferradina'da futbol oynayan 19 yaşındaki orta saha oyuncusu bugün CSKA ile 3 yıllık bir sözleşme imzaladı. Arjantin U-20 takımında da forma giyen Lucas'ın sözleşmesinde yer alan maddeye göre, 3 milyon euro karşılığında genç oyuncu serbest kalabilecek. CSKA'nın bu transfere harcadığı para bilinmiyor lakin kulüp çevreleri bu yaz kırmızı-beyazlı kulube gelen en ucuz oyuncunun Lucas olduğunu belirtiyorlar...

Kültürel Yaklaşım

"Kültürel bakış açısı çok önemli. Bir keresinde farkında olmadan bir laf ettim ve belki de futbol hakkında söylediğim en doğru laflardan biri oldu. Chelsea Barcelona ile oynuyordu ve yöneltilen sorular hep aynıydı: Kim daha iyi? Chelsea çok güçlüydü, İngiltere şampiyonu olmuştu, Barça İspanya şampiyonuydu ve Şampiyonlar Ligi yarı finali oynuyorduk. Şöyle dedim: İngiltere şampiyonu Chelsea, La Liga’da oynasa kupayı kazanamazdı. Barça da İspanya şampiyonu ama Premier Lig’de oynasaydı şampiyon olamazdı. Takımların yapılanmaları kültürle ve kazanmak için sahip olduğunuz özelliklere göre yapılmalı. 4-5 sene önceki oyunuyla Barça, Premier Lig’i kazanamazdı. Belki şimdi kazanabilir. Bu yüzden bir hocanın bir ülkeye gelip “ Bu benim sistemim ve oyun anlayışım” demesi mümkün değil. Eğer bir gün Pep Guardiola İngiltere’ye veya İtalya’ya giderse takımının Barça gibi oynayıp oynamayacağını görmek isterim. İnter de yapabildiklerimin aynısını Madrid’de bu oyun seviyesinde yapabilecek miyim acaba? İmkansız. Kültürel yaklaşım çok önemli."

Jose Mourinho
Real Madrid Teknik direktörü

Protestoya Futbolcular da Katılırsa

Schalke 04 teknik direktörü Felix Magath'ın isteği ile takımdan uzaklaştırılan Schalke taraftarlar birliğinin başındaki Rolf Rojek'e destek amacıyla mavi-beyazlı taraftarların bastırmış olduğu 3000 adet protesto t-shirtünü Schalke'li topçular da sırtlarına geçirince protesto da amacına varmış oldu. Üzerlerinde "küçük grup" yazan ve Magath'ın "Protesto edenler sadece ufak bir grup" söylemine ithafen hazırlanan t-shirtleri "tribünden gelen" kaptan Neuer takım arkadaşlarına dağıtırken, Rakitiç, Jones, Junmin ve Moritz'in giydikleri resmedilmiş. Magath "Futbolcularımın bu t-shirleri giydiğini görmedim" derken, Rakitiç" Ne giydiğimi ben de bilmiyorum. Taraftara saygıdan giydim o t-shirtü" diyerek şimdiden geri vites yapmış bile... Oyuncuların da katıldığı protesto sonrası, yakın zamanda taraftarlar ile Felix Magath'ın bir araya gelip, sorunla ilgili orta yol bulmaya çalışacakları belirtiliyor...

Bayern'in Biracıları

Bayern Münih'li futbolcular takımın yeni sponsoru olan paulaner bira markası için geleneksel kıyafetler içinde elde biralar "şerefe" diyerek kadeh kaldırmışlar.
İlginç bir kare ama bir o kadar da ilginci Ribery'nin elinde kadeh yokken, Hamit'in kadehi en tepeye dikmesi..


23 Ağustos 2010 Pazartesi

Galatasaray:0-2:Bursaspor


2002 senesinin Mart ayı. Fatih Terim'i takımın başına getireceği vaadiye seçime giren rahmetli Özhan Canaydın'ın Galatasaray Lisesinde yapılan seçimde başkanlığı kazanacağı garanti olduktan sonra "Beyoğlu sadece Cim Bom Bomundur" tezahüratlarıyla İstiklal caddesini inleterek gece oynanacak olan Bursaspor karşılaşmasının hazırlıklarına başlamak üzere Gayrettepe'deki Genç Galatasaraylılar Derneğinde (ultrAslan) alıyoruz soluğu. Kapıyı Çiço Mustafa açarken, içerde hiç beklemediğimiz Bursasporlu misafirlerin olduğunu görüyoruz. Genel Koordinatör Alpaslan Abi masasında oturuken, önündeki koltukların birinde Sebahattin Şirin ( Sebo reis) oturmuş, diğer koltuk ise boşta. Toplantıların yapıldığı salonda yeşil-beyaz atkılı bir kaç genç sohbet ederken, Alpaslan abinin futbol kitaplarından oluşturduğu kütüphane odasında Bursaspor tribün liderlerinden Selim ile "Kolsuz" Mehmet namaz kılmaktalar. Biz Alpaslan abiye kongredeki durumu izah ederken, onlar da namazlarını bitirip, sohbete katılıyorlar ve Alpaslan abi bizleri "Bunlar da bizim ÜNİ'ler, maçta sizin tarafta olacaklar" diyerek tanıtıyor Bursa'dan gelen misafirlere. Tanıştırmakla kalmıyor, bir de bizi uyarmadan geçmiyor: "Aman ha çocuklar, Bursa'ya küfür yok! Eski açıkta küfür edeni de susturun. Herkes maçına baksın, takımına bağırsın!" Sebahattin Reis de taraftarlık ve kardeşlik üzerine bir kaç cümle ettikten sonra, bizler davulları, bayrakları, pankartları yüklenip, yepyeni ultrAslan-ÜNİ polarlarımızla stadın yolunu tutuyoruz.
Aradan sekiz sene geçmiş ve ben yine bir Bursaspor maçı öncesi bu hikayeyi anımsadım dün gece Galatasaray tribünlerini izlerken. Ramazan dolayısıyla iftar etmenin ardından stada girdiğimde tribünlerin büyük kısımın dolu olduğunu görüp, Karpaty maçındaki kötü oyuna rağmen taraftarın takımı sahiplenmesine sevinirken, kapalıdaki besteye kulaklarım ilişti: "İpne Bursa, göt Ankara" diye bağırıyordu Galatasaray kapalısı, Eski Açık da onları alkışlıyor ve sonrasında da eşlik ediyordu. Bestekarının anısına ithafen sık sık çalınan Galatasaray marşı dahi Bursa'ya edilen küfürleri unutturmuyor, marş biter bitmez yine başlıyordu o malum beste... Bursa'ya küfürlerin edildiği tribünlerde ise tek bir kişinin posterleri asılıydı: Alpaslan Dikmen. Hatta o kadar ironik ki, kendi aramızda Alpaslan Dikmen tribünü adını verdiğimiz Eski Açık hemen yanlarında bulunan yeşil-beyazlı misafirlerine daha fazla sataşıyordu kapalıya nazaran... Onları seyrederken, deplasman yasağının olduğu dönemde Eski Açıkta buluna ultrAslan Üni grubunun Bursasporlulara bilet temin edip, yan yana oturulan zamanlar aklıma geldi, Bursasporluların Real Madrid maçında takım mağlup ve moralsizken Yeni Açıkta "Bizler inandık, sizler de inanın" tezahuratını başlattıkları da, Alpaslan Abinin cenazesindeki rengarenk formalı taraftarlar da... Alpaslan abi bize rakip taraftarlarla uğraşmaktan ziyade, her şartta takımı destekleme mirası bırakmıştı ama biz çok çabuk tüketiyoruz o mirası, hem de son sürat...
Karpaty Lviv maçında giydikleri formanın değerini bilmeyen topçular, Kewell'ı tenzih ediyorum, izledikten sonra, tribünlerin de eski tadında olmaması dün geceki maçı tadsız tuzsuz bir hale soktu benim açımdan. Bir türlü alışamadığım garip renkli formalardan arınan Galatasaray, parçalıyla çıkmıştı geçen senenin şampiyonuna karşı ve belki de sallantıda başlayan sezona Bursaspor galibiyetiyle "beyaz sayfa" açmak arzusu taşıyordu ve her maça olduğu gibi baskılı başladı Rijkaard'ın takımı ama yine aynı film tekrarlandı, rakip ilk geldiği pozisyonda golü buldu. Bundan sonra yine bir moral bozukluğu, Kewell ve Baros'un yenilgiyi kabul etmez halleri ile hem hakemle, hem rakiple didişip takım arkadaşlarını gazlama çabası ile İvankov'un kalesinde pozisyonlar yaratma uğraşı ama aşırı motivasyon sebebiyle Baros'un "sakız çiğneyerek" atacağı golleri kaleye yuvarlayamaması ve Ergiç'in maçın skorunu belirleyen "şans" golü ile Bursaspor'a saran tribünlerin Adnan Sezgin aleyhinde bağırması...

Galatasaray'ın sezon başlayalı oynadığı diğer maçlardan hem skor açısından, hem de oyun bakımından pek farklı olmayan bu karşılaşmada, dikkatli gözlerden kaçmayan pek çok da ayrıntı mevcut aslında. Medyada ve internette oldukça fazla dillendirilen Rijkaard ile Galatasaraylı futbolcuların aralarının olmadığı söylentisine dünkü mücadeleyi canlı izledikten sonra ben de hak vermeye başladım. Takımdaki yerli futbolcular sanki söz birliği yapmışçasına mücadele etmeyip, alınan kötü sonuçlar sonrası hocanın yollanmasını ister bir havadaydılar, evet oldukça iddialı bir ön yargı lakin bir çok insanın bir kez giymek uğruna sağ kolunu seve seve feda edeceği formayı giyenler, neden sahada uyurgezer halde dolaşsınlar ki? Bugünkü maç yazısını yazmadan, "acaba ben mi komplo teorileri üretiyorum" diye düşünürken, Arda'nın Fatih Terim ile yemek yediği haberlerini okudum. İki futbol insanı pek tabii iftar yapabilir, çay kahve içebilir lakin etrafta komlo teorilerinin "cirit attığı" bir dönemde bu pek yakışıksız kalmış. Ben Fatih Hoca'nın da takımın başında biri varken görevi kabul etmeyeceğini biliyorum, Arda'nın da böyle bir işe soyunacağına ihtimal vermiyorum. Ama Galatasaray'ın bu kötü gidişatına "körükle gitmek isteyenlere" bulunmaz bir malzeme olmuş bu... Başta kaptan Arda, yerliler mücadele etmezken, Kewell ve Baros'un "ölümüne" saldırmasının sebebi sadece forma sevdası ve maç kazanma hırsıyla açıklanabilir mi?
Galatasaray'lı futbolcular Karpaty Lviv maçına göre rakip yarı alanda daha fazla gözüktüler ama bu Bursaspor hocası Ertuğrul Sağlam'ın belirlediği stratejiden ileri gelmektedir, zira Ertuğrul sağlamcı bir düşünceyle önce gol yememeyi, sonra da Volkan ve Sercan'ın ağır Galatasaray defansı arasından sıyrılıp gol atmayı planlamıştı ki, evdeki hesap çarşıya uydu: Galatasaray 18 korner atıp, bir kez bile fileleri sarsamazken, Bursa 4 kere geldi ikisini gol yaptı.

Takımın aldığı başarısız sonuçlarda günah keçisi Aykut olmuştu ve Rijkaard da günü kurtarmak adına Bursa maçında Aykut'u kulübeye çekerken Ufuk'u görevlendirdi kaleyi korumak adına lakin genç kaleci de iki gol yiyerek sorununun kalede olmadığını göstermiş oldu. Aykut olmadı, Ufuk olmadı, peki kaleye geçme sırası kimde acaba?
Takım istenilen neticeleri almazken, yönetimden topçusuna herkese dokunduruluyor lakin teknik heyete "dokunulmazlığını sürdüren milletvekili" edasıyla kimse bulaşmak istemiyor ve Rijkaard'ı korumak adına başkaları suçlanıyor. Galatasaray ile sözleşme yaptığı günlerde memlekette futbol devrimi yapacağı lanse edilen Hollandalı, sistem ve sistem diye diretip oyuncuların kabiliyetlerine bakmadan 4-3-3te ısrar etti durdu ve ilk senesinde Galatasaray takımına "elleri boş" bir şekilde sezonu tamamlattı. Kupa olmasa da bir anlayış oturtmuştur takıma ümitleriyle bu sezona başlamışken, baktık ki sahada Galatasaray adına bir kaos yaşanıyor. "Hocanın istediği transferleri yapmadı ki yönetim" savunması aslında savunmadan ziyade hocayı eleştirmek adına bir tez zira eğer bir anlayış oturtulacaksa bu kişiler üzerinden olmamalı ki sürekliliği olsun. Gerets'in, Lucescu'nun, Fatih Terim'in takımlarının çok mu yıldız oyuncuları vardı, hepsi takım içinde bir karakter yaratmışlardı ve o yapı yıldızlarını çıkarmıştı...
Rijkaard'ın Galatasaray'a transfer haberi ilk geldiğinde de aynı heyecanı duymuştuk lakin hocanın yukarda saydığım teknik adamların başarılarını yakalayamayacağı gün gibi aşikar. Aslında sorun başarı da değil, saha içi sonuçlar kötü olabilir ama bir yerde 2 seneye yakın çalıştıktan sonra giderken ardından bir şeyler bırakmak lazım fakat Galatasaray'ın teknik heyeti bu konuda da sınıfta kalıyorlar. Genç oyuncu fabrikası Galatasaray'ın alt yapıdan yetişen gençleriyle gurur duyardık sarı-kırmızı formayla onları izlerken, oysa Uğur, Semih, Murat ve niceleri şimdi Florya'dan çok uzaktalar. Bir tek Emre ile teselli buluyoruz ki o da filizlenmeye başladığı geçen sene kiralık Dos Santos'u Dünya kupasına hazırlamak adına geri plana itildi, bu sene de Serdar Özkan'ın alternatifi pozisyonunda sırasını beklemekte...
Hollandalı hocanın başarılarla dolu CV'sine kimsenin söyleyecek bir lafı olamaz ama bazen kimyalar tutmaz, iki seven yan yana gelemez, gelseler de hep tartışırlar ve mutsuz bir evlilik boşanmayla sona erer ya, Galatasaray ile Rijkaard arasındaki durum da böyle ve bunu büyütecek bir şey yok ortada. Nasıl ki Hagi'ler, Bülent'ler düşündüklerini gerçekleştirmeden görevlerini teslim ettiler, Rijkaard'a da teşekkür edilmeli ve Galatasaray'ı bilen yerli bir hocayla yola devam edilmeli.
Yazıya başlarken Alpaslan abinin öğretilerden söz etmiştik, yine verdiği öğütlerden biri de Galatasaray ile ilişkili olduğu sürece yönetici, futbolcusu, teknik direktörüne sonuna kadar destek çıkılmalıdır, Hollandalı hocanın tabii ki de arkasındayız fakat görülen köy de klavuz istemiyor. Hadi yanılt bizi Rijkaard!


Stat: Ali Sami Yen
Hakemler: Abdullah Yılmaz, İsmail Köse, Gökhan Memişoğlu
Galatasaray: Ufuk, Ali Turan, Neill, Servet, Hakan, Mustafa Sarp, Ayhan, Barış (Dk. 70 Elano), Arda, Kewell, Baros
Bursaspor: Ivankov, Ali Tandoğan, Stepanov, Ömer, Vederson, Hüseyin, Ergiç, Volkan (Dk. 86 Steiner), Batalla (Dk. 73 Bekir Ozan), Ozan İpek, Sercan (Dk. 68 Nunez)
Goller: Dk. 15 ve Dk. 83 Ergiç (Bursaspor)
Sarı Kartlar: Dk. 19 Volkan, Dk. 68 Hüseyin, Dk. 84 Ivankov (Bursaspor), Dk. 45+1 Ayhan, Dk. 45+2 Baros, Dk. 75 Elano, Dk. 76 Kewell (Galatasaray)

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Çekirdekçilere Yasak Geldi!

Bulgaristan'ın Botev Plovdiv takımının taraftar grubu Bultras taraftarın maçta dikkatini dağıttıkları gerekçesiyle bundan sonra stadyum içinde çekirdek ve içecek satanlara karşı "savaş" başlattıklarını duyurmuş. Geçen yıl maddi sorunlar yüzünden ikinci lige düşen Botev Plovdiv, tekrar toparlanıp Bulgaristan A Grupa'ya yükselme mücadelesi verirken, taraftarın da takıma destekte bulunması gerektiğini belirten taraftarlar, bu işin de çekirdek çitleyerek değil, son nefese kadar bağırarak olacağını belirtmişler.


Galatasaray-Bursaspor Maçına Bilet

GSBilyoner.com'un desteği ile bu pazar oynanacak olan Galatasaray-Bursaspor maçına bugün bir adet bilet daha hediye ediyoruz. Sorumuz şöyle:

"2010-2011 sezonu Spor Toto Süper Liginde Galatasaray'lı Harry Kewell kaç numaralı formayla mücadele etmektedir?"

Cevap:99

Bileti Timur Günver adlı arkadaşımız kazanmıştır. Yedek talihli ise aksilaz. Kendileri yarın 09.00'a kadar ad, soyad ve telefon bilgilerini ultrasmovement@gmail.com adresine yollarlarsa, bilet hakkında bilgilendirileceklerdir...

Bileti 10. sırada yorum yapan u/M okuruna hediye edeceğiz. Tabii ki kurallar dahilinde, peki şartlar nelerdir, buyurun:

1-Yorumlar bölümüne sorunun doğru cevabıyla beraber, GSBilyoner hesap numaranızı da yazmanız gerekmektedir...
2-Aynı kişi birden fazla cevap yazdığı takdirde, ilk doğru cevabı geçerli sayılacak...
3-Yanlış cevaplar, adsız cevaplar ile hesap numarasız cevaplar yorum sayısına dahil edilmeyecektir... GSBilyoner hesap numarası olmayanlar buradan kolayca kayıt olabilirler...
4-Bileti kazanmanız halinde size ulaşmak adına, yorumla beraber mail adresi de bırakırsanız, iletişimimiz daha rahat olacaktır..

Şifresiz Maçlar


21 Ağustos 2010 Cumartesi
15.00 Spartak Moskova-Tom Tomsk/ ORT Europe
16.30 Hoffenhaim-Werder Bremen/ TRT3
17.00 Arsenal-Blackpool/ Rah-e-Farda, İdman TV
19.15 Wigan-Chelsea/ İdman TV
21.00 Samsunspor-Akhisar Belediye/ TRT3
21.30 Barcelona-Sevilla/ NTV Spor, Rah-e-Farda
21.45 Ajax-Roda/ Beyaz TV
22.00 Auxerre-Valenciennes/ Kanal A
23.15 Nacional Madeira-Benfica/ RTP International

22 Ağustos 2010 Pazar
15.00 Dinamo Moskova-Lokomotiv Moskova/ ORT Europe
16.00 FC Baki-Gabala/ İdman TV
16.30 Mainz 05-Stuttgart/ TRT3
18.00 Fulham-Manchester United/ İdman TV
18.00 Indjija-Kızılyıldız/ RTS Sat
18.30 Borussia Dortmund-Bayer Leverkusen/ TRT 3
21.00 Karşıyaka-Gaziantep Belediye/ TRT 1, TRT6
22.00 PSG-Bordeaux/ Kanal A
23 Ağustos 2010 Pazartesi
21.00 Denizlispor-Güngören Belediye/ TRT 3

SPOR TOTO SÜPER LİG Yayınları
21 Ağustos 2010 Cumartesi
21.oo Beşiktaş-İstanbul BB/ Lig TV
21.00 Antalyaspor-Sivasspor/ Digi Kanal
22 Ağustos 2010 Pazar
20.00 Gençlerbirliği-Gaziantepspor/ Digi Kanal
21.00 Galatasaray-Bursaspor/ Lig TV
22.00 Manisaspor-Ankaragücü/ Digi kanal
23 Ağustos 2010 Pazartesi
21.00 Trabzonspor-Fenerbahçe/ Lig TV
21.00 Kasımpaşa-Bucaspor/ Digi Kanal


*İdman TV uydu yayınlarını belirten sitelerde şifresiz olarak gözüküyor fakat maç saatinde şifre konulabilir...
*Digitürk yayınları şifrelidir, bilgilendirme amaçlı yer almıştır programda...

20 Ağustos 2010 Cuma

Galatasaray-Bursaspor Maçına Bilet


GSBilyoner.com'un desteği ile bu pazar oynanacak olan Galatasaray-Bursaspor maçına bugün bir adet bilet hediye ediyoruz. İkinci bilet için sorumuz ise yarın yine ultras/Movement blogta yer alacak... Sorumuz şöyle:

"2010-2011 sezonu Spor Toto Süper Liginde Galatasaray'ın ilk resmi golünü hangi futbolcu kaydetmiştir?"


Cevap: Mustafa Sarp

Bileti kazanan FCN Blog nickli okurumuz. yedek talihli ise havyarsız nickli u/M takipçisi. İki arkadaşamız pazar saat 09.00'a kadar ultrasmovement@gmail.com adresine ad, soyad ve telefon numarası bilgilerini yollarlarsa, bilet hakkında bilgi kendilerine verilecektir...

Bileti 6. sırada yorum yapan u/M okuruna hediye edeceğiz. Tabii ki kurallar dahilinde, peki şartlar nelerdir, buyurun:

1-Yorumlar bölümüne sorunun doğru cevabıyla beraber, GSBilyoner hesap numaranızı da yazmanız gerekmektedir...
2-Aynı kişi birden fazla cevap yazdığı takdirde, ilk doğru cevabı geçerli sayılacak...
3-Yanlış cevaplar, adsız cevaplar ile hesap numarasız cevaplar yorum sayısına dahil edilmeyecektir... GSBilyoner hesap numarası olmayanlar buradan kolayca kayıt olabilirler...
4-Bileti kazanmanız halinde size ulaşmak adına, yorumla beraber mail adresi de bırakırsanız, iletişimimiz daha rahat olacaktır...

İsveç'i Nasıl Bilirdiniz?


Yukarıdaki fotoğraf Levski Sofya takımını taşıyan ötobüse ait. Sofya'nın mavilileri İsveç'te AIK Stokholm ile oynadıkları ve golsüz beraber kaldıkları maçtan sonra ev sahibi takım taraftarlarınca taşlanmışlar ve bir süre stadyumda beklemek zorunda kalmışlar. Ben İsveç taraftarını böyle bilmezdim ne yalan söyleyeyim, Bulgaristan'da maç oynanıp, AIK otobüsü taşlansa hiç de garipsemezdim ve artık siz de garipsemeyin zira bu fotolar Bulgar sitelerinde boy boy yayılmış ve Levski taraftarına da bu kadarı yetmekte...

Son 10 Dak'ka

Ligte sıkıntılı günler geçiren ve hocasını görevden alan CSKA Sofya, yeni teknik direktör Giorgi Jovanovski yönetiminde çıktığı UEFA Avrupa Ligi Play Off turundaki The New Saints maçından son 10 dakikada attığı üç golle gülerek ayrıldı. Zayıf rakibi karşısında taraftarın da desteği ile baskılı başlayan kırmızı-beyazlı oyuncular, bir türlü aradıkları golü bulamayınca ilk devre golsüz sonuçlandı. İkinci yarıya mutlak galibiyet hedefiyle daha hırslı başlayan CSKA'lılar, istedikleri gol gelmeyince tribünlerden de ufak çaplı horultular başlamıştı ki 81de Akuaro, 82de Gregori Nelson ve 89da Spas Delev'in golleriyle rövanş için avantajlı skoru bulmakla kalmadılar, son maçlarda bir türlü galip gelememenin de stresini üzerlerinden attılar...
UEFA Avrupa Liginde mücadele diğer Bulgar temsicilerinden Levski, AIK deplasmanından 0-0lık skorla dönerken memlekete, şampiyonlar liginde gruplara kalamayıp, UEFA Avrupa Ligine inen Liteks, kalecisi ve golcüsünü İngiltere'ye transfer edip, hocasıyla da yollarını ayırdıktan sonra zayıf kadroyla çıktığı Debrecen deplasmanından 2-0 mağlubiyetle dönmek durumunda kaldı Sofya'ya...

Galatasaray:2-2:Karpaty Lviv


"Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla" cümlesi 80li yıllarda çekilen Türk filmlerinin unutulmaz replikleri arasında yer almaktadır. Filmin zengin ve kötü adamı, saf ve masum taşra kızını bir şekilde kandırıp, yatağa atmışken, kızımız son bir çırpınış olarak yukarıdaki cümleye etme gereği duymaktadır. Evet, toplum olarak kültürümüzde ruhun önemli bir yeri varken, futbolumuzun bundan eksik kalması düşünülebilir mi, tabii ki hayır... Cebindeki harçlığı, evinin geçimini, dükkanının kazancını bilete yatıran tribündeki taraftarın takımından beklediği ilk şey, heyecan verici bir oyun sonrası, bol gollü bir galibiyettir. Lakin, bu her zaman olmaz, futbolcular istedikleri pasları atamaz, el belde koşmadan topun kendilerine gelmesini beklerler, iki adımdan da topu rakip filelere yuvarlayamayınca başlar o klasik slogan: "Ruhsuz ipneler..." Peki, nedir ruhla oynamak, bol gollü bir galibiyet midir, rakibi silindir gibi ezip geçmek midir, fantastik paslar ve bel kıran çalımlar mıdır? Bunların hiç biri değildir, zira taraftar yenik olsa da, maçı kaybetse de, istediği pası arkadaşına veremese de, yeşil çim üzerinde çabalayan, didinen, hakem son düdüğü çalana kadar pes etmeden formasının terleten futbolcu ister. hani derler ya, "formsuz olabilirsin ama koşmamak için mazeretin olamaz" diye, o hesap işte...

Dün UEFA Avrupa Liginde gruplar öncesi oynadığı Karpaty Lviv karşılaşmasında Galatasaray takımının bırakın bedenini teslim etmeyi, ruhunu da unuttuğuna içim acıyarak şahit oldum. Çok maç gittim bu takımın peşinden, bunların büyük bölümü Sami Yen'de olmakla beraber, dış sahalarda da arkalarındaydık sarı-kırmızı forma taşıyan topçuların. Çok maç kazandık, beraberlikler izledik, mağlubiyetlere de şahit olduk içimiz kan ağlayarak ama bu karşılaşmaların bitiminde "yenilsen bazı bazı, taraftarın buna razı" diye bağırabiliyorduk, çünkü skorbordda yazılan skor bizi üzse de, topçular Galatasaray ruhuyla oynamışlardı, bize de bu yeterdi, "başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter" bestesini "haybeden" mi yapmıştık...
Resmi maçlara OFK Belgrad maçıyla başlayan Galatasaray,takip eden Sivasspor karşılaşmasını da buna eklersek iyi top oynamıyordu, hazırlıksızdı, şaşırtıcı skorlar alıyordu, futbolcular pozisyonlarını kaybediyorlardı ama "ruhlarını" kaybetmemişlerdi, düne kadar, Kewell'ın ortaya çıkışına kadar... Üzerlerine "aslan formayı" giyen 1o Galatasaray'lı futbolcu, ilk yarı boyunca hangi takımda oynadıklarını bilmez bir biçimde sahada dolanıp durdular, ne attıkları pas yerlerine gitti, ne vurdukları şut üç direğin arasına isabet etti, ne de misafir takım oyuncularını kontrol edebildiler. Futbolun sistematiğini çoktan sallamış olan Galatasaray'lılardan tek isteğimiz vardı: Kendileri için yapmasalar da ( Kazanılan maçlar sonrası alınacak primler), giydikleri formanın sol göğsündeki armanın yüzü suyu hürmetine koşmaları... Ama, koşandan çok bakan olunca kaleci Aykut bir bir filelerle sarmaş dolaş olmuş topları çıkarmak zorunda kaldı. Skor iki sıfır olmuş, zaten uyurgezer haldeki 11 Galatasaray'lı iyice bitmiş, taraftar takımı ıslıklarken, ortaya yönetimin sezon sonu yollamak istediği Kewell çıkıyor ve sahada kaybedilen ruhu geri getirirken, ikinci maç için kırık dökük sarı-kırımızı kalplere ümit veriyordu. Hayır, yaptığı asistlerden bahsetmeyeceğim, skor kimin umrundaydı, derdimiz daha büyüktü ve telafi edilmesi uzun zaman alacak ruhumuzu kaybetmiştik. Başları önde, oyunu başlatmak için topu santraya götürmekten utanan Galatasaray'lı topçuları alkışlıyordu Kewell yumruklarını sıkarak, "haydi, haydi, bitmedi" dercesine yüreklendiriyordu... Oysa bunu taraftardan beklerdik, saha kenarındaki hocadan beklerdik, kaptan Arda'dan beklerdik ama yapan kimdi, sezon sonrası "sen çok sakatlanıyorsun, sonra da çok para istiyorsun" diyerek kapı önüne konulan ve transfer yapılamayınca "hadi gel anlaşalım" denilen Avustralyalı oyuncu...
Dünkü maçın özeti yukarıda yazılanlardır, bunun dışındakiler ise ayrıntılardır ama "şeytan ayrıntıda gizlidir" diyen olursa, Galatasaray'daki son durumla ilgili bir kaç paragraf karalayalım.
Öncelikle Aykut'la başlarsak, yenilen gollerde herhangi bir hatası olmamasına rağmen, Aykut'un maçın ikinci yarısında penaltı noktası cıvarına gelen bir topa bir çıkışı var ki, bu çocuğun da psikolojisini bozduğumuzun en büyük kanıtı bu olsa gerek. "Aykut'un yan topları zayıf", "Aykut kornerlere çıkmıyor", "Aykut'la olmuyor" denile denile, yazıla yazıla taraftarı da etkiledik, her golde Aykut yuhlanır oldu, kalecimizi de kaybettik. Sonra da "Şu Trabzonlu Onur, ne kaleci be" diye ağzımızdan salyalar akarken, bizim kalecinin onun yaşlarında Milli takımlarda oynadığını unutur olduk. "Eller" Valdez'e, Casillas'a genç yaşlarda kaleyi teslim edip, hatalarına sabrederken yabancı transfer sevdamızdan körelttik Aykut'u.

Kaleciler dünyanın her yerinde yalnız adamlardır, günahları hep onlar üstlenirken, onun önünde oynayanlara ne demeli. Transferi için İstanbul-Kayseri düşmanlığı ortaya çıkan Ali Turan, forma renklerinden olsa gerek hala Galatasaray'da oynadığını idrak edemedi. Adam kaçırmaları, bölgesini unutması, isabetli pas oranının düşüklüğünü geçtim, rakip ceza sahasına girip, "yanlış pas yapacağım" korkusuyla topu orta sahaya geri yollamasını kabul edemem. Ya da Hakan Balta'nın ileri çıkıp, kaybedilen topları eli belinde izlemesine ne demeli, bir sözcük bulamıyorum aynen ikinci golde yapmaya çalıştığı hareketin manasızlığını açıklayamadığım gibi.
Savunmacılar kötüyken, ortadakiler çok mu başarılıydı, öyle olsa ruhun kaybından söz etmezdik, değil mi? İki metre arayla "al gülüm ver gülüm" pas yapmak bir başarıysa, bravo! diyelim Sarp-Ayhan-Arda-Serdar grubuna...

İkinci yarının ortaları ve kapalı tribünün önünde bir taç atışı kazanıyor Galatasaray. Pozisyona yakın olan kaptan Arda topu alıyor atışı kullanmak üzere ama pas vereceği arkadaşları markajda ve işi yavaştan alırken kaptan, o bölgelerde taç atmakla görevli olan Ali Turan gelip, oyun alanını dışına çıkıp kendisinden topu istiyor lakin Arda bırakın topu vermeyi, onun yüzüne bile bakmıyor, topu yanına gelen bir Galatasaraylı futbolcuya öylesine yollarken, Ali Turan oyun alanı dışında baka kalıyor... Ruh dedik ya, şeytan ayrıntıda gizlidir dedik ya, alın size Galatasaray'ın ne halde olduğunun resmi... Oyuncuların birbirlerine saygısı dahi kalmamış ve bu durumun nedeni maalesef Rijkaard... Takımın sezon öncesi hazırlık programın yapılması, oyuncuların iyi hazırlanamaması, Galatasaray'lı futbolcuların yapısına uymayan sistemin ısrarla oturtulmaya çalışılmasını bir kenara bırakıyorum, oyuncuların birbirine saygı kalmadıysa, takım içindeki arkadaşlık havası, 90lı yılların deyimiyle "kolej takımı havası" bittiyse, kimse kusura bakmayacak ama hesap teknik direktöre kesilmelidir... Taraftar "Forever Rijkaard" diye pankart açıyor, yönetim "hocamızın arkasındayız" diye beyanat veriyor ama iki grup içinde de "cızırtılı sesler" yükselmeye başlamışken, 3 gün sonra içerde Bursa'ya kaybedilip, Ukrayna'da UEFA'ya veda edilip, dönüşte de Eskişehir'den "puansız" dönülmesi neticesinde "Yönetim istifa" tezahüratlarına cevap hocaya teşekkür edilmesi olmayacağını kim garanti edebilir...
Elimizde neresinden bakarsak bakalım simsiyah karanlık bir tablo var, ama Galatasaray'dan bahsederken de Hagi'nin yüreğimize kazıdığı "Galatasaray'ın olduğu her yerde umut vardır" sözü rengarenk bir palet gibi karşımızda duruyor ve üstad Kewell'ın mutluluğun resmini yapmasını bekliyor...


Stat: Ali Sami Yen
Hakemler: Mark Clattenburg, Darren Cann, Stuart Burt (İngiltere)
Galatasaray: Aykut, Ali Turan, Neill, Servet, Hakan (Dk. 78 Serkan), Mustafa, Ayhan, Serdar (Dk. 54 Barış), Arda, Kewell, Mehmet Batdal (Dk. 36 Baros)
Karpaty: Tlumak, Fedetskiy, Milosevic, Checher, Avelar, Golodyuk, Godwin, Khudobyak, Kozhanov (Dk. 65 Hudyma), Kuznetsov (Dk. 72 Batista), Zenjov (Dk. 85 Kopolovets)
Goller: Dk. 34 Kuznetsov, Dk. 41 Zenjov (Karpaty), Dk. 59 ve 86 Baros (Galatasaray)
Sarı kartlar: Dk. 28 Ali Turan, Dk. 57 Barış (Galatasaray), Dk. 64 Khudobyak, Dk. 90 Godwin (Karpaty)

19 Ağustos 2010 Perşembe

Sen Olmasan...

Sen olmasan... Seni bir lâhza görmesem yâhut,
Bilir misin ne olur?
Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücud
Bu leyl-i serd ile bir çâre-i teennüs arar,
Ve bulur;
Fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak
Bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu,
Bu rûh-ı mecrûhu?..

Sen olmasan... Seni bulmak hayâli olsa muhâl,
Yaşar mıyım dersin?
Söner ufûlüne bir lâhza kaail olsa hayâl;
Soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazar
Ne hazin
Gelir hâyât o zaman hem vücûda hem rûha,
Yaşar mıyız seni kaybetsek âh ben, kalbim,
Bu kalb-i muztaribim?

Sen olmasan... Bu samîmî bir îtirâf işte;
Sen olmasan yaşayamam:
Seninle rabıtamız hoş bir îtilâf işte;
Fakat bu râbıta hâlî mi rûhu ezmekten?...
Akşam
Gurûba karşı düşündüm sükûn içinde bunu:
Fenâ değil sevişip ağlamak, fakat heyhât,
Bükâya değse hayat!..

Tevfik Fikret
24 Aralık 1867-19 Ağustos 1915

Blog Widget by LinkWithin