28 Şubat 2011 Pazartesi

Birlik Çağrısı//Engelsiz Aslanlar

Yönetim kendi derdine düşmüş, kongre-koltuk-seçim kavgasındayken, esas ilgilenmeleri gereken tarafları bir kenara atmış durumdalar. Futbol takımına Hagi'yi getirdiler, günahı sevabı hocanın üzerine attılar, o branşı bıraktılar, basketbol zaten Oktay Hocanın şahsi gayretleriyle bir yere gidiyor, kız basket bir iyi bir kötü, Catchings'i getir kazan, yoksa işler sıkıntıdayken, esas sorun Engelsiz Aslanlarda yaşanıyor. FCN Blogtan aşağıdaki yazıyı okuduk, sesimizi duyurmak adına blogta da paylaşalım dedik... Umarım bir katkımız olur da sorunlar çözülür...


Onlar Türkiye'nin gelmiş geçmiş en başarılı takımı. Onlar Türkiye'nin tüm branşlarda sahip olduğu en büyük kupanın sahibi. Onlar Türkiye adını oynadıkları her uluslararası müsabakalarda zirveye çıkartanlar. Onlar Galatasaray'a kulüp tarihinin en büyük başarılarını yaşatanlar... Onlar engel tanımayan, engellere baş kaldıranlar. Onlar Engelsiz Aslanlar ! Hepiniz tanıyorsunuz onları, hepiniz gurur duyuyorsunuz onlarla. İnanılmaz sıkıntı çekmelerine rağmen yine de her kulvarda zaferlere yürüyorlar, şampiyonluğa yürüyorlar! Kurulduğu günden bu günlere gelirken kimseye boğun eğmeyen, tüm cümle aleme kafa tutan bir takımdan bahsediyorum.

Galatasaray kulüp tarihinin en başarılı takımı Engelsiz Aslanlar, şu sıralar bir çok sorunla boğuşuyor. Hayatlarındaki engeller yetmiyormuşcasına birde kulüp tarafından sorunlar mevcut. Sorunları madde madde aşağıda listeleyeceğiz ama öncesinde bu sorunların nasıl çözüleceğini belirtelim. Bizi takip eden tüm taraftarlarımızın yapması gereken bazı şeyler var. Öncelikle eksiksiz tüm taraftarlarımızın buraya tıklayarak şikayetini dile getirmesi gerekiyor. Eğer birebir telefon görüşmesi yapmak isteyen ve bu durum adına şikayetini dile getirmek isteyen takipçilerimiz varsa onları da kulübümüzün genel sekreteri Selçuk Rıza İren'e yönlendirelim.

Gelelim sorunlara, sıkıntılara, problemlere.. Türkiye tarihinin ve aynı zamanda Galatasaray Spor Kulübü tarihinin en büyük kupalarına sahip olan basketbol takımımız şu sıralar kulüp adına ciddi bir düzensizlik, ciddi bir başıboşluk ve sahipsizlik yaşıyor. Kıyafetinden, ulaşımına, sponsorundan, yönetilmeme gibi bir duruma kadar her konuda sıkıntı yaşıyor. Engelsiz Aslanlar şu sorunları yaşıyor;

1) Takımın maçlarda giyeceği formaları bile yok. Antreman formalarını andıran bir formaya sahipler ve bu formalarla lig maçlarında mücadele ediyorlar. Büyük olasılıkla önümüzdeki aylarda düzenlenecek olan Şampiyonlar Ligi ve Kıtalararası Dünya Şampiyonası'nda bu formalarla sahaya çıkacaklar. Bunun yanı sıra takımın ürün tedarikçisi herhangi bir firma yok.

2) Kenar yönetiminin, malzemecilerin ve kenarda bekleyen oyuncuların üzerine giyebilecekleri tek tip bir eşofman yok. Daha doğrusu takımın kendisine ait, karşıdan bakıldığında Galatasaray tekerlekli sandalye basketbol takımı olduğunu ifade eden kıyafet yok. Futbol takımının eski eşofmanları kullanılıyor.

3) Takımın ulaşımını sağlayacak otobüs yok. Yalnızca sandalyeleri taşıyan bir araç var. Onunda yakında miladı dolacak, zaten duyduğumuza göre son derece döküntü, eski model bir araç. Bu araç aynı zamanda kadın ve erkek basketbol takımında da malzemeleri taşımak aracılığıyla kullanılıyor. Engelsiz Aslanlara ait herhangi bir ulaşım aracının olmaması, oyuncuların ve kenar yönetiminin kendi araçlarıyla salona-antremana gelmesi, deplasmanda bile kullanacakları ulaşım araç yok.

4) Müzesinde 2 Şampiyonlar Ligi, 2 Kıtalararası Şampiyonluk kupası bulunan takımımızıın sponsoru yok. Elbette sponsoru olmak zorunda değil ama bu takımın giderlerini az-çok karşılamaya yetecektir. Hemen hemen ligde forma giyen tüm takımların giyim sponsoru bulunuyor. En azından adam gibi formalar ile mücadele ediyorlar. Peki Engelsiz Aslanlar bunu haketmiyor mu?

FCN Blog olarak bu yazıyı okuyan tüm takipçilerimizi, yukarıdaki durumu kabul etmeyenleri, Büyük Galatasaray taraftarını, yeryüzündeki Galatasaray'a gönül veren herkesi BU TAKIMA SAHİP ÇIKMAYA ÇAĞIRIYORUZ !

27 Şubat 2011 Pazar

İstanbul BB:3-1:Galatasaray

İki devrelik bir mücadele olarak ele almak lazım dünkü İstanbul Büyükşehir Belediyespor, Galatasaray karşılaşmasını aslında. Klasik maçların aksine bir devresi 60 dakika, diğeri de 30 dakika oynanan bir oyun vardı dün Olimpiyat stadındaki rüzgarın etkisi altında.

Maçın başındaki yazı tura atışı sonrası rüzgarın yardımıyla 12 kişi oynayacak olan Galatasaray'dı ve ilk yarı da hava şartlarına alışmakta sıkıntı çektiği ilk 10 dakika haricinde golü de buldu, rakibi de ceza sahasına hapsetti, kendilerini desteklemeye gelenlerin de yüzlerini güldürdü... Tribünler de mutluydu, soğuktan dışarı çıkmayıp, televizyondan maçı takip edip, internette yorum yapanlar da...

Oyunun ikinci yarısında rüzgara karşı başlayan Galatasaray, akıllı ve bilinçli de başlamıştı oyuna. Topu gelişigüzel şişirmek yerine, sürekli yerden pas yaparak, hem rakibi hem de rüzgarı alt etmek amacındaydılar. Bunu yaparken de gelecek ikinci bir gol ile Belediye takımının oyun disiplini bozulup, belki de farka gidecekti Galatasaray ki, plan Kazım'ın pasında Stancu'nun ıskasına kadar tıkır tıkır işledi. O pozisyon belki de maçın kırılma anıydı ki, devamındaki dakikalarda Galatasaray'lı stoperlerin gol bulmaya gittiği bir korner vuruşu sonrası defansı boş yakalanan Galatasaray, beraberlik golünü görmekteydi kalesinde. İşte o andan itibaren bambaşka bir 30 dakikalık devre başladı ve parçalı forma içindeki topçuları tanıyamaz duruma geldik. Bireysel hatalara, hakemin de penaltıdaki hatası eklenince maçın skoru birden 3-1 Belediyespor lehine dönüverdi. Zaten psikolojik olarak kötü durumdaki topçulara maça gelen taraftarlar da tepki gösterince, maçı çevirme şansı sona erdi ve Galatasaray bir mağlubiyet daha almış oldu.

İlk 60 dakika her türlü desteği gösterip, sonrasında gelen gollerle futbolcuları yuhlayan taraftara diyecek söz bulamıyorum. Özellikle "Misimoviç" diye yapılan tezahüratların anlamı nedir? Ne yapmıştır Misimoviç Galatasaray formasıyla ve 3-5 maç oynamış bir adam için Hagi'nin yaptıklarını bir kalemde silmek ne kadar doğrudur? Özellikle, kimsenin bu Galatasaray'ı çalıştırmayı istemediği bir dönemde işini gücünü bırakıp "ateşten gömleği" giyen Hagi'yi, her kötü sonuçta suçlamak neyin nesidir? Hani "yenilsen de yensen de taraftarın senleydi"...

Fatih Terim'i severim, sevgim de asla bitmez lakin Rijkaard sonrası kendisine yapılan teklifi İmparator da kabul etmedi, Manisa'nın şovmen hocası Hikmet Karaman da, zira oynayacakları ilk karşılaşma Fenerbahçe maçıydı ve Galatasaray 10 küsür yıl kazanamıyordu Kadıköy'de. Bu durumda taşın altına elini koyan Hagi'yi, sırf bu cesareti için desteklemek lazımken, Serkan'ın yaptığı hatalardan sorumlu tutuyoruz, yenilen golde eleştiriyoruz... Hatta işi abartıp, öyle bir hale geldi ki Galatasaray taraftarı, takım maç kaybetsin ve hocaya yüklenelim diye fırsat kollanıyor... Sonrasında da utanmadan sıkılmadan "başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter" diye bağırılıyor...
Sözlerimizde, davranışlarımızda, yazılarımızda ne kadar samimiyiz ki? Önce kendimizi eleştirelim sonra Hagi'ye döndürelim eleştiri oklarını. Bu takımın bu duruma düşmesinde yönetim, futbolcu, taraftar üçgeninin hiç mi suçu yok da tek hatalı Rumen hoca?

Olimpiyat stadını Trabzonspor taraftarı tıklım tıklım doldururken, "bu soğukta orada ne işim var?" diyerek evde oturan, facebookta-twitterda lakırtı yapan taraftarın; maça gidip, takımı sonuna kadar destekleyeceği yerde yuhlayan taraftarın; sahada hocasının taktiğini uygulamayan, adamını unutan, golü kaçıran, formayı ıslatmayan topçuların; iç çekişmelerle takımı rezil eden yönetim kadrosunun hiç mi hatası yok Galatasaray'ın bu kötüye gidişatında? Onu almış, bunu oynatmış, değişiklikte geç kalmış geçiniz bunları, Hagi'nin tek suçu bu dönemde "saflık" yapıp Galatasaray'ın teknik direktörlük görevini kabul etmesidir, o kadar...


Stat: Atatürk Olimpiyat
Hakemler: Fırat Aydınus, Orkun Aktaş, Adil Sinem
İstanbul Büyükşehir Belediyespor: Oğuzhan, Kus, Can, Metin, Ekrem, Cihan, Mahmut (Dk. 77 Efe), Holmen, Gökhan Süzen (Dk. 67 Ali Güzeldal), İbrahim Akın (Dk. 85 İskender), Gökhan Ünal
Galatasaray: Zapata, Serkan, Cana, Servet, Çağlar, Sabri (Dk. 76 Yekta), Mustafa, Culio, Kazım (Dk. 90+1 Emre Çolak), Stancu (Dk. 80 Pino), Baros
Goller: Dk. 32 Baros (Galatasaray), Dk. 61 Holmen, Dk. 66 ve 76 (penaltıdan) İbrahim Akın (İstanbul Büyükşehir Belediyespor)
Sarı kartlar: Dk. 30 Kus, Dk. 59 Holmen, Dk. 78 Ali Güzeldal (İstanbul Büyükşehir Belediyespor), Dk. 85 Serkan, Dk. 90+2 Pino (Galatasaray)

26 Şubat 2011 Cumartesi

Levski Sofya:1-3:CSKA Sofya


Bulgaristan A Grupanın ilk yarısının sona ermesiyle beraber Bulgar kulüpleri de Avrupa kupalarından elenince, komşuda tek heyecan kalmıştı: A Grupanın ikinci yarısının ilk haftası oynanacak olan Levski-CSKA derbisi. Daha iki takım Yunanistan ve Türkiye'de kamp çalışmalarını sürdürürken, taraftarlar Sofya sokaklarında başlamışlardı bile mevzulara. Bulgar polisi de büyük maça yaklaşan her gün tedbirleri arttırmış, taraftar temsilcileri ile görüşmeler yapmış, kulüp yöneticileriyle ortak çalışmaya girmiş ve derbinin olaysız geçmesi adına her türlü tedbiri almaya gayret sarf etmişti... Derbiye bir hafta kala maçın biletleri de satışa çıkmış ve iki tribün de kendilerine ayrılan biletleri çoktan tüketirken, CSKA'lılar ilk yarıda oynanan maçta olduğu gibi yarı yarıya tribün isterken, 3000 biletle yetinmek durumunda kalmıştı...


Maça 1 hafta kala her gün derbiye ait haberleri günü gününe blogta yayınlamış ve maçı beklemeye koyulmuştuk. Ariana Golü çevresinden polis eskortuyla alınan CSKA'lı taraftarlar maça iki saat kala Gerena stadının skorbord tarafındaki kale arkasına alınmışken, ev sahibi mavi-beyazlılar da stadın dörtte üçünü dolmuştu. İçerde iki taraftar grubu birbirlerine sözlü şekilde sataşırken, ses bombaları ve meşaleler de havada uçuşuyordu. Emniyet kuvvetleri "deplasmancıların" önüne sıra sıra polisler yığarken, itfaiye görevlileri ve jandarmaya ait su sıkan bir panzer de stad içinde beklemekteydi.


Maçın ilk düdüğü ile beraber CSKA taraftarı da etrafı "yangın yerine çevirmekte" gecikmedi ve Karadjov'un koruduğu kalenin ceza sahasında göz gözü görmez durumdaydı. Levskililer de "Burası bizim evimiz" dercesine tribünlerdeki her boşluğu pankart ve bayraklarla donatırken, gırtlaklar parçalanırcasına bağırıyorlardı. Onların aksine, hatta bahisçilerin ve futbol uzmanların beklentilerinin tersine, Levski takımının futbolcuları sanki deplasmanda oynarcasına bir çekingenlik havasında başlamıştı müsabakaya, oyunu yönlendiren, ipleri elinde tutan takım kırmızı formalı CSKA Sofya'ydı... Radukanov'un öğrencilerinin golünü atacağının haberi daha 12. dakikada Platini'nin ceza sahası dışından vurduğu ve Mitrev'in elinden kaçırarak kornere giden pozisyonda verilmişti taraftara. Orta sahada kıran kırana geçen mücadeleleri hep CSKA'lılar kazanırken, mavililerin ise sert müdahalelerinde, özellikle Delev'i "hırpalamalarına" hakem Genov, "ev sahibi" avantajını kullanıyordu. Levski hocası Petrov, sanki deplasmanda oynarcasına Dembele'yi forvet hattında tek başına görevlendirmiş, lakin ligin gol kralı CSKA'lı stoperler arasında kayboluyordu. Onun tersine Radukanov ise derbide gol atma adına Platini ve Delev'i en uca yerleştirmiş, bu topçular da ev sahibi defansı zorlamakta oldukça maharetli davranmışlardı maçın içinde. İşte yine CSKA'nın defanstan "şişirdiği" uzun bir topta Levski stoperi Green kafa vuruşunu yapamayınca ceza sahasına gelen topta da Mitrev ile Miliev birbirine çapışınca, boşta kalan meşin yuvarlağı Platini ağlara yolladığında, Sofya'da hayat duruyordu.

Kale arkasındaki CSKA taraftarı yine "zuladaki" meşaleleri yakmış, stadın skorbordu gözükmez vaziyete gelmişti. Bu esnada kendilerine müdahale eden emniyet güçleri ile aralarında arbede de başlamış, golün sevinci yarıda kalmıştı. Genov "saha dışında olan beni ilgilendirmez " dercesine maçı devam ettirirken, Levski taraftarının CSKA'lıların önceki derbilerde kullandığı ve rakiplerine kaptırdığı pankartları çıkarmasıyla kırmızı beyazlılar tel örgülere yönelmişti.


CSKA taraftarının tel örgüleri yıkması ve sahaya meşaleler yağdırmasına joplarla karşılık veren Bulgar polisine taraftarlar da koltuk, beton parçası, davul, ellerine ne geçtiyse atmalarıyla işler iyice kızışıyordu.


Maçın halemi Genov'un ilk devreyi bitiren düdüğü sonrası televizyon yayını da reklama bağlanınca, Bulgar polisi operasyonu düzenliyor ve deplasman takımı taraftarını saha dışına çıkarıyordu. Artık CSKA'lılar yalnız başlarına oynacaklardı Gerena stadında.


Tabii, taraftarı tribünden kovmakla kalmıyor emniyet, dışarda meydana gelecek herhangi bir olaya karşılık, onları CSKA taraftarının maç öncesi buluşma mekanı olan Ariana çevresine kadar götürüyordu, bir kaç tanesini de nezarete almayı ihmal etmeyerek...


İkinci yarıya ev sahibi hem beraberliği, hem de galibiyeti getirecek golleri bulmak adına daha istekli başyacağını umanları CSKA yanıltıyor ve 48. dakikada Platini ile farkı ikiye çıkarıyordu. Sağ kanattan "al da at" derecesine yapılan asiste Delev dokunamayınca, solda Nelson topu yakalayıp, ceza sahasında bekleyen Platini'ye uzatınca, Brezilyalı da şık bir vuruşla kendisinin ikinci golünü kaydediyordu. 2-0 geriye düşen Levski hocası Petrov, skoru değiştirmek adına "joker" golcü İsmail İsa'yı oyuna alınca, mavi-beyazlılar rakip kale önünde daha fazla gözükmeye başlıyordu ama konuk takım defansı hata yapmamaya niyetliydi. Sadece hata yapmamakla kalmıyorlar, ilerde de futbol dersi veriyorlardı ki, "okullarda okutulacak bir ders" niteliğindeki bir golle skoru 3-0 yapmakta da geçikmediler. Ceza sahası dışından kullanılan serbest atışı beklenilen aksine Delev, orta yapmayıp, yanındaki arkadaşına paslıyor, o da ceza sahasındaki Popov'u görünce fark üçe çıkıyordu.


Derbi olacak da kırmızı kart olmayacak mıydı, golden 4 dakika sonra Levski'li Yovov'un Tonev'e saldırması ve genç topçunun da karşılık vermesiyle iki oyuncu kendini oyun alanında buluyordu. 10'a 10 oynanmaya başlayan mücadelede Dembele'nin ceza sahasında vurduğu topta Stoyanov ters bir vuruş yapıp, Karadjov ters ayakta yakanınca, ev sahibi "onur" golünü atıp, geriye kalan dakikalar için ümitlendi lakin maça iyi hazırlanan takım CSKA takımıydı ve skor değişmedi. Sahadaki futbolcuları belki galip gelemediler lakin tribündeki mavili taraftarlar son dakikaya kadar tezahüratlarını sürdürürken, maç sonu da meşale ve sis bombası stoklarını tüketmek adına Gerena'yı dumana boğdular...


Derbiye ait notlar:
  • Maç sonu Sofya sokaklarında olaylar da devam etti ve üç otobüs ile iki metro aracı taraftarlarca tahrip edildi...
  • Maç içi ve sonrası çıkan olaylarda 23 CSKA'lı taraftar tutuklanırken, CSKA Fan Klub başkanı Dimitar Angelov (Duce) ile kulübün sahipleri onları karakolda yalnız bırakmadılar. Maç çıkışında stad etrafında kamu malına zarar veren 7 Levski taraftarı da tutuklanırken, olaylarda 3 polis memuru yaralandı.
  • CSKA'da galibiyetin mutluluğu sürerken, Kostadinov da rakibine taş atmayı unutmadı: "Bu kadar fark olacağını beklemiyordum, ben sadece 1-0 ile geçeceğimizi bekliyordum Levski'yi" şeklinde bir açıklama yaptı.
  • Bu galibiyet ile kötü bir sezon geçiren CSKA, puanını 29a getirip, ikinci sıradaki Levski'yi yakalamsına 3 puan kaldı. Maçın yıldızı Platini ise kendisini CSKA'ya kazandıran eski hocası Penev'e teşekkürlerini sunarken, Litex'i çalıştıran hocaya Levski'yi mağlup ederek de "kıyak" yapmış oldu, zira lider Litex, bugün Minior karşısında kazanırsa puan farkını açacak...
  • Maç Türk taraftarlar açısından da merakla bekleniyordu çünkü Levski'de İsmail İsa forma giyerken, CSKA da devre arasında Sadulla Cetin'i transfer etmşti kadrosuna lakin İsmail ikinci yarı oyuna alınırken, Sadulla'yı oyuna almadı Radukanov.
  • Bulgarian Army stadının onarımının bitmemesi sebebiyle, maçlarını oynayacakları yer arayan CSKA'lılar, Gerena'da aldıkları galibiyetin coşkusuyla, Levski başkanına" İç saha maçlarımızı sizin stadda oynayalım" önerisi götürdüler...
  • İlk yarıdaki derbi Dembele'nin golüyle 1-0 sona ererken, yine iki oyuncu kırmızı kartla oyun dışında kalmıştı: Markinyos ve Gadjev
  • Maçta tansiyonu yükselten olayları başlatan Levski'lilerin CSKA pankartları açması olayında da CSKA taraftarı stadları onarımda olduğu bu günlerde inşaatta çalışanların kendi pankartlarını çaldığı konusunda açıklama yapmaktalar. Levskililer ise "pankart gitti namus gitti" söylemlerini sürdürmekteler.

Galatasaray 87 - Trabzonspor 80


Dışarıdan bakıldığında skor ve rakip düşünüldüğünde maçın normal bir sonuçla bittiği düşünülebilir Hele ki 4 oyuncunuz çift haneli skora ulaşmış, bir o kadar oyuncu da çift hanenin bir basket gerisinde sayı katkısı vermiş ve sahaya giren her oyuncu skora katkı yapmışken. Ayrıca o çok övdüğümüz basket/asist oranı 31 basket/20 asist şeklinde bir oranla yakalanmışken, yorgunken ve moral olarak pek iyi durumda değilken. Evet bu saydıklarım galibiyeti ön plana çıkaran durumlar. Ancak 80 sayı yemek ve bunu rakibin iki önemli guardı yokken gerçekleştirmek, üzerinde düşünülmesi gereken bir durum. Hele maç içinde yakalanan 16 sayılık farkın kapattırılması ve Trabzon'un öne geçtiğine 10 dakikalık bir süre zarfında şahit olmak bizleri üzse de bana ve sanırım diğer izleyicilere bir dejavu etkisi yarattı. 2. periyodun son beş dakikası ile 3. periyodun ilk bölümünde ortaya konan oyun, Fenerbahçe'nin bir gün önce Olimpiakos karşısındaki 12 sayı öndeyken verdiği maçın bilgisayar terimiyle "kopyala-yapıştır"ıydı. O maçta Fener'li oyuncular maçı hemen bitirme çabası içinde çok erken atışlar kullanıp maça Yunan ekibini ortak etmişlerdi ve malesef kaybetmişlerdi. Biz de daha ikinci periyotta kazanma havasına girip Trabzon'u maça ortak ettik. Üst üste yanlış atışlar, ribauntlarda yaşanan sıkıntılar, şuursuzca yapılan hücumlar bir anda maçı kriz noktasına getirdi.

Halbu ki Galatasaray maça 19-4 gibi bir seri ile başlamış ve rakibini ilk 8 dakikada o meşhur savunmasıyla 10 sayıda tutmuştu. Trabzon her akınında Galatasaray hücumuna çarpıp geri dönüyor, Galatasaray her hücumda hanesine bir olmlu basketbol imzası atıyordu.
2. Priyotta bu havada başalamış ve fark 16'ya dayandırılmıştı ki o saatten sonra maç deyim yerindeyse izleyenler ve kenar yönetim için sancılar içinde geçti. Üst üste Trabzon sayıları farkın kapanmasını sağladı ve rakibimiz 24-8'lik(!!!) akıl almaz seri ile bir anda farkı 2 sayıya kadar düşürüvermişti. Bu noktada hem fiziksel hem de mental yorgunluk dikkati çekiyordu ama mental yorgunluk kesinlikle bu noktada galip taraftı. Michael Wright'ın üst üste bulduğu sayılar ve Obasohan'ın yüğkselen yüzdeli oyununa çare bulamış ve maçı rölantiden düşük vitese çevirmiştik. Wright daha ilk yarıda 20 sayıyı geçmişti bile. Oktay Mahmuti'nin üst üste aldığı molalar ve yaptığı uyarılar da malesef bir işe yaramadı. Boyunlar bükük, suratlar asık bir şekilde soyunma odasının yolu tutulurken, ben de bir sakin olma kahvesi yapma yolunu tutmuştum mutfağa doğru. Halbuki 2. periyodun başında endorfinimi artıran mücadeleyi destekler diye umuyordum bu kahve içme planını.

2. yarı ise bambaşka bir görüntü içerisindeydi sahadaki oyun. Oktay Hoca doğru beşi bulma konusunda hamlelerini yaparken, Trabzon ekibi zaten belli olan beşi ve eksik geldiği oyuncuları ile skora tutunmuştu. Maç daha periyodun başında berabere duruma gelmiş ve Trabzonspor öne bile geçmişti. Takımımız da öyle bir görüntü vardı ki sanki her an 10 sayılık fark yakalayabilir ve maçı yine koparabilirdi. 2. devre boyunca bu anlayış devam etti. Fark bir 8'e çıktı bir tek baskete indi. 4. periyodun sonuna kadar oyun bu şekilde devam etti. Maçı kazanacağımız belli gibiydi ama yine de içim rahat değildi. Yorgunluk adeta oyuncuların yüzüne yansımıştı. Son bölümde mental olarak gösterdiğimiz direnç maçı kazanmamızı sağladı ve kötü günümüzde maçı kazandığımız için de sevinme sırası bizdeydi. Dediğim gibi Trabzon tam kadro gelse belki de Fenerbahçe-Olimpiakos maçının kopyası bir maç senaryosu izleyebilirdik. Ancak yine belirtmek lazım ki bu kritik ve yorucu dönemde alınan bu galibiyet elmas niteliğinde. Ligde bu saatten sonra kolay maç yok ve biz Avrupa defterini şimdilik kitaplığa kaldırmışken lig kitabını daha dikkatli ve özenli okuyabiliriz. O kapasiteye de sahibiz...


GALATASARAY CAFE CROWN: 87
Josh Shipp: (30:33, 13 sayı, 2 ribaund, 1 asist, 1 top kaybı, 4/10 şut)
Jerry Johnson: (20:49, 9 sayı, 2 ribaund, 2 asist, 1 top kaybı, 4/6 şut)
Melih Mahmutoğlu: (08:15, 3 sayı, 1 top çalma, 1 top kaybı, 1/3 şut)
Caner Topaloğlu: (23:40, 12 sayı, 5 ribaund, 1 asist, 1 top çalma, 2 top kaybı, 5/6 şut)
Preston Shumpert: (20:26, 14 sayı, 3 ribaund, 2 asist, 2 top çalma, 2 top kaybı, 5/10)
Tutku Açık: (27:00, 13 sayı, 1 ribaund, 4 asist, 1 top çalma, 2 top kaybı, 4/10 şut)
Luksa Andric: (20:05, 7 sayı, 4 ribaund, 1 asist, 2 top çalma, 2 top kaybı, 1/3 şut)
Radoslav Rancik: (19:34, 7 sayı, 3 ribaund, 4 asist, 2 top çalma, 2 top kaybı, 3/6 şut)
Evren Büker: (09:43, 3 sayı, 1 asist, 1/4 şut)
Ermal Kurtoğlu: (19:55, 6 sayı, 1 ribaund, 4 asist, 1 top çalma, 1 top kaybı, 3/3 şut)

MEDICAL PARK TRABZONSPOR: 80
İlker Türel: (21:45, 0 sayı, 3 ribaund, 2 asist, 1 top çalma, 1 top kaybı, 0/2 şut)
Ali Karadeniz: (40:00, 33 sayı, 9 ribaund, 1 top çalma, 3 top kaybı, 12/18 şut)
Hadi Özdemir: (08:26, 2 sayı, 1 top çalma, 1/1 şut)
Ersin Görkem: (25:27, 8 sayı, 5 ribaund, 1 asist, 1 top çalma, 2 top kaybı, 3/8 şut)
Goran Cakic: (33:35, 7 sayı, 5 ribaund, 3 asist, 1 top çalma, 3 top kaybı, 3/7 şut)
Caner Öner: (03:39, 0 sayı, 0/0 şut)
Derrick Obasohan: (32:15, 21 sayı, 5 ribaund, 3 asist, 3 top kaybı, 7/13 şut)
Alvin Snow: (34:53, 9 sayı, 2 ribaund, 3 asist, 2 top çalma, 5 top kaybı, 2/7 şut)

1. ÇEYREK: 29 – 17
2. ÇEYREK: 14 – 24 (43 – 41)
3. ÇEYREK: 21 – 23 (64 – 64)
4. ÇEYREK: 23 – 16 (87 – 80)
(fotoğraflar ve İstatistikler resmi siteden)

25 Şubat 2011 Cuma

Seninleyiz Hagi, Sana İnanıyoruz Hagi#2

Gheorghe Hagi geleneksel olarak yaptığı Cuma toplantılarından birini bugün yapmış, ortalığı bulandırmaya çalışanlara gereken cevapları vermiş lakin yine anlamamakta ısrar edenler çıkacaktır, o halde atalarımızın çık kıymetli sözü burada devreye girer:"Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az"... Buyurun hocanın sözlerine:

"Elano kendi isteğiyle takımdan ayrıldı. Gitmek isteyen oyuncuyu takımda tutamazdık. Galatasaray'da bulunduğum süre içinde iyi bir profesyonel olarak herkesle iyi ilişkilerim oldu ve herkese saygı gösterdim. Bazı insanlar yaptıkları haberlerle beni vurmak istiyorlar ama bunlar kulis oyunları. Takımımızda işler çok iyi, sürekli çalışıyoruz, yalnızca deplasmanda galibiyete ihtiyacımız var. Türkiye'yi sekiz senedir çok iyi tanıyorum ve yanlı haberlerin neden yapıldığını çok iyi biliyorum"


"Neill ile konuştum, kendisine izin verdim ve o da gidip geldi. Takımın teknik direktörü olarak oyunculara ihtiyaçları oldukları zaman böyle izinler veriyorum. Oyuncularla aram çok iyi. Herhangi bir spekülasyona girmek istemiyorum, Misimovic konusuyla ilgili herhangi bir yorum yapmak istemiyorum. Şu an sadece bizimle birlikte olan oyuncular hakkında konuşmak istiyorum. Galatasaray'da oynamak isteyen ve bunu yapabilen oyuncularla ilgili konuşmak istiyorum. Galatasaray ne demek bunu çok iyi biliyorum. Galatasaray'da oynamak için bir oyuncunun neler yapması gerektiğini, mesleğine saygı göstermesi gerektiğini çok iyi biliyorum. Beni çok iyi tanıyorsunuz ve benim birinci kuralım mesleğine saygı göstermek, antrenmana çıkıp formayı terletmektir. Bunları yapmayan futbolcu ismi ne olursa olsun benim gözüme giremez."

"Fatih Terim'den sonra Galatasaray'a ilk geldiğimde PAF takıma gönderilen beş oyuncuyu geri getirdim, çünkü onların çok iyi profesyonel olduğunu biliyordum. Misimovic'in neden takımımda yer almadığını da yönetime bildirdim. Galatasaray'da sadece futbolcu olarak değil, teknik direktör olarak da iyi işler yaptım. Ben kendimi büyük bir hoca olarak görmüyorum. Futbol sadece bir oyundur, elimdeki oyunculardan en iyi performansı almak için çalışıyorum. Antrenmanı nasıl yaparsanız maçı da öyle oynarsınız."

"Eğer birlik olursak kuvvetli olabiliriz. Bunu zaman içinde başaracağız. Hiçbir Galatasaraylı şu anda bulunduğumuz durumdan memnun değil, yapılacak birçok şey var ama bunun için de ister istemez zamana ihtiyacımız var. Yarın kötü olabilir, öbür gün iyi olabilir, bu önemli değil. Sizin karşınızda oturan kişi önemli değil. Ama kötü zamanda herkesin birlik olması gerekiyor. Ben eski bir oyuncu ve şimdiki teknik direktör olarak ancak bu kadarını söyleyebilirim. En basit şey teknik direktörün değişmesi, bu kolay bir şey. Büyük iş yapmak istediğiniz zaman gerçek bir ekip kurmanız gerekiyor. Buradaki sorumluluğumu biliyorum, çalışıyorum ve ümit ediyorum ki her şey çok güzel olacak. Ancak tabii yarın ne olacağını bilmiyorum. Siz biliyorsanız siz söyleyin bana. Hayatın güzelliği de bu. Disiplinli, organize olan ve takım ruhu içinde çalışan ekip kazanır. Bu nedenle disiplinli ve takım için çalışan oyuncuyu severim. Ben böyleyim, hep böyleydim ve değişmem. Tıpkı eskisi gibiyim. Bir sporcu her zaman şuna inanmalı; 'Hiç kimse benden daha iyi değil.' Ama tabii bunu ispat da etmeli."

"Başarılı bir takım 2-3 sene içinde oluşur, bunu Van Gaal söyledi. Başarılar kazanan Galatasaray 2-3 sene içinde oluştu, iyi bir takım bu kadar sürede oluşur. Büyük işler zaman içinde yapılır"

BBL'de 19. Hafta "Galatasaray - MP Trabzonspor"


Maç: Galatasaray Cafe Crown – Medical Park Trabzonspor
Salon: Ayhan Şahenk Spor Salonu
Tarih: 25.02.2011 Saat: 20.00
Yayın: Spormax (Canlı)

EuroCup Üzerine


Gündemin yoğunluğundan maç yazısı yetişmeedi. Bu noktada tekrar ve içtenlikle Sabri Abi'yi tebrik ediyorum. Büyük bir emek harcıyor blogu güncel tutabilmek için. Ben de bir şeyler karalayım derken Oktay Mahmuti'nin resmi sitede Trabzon maçı ve EuroCup ile ilgili düşüncelerini dile getirdiğini görünce yayınlayıp işin kolayına kaçıverdim. EuroCup'la ile ilgili de; hiçbir plan yokken favori takımı eleyip gurupları çok geçip bu turda elenmemiz bir çaıdan iyi bir açıdan kötü oldu bizim için. İyi olan tarafı takımın neler yapabileceğini görmekti. Kötü olan tarafı ise beklentilerin yükselmesi sonucu üst tura çeyrek Finale kalamayışımızın üzüntüsü. Her şeye rağmen takımın evrilişine tanık olmaktan keyif aldığımızı söylemek lazım sanırım. Buyrun Oktay Hoca'nın demeçlerine...

Oktay Mahmuti: "Aynı Planla Devam Edeceğiz"
Galatasaray Cafe Crown Antrenörü Oktay Mahmuti, Beko Basketbol Ligi’nin 19. haftasında Ayhan Şahenk Spor Salonu’nda oynanacak Medical Park Trabzonspor maçı öncesinde Galatasaray.org’a açıklamalarda bulundu.

Yoğun fikstürde önemli bir maça çıkacaklarını kaydeden Mahmuti, “Bizim için devam eden periyodun en önemli maçı bu. Medical Park Trabzonspor’un ligdeki ve Türkiye Kupası'ndaki performansını da göz önüne alırsak, oldukça çekişmeli bir mücadele olacağını tahmin ediyorum” ifadelerini kullandı.

Pepsi Caserta mağlubiyetinin ardından ULEB Eurocup’tan elenen Galatasaray Cafe Crown’un antrenörü, “Biz Eurocup’a son anda, çok zorlu bir rakibi eleyerek katıldık. İlk grup aşamasında çok iyi bir grafik yakaladık. Ve o performans, bizim saygınlığımızı artırdı. Sezon başında ULEB Eurocup’tan davet almak, bu kulübün vizyonunda bir değişiklik olduğunun göstergesiydi” diye konuştu.

Oktay Mahmuti, ikinci grup aşamasında sakatlık problemleri yaşadıklarını ve istedikleri performansı yakalayamadıklarını anlatarak, “Tabii ki takdir başkalarınındır. Ama genel olarak baktığımda memnun olmadığımı söyleyemem. Buralara ait olduğumuz gösterdik en azından” ifadelerini kullanmayı tercih etti.

Tecrübeli antrenör, sezon başındaki yaklaşımlarında değişiklik olmadığını belirttiği konuşmasını, “Her alanda rekabetçi olmak istiyoruz. İster üç kupada oynayalım, ister bir kupa kalsın, önemi yok. Aynı planla devam edeceğiz” sözleriyle tamamladı.

Milan Forması 37.90


Internetten alışveriş yaptığımız sitelerden Limango bügün adidas ürünlerini satışa çıkarmış. Genelde ayakkabı, t-shirt alırken, bugün formalar dikkatimi çekti, gerçi ben atkı kolleksiyonu yapmaktayım ama forma meraklıları bir ziyaret edebilirler siteyi. Orjinal adidas formalar için de fiyatlar oldukça makul geldi: Milan forması 37.90, Bayern Münih ve Real Madrid forması 49,90 ve Liverpool forması 51,90.
Siteye giriş için davetiye gerekmekte, davetiye için yorum bölümüne e-mail bırakırsanız, size döneriz...
Bu arada markafoni sitesi de karşı atağa geçmiş ve Asics&Onitsuka Tigers'ı 48.90'dan başlayan fiyatlarla satışa çıkarmış.

Gazeteciden Futbolcu Olur Mu?


Bizde topçular futbol hayatlarını sonlandırır sonlandırmaz bir gazete ya da televizyon kanalına kapağı atarken, Hauke Brueckner ise Almanya'da gazetecilik yaparken kendini yeşil sahalarda bulmuş birden bire. Altı defans oyuncusu da sakatlanınca, savunma krizi yaşayan St Pauli takımının teknik direktörü Holger Stanislawski, geçmişte takımın 23 yaş altı genç takımında futbol oynamış, şimdi de kulübün basın işlerinden sorumlu Brueckner'i kadroya dahil etmiş. Hannover karşısında forma giyemiyecek belki Hauke lakin takımla beraber bir hafta geçirmek bile ömre bedeldir...


Marchisio Hastanede


Juventus'un başarılı orta saha oyuncusu Claudio Marchisio, Torino'daki Saint Anna çocuk hastanesinin onarımına katkıda bulunurken...
Çevresinde olup bitene duyarlı topçuları ayrı bir severiz...

24 Şubat 2011 Perşembe

Levski-CSKA Derbisine Doğru#4


*Derbiye 2 gün kala Sofya emniyeti de maçta görevlendireceği polis sayısını açıklarken, maç günü yapacaklarını da kamuoyu ile paylaştılar. Maçta toplam 1300 polis memuru görev alacak ve bunların 900e yakını başkentin çeşitli sokaklarında taraftarların birbirleriyle "kapışmaması" adına güvenliği sağlayacak. Öte yandan CSKA taraftarının maçlar öncesi buluşma yeri olan Ariana gölü çevresinde polis eskortuyla maçın yapılacağı stada getirilecek olan kırmızı-beyazlı taraftarlar, maçtan sonra da yine toplu olarak aynı mekana bırakılacak emniyet kuvvetleri tarafından. Ayrıca, taraftarların çıkaracağı olaylara karşı iki adet panzer de stad dışında bekliyor olacak.
*15 levadan CSKA taraftarı için satışa çıkan biletlerin ilk 100 adedi 15 dakikada satılırken, daha sonra taraftarlar irili ufaklı gruplarla gişelere gelip, maç biletlerini tedarik etmeye başladılar. Levski taraftarı da kendileri için ayrılan biletleri alabilmek adına erken saatlerde gişelere gelirken, rakiplerine göre daha ucuz olan biletlere daha fazla talep göstermiş durumdalar.
*Maçın oynanacağı Georghi Asparuhov stadında bugün derbi hazırlıklarını sürdüren Levski'nin antrenmanına 700 kadar taraftar gelip, yaptıkları tezahüratlar ve yaktıkları meşalelerle takımlarını cumartesi günkü maça motive etmeye çalıştılar.
*Derbinin yayınlanıp yayınlanmayacağı sorunu da bugün çözüldü ve ligin yayın hakkını alan bTV Action kanalı gereken ödemeyi Bulgar Federasyonuna yaptığı için cumartesi günü derbiyi de taraftara yayınlayan kanal olacak.
*Maç öncesi CSKA'ya müjdeli haber Bulgar Futbol Federasyonundan geldi ve başkan Mihailov'un açıklamasına göre kırmızı-beyazlı kulüp A Grupada oynamak adına lisans almış oldu. Bir çok takım ve bankaya borçları nedeniyle CSKA yönetimi uyarılmış ve bu borçları ödememeleri halinde kümü düşürülecekleri belirtilmişti...
*Maçta oynayıp oynamayacağı hala belli olmayan Delev, "Bu maçta oynamaktan kimse beni alkıyomaz" derken, ağrılarının hala geçmemesine rağmen, iğnelerle maçta görev yapmak istediğini belirtmiş Bulgar basınına...

Hagi'nin Kafasındaki Takım


Galatasaray Sözlük yazarlarından ykaraca'nın "gheorghe hagi'nin oluşturmak istediği takım" başlıklı konuya yazdıklarını, noktasına virgülüne dokunmadan yayınlıyoruz. Eline sağlık kardeşim! Medyanın gazıyla hocaya sallayanlara inat, kafa yorarak detaylı bir analiz yazısı yazmışsın, 4 adet a4 kağıdı süren yazıyı okumaya acaba Hagi'yi 3-5 maçla yargılayanların sabrı olacak mı, bilemiyorum....

ikinci gheorghe hagi dönemi de, her dönem gibi, doğru okunamıyor. isimleri taraftar, vazifeleri de aslında sadece "umut etmek" olanların bazıları; artık "polyannacılık oynayan" * olmak istemediklerinden, bazıları da dönemin geride kalan 4 ayını doğru okuyamamaktan kaynaklı umutsuzluktan; umuda hiç yaklaşmıyorlar, umutsuzluk saçıyorlar.

bu aşamada, teknik direktör hagi'nin * * yaptıklarının ve yapacaklarının bencesini yazayım dedim. belki okuyan olur, onlardan da umut etmeyi seçen veya var olan umutları güçlenenler olur.

bence hagi'nin kafasındaki takımı oluşturabilmesi için 4 aşama var. birinci aşama; 2010 ekim ayıyla 2011 ocak ayı arasındaki karanlık dönemdi. hagi; yapabileceklerinin sınırlı olduğu bu dönemde, takımla ilgili ilk kanaatlerini ve imkanların elverdiği ölçüde hamleler yapabilecek altyapıyı oluşturacaktı. ikinci aşama; ocak ayındaki ara transfer döneminde komadaki hastanın, en azından, yaşama döndürülmesi kabilinden hamleler yapılmasıyla başlayacak ve yaz transfer dönemine kadar sürecek dönemdi. hala da bu dönem içerisinde bulunuyoruz ve diğer iki aşamayı söylemeden önce; hagi'nin bize umutlu olmak için gerekli argümanları -bence- sağladığı bu dönemin biraz üstünde durmak gerek. "hagi bu dönemde neler yaptı, yaptıklarından hareketle yapacakları neler olabilir, eksiklikler ve hamlelerin genel amacı neler?" gibi konuların bencesini madde madde yazayım:

- hagi ilk olarak; transferde çıtayı "başarıya aç, doymamış futbolcular" olarak koydu. omurgayı doymamış futbolcularla kurup, belki de uzun vadede bir-iki yıldız oyuncuyla süsleyip, rekabetçi bir takım yaratmayı hedefledi. bu anlayışın, en azından, çok da yanlış olmadığını; bizim son birkaç sezonumuza ve beşiktaş'ın bu sezonki akıbetine bakarak anlayabiliriz.

- hagi transferleri rastgele yaptırmadı. kafasında bir şablon vardı ve bu şablona uygun oyuncuları, bir önceki maddede ifade ettiğim "doymamış futbolcu" kriterine de uygun şekilde transfer ettirerek kadroyu takviye etti. hagi'nin kafasındaki şablonda; kenarlarında oynayan oyuncular "kanat oyuncusu" özelliği taşıyan bir üçlü orta sahanın önünde; yine kenarlarında oynayan oyuncular forvet özelliği taşıyan oyunculardan müteşekkil bir üçlü forvet hattı bulunan, dikine, tempolu paslarla, hızlı, baskın hücumlarla gol arayan, takım halinde topun arkasına geçmeyi iyi becerebilen, dengeli bir takım yaratmayı düşünüyordu.

- orta sahanın kenarlarında oynatacağı iki mevkii için culio ve yekta'yı, ileri üçlünün kenarlarında oynayacak oyuncular olarak da; kazım ve stancu'yu istedi, aldırdı. ve bu dört oyuncuya ek olarak da; takımın en fazla kan kaybettiği yarası olan kaleci problemini, bonservisi elinde bir zapata'yla çözmeye çalıştı.

- hagi'nin transferlerinden kazım ve zapata ile biraz da stancu ve culio birebir hagi kefaletiyle alındı. bu oyuncuların hemen hemen hepsinin transferleri tepki aldı. özellikle saha dışı sebeplerden tepki gösterdiğimiz kazım ve kariyeri dibe vurmuş zapata transferleriyle hagi, güvenini ortaya koydu. tıpkı bu oyuncuların olası başarısızlıklarında olduğu gibi; muhtemel ve kısmen de mevcut* iyi performanslarında da hagi %100 pay sahibi olacak.

bir başka ihtilaflı husus da; oyuncuların mevkiilerinde oynamaması meselesi. onların da bencelerini madde madde sıralayayım:

- birincisi; stancu'nun "sol kanat" oynaması. sol kanat ile sol forvet arasındaki farkları bilmek lazım bu eleştiriyi yapmadan önce. ve dolayısıyla hagi'nin takımının sahaya yayılışının rakamsal ifadesinin 4-5-1 değil 4-3-3 olduğunu da görebilmek... henüz bir takım eksiklikleri olsa da; stancu o mevkiinin ideal adamı olabilecek meziyetlere sahip.

- ikincisi; sabri'nin orta sahanın sağ içinde oynaması konusu... bu tercihin bence sebebi; o mevkiide oynayabilecek asıl oyuncu olan yekta'nın gereken defansif yeterliliğe henüz sahip olmaması ve sabri'nin dinamizminden, özellikle hücum presinde, faydalanılmak istenmesi... anlayışla karşılanmalı; fakat ben, temel taşları oturtulmakta olan takımlarda, mecburiyet dışında, herkesin kendi mevkiisinde oynaması gerektiğine inanıyorum.

- bir diğer tartışılan değişiklik de; neill ve cana'da yapılan değişiklik. bu değişikliği anlayabilmek için; adnan polat'ın bir açıklamasına kulak vermek gerek: " hagiaslında bizden bir ön libero daha istemişti. ama yetişmedi." diye başlayan ve "başarısız olursa o da gider." utanmazlığıyla devam eden bir açıklamaydı o. bence hagi'nin istediği ön libero; orta üçlünün merkezinde oynayan, oyun kurma yeteneği üst düzeyde bir oyuncuydu. alınamadı ve hagi de, cana'ya göre, dikine ve enine daha nitelikli top kullanabilen neill'i o bölgede kullanmayı düşündü. bunun sebebini de bir sonraki maddede açıklamaya çalışayım.

- hagi'nin -kısmen- ipleri eline aldığı takımın şimdilik en büyük eksikliği; maçların büyük bölümünde yaşanan kısırlık... bunun da en önemli sebebi; sahanın merkezini dikine paslarla yeterince kullanamamak. culio ve sabri kenarlara kaydığında ve rakip de kenarlarda alanı iyi kapattığında ciddi bir üretkenlik sıkıntısı yaşıyoruz. bunu çözmenin üç ayağı var, birincisi; neill'in oynadığı bölgede oynayan oyuncunun sahanın merkezini iyi kullanabilmesi. hagi neill'in biraz daha nitelikli olan özelliklerinden faydalanmak istedi. neill de bunu ancak baskı altında olmadığı bölümlerde başarabildi. başarabildiğinde de, eskişehirspor maçındaki gibi, üretken oynayabildik. sorunu çözmenin ikinci ayağı; ileri üçlünün merkezinde oynayan oyuncumuzun sırtı kaleye dönük şekilde iyi top alıp, pas trafiğini rakip yarı sahaya taşıması... yine iyi örnek olan maçta* kewell bunu 60 dakika boyunca mükemmelen başardı. sonuç ortada... bugünlerde ise bunu baros bugünlerde fiziki yetersizliğinden ve biraz da o özelliği olmadığından pek yapamıyor. üretkenlik sorununu çözmenin üçüncü ayağı ise; savunmayı daha önde, mümkünse orta yuvarlak başlarında, kurabilmek. fakat bu şu anki stoperlerimizle mümkün değil. rijkaard'ın da yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri buydu, hagi'nin de bu...

- bir başka önemli konu da; arda'nın takıma dönmesi... hagi'nin arda'yı bu şablonda kullanacağı yer konusundaki tercihi çok önemli olacak. eğer ileri üçlünün solunda kullanırsa; bu stancu'yu forvette kullanmamıza ve belki de, kontenjan açılmasıyla, insua'yı oynatabilmemize imkan tanıyacak. eğer orta sahada kullanırsa da; orta saha düzeninin değişmesi gerekecek ki; bu ihtimalde hagi cana'yı, orta saha direncini sağlamak adına, yeniden orta sahada kullanabilir. arda'nın ortaya çekilmesi; yaşadığımız üretkenlik sıkıntısını büyük ölçüde çözecektir. iki ihtimalde de görüldüğü gibi; canı futbol oynamak isteyen, oyun heyecanını kaybetmemiş, 10 sene önce kale arkasında golüne sevindiği efsaneye yardım etmek isteyen bir arda takıma tabii ki büyük fayda sağlayacak.

başka meseleler de var da; dördüncü a4 sayfası da biterken ben yazmaktan yoruldum. o konular başka zamanlara kalsın; ben hagi'nin takımı için planlanan -bence- son iki aşamayı da yazıp bitireyim.

hagi'nin, yukarıda yazdığım, önemli ve olumlu hamleleriyle, eli yüzü biraz olsun düzelen takımımız muhtemelen sezon sonuna kadar, şu anki durumundan biraz daha iyi durumda düşe kalka devam edecek. bu süre içerisinde de emre çolak ve anıl gibi gençlerin de profesyonel müsabaka seviyesine çıkarılması hedeflenecek. işte burada 3. aşama devreye giriyor.

3. aşama bence; yaz transfer dönemiyle 2012 ocak ayı arasındaki dönem olacak. yaz transfer döneminde; hagi, geçtiğimiz ocak ayında yapamadığı hamleleri yaparak ipleri tamamen eline alacak ve takım takviyelerle, hazırlık kampıyla birlikte rekabet edebilir seviyeye gelecek. 4. aşama olan 2012 ara transfer döneminde yapılacak, muhtemelen bir-iki, nokta hamleyle de takım; tamamen hagi'nin takımı olacak ve * 2011-12 sezonu şampiyonu olarak, hasret kaldığımız şampiyonlar ligimüziğini bizlere dinletecek.

şimdi söz sizde; "hagi milliyetçi..." "hagi hoca değil..." "hagi'nin teknik direktörlüğünden nefret ediyorum..." "misimovic gitti ühühü!" vs.
umutlu olmak için yeterince sebep de var, veri de. sadece görebilmek lazım. her zaman her şey yapıyor kafa, lazım kafa, yok göt...

Tenis Topuyla Kaleci İdmanı


Sao Bernardo takımının kaleci antrenörü Jose Francisco de Oliviera, kalecileri Marcelo Oliviera Pitol'un reflekslerinin gelişmesi adına tenis raketi ve tenis topuyla çalıştırırken.
İdmanın işe yarayıp yaramadığını da siz söyleyin:
Pitol oynadığı 8 maçta 15 gol görmüş kalesinde...


23 Şubat 2011 Çarşamba

Levski-CSKA Derbisine Doğru#3


*Maça 3 kala Levski başkanı Todor Batkov yaptığı açıklamada maçları yayınlayacak olan şifreli kanalın kendilerine cuma gününe kadar gereken ödemeyi yapmaması durumunda derbi maçın açık kanaldan yayınlanması için ellerinden geleni yapacaklarını söylemiş. "Bu para kulüplerin can simidi. Biz televizyon kuruluşuna karşı sorumluluklarımızı yerine getiriyorsak, onlar da kurallara uymalı" şeklinde konuşan başkanın, açık kanal müjdesi şimdiden Bulgar taraftarları heyecanlandırdı.
*Bir süredir CSKA ile idmanlara çıkan Emil Gargorov, takımın teknik direktörü Radukanov'un bugün yaptığı açıklamaya göre cuma günü takımla sözleşme imzalayacak ve cumartesi de büyük ihtimal derbi karşılaşmasında forma giyecek. "CSKA'nın tecrübeli oyunculara ihtiyacı var, Gargorov'u özellikle ben istedim, Bulgaristan'daki ortamı biliyor ve takıma oldukça yararlı olacaktır."
*Derbiye hazırlanan CSKA'lı futbolculara, hem giydikleri formanın kıymetini daha iyi anlamaları hem de takıma yeni katılanlara maçın önemini hissettirmek için Radukanov, oyuncuları kulüp müzesine götürüp, tarihte bir yolculuk yaptırmış. Bu arada hoca, müze müdürüne sene sonunda kazanılacak kupalar için boş yer bırakması talimatını vermeyi de ihmal etmemiş...
*Derbi için bahis şirketleri de oranlarını açıklamışlar. Buna göre ev sahibi Levski'nin galibiyeti 1.80, CSKA galibiyeti 4.30 ve beraberlik de 3.30. Bizde iddaa Bulgar ligini oyunlara dahil etmediği için maça bahis yapamıyoruz maalesef...
*Maçın oynanacağı 30 bin kişilik Georgi Asparuhov (Gerena) Stadının biletlerinin bir çoğu tükenmişken, stada ait fotolar da aşağıda:


22 Şubat 2011 Salı

Levski-CSKA Derbisine Doğru#2

*Başkent Soyfa'nın Georghi Asparuhov stadında Cumartesi günü 18.00'de oynanacak olan Levski-CSKA maçını yönetecek hakem belirlendi: Anton Genov. Genov'un yardımcılıklarını da Nikolai Angelov ve Vesselin Mishev olacak.
*CSKA taraftarını derbiden çok daha fazla ilgilendiren olay ise bu gece voleyboldaki kritik karşılaşmaydı. Daha önceki turda Ziraat Bankasını eleyen CSKA Sofya voleybol takımı, bu gece de Kedzierzyn Kozle takımını 3-0 geçerek rövanş için büyük avantaj sağladı ve finale de yaklaştı. CEV Kupası yarı final maçının oynandığı salonu tıka basa doldururken kırmızı-beyazlı taraftarlar, Polonya takımını ise sadece diplomatlardan ve iş adamlarından oluşan 17 kişilik bir grup destekledi.
*Kulüpler derbiye hazırlanırken, emniyet kuvvetleri de hazırlıklara başladılar bile. İki kulübün taraftardan sorumlu yöneticileri ve taraftar grubu liderleri ile bir araya gelen Sofya emniyetinden yetkililer, maçın sorunsuz geçmesi adına her türlü tedbiri aldılar. Maça girişte CSKA taraftarı polis eskortu eşliğinde stada alınacakken, maç bitiminde de ilk olarak ev sahibi tribünleri boşaltacakken, CSKA'lılar yaklaşık 40 dakika sonra yine polis gözetiminde Georghi Asparuhov stadını terk edecekler. Maçta görev alacak polis sayısı ise açıklanmadı...
*CSKA'nın başarılı oyuncusu Markinyos için Levski derbisi Bulgaristan'da oynayacağı son derbi olabilir zira Side'de yapılan kamp sırasında Rus ekiplerinin de gözdesi olan Brezilyalı oyuncu, Rus menajerlerin sıkı takibi altında ve derbide göstereceği performans onun transferini de etkileyecektir.
*Maçın oynanacağı gün Sofya'da yağmur dinecek ve havanın soğumasıyla beraber de kar yağışı başlayacak. Maç saatinde sıcaklığın 0 derece cıvarında olması beklenmekte.
*CSKA ile bir kaç gündür idmanlara çıkan eski golcüleri Emil Gargorov eğer Steaua Bükreş ile sözleşme imzalamzsa, CSKA ile anlaşıp derbide görev alabilir.
*Daha önce Levski ile şampiyonluk yaşayan Slavia Sofya'nın teknik direktörü Velev ise maç öncesi oldukça ilginç bir tahminde bulundu. Maçı Levski'nin 2-1 kazanacağını söyleyen hoca, Levski'nin galibiyet golünü CSKA'lı oyuncuların kendi kalelerine atacaklarını belirtti.

21 Şubat 2011 Pazartesi

Levski-CSKA Derbisine Doğru#1

Levski-CSKA derbisi bu sene sezonun açılışına denk gelmiş ve Bulgaristan A Grupanın başladığı ilk haftadaki mücadele Levski'nin 1-0lık galibiyetiyle sona ermişti. Birinci devrenin uzun suren arasından sonra ligin ikinci haftası da bu cumartesi Sofya derbisiyle başlıyor. Bir hafta boyunca blogta maça yönelik haberlerle birlikte olacağız:
-Derbiye 5 gün kala maçın bilet fiyatları da açıklandı. Buna göre perşembe günü satışa çıkacak biletler 7-10-12 ve 15 levadan satılacak. CSKA taraftarına ayrılan biletler 15 levadan. Bu arada bir taraftar en çok 5 bilet alabilecekken, Levski yönetimi taraftarının bir an önce biletleri tüketmesi için çağrılara başlamış bile...
-CSKA taraftarı bilet fiyatlarından ziyade kendilerine ayrılan 3 bin biletten şikayetçi. Kulübün taraftar birliği başkanı Dimitar Angelov yaptığı açıklamada ilk maçta Levski'ye 5 bin bilet verildiğini, kendilerinin de aynı rakamı talep ettiğini belirtmiş.
-CSKA tarftarı bir yandan bilet derdindeyken, sevindirici haber Spas Delev'den geldi. 19 Şubatta Çavdar ile yapılan hazırlık maçında sakatlanan Delev'in derbiye yetişip yetişmeyeceği düşünülürken, genç topçunun Çarşamba günü idmanlara çıkıp, Cumartesi kadroda yer alabileceği haberi kırmızı-beyazlı taraftarın yüzünü güldürdü.
-Derbiye bir hafta kala daha önce yaşanmayan bir olay gerçekleşti ve iki kulübün taraftar liderleri Dimitar Angelov(CSKA Sofya) ve Vladimir Vladimirov (Levski Sofya) bir araya geldi ve gazetecilerin sorulatını yanıtladı. Buluşmanın satır başları aşağıda:

*Derbi öncesi her hangi bir provakasyondan yana değilim ama herkes kurallara saygılı olmalı, CSKA'da bu kadar borçla lige devam etmemeliydi. (Vladimir Vladimirov)
*Ben Levski'nin 7-8 dakika fazla oynatılarak kazandırıldığı maçlardan bahsetmiyorsam, sen de benim takımım hakkında konuşma. CSKA, Bulgar sporunu yıllardır ayakta tutan tek takımdır ve borçlarını da ödeyecektir (Dimitar Angelov)
*CSKA taraftarı maç biletlerini almaya gittiğinde stad etrafında pek fazla takılmamalı zira bildiğiniz gibi bizim çocuklar kendilerinden pek hoşlanmaz ve tadsız olaylar çıkabilir.(Vladimir Vladimirov)
*CSKA taraftarı, takımın atacağı herhangi bir golde aşırı tepki gösterip yeni yapılan kırılmaz camdan bariyeri kırmamalı. Kulüp onun için 10 bin leva ödedi. (Vladimir Vladimirov)
*İki takım arasındaki işler öfke ve şiddetle değil, konuşarak çözülür. Böyle kafeslere, barikatlara gerek yok. CSKA taraftarına verilen bilet sayısı çok az ve diğer tribünlerde de taraftarımız olabilir. ( Dimitar Angelov)

20 Şubat 2011 Pazar

Tofaş:62 - Galatasaray:90


BBL'nin 18. haftasında Bursa deplasmanında olacağımızı söylemiştik hatırlarsanız. Maçın zor geçeceğini düşünüyordum ancak ummadığım derecede kolay geçen bir karşılaşma oldu. Tofaş, ligin sert ve mücadeleci takımlarından. Bu noktada maçın kora kor geçeceğini düşünürken, takımımız alıştığımız gibi daha ikinci periyodun ortasında maçı koparıverdi. Bu noktadan sonra zaten bir tek üçüncü periyodun ilk bölümünde direnç koymak istedi Tofaş ve o direnci de koyamayınca, kalan bölüm gençlerin performansını görme açısından iyi oldu takımımız maçı 90-62 kazanarak yolunda emin adımlarla yürümeye devam etti.

Çok fazla uzun uzadıya anlatmanın gereği yok. Bazı noktalara değinmekte fayda var: Galatasaray maça Ermal'in pota altındaki etkin oyunuyla başlayıp skoru önde götürmüştü. İlk periyot attığımız 30 sayı + bir unsur iken, yediğimiz 22 sayı da tam tersi bir unsur olarak göze çarpmıştı. İkinci periyodun başında 20-5'lik Galatasaray serisinde savunmanın tam anlamıyla oturup oyuna giren her oyuncunun ortaya koyduğu performans çok önemliydi. Bu seri sırasında Rakip Tofaş'a sadece bir basket şansı tanımamız da savunmamımızın övünülecek yönüdür. İlk periyotta yenen 22 sayının ardından savunmanın oturması sonucu yenen 12 sayı da ha keza. İlk yarıyı 17 sayı farkla 51-34 önde geçen takımımızda oyuna giren her oyuncunun sayı ile tanışması da bir başka önemli noktaydı.

3. periyodun başında Tofaş'ın biraz direnç koyduğunu söylemiştik ancak dediğim gibi sadece bir düşüncü olmakla sınırlı kaldı bu anlayış. Bu bölümde Tofaş'lı Rowe ile Tutku arasında yaşanan tartışma sonrası Tutku'nun attığı 14 sayı günün güzl hikayesiydi. Adeta Rowe'a olan kızgınlığını potadan çıkardı Tutku. Gelişen bölümde de maç 28 sayı farkla lehimize sonuçalnmış oldu. Takımdaki tüm oyuncuların süre aldığı ve 5 oyuncunun çifta haneli skor ürettiği maçta en skorer oyuncu Tutku Açık oldu. Attığı 20 sayı önemli fakat bugün bir kez daha takımı için ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu, bütünleştirici bir parça olduğunu tekrar göstermiş oldu. Ayrıca 32 attığımız 32 basketi 20 asistle karşılamış durumda olmamız da yine takım halinde oynadığımızda neler yapabileceğimizi gösteren önemli bir istatistik. Yüksek iki sayı yüzdemizi(23/30) de unutmamak gerekir. Bugünkü maçın bana göre en önemli göstergesi ise tam kadro olduğumuzda, sakatlıksız bir dönem geçirdiğimizde üst düzey performans ortaya koyabileceğimizi bir kez daha kanıtlamamız oldu. Ligin geri kalanında sakatlıktan, şanssızlıktan, nazarlardan uzak bir dönem geçiririz inşallah.

SALON: Bursa Atatürk
HAKEMLER: Recep Ankaralı, İsmail Aydın, Osman Sinan İşgüder

TOFAŞ (62): Jason Rowe 11 (5 ribaund- 4 asist), Osman Orçun Göllü 2, Austin Melvin Nichols 11 (4 ribaund), Uğur Dokuyan 2 (1 asist), Can Altıntığ 5 (1 ribaund), İnanç Koç 3 (3 ribaund- 2 asist), Can Özcan 4 (1 ribaund- 3 asist), Jurica Zaza 15 (3 ribaund- 1 asist), İlkan Karaman 8 (5 ribaund), Fırat Töz 1 (3 ribaund- 1 asist), Onur Aydın (4 ribaund- 1 asist), Doğan Şenli (3 ribaund)

GALATASARAY CAFE CROWN (90): Joshua Ian Shipp 11 (2 ribaund- 1 asist), Jerry Johnson 11 (5 asist), Göksenin Köksal, Caner Topaloğlu 10 (3 ribaund- 2 asist), Preston Shumpert 4 (4 ribaund), Tutku Açık 20 (3 ribaund- 3 asist), Luska Andric 6 (4 ribaund), Radoslav Rancik 5 (3 ribaund- 3 asist), Haluk Yıldırım 6 (1 ribaund- 4 asist), Evren Büker (2 ribaund),Sertaç Şanlı 2 (1 ribaund), Ermal Kurtoğlu 15 (4 ribaund- 1 asist)

1. PERİYOT: 22-30
2. PERİYOT: 12-21
3. PERİYOT: 10-19
4. PERİYOT: 18-20

Kar Kokusu / Ahmet Ümit

1980 darbesi sonrası Moskova’da eğitim gören TKPli öğrenciler ile ilgili pek çok anı, biyografi, siyasi kitap yazıldı ama bu konuyla ilgili bir polisiye roman yazmayı düşünüp, yazabilecek sanırım tek yazar Ahmet Ümit’tir. Yazarlar ilk kitaplarında çoğunlukla kendi hayatlarından yola çıkarak konular belirlemeye çalışır, Ahmet Ümit ilk polisiye romanı Sis ve Gece’de olduğu gibi, 2.kitabında da yine kendi hayatında yaşadığı mekânlardan ve olaylardan bolca yararlanıyor.

Moskova’da çeşitli ülkelerdeki komünist partilerin gönderdiği öğrencilerin eğitim gördüğü bir akademide Türklerin kaldığı kısımda Mehmet isimli bir öğrenci öldürülür. Yazarın cinayet sahnesini ve Mehmet’in ölüm anını mükemmel bir şekilde kaleme aldığını söylemeden geçemeyeceğim. Zaten bu olaydan olmadan önce, Türk örgütünün içinde bir köstebek olduğu bilgisini alan Sovyet istihbaratı cinayetin çözümü ile ilgili olaya müdahil olur. Kitap boyunca okuyucu bir yandan katili bulmaya çalışırken, bir yandan da dört bir yandan ülkelerini terk edip gelen yoldaşların yatılı bir okulda eğitim görürken yaşadığı olaylara ve tartıştığı fikirlere tanıklık ediyor. Bu kısımlarda, Ahmet Ümit’in diğer kitaplarında olduğu gibi riski göze alıp ara ara komünist ve Marksist ideolojinin eleştirisini cesurca yaptığını görüyoruz.

Bu roman, yazarın diğer romanlarına göre daha ağır bir anlatıma sahip. Olayın geçtiği mekânın Moskova ve zamanın da kış olması sebebiyle bazı yerlerde hikâyenin kara saplanıp ilerleyemediğini hissediyorsunuz. Roman içerisindeki kahramanların sayısının çok oluşu ve her birinin isimlerinin takma, geçmişlerinin ayrı bir hikâye oluşu okuyucunun kafasını bulandırıyor. Karakterler çok olunca kimilerinin geçmişi ayrıntılı anlatılırken, kimilerininki yüzeysel geçilmek zorunda kalınmış ve cinayet olayı kitabın devamında ister istemez belirli kişilerle sınırlandırılmış.

Kitabın polisiye kısmı, yazarın diğer kitaplarıyla kıyaslanmayacak kadar zayıf düzeyde. Hatta Ahmet Ümit’in bizi alıştırdığı kitabın sonunda ağzımızı açık bırakacak final sahneleri burada yok. Diğer taraftan, gençlerin idealleri uğruna yaşamlarını bozup dünyanın dört bir yanından, bilmedikleri bir ülkede eğitim görmeye geldiği bu dönem oldukça ilgimi çekti. Diğer ülkelerden farklı olarak Türkiye’de o dönemde diktatörlük yönetimi hâkimdi ve o gençler yakalandıkları anda işkence altında hapsedilebilir ve öldürebilirdi. Bu sebeple, sözler dışında hiçbir resmi kayıtta o kişilerin o tarihlerde orada bulunduklarının belli olmaması gerçekten ayrı bir roman konusu. Tabii aradan bu kadar zaman geçtikten sonra, bütün bu mücadele sonunda, yaşananlar günümüzde nasıl bir değişim sağlamış, ne uğruna bu sıkıntılar çekilmiş diye sormadan da edemiyoruz.

Ahmet Ümit’in kitaplarını okumaya yeni başlayanlara tavsiye edebileceğim bir roman, ama 2000 sonrası yazığı kitaplarının lezzetini alanlar, bu kitapta kendilerini ateşli kumlardan soğuk Moskova gecelerine düşmüş gibi hissedecektir.

Kitabın bomba kısmı: Bir keresinde komünistlerin iktidar için değil, muhalefet için yaratılmış olduklarına kadar götürmüştü işi. Yaşanan yetmiş yıllık deneyim iktidar işinde çuvalladıklarının en açık kanıtıydı. Ama faşizme karşı direnişte, demokratik haklar için savaşımda, savaş kışkırtıcılığına karşı durmada destanlar yaratmıştı komünistler.
Etiket fiyatı: 13 TL
Toplam sayfa: 280
İlk baskı: 1998
Not: 5/10

Galatasaray:1-0:Bucaspor


Ali Sami Yen'in yerini doldurmasa da, alışmak lazım artık Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena Stadına. Her geçen hafta taraftar stadı keşfedip, yeni yeni pankartlar, bayraklar, kareografi çalışmaları yaparken, Hagi'nin topçuları da yeni evlerinde "öyle-böyle" kazanma kültürü oluşturmanın çabası içindeler ve dün gece Buca'yı da puansız İzmir'e yollayarak bunu göstermiş oldular. Sakatların, eksikliklerin, cezalıların hocanın idmanlarda kafasında oluşturduğu kadroyu sahaya çıkarmasına izin vermediği bu günlerde, Galatasaray'lı futbolcular özellikle ikinci yarıda sergiledikleri "iştahlı" oyunla maçtan galibiyetle ayrılmayı bildiler. Zaten Hagi'nin takımın başına geldiğinde ilk tespit ettiği sorundu "tok" oyuncular. Kulüp takımları ve milli formayla başarılar elde etmiş ve "kazanmanın doyumuna ulaşmış" topçuyu, maça motive etmek zordur, keyifliyse oynar, prim varsa oynar, transfer olacaksa döktürür lakin dünkü maçın oynandığı şartlarda (takım zirve yarışında geriye düşmüş, yönetim kendi derdinde, başkan maça gelmemiş, prim var mı yok mu belli değil, soğuk bir Şubat gecesi, rakip düşme mücadelesi yapan Buca) sadece sahada dolaşır formanın içindeki "star" topçu. Hagi'nin oluşturmayı planladığı oyuncu yapısını dün Adnan Polat da açıkladı aslında:

"Kulübün formasına yüreğini verecek kişiler lazım. Olayın içine büyük paralar girince, bu durum eksik kalabiliyor. Alt yapımızda çok sayıda oyuncu var. A takıma aday, Hag'nin de takip ettiği, zaman zaman antrenmanlara aldığı 5-6 oyuncu bulunuyor. İnşallah 1-2 tanesi kadroya girer. Bu da Hagi'nin becerisi. Beklentimiz bu yönde. Bir de Cüneyt Tanman yönetiminde bir araştırma ekibimiz var. Dünyanın çeşitli yerlerinde genç oyuncuları tespit ediyorlar. Hagi ile şöyle bir karar aldık. Biz paraya, şöhrete doymuş futbolcu istemiyoruz. Geçmiş 2 yıl içinde transfer yaptık. Yeni stadımıza flaş isimlerle girelim dedik ama ortada bir gerçek var ki, Avrupa'nın önemli kulüplerindeki futbolcular, Türkiye'yi daha fazla para kazanılacak bir emeklilik yeri olarak görüyorlar. Yurt dışından veya yurt içinden; başarıya, şöhrete, paraya daha aç sporculardan takım oluşturmaya çalışacağız. Bana yıldız lazım değil. Bana savaşan, mücadele eden takım lazım.''

Başkan ve Hagi'nin sözünü ettiği takım çeşitli "dış mihraklara" karşı yavaş yavaş göz önüne çıkıyor. Zaten hocanın sürekli "zaman" istemesinin nedeni de bu. Oyuncuları sahip oldukları alışkanlıklardan kurtarmak, kendileri için biçilen yeni görevlere adapta etmek hiç de kolay olmasa gerek ama her geçen gün Galatasaray'da bir şeyler değişiyor, tabii bunu görmek isteyen gözler bu değişimi anlayabilmekte, "işler kötü gidip, takıma sallama" derdindekiler için konuşacak-yazacak malzeme her zaman bulunmakta...
Ligin ilk yarısı boyunca Aykut ve Ufuk'un her hareketi didik didik incelenip, "Bu iş Türk kalecilerle olmaz" diyenler, nedense şimdi Zapata'ya da takmış durumdalar. Gol yediği maçlarda,"Bir kez de golsüz maçın olsun" diyenler, dün gece de Rufay'a doğru düzgün topun gelmediğinden yakınmaktalar. Oysa, belki de maçın kaderini değiştirecek pozisyonu "parmak uçlarıyla" çıkardığını unutmuş olmak işlerine gelmektedir. Üstelik, futbolun en önemli artılarından biri olan topu hızlı başlatıp, forveti tek pasla golle buluşturmak yeteneği de Zapata'yı önümüzdeki günlerde ön plana çıkaracak özelliği. Dün gece yaptığı degajlar Stancu, Kazım, Baros'u neredeyse hiç ıskalamadı. Yarın öbür gün böyle bir gole asist yaparsa Zapata, ne yazılacak şimdiden merak ediyorum.
Hagi'nin stoperde Cana, ön liberoda Neill'i oynatması hep tartışılacağa benziyor, Cana hata yaptıkça hoca eleştirilecek, Neill zamanında rakibe basıp, kaptığı topla Baros ve Stancu'ya gol pozisyonu yarattığında övülecek. Futbolun doğasında bu var, hayatta da böyle değil mi, herkesi memnun etmek mümkün mü? Cana'nın ıskasını Mendy gole çevirip, maç berabere bitseydi, Hagi inadı uğruna Galatasaray'ı "mahveden" bir çılgın olarak bugün lanse edilecekti, değil mi? Bir hafta boyunca futbolcularla idmanlara çıkan, onları çift kalelerde izleyen Hagi ve Tugay, futbolcuların yeteneklerini ve bireysel becerilerini görmüyorlar mı? Hocaların tercihlerine bakmaya alışık olduğumuz "eleştiri gözlüklerimizi" çıkarıp, bir de empati yapsak ne çıkar ortaya? Arnavut topçu belki stoperlerde görmeye alışık olduğumuz zamanında top kesme ve adam markajı gibi özellikleri tam manasıyla yerine getiremiyor ama Hagi'nin Galatasaray defasında Cana'nın oyun zekasından yararlanmayı düşünmüş olması muhtemel değil mi? Doksan dakika boyunca Cana'nın hareketlerini dikkatli izleyenler görecektir, Arnavut topçu klasik bir stoper gibi "bodoslama" dalmak yerine sürekli aklı ile savaşmaktadır rakipleriyle. Bir örnekle açıklama yapalım: Rahat pozisyonda topu kornere atıp, rakibe yeni bir tehlike şansı vermek yerine, topun son imkana kadar bizim takımda kalması için çaba sarf etmektedir, maç içinde bu tip pozisyonlara dikkat lütfen... Öte yandan Neill'in ön liberodaki performansı Cana'yı o bölgede pek de aratmıyor doğrusu.

Tabii, kazanılan maç sonrası skordan ziyade hocanın tercihleri tartışılacaktır, "yapıcı" değil "yıkıcı" medya tarafından. Oysa skoru getiren değişikliği pek çok az kişi konuşacaktır. Mücadeleci bir orta saha oluşturma amacıyla son maçlarda Sabri'yi sağ taraftan ortaya çeken Hagi, Kazım'ın arkasına Serkan'ı görevlendirerek başlamıştı maça. Genç oyuncu defansif görevinde aksamazken, hücumlarda pek de destek olamazken Kazım'a, Sabri de forvet hattında Baros ve Stancu'ya yoğunlaşmış Buca defansının boşluklarına sarkmakta başarılı olamayınca, Rumen hoca, Sabri'yi sağ beke çekip, Yekta'yı ortaya alınca, hem Sabri ile başlayan atakta Kazım'ın pasıyla Galatasaray golü buldu hem de Yekta rakip defans için hesaba katılması gereken başka bir tehdit oldu 56. dakikadan sonra.
Hocanın bu değişikliği beklenilen golün gelmesinde faydalı olurken, golde yer alan oyunculara baktığımızda Hagi'nin oluşturmak istediği Galatasaray'ı görebiliriz. "Aç ve savaşan bir takım" demişti hoca, Sabri'nin mücadele gücünden bahsetmeye gerek yok herhalde, kaybetmeyi sevmeyen ve bu uğurda her türlü "egoyu" bir kenara bırakan Sabri pozisyonu başlatırken, topla buluşturduğu oyuncu ise Rumen hocanın "kefil olduğu" Kazım. Siyahi topçu Fenerbahçe'de oynadığı dönemlerde oluşturduğu kötü imaj sonrası sürekli istenmeyen ve "kovulan" adam olmanın verdiği rahatsızlığı Galatasaray'da göstereceği başarılı performans ile yıkmak derdinde, bu hedef doğrultusunda da en çok eleştirildiği özel hayatına çeki-düzen vermiş söylenilenlere göre. Para değil Kazım'ın açlığı, "kendini ispat" onun hesabı, bu da insanın en büyük motivasyonlarındandır. Ve golü atan Culio. Galatasaray'a transfer haberleri sonrası "pek ahlaklı!" medyamızın Arjantinli'nin özel hayatına dalıp, "google"dan bulduğu bir kaç foto ile "amele" damgası vurmaktan çekinmediği Culio'nun da en büyük silahı geldiği ortamı, yaşamın zorluklarını bilmesi. 27 yaşındaki topçu Cluj ile kendini dünya futbol çevrelerine duyurarak, Galatasaray ile bu yerini sağlamlaştırmak arzusunda, maç içinde sergilediği mücadele ile de kendisine duyulan güveni boşa çıkartmamak arzusunda... Bu tarz bir oyuncu grubu yaratmak derdinde Hagi, Galatasaray'ı layik olduğu yere taşımak adına...

Hagi'nin oluşturmaya çaba sarf ettiği takım dün Bucaspor'u 1-0 ile geçerken hiç mi kötü değildi? Pek tabii ki, taraftarın beklediği baskılı ve göze hoş gelen oyundan izleri maçın geneline yayamadı, kendi kalesinde bolca da pozisyon verdi ama "eldeki malzeme" hem kalite hem de psikoliojik yönden belli ve her şeyi bir anda düzeltmek için ya doğaüstü güçlere sahip olmalısınız ya da THY Barcelona takımını Atatürk havaalanına indirip, Galatasaray forması giydirmeli... Hayat o kadar basit değil, değil mi?


Stat: Ali Sami Yen Spor Komplesi Türk Telekom Arena
Hakemler: Kuddusi Müftüoğlu, İsmail Şencan, Serdar Akçer
Galatasaray: Zapata, Serkan (Dk. 56 Yekta), Cana, Servet, Çağlar, Neill, Sabri (Dk. 90+2 Mustafa), Culio, Stancu, Kazım (Dk. 87 Emre), Baros
Bucaspor: Londak, Kamil Ahmet, Serkan, Orhan (Dk. 18 Erman), Mulemo, Onur (Dk. 51 Civar), Ragıp, Erkan, Mendy, Beto (Dk. 61 Cenk), Sercan
Gol: Dk. 76 Culio (Galatasaray)
Sarı Kartlar: Dk. 39 Erkan, Dk. 54 Civar, 90+1 Ragıp (Bucaspor), Dk. 65 Cana, Dk. 81 Neill, Dk. 82 Kazım, Dk. 84 Stancu (Galatasaray)

Olympiakos-Panathinaikos Mevzu Videolar


Yunanistan derbisinden fotoğrafları aşağıda yayınladık, yukarıda maç sonrası taraftarın sahayı "işgal etmesi" ve aşağıda maç öncesi meşale gösterisi yer almakta...
Kale arkaları adeta yanıyor... Maç 10 dakika geç başlıyor meşalelerden dolayı... Sonra maç içinde atılan gollerden sonra yanan meşaleler ve son dakika golü taraftar partiyi sahada bitiriyor...



19 Şubat 2011 Cumartesi

Olympiakos-Panathinaikos Mevzular


Yunanistan derbisi Olympiakos'un son dakikada bulduğu gol ile 2-1 biterken, galibiyeti kutlamak için sahaya giren taraftarlar ile Panathinaikos'lu topçular birbirine girmiş.
Cisse, Govou ve Simao arbede de arada kalan topçular olmuşlar.
Hakem Panathinaikos'un buz gibi golünü "yerken", Cisse de sağlam dayak "yemiş" çıkışta.
Fotolar aşağıda, maçın gol videoları burada.

Şampiyonlar Ligi Neyime, Benim FA Cup'ım Var


"FA Cup'ı altı defa kazandım ama gerçeği söylemek gerekirse bir kez daha kazanmak istiyorum. İlk kazandığımızı yıl 2001'di ve Cardif'teki atmosferi unutmamam, inanılmazdı. Çocukken, televizyonda sürekli FA Cup maçları izler ve ünlü futbolculara hayranlıkla bakardım, bugün bu kupayı altı kez kazanmış biri olarak, hala kazanacak olma duygusu beni heyecanlandırıyor. Bir çok futbolcu, FA Cuptan ziyade Şampiyonlar Ligi kupasını kazanmayı düşler, ama ben tersini düşünüyorum. Bir İngiliz olarak benim için FA Cup oldukça özel ve büyük bir turnuva ve onu kazanmak elde edilebilecek en büyük başarı."

Ashley Cole
Chelsea'li Futbolcu

FA Cup heyecanını anlatırken

Blog Widget by LinkWithin