31 Aralık 2009 Perşembe

Güle Güle 2009



İyisi kötüsü, acısı tatlısı ile bir yılı, hatta daha vurucu olsun 365 günü geride bırakıyoruz bu gece itibarı ile..
Kimimiz bu senenin olduğu kadar çabuk geçmesi dilerken, kimimizi geriye baktığında 2009'u dudaklarda tebessüm ile hatırlayacaktır...
Herşey bir kenara bir sene daha yaşlandık, kimimiz olgunlaştı, kimimiz de büyüdü...
Çalışarak girdik 2009'a, bugün bile seminere katıldık son gününde 2009'un... Nasıl başlarsa öyle gider sözünün doğruluğu bir kez daha ispatlandı...

Kısa keselim, oyuncu değişikliği tabelası hazırlandı bile:

2009 Out/2010 In

Vizyon Meselesi


Michael Jordan'ın "dünya dışı" bir varlık gibi algılandığı senelerdi, Chicago Bulls kurduğu uyumlu kadro ve Jordan faktörü ile NBA'i kasıp kavuruyordu. Dünyanın en çok kazanan basketbolcularından biriydi Jordan, adına akla gelen her türlü ürün çıkartılıyordu, Nike'in Air Jordan serisi ayakkabıları da buna dahildi. NBA'de sadece Michael giymiyor bu ayakkabılardan, bir çok basketbolcu da çıkıyoru ayağında Air Jordan ayakkabılarla maça, hatta Bulls'un rakibi bile oluyorlardı. Şaşıyordum kendilerine, rakibindi en nihayet Jordan, onun logosunun olduğu ayakkabılarla parkelere basmak 1-0 yenik duruma başlamaktı maça, ama Iverson karşı çıkmıştı Jordan'a. "Kral çıplak" diye bağırmıştı Iverson, "sevginin bokunu çıkarmayın" demişti, "çıkın oyununuzu oynayın", Amerikalıların populer kültür ilahına karşı durmuştu. Tepkiler almıştı, "kötü çocuk" olmuştu Iverson o yıllarda ama zaman geçti, Iverson kaldı akıllarda, diğerleri unutuldu gitti...
Bu kadar uzun bir giriş paragrafı neden mi yazdım şimdi, Gençlerbirliği'nin genç oyuncusu Ferhat Kiraz yazdırdı bunları bana. Ferhat, federasyonun Tam Saha dergisine verdiği röportajda "Hakan Şükür'e faul yapmak bile güzeldi" diye bir söz sarfetmiş. Hakan Şükür'ü ne kadar örnek aldığını, onu çok sevdiğini belirtip, ona yaklaşmanın bile büyük hayal olduğunu ve bu düşünü bir kupa maçında Galatasaray'a karşı oynarken gerçekleştirdiğini belirtmiş. İlk bakışta oldukça masumane bir istek ve his gibi gözükmekle beraber, amacı yurt dışında top koşturmak olan bir futbolcunun vizyonun ne kadar da dar olduğunu acı bir şekilde gözler önüne seriyor. Elbette çocukluk yaşlarında herkesin rol model aldığı "unlü" kişiler vardır, bu futbolcu olur, popçu olur, "artist" olur ama belirli bir yaşa gelip, hele hele profesyonel olarak bir mesleği yaptığında, o meslekte senin rakibin olana hala "10 yaşındaki çocuk hayranlığı" ile bakarsan, senin o işte geleceğin pek parlak olamaz... Ferhat örneğinden devam edersek, Hakan'lı Galatasaray maçına hazırlanan Ferhat, zaten maça 1-0 yenik başlamaktadır, maçtan evvelki gece Hakan Şükür'ü düşünmekten hocasının verdiği taktikleri düşünmeyi unutmuştur... Sadece maça değil, aynı zamanda yeni başlayan futbol kariyerinin amacını da şimdiden gözler önüne sermektedir Ferhat: Oynadığı maçlarda hayran olduğu rakiplerinin formalarını toplamak...

Rıdvan vs Ronaldo+İbrahimovic



"Onları halı sahada iyi ayıklarım, bu tartışmasız, ama saha küçük olacak."

Rıdvan Dilmen
Spor Yorumcusu


Not Defteri programında Ronaldo ve İbrahimoviç'e göndermede bulunurken

Yanlış Birşey Var

- 2006 Dünya Kupası şehirleri (Almanya) -
.
- 2008 Avrupa Şampiyonası şehirleri (Avusturya-İsviçre) -
.
- 2010 Dünya Kupası şehirleri (G.Afrika) -
.
- 2012 Avrupa Şampiyonası şehirleri (Polonya-Ukrayna) -
.
- 2014 Dünya Kupası şehirleri (Brezilya) -
.
- 2016 Avrupa Şampiyonası adayı Türkiye'nin şehirleri -

"Bir resim bin kelimeye bedeldir" diye yazardı üniversitedeki bir hocamız sınav kağıtlarının başına. Sebebi, açıklaması her ne olursa olsun bu haritaların sonuncusunda kesinlikle bir tuhaflık bir olmamışlık var Mehmet Demirkol'un şu yazısında belirttiği gibi. Fifa da aslında bizim gibi haritayı önüne alıyor; o yüzden bir Japonya'ya bir Güney Afrika'ya bir Brezilya'ya dağıtıyor turnuvaları, o da bilmiyor mu oralardaki eksiklikleri, razı oluyor neler getireceğini görerek.

2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'nın da en doğu şehri Kayseri olduğuna göre, durum çok farklı değil aşağıdaki haritaya da bakarsak.
- 2006 Dünya Basketbol Şampiyonası şehirleri (Japonya) -

30 Aralık 2009 Çarşamba

Hafta Sonu Şifresiz Yayınlar



2 Ocak 2010 Cumartesi
17:00 Middlesbrough vs Manchester City /NTV Spor
19:15 Reading vs Liverpool /NTV Spor
21:00 Barcelona vs Villareal/ NTV
23:00 Atletico Madrid vs Sevilla /NTV Spor

3 Ocak 2010 Pazar
15:00 Manchester United vs Leeds United/NTV Spor
18:00 Real Zaragoza vs Deportivo La Coruna /NTV
18:15 West Ham United vs Arsenal /NTV Spor
20:00 Real Mallorca vs Athletic Bilbao /NTV Spor
22:00 Osasuna vs Real Madrid /NTV

Not:
Fotoğraf için Hakan Batur'a teşekkür ediyoruz, sizlerin de ilginç fotolarını yayınlamak üzere beklemedeyiz...

Wanted



Göztepe'nin hafta sonu Tepecik'te elde ettiği galibiyetin kutlamaları sırasından çekilmiş bir resim, Göztepeliler üst klasmana çıkmanın sevincini yaşarken ben atkıya vuruldum... Nasıl bulurumun derdine düştüm sabah sabah... Gören? Bilen? Duyan?

İddaa'ya Gizli Zam



Düzenli olarak oynadığım yoktur, bazen heveslenirim, bir kaç hafta Avrupa maçlarına ya da bizim lige tahminde bulunur, tutturursam kazandığım parayla devam ederim bahis yapmaya, tutturamassak okkalı bir sinkaf çekip bir süre uzak dururum iddaadan... Çıktığı günden beri de ne zaman oynasam mutlaka bir kolon oynar ve minimum ücreti yatırırım. İlk çıktığında kaç liraydı hatırlamıyorum ama uzun süre 1 liraya oynanan iddaa'ya gizliden zam yapılmış. Yeni yıldan itibaren bahis oynamaya gittiğinizde en az iki kolon oynama şartı koşulmuş ki bu da 2 liraya denk geliyor. Şimdi şansını katlayacaksınız gibi bahaneler ileri sürülecek bu zam açıklanırken, bizlerin de yutması beklenecek, kim inanır kim inanmaz bilemem ama ben kendi adıma zaten verdiği 1.02 gibi düşük rakamlar yüzünden iyice soğuduğum iddaadan temelli vazgeçmek üzereyim... Doğalgaza gelen zam yüzünden insanların soba yakmak durumunda kaldığı ve hayatlarını kaybettiği bir ülkede, elektrik,benzin, metrobüs, ev vergisi ücretlerine gelen zamlardan kurtuluş kapısı olarak bakılan şans oyunlarına da zam geliyor ya, herşeyimizi aldılar, bir de hayallerimize göz diktiler demek ki...

Kimi Protesto Ediyorsun Hakan?



"Sayın Adnan Polat ve yönetiminin harcadığı Hakan Şükür, Hasan Şaş ve Ümit Davala’ya destek olduk. Beraber savaştığımız insanları yüz üstü bırakamazdık." diyerek girişini yapmış aşağıda okuyacağınız yazısına Hakan Ünsal. Belki de çok önce okumuşsunuzdur ama bloga bir kaç gündür bakamıyorum, malum yıl sonu, sona erdirilmesi gereken işler var, yoğunluk uzaklaştırdı bizi bilgisayar başından, bu yazıyı bloga koymak bu geceye kaldı. Burada Galatasaray'lı eski topçuları kulübe üyeliklerinin yapıldığı törene katılmadıklarından dolayı eleştirmiştik, bir çok Galatasaraylı da bizimle aynı düşünüyordu, tepkilerini dile getiriyordu çeşitli ortamlarda. Bu tepkilere cevap vermek üzere Hakan Ünsal, Galatasaraylıların pek sevmediği Hürriyet gazetesinde bir yazı yayınlamış ve yönetimi protesto ettiklerini belirtmiş. Bu yazı 27 aralık gunu yazılmış... Biraz uzun, buyurun okuyun, sonra 29 Aralıktaki yazıya geçeceğiz... Biraz iç dünyasını irdeleyeceğiz Hakan'ın...

KAPTAN Bülent Korkmaz, Hakan Şükür, Vedat İnceefe, Ümit Davala, Ergün Penbe, Hasan Şaş, Arif ve ben... Bu isimler hepimizin bildiği gibi Galatasaray’ın ve Türk futbolunun tarihi yolunu çizen oyunculardan bazıları. Bu futbolcuların çoğu yakın tarihte futbolu bıraktı. Neden bu isimleri yazdım? Çünkü bu isimler nihayet kulüplerine üye olabildi. Nihayet, çünkü yıllardır süren anlamsız süreç sona erdi.

Çok önce olmalıydı
Burada Galatasaray Kulübü Sicil Kurulu Başkanı Celal Açar ağabeye herkes adına çok teşekkür ederim. Üyeliğimizle ilgili süreçte başından sonuna hep o vardı. Ve bu işi çok kısa sürede çözdü. Aslında çok önceden olması gereken Galatasaray Kulübü üyeliği garip istekler ve sebepler yüzünden uzadı. Artık resmi olarak kulübümüze üyeyiz. Dün yeni üyelere kartları dağıtıldı. Hiçbirimiz orada değildik. Neden değildik? İşte konu bu... Kaptan Bülent ve Ümit Davala o gün Türkiye’de değildi. Olsalar da gelirler miydi? Bence hayır. Hasan Şaş ve Hakan Şükür’ün neden orada olmadığını anlamak için kendimizi çok zorlamaya gerek yok... Diğer oyuncuların olmayışının sebebi ise Sayın Başkan Adnan Polat ve Yönetimi’nin harcadığı Hakan Şükür, Hasan Şaş ve Ümit Davala arkadaşlarımıza bir anlamda destek olmak içindi.

Başarının sırrı

Tabiri caizse beraber savaştığımız, her zaman kardeş gibi görüp davrandığımız bu arkadaşlarımızı yüz üstü bırakamazdık. Bu belki bazılarına garip gelebilir ve, “Hadi canım sende” diyebilir...
Bizim o dönemdeki kadronun sırrının ne olduğunu hep sordular. İşte o sırlardan bir tanesi... Biz birbirimizi çok severdik. Bu sevgi sadece oynadığımız dönem için geçerli değil. Futboldan sonra da birbirimize destek olup, takım gibi davranıyoruz. O törene gitmek sahada mücadele eden arkadaşını yalnız bırakmak ya da cepheden kaçmak gibi bir şey olurdu.

Bağlılık ve sevgi
Bu durumu herkes farklı algılayabilir. Ama sebebi sadece birbirimize olan bağlılığımız ve sevgimiz. Yoksa kulübümüze karşı alınmış bir tavır değildir ve olamaz da zaten.


Ve dün aynı konuyla alakalı yazdığı diğer bir yazı... O da aşağıda... Ve bol bol çelişki dolu ifadeler yer alıyor içinde.... Aslında bu Hakan Ünsal'ın iç dünyasının da bir yansıması gibi. Bir yandan yanlış yaptığını biliyor ama göz göre göre de o yanlışı savunmaya çalışıyor... Bizim tepkimiz yönetime demiş Hakan ve Galatasaray kulübünde kimsenin kalıcı olmadığını,camianın önemli olduğunu belirtmiş. Buraya kadar iyi hoş demiş ama tepki gösterdikleri ve gitmedikleri yer Adnan Polat'ın Sapanca'dki yazlığı değil ve insanların toplanma sebepleri Polat ailesinin doğum günü partisinde bulunmak hiç değil. Hani "biz yolcu Galatasaray hancı" dedikleri Galatasaray var ya, o kulübün üyelik töreni... Ve ortada bir protesto varsa, bu Hakan Ünsal'ın uğruna bir çok fedakarlık yaptığını!? belirttiği Galatasaray kulübüne yapılmış olmaktadır bu sebepten...
Devam edelim Hakan'ın iç dünyasını analiz etmeye... Koyu koyu harflerle yazmış, belki de editör yazmıştır "Kulübe üyeliği biz istemedik" diye. Bu ifadeden anlaşılan, Galatasaray onları zorla kulüp üyesi yapmıştır, ama çok uzağa gitmeden, hemen iki satır aşağıda da "Kulübe üye olun dediler de biz istemedik mi?" diyerek de kendilerinin seve seve teklif beklediğini ama bu teklifin yapılmadığını belirtmiş... Bu ne yaman çelişki Hakan diyoruz, devam ediyoruz...
Yazısının sonlarına doğru da çok yerinde bir tespitte bulunmuş: " Galatasaray’ı temsil edenler, bu ister futbolcu, ister yönetici olsun davranışlarını Galatasaray’a göre ayarlamak ve ona göre yaşamak zorundadır. " Bildiğimiz beylik bir laf bu, katılırız, Hakan da yazısında yazdığına göre o da inanıyor bu söze ama uygulama nerede? "O resimden bizi silemezler" dediğine göre, üye olmadan da Galatasaray'lıydı, üye olduktan sonra da resmi olarak Galatasaray'ı temsil eden bir şahsiyet kendisi ve diğer takım arkadaşları, bütün kulüp üyelerinin olduğu gibi... Peki, her fırstta Galatasaray başkanını eleştiren, Galatasaray teknik direktörünü kurtlar sofrasına atanlar Galatasaray'a göre mi yaşıyorlar, kulübe yarar mı sağlıyorlar yoksa zarar mı?


Eskilere yapılanlardan dolayı kulübümüzün vefasız olarak adlandırılması bizleri üzüyor. Camiamıza tavrımız olamaz. Beklentimiz, G.Saray’a yakışanın zamanında yapılması.

KULÜBÜMÜZ Galatasaray’a üye olduktan sonra üye tanıtım törenine gitmememiz bir kısım taraftar arasında hoş karşılanmamış olabilir. Aslında taraftar gözüyle bakınca gitmemek “Yanlış” diye düşünülebilir. Fakat bir de herkesin kendini bizim yerimize koymasını tavsiye ediyorum.

Üyeliği biz istemedik
Bizim endişemiz bu davranışı Galatasaray Kulübü’ne karşı yaptığımızın düşünülmesi. Galatasaray çatısı altında herkes ama herkes gelip geçicidir. Yönetiminden futbolcusuna, taraftarından basınına kadar kimse kalıcı olamaz. 20 yıl önce Ali Sami Yen’in tribününde ve çim zemininde kimler vardı, şimdi kimler var. 20 yıl sonra kimler olacak. Ama Galatasaray daima yaşayacak.
Kulübümüze karşı düşünce içinde olduğumuzu savunanlara şunu söylerim; Bizlere, “Kulübe üye olun” dediler de biz istemedik mi? Ya da “Fedakarlık yapın” dediler de yapmadık mı? Galatasaray’ın bize çok şeyler kazandırdığı aşikar. Bundan gurur da duyuyoruz. Ne kadar en büyük sıkıntıları yaşasak da maddi anlamda ve manevi olarak kazandıklarımız inkar edilemez. Bu bakış açısı taraftarın bir bölümünün düşüncesiyle paraleldir. İyi de biz bir şey vermedik mi? Oynadığımız sürece neler yaşadık, nelerden feragat ettik, sıralamaya kalkıp, yazsam bütün sezon bitmez.

Açar olmasaydı?

Farklı düşünen taraftarlar şunu unutmasın. Bu törene gitmeyenler ve diğer isimler Galatasaray taraftarının o dönemde ve hala göğsünü gere gere dolaşmasını sağlayan oyunculardı. Birçok kupa ve en önemlisi UEFA Kupası’nı havaya kaldırmış futbolculardı. Bizim için en büyük mutluluk inanın taraftarın mutluluğudur. Futbol niye oynanır? Yöneticiler ve futbolcular kendi zevklerini tatmin etsin diye değil. Amaç sana inanan, arkandan gelen kitleleri, camiaları tatmin etmek ve beklentilere cevap vermektir. Biz oynadığımız sürece bizden beklenenlere hem de daha üstüne çıkarak cevap verdik. Galatasaray seyircisinin hala o takımı konuşması ve özlemesinin tek bir sebebi var. 5 yıl boyunca yaşadığı ve belki de bir daha yaşayamayacağı o muhteşem günleri arıyorlar.

Herşey bir yana Sicil Kurulu Başkanı Celal Açar ağabeyimiz olmasa kimsenin bizi üye yapacağı da yoktu. Celal ağabey G.Saray’ın ruhuna, duruşuna ve geleneklerine uygun davranarak bizim üyeliğimizde başrolü oynamıştır. Aslında çok kolay olabilecek bir işi uzatmak ve tartışmaya açmak; bu yüzden kulübün hak etmediği tabirlerle ismini yan yana zikrettirmek yönetimin G.Saray’ı ne kadar düşündüğünün göstergesi. Bence Celal ağabeyden birşeyler öğrensinler.


Vefasızlığın faturası futbolculara kesilemez
İstenen ne anlamış değilim. Ortada yapılan bir yanlış varsa bunu konuşmak daha mı yanlış? Peki şunu da düşünün. Yöneticilerin yaptıkları yanlışlar yüzünden “Galatasaray vefasız” damgası yerken bunun suçlusu futbolcular mı olmalı? Asıl zararı bu davranışlar vermiyor mu? Bu durumun ortaya çıkmasına sebep olan yönetimler haklı, futbolcular haksız. Bizim, “Haklı olalım” diye bir beklentimiz de yok. Yöneticileri, bu isimlerin hiçbirinin kulübün içinde veya çevresinde olmaması memnun eder. Zaten kimse de yok. Galatasaray camiasının anlamasını istediğim konu şudur. Ne benim, ne de arkadaşlarımın kulübümüze kırılma, gönül koyma, darılma gibi lüksümüz yoktur. Bizler artık fotoğraflarda ve anılarda kaldık. Oralardan da kimseler silemez.

Galatasaray bir yana yöneticiler bir yana

Ben Galatasaray ile yönetimleri ayrı değerlendiririm. O yüzden Galatasaray’ı temsil edenler, bu ister futbolcu, ister yönetici olsun davranışlarını Galatasaray’a göre ayarlamak ve ona göre yaşamak zorundadır.

Bireysel algılanmaz
Bu kulüpte oynayan veya yöneten kim olursa olsun içinde olduğu sürece yapacaklarının direkt Galatasaray’a yarar veya zarar vereceğini bilmesi lazım. Yapılanlar bireysel bir düşünce olarak algılanmayacaktır. Galatasaray’ın bize yapılanlardan dolayı vefasız olarak adlandırılması en çok bizi üzüyor. Neden, kulübün tarihine geçmiş oyuncular ile kulüp karşı karşıya getirilsin. Kaldı ki bizim ne o dönemde ne de şimdi bir beklentimiz yok.

Tek yanlışımız...

Biz sadece Galatasaray’a yakışanın zamanında yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Bizim tek yanlışımız ise Galatasaray’a yakışmayanlardan bunu beklememiz...


Bitirirken, diğer topçuların (Hakan Şükür'ün Adnan Polat düşmanlığını bilmeyen yok, onu ayrı tutuyorum) Hakan Ünsal gibi düşünmediklerine inanmakla beraber, eğer aynı fikirdeyseler başkanı ve yönetimi protesto ederken biraz daha düşünmeleri gerektiğine inanıyorum, zira onlar bu kişileri protesto ederken Galatasaray kulübüne zarar verdiklerinin farkında değiller, oysa Galatasaray taraftarı bir çok kez futbolcusuna kızmıştır ama onları asla ve asla bir maçta yuhlamadı, protesto etmedi çünkü biliyordu ki yapacakları bir tepki, kulübe zarar verecekti, o çok sevdikleri camiaya... Sevmek dedik de, ağır bir laftır sevmek... Uğruna bir çok fedakarlığın "karşılıksız" yapılacağı bir kavramdır sevmek... Biz Galatasaray'ı sevdik, seviyoruz, seveceğiz... Peki siz neyi sevdiniz ve seveceksiniz?

Taraftar Disiplin İster



Sağ tarafta bir anket yapmıştık, taraftarın bir takımdan beklentilerini bir de u/M okuyucularından öğrenmek üzere, sonuçlar yukarda resimde olduğu gibi çıktı. Ankete katılanların %54'ü "Disiplin Şart, Gerisi Sonra Gelir" derken, geri kalanını "Galip Gelelim De, Gerisi Beni İlgilendirmez" şıkkını işaretlemiş... Kısaca, "önce adam olmak lazım" diyoruz... Takım çalıştırıcılarına duyurumuz olsun...

Safet Sušić Bosna'nın Başında


Teknik direktörlük kariyerinin büyük bir bölümünü( İstanbulspor, Konyaspor, Ankaragücü, Çaykur Rizespor, Ankaraspor)bizim topraklarda geçiren Safet Sušić, Bosna Hersek Futbol federasyonundan gelen teklifi geri çeviremeyerek, milli takımın başına geçmiş. "Bana daha önce bir çok kez bu görev teklif edildi ama ben her zaman uygun zamanın gelmesini bekledim. O gün bu gündür. İyi bir jenerasyona sahibiz ve tarihe yazılacak işler yapabiliriz" diyerek görevi kabul etmiş tecrübeli hoca. Bakalım istediklerini yapabilecek mi, eski hoca Blazevic, oyuncuları duduak duduğa öpüştürerek, takımı play offlara kadar getirmişti ama bu strateji ilerisi için işe yaramadı, Sušić daha dahice birşeyler bulmalı... Kinaye bir yana, Dzeko'lu, Misimovic'li Bosna takımı, Sušić yönetiminde Avrupa elemelrinde çok canlar yakacaktır...

Alcides Ghiggia Maracana'da...


1950 Dünya Kupası finali. Brezilya, finalde Uruguay ile karşılaşacak ve maçı kazanacaklarına o kadar eminler ki, maçtan sonra giyilmek üzre Brezilyalı futbolcuların Dünya şampiyonu t-shirtleri bile hazırlanmış. Nasıl emin olmasınlar ki, o zamanlar final grup usulü oynanan Dünya kupasında, ev sahibine beraberlik bile yetmektedir. 200 bin kişi Maracana stadında toplanır bu coşkuyu yaşamak için 16 Temmuz günü. Brezilya milli takımı coşkulu taraftarlarının desteği ile 1-0 öne de geçer ama ikinci yarı işler bir anda değişir, önce Schiaffino beraberliği getirir Uruguay adına lakin bu skor da Brezilyalıları dünyanın en büyüğü yapmaya yetecektir, samba hala devam etmektedir Maracana'da... Ama, Brezilya halkında travma yaratan o unutulmaz gol gelir maçın bitimine 10 dakika kala. Kalesinden biraz öne çıkan Barbosa, Ghiggia'nın sağ ayağının ucuyla yaptığı vuruşu çelmeye çalışır, topa da dokunur dokunmasına ama meşin yuvarlağın ağlara gitmesine engel olamaz ve 200 bin kişi bir anda sessizliğe bürünür. "Maracana'yı sadece üç kişi susturabildi bugüne kadar: biri Frank Sinetra, biri Papa, diğeri de bendim" diye anlatacak daha sonra o günleri Ghiggia... Sadece tribündeki taraftarların hayallerini yıkmamıştı Ghiggia, aynı zamanda o gün Brezilya'nın kalesini koruyan Barbosa için de hayatın geri kalanını kabüsa çevirmişti: "Benim ülkemde en büyük suça verilen ceza 30 yıl ama ben 5o yıldır işlemediğim bir suçun cezasını çekiyorum" diyecektir Barbosa, ölmeden önce verdiği bir röportajda...
Ve şimdi Brezilyalıların kabüsü olan bu adam o kara günden tam 59 sene sonra Maracana'ya, o büyüleci stada bir kez daha "ayak izini" bırakır. Maracana stadındaki müzeye konmak üzere ayak izinin alınması için Ghiggia, Brezilya'ya davet edilir ve o duygu dolu anları bir kez daha yaşar... Futbol sevgisi bu olsa gerek... Bu haberi yazarken düşündüm de bizim başımıza böyle bir olay gelse, bırakın memlekete girmeyi, o topçu bizim ülkenin üzerinden uçakla geçebilir miyid? Bundan 60 küsür sene sonra bile...


27 Aralık 2009 Pazar

Tebrikler Göztepe






Cumadan niyetlenmiştim Tepecik-Göztepe maçına gitmeye, yakındı Tepecik stadı, kritik maçtı Göztepe için, dolacaktı o tek tribünlü Tepecik stadı, yapacaktı ultras hareketin kralını İzmir'in çocukları, kısaca tribün ortamı sağlam olacaktı, ama Galatasaray sevdası daha ağır bastı ve tuttuk yolunu Ataköy'ün. Otobüsle geçerken stadın önünden sokaklarda vardı bir hareketlilik, muavin "Savaş mı oluyor, yahu?" derken, "Esas iki saat sonra ya savaş ya bayram olacak" dediğimde şaşkın şaşkın bakmıştı, ben de uzun uzun anlatmadım, anlamazdı da Göztepe'nin maçı kazanması gerektiğini, onun da yetmeyip Akhisar'ın galip gelmesini bekleyeceklerini... Kendim Ahmet Cömert'teydi ama aklım Tepecik'te kalmıştı, "ıssız kuytu köşelerden" dönmesi gerekti Göztepe layik olduğu yere... Evet, 175 kişilik yere bine yakın taraftar gitmişti, girememiş içeri, tarlada maç izlemişlerdi elde biralarla, Tepecik halkının şaşkın başkışları altında... Ve kalp hastaları için tavsiye edilmeyen bir 90+6 dakika yaşanmış orada. 2-0 öne geçen Göztepe 2-2de bocalamış, sonra gene 3-2 öne geçip, Akhisar'ın gol haberiyle sevinirken, Tepecik 3-3'e getirmiş skoru 80. dakikada, duracakken kalpler, başlayacakken küfürler sarı-kırmızılılar 85'te Adem'le öne geçmişler ve bir asır gibi geçen 11 dakika... Oturulsa roman yazılacak 11 dakika... ve Akhisar'ın ikinci golü rahatlatırken az da olsa deplasmancıları, Zafer Koçbay'ın son düdüğü başlatıyordu kutlamaları... Dönüş yolunda stadın önünden geçerken etraf bomboştu ama o sessizliğin nedeni deplasman takımının 3 puanı alıp, memleketlerindeki kutlamaya yol almış olmalarıydı... Ve şu an İstanbul'da başlayan kutlamalar İzmir'de son hız devam ediyordur, Emel'in bir şarkısı vardı İstanbul'la ilgili, biraz değiştirelim biz de :
"Ah şimdi İzmir'de olmak vardı anasını satayım"

Galatasaray:87-71:Türk Telekom



Basketbolda meydana gelen "sebebi açıklanamaz" olaya Fenerbahçe maçından da gelen cezalar eklenince uzun süre taraftarsız ve gurbette oynuyordu Galatasaray. Zaten Fenerbahçe maçına kadar da içerde oynadığı maçlarda da arkasında hatırı sayılır bir taraftar kitlesi alamamıştı, sevemedik Abdi İpekçi'yi aslında, Ayhan Şahenk'i olduğu gibi, her ne kadar Daçka'daki salona Aydan Siyavuş Spor Salonu adı versek de benim için Ahmet Cömert farklı bir konumdadır, havası ve ortamı farklı gelmekte, gidiş geliş ulaşımı, Bakırköy'e yakınlığı, karşıdan deniz otobüsüyle gelinebilirliği ve daha bir çok farklı neden sayabilirim... Bugün de uzun zamandır iç saha maçlarına hasret taraftarlar, bir de futbolun tatile girmesini fırsat bilerek doldurmuşlardı salonu, tıpkı eski günlerdeki gibi, tıpkı Ülker maçlarında maçı durdurup, oyunculara dinlenme molasının verilmesini sağladıkları ve maçı çevirdikleri gün gibi, tıpkı Fenerbahçe taraftarının geldiği derbilerde deplasmanın serbest olduğu zamanlar gibi ama tek fark vardı, karşı tribüne seyirci alınmamıştı, sebep mi, bilmem ama "güvenlik" diye bir klime geçmiştir mutlaka açıklamanın içinde...
Basketbol için güzel bir ortam vardı, rakip takımda da tanıdık isimler görülüyordu, Hüseyin Beşok ordaydı, Murat Hoca oradaydı, küfür de yoktu salonda hiç ama hiç...
Galatasaray takımı iyi hazırlanmış belliydi maça. Daha oyunun başından beri hakimeyeti aldı bizim topçular ele, Evren ve Murat başladılar, sonra tabii Rancik koydu ağırlığını... O yoruldu Fatih çıktı sahneye, nedensiz yollanmıştı takımdan, yine geldiği sevdiği kulübüne. Sami Yen'de görürdüm Fatihi, futbol forması "body" gibi dururdu sırtında, bir de Fenerbahçe maçlarında daha hırslı oynardı, smaçları kaçırsa da, ateşlerdi takımı, bugün yaptığı gibi... Jasaitis ilk devre saklanırken, ikinci yarı o da açıldı, klasını gösterdi, galibiyette pay sahibi oldu... Oynadı herkes elinden geldiğince, hatta ilk defa beyaz tenli bir Amerikalı pivotu alkışladım desem yalan olmaz hatırladığım kadarıyla, gerekli yerlerde bulduğu sayılarla rakibin direncini kırdı Wilkinson... Bir tek Washington ruhsuzdu, onun da vardır bir sebebi...
Telekom ise elinden geldiğince oynadı, kötü oynamadı, Galatasaray iyi oynadı, Galatasaray oynatmadı, Galatasaray savaştı, Galatasaray istedi, Galatasaray kazandı. Hüseyin pek sorumluluk alamadı, oynadığı dakikalarda sorun çıkardı eski takımına ama ikili sıkıştırmalarla onu da etkisiz bıraktı sarı-kırmızılılar... Bu arada Telekom'lu Mallet'in basketbol alt yapısını merak ediyorum, var mı aceba bir kolej geçmişi yoksa direk sokaktan mı getirildi. Adam ikinci yarı boyunca sürekli şortunu indirip, kıçı dışarda top oynadı, bir uyaran da olmadı kendisini...
Son olarak taraftarın desteği ile Galatasaray önemli bir galibiyet daha elde etti ama "ya seve seve ya s.ke s.ke, kalacağız birinci ligte" tezahüratını ne biz yapmaya layıkız, ne de bu oyuncular duymaya, ama ne yaparsın işte hayat insana hep iyi davranmıyor...
Bitiryorduk, bitirmeden, Rancik'te bu topraklardan geçip üçlü çektiren topçular kervanına katıldı, ultrAslan Rancik, video da aşağıda...


GALATASARAY (20-16-23-28):87 Darius Washington 7 (3 ribaund, 4 asist), Murat Kaya 5 (1 ribaund, 2 asist), Michael Wilkinson 10 (5 ribaund), Radoslav Rancik 10 (6 ribaund, 2 asist), Evren Büker 16 (8 ribaund, 4 asist), Can Akın, Simas Jasaitis 19 (5 ribaund, 2 asist), Fatih Solak 14 (7 ribaund, 1 asist).>
TÜRK TELEKOM (15-16-19-21): 71 Kris Lang 6 (1 ribaund), Lamayn Wilson 4 (2 ribaund), Bekir Yarangüme 6 (3 ribaund, 2 asist), Tutku Açık 5 (2 ribaund, 1 asist), Hüseyin Beşok 11 (7 ribaund, 1 asist), Andre Owens 2 (2 asist), Soner Şentürk (2 ribaund, 1 asist), Ersin Dağlı 8 (3 ribaund), Ümit Sonkol 9 (4 ribaund), Demond Mallett 20 (4 ribaund, 1 asist).

Naci Şensoy



Fenerbahçe'de Veselinoviç ve Rıdvan Dilmen'in yardımcılığını yapan ve Altay'da Yesiç'le birlikte çalışan Naci Şensoy'u bizim memlekette kaç kişi tanıyor bilemiyorum ama Bulgaristan ve Azerbeycan'da saygıyla söz ediliyor kendisinden... Azerbaycan'ın Turan takımını kendisinden daha büyük bütçeli takımlar arasından sıyırarak üst sıralara taşıyan Naci Hoca, Azerbaycan Futbol Federasyonu başkanı tarafından milli takımın başına geçmesi için iki kez teklif alır ama şartlar oldukça zordur: hem Turan'ı çalıştır, hem de Bakü'deki milli takımı... Bu koşullarda ulusal takımda görev almaz ve Turan'ın hocalığına devam eder ama Azerbayca'daki şike olaylarını ve hakemlerin maç satmalarını açık açık dile getirdikten sonra "doğru smyleyeni dokuz köyden kovarlar" misali Azerbaycan'da çalışması yasaklanır. Memlekete dönen Naci Şensoy, kendisi gibi Yugoslav göçmeni olan Saffet Sancaklı'nın satın aldığı İstanbulspor'da göreve başlar,alt liglerde adından söz ettirir, bir kaç başarısız sonuç sonrası"Türkiye'nin teknik direktör değiştirme" sevdasının kurbanı olarak, amatör Yeni Bosnaspor'u çalıştırır ve Bulgaristan'a adım atarak Belasitza ile anlaşır. Oradaki performansı sonrası Pirin Blagoevgrad'a geçen Naci hoca takıma Bulgaristan kupasında final oynatır ve Azerilerden sonra Bulgarların da sempatisini kazanır. Bizim "diyarlarda" ne futbolcu transfer ederken ne de antrenör ararken sağlam bir "arama tarama" faaliyeti yapılmadığı için, kimse komşudaki Türk antrenörü görmez ve Süper Ligte takım çalıştırmak istese de Naci hoca, mecburen Bulgaristan'da Vihren takımıyla anlaşır. İkinci ligde aldığı takımı tekrar birinci lige çıkarma gayesindeki hoca, ilk devre sonunda üçüncü sıradayken ve yükselme şansları bulunmasına rağmen, "ateşten gömlek" giyerek Bulgaristan birinci liginde oynadığı 15 maçta 9 puan toplayıp, 16 takımlı ligte 15. sırada yer alan Lokomotiv Plovdiv ile anlaşır. Bu transferin nedeni sorulduğunda ise "Plovdiv şehrini seviyorum, Plovdiv halkı da futbolu seviyor. Benim için güzel bir macera olacak" diye açıklar Naci Şensoy, takımı küme düşmekten kurtaracağına da oldukça emin... Hala aynı "kaşar" hocalarda ısrar etmekte olan Türk kulüplerine duyurulur...

Galatasaray SK Üyeliği


Galatasaray Spor Kulübüne dün 583 yeni üye kabul edilmiş ve bunların üyelik kartları bir törenle kendilerine teslim edilmiş. Ligin arasını fırsat bilen başkan Adnan Polat da ses tellerinden dolayı ameliyat olmuştu, umarım sadece ses telleridir, sigarayla alakalı kötü bir durum yoktur ortada. Operasyon geçirmesine rağmen konuşma yapmasa da kulübün başkanı olarak Adnan Polat kalkıp törene katılırken, Galatasaray Spor Kulübüne asil üyelik belgelerini alacak olan Hakan Şükür, Bülent Korkmaz, Ümit Davala, Arif Erdem, Ergün Penbe, Hakan Ünsal, Hasan Şaş, Tugay Kerimoğlu ve Vedat İnceefe orada bulunmamışlar... Sadece onlar mı, kartlarına GS Üyesi yazdırma "egosundaki" bir çok kodaman" da orada yoktur... Bana garip gelen eski topçuların, burda belirtilidği gibi bir ton dökümantasyon işlemi yapıp, sonra da belgeyi almaya gelmemesi... Hadi Tugay'ı anlıyorum, İngiltere'dedir belki, Bülent Hoca da Azerbeycan'da idmanda, Vedat sırra kadem bastı ama ya diğerleri? Arif İstanbul Beldiyespor'da, kampta mı acaba, zannetmiyorum ama öyle olsa da Abdullah Avcı yarın NTV'nin canlı yayınına çıkacak, yardımcısı da sertifikasını almaya gelebilir, ya Hasan Şaş nerede, cuma akşamları halı saha maçına çıkıyor Florya'da, İstanbul dışında olabilir mi? İki spor yazarı Hakan Şükür ve Hakan Ünsal, "Christmas" tatilinde mi? Bir çok insan kulübe üye olabilmek için neler neler vermezken, kendilerine en "kıyak" şekilde üyelik verilen bu eski futbolcularımız neden bu kadar duyarsız? Bu üyelik işlerini araştırıken, Arda Turan'ın da Galatasaray Spor Kulübüne üye olmak istediğine rastladım, eski parayla 10 milyar yatırması lazımmış kaptanın. Onun için çok para mı diyen olacaktır ama kimler nasıl üye olabiliyora baktığımızda gözlerini Florya'da açmış, top toplamış, hatta forma için yeri gelmiş dövüşmüş, A takıma kaptan olmuş Arda'nın üye olma bedeli "birazcık" pahalı değil mi... Buyrun kararı siz verin:

Galatasaray Lisesi mezunu Fenerbahçeli Mehmet Demirkol'un uye olması 600 lira,
Demirkol'un muhtemelen Fenerbahçeli çocuklarının kulübe üyeliği 2.500 lira,
Üyelik belgesini almaya gelmeye zahmet edemeyen Hakan Ünsal 1.250 lira
Çocukluğundan beri Galatasaray havası solumuş ve şimdiki kaptan Arda'nın üye olması 10.000 lira
Hayatına Galatasaray'ı merkez yapmış, iç dış maç kaçırmayan bir taraftarın üyeliği belirsiz...

Penaltı Baskısı



"Antrenmanlarda penaltı çalışırken kale büyük ve kaleci de küçüktür ama iş Dünya Kupasını kazanmak için penaltı atmaya geldiğinde kale ufalabildiği kadar ufalırken, kaleci bir dev halini alır. Bu baskı altında da gol atmak oldukça zordur."

Fabio Capello İngiltere
Milli Takım Teknik Direktörü


Önemli turnuvalarda İngilizlerin penaltı kaçırma sorununu açıklarken

26 Aralık 2009 Cumartesi

Geleneksel Blog Temizliği



Senede bir yaptığımız blog temizliğine de bu haftanın maçsızlığını fırsat bilerek bugün el attık ve sağ taraftaki menüde yer alan ve Kasım ayı itibarı ile güncellenmeyen blogları sildik ki sık sık maillerle de kendilerini tanıtmamı isteyen arkadaşlara yer açılsın... Yan taraf biraz ferahladı, yer yer boşluklar var, oraları doldurmak isterseniz maille blogunuzun adresini bırakabilirsiniz. Bu arada temizlik yaparken fark ettim ki bu işe ilk başlayanlardan olup çeşitli sebeplerle blog işine son veren oldukça fazla arkadaş varmış, umarım bir gün geri dönerler, özledik kendilerini...

"Zamanımı Boşa Harcadığımı Hissediyorum"



"Ben bu görevi kabul ederken Beşiktaş alt yapısından genç yetenekleri A takıma çıkartabilmek ve Siyah Beyazlı takıma katkı sağlamak amacındaydım. A2 takımının başında bu sezon 16 maça çıktım ve Marmara Grubu'nda 43 puan ile lider olduk. Ancak bu genç ve başarılı oyunculara ilgi gösterilmiyor. Kendimizi sahipsiz hissediyoruz. Sezon başından bu yana profesyonel sözleşme imzalamak için bekleyen 6 oyuncumuz var. Bize gelip oyuncular ile ilgili bilgi soran da yok, bu oyuncuların durumları ve gelişimini merak eden de yok. Ben de zamanımı boşa harcağımı hissetmeye başladım ve görevimi bırakma kararı aldım."

Sergen Yalçın

Beşiktaşlı Eski Futbolcu

A2 Takımı çalıştırıcılığını bırakma kararını açıklarken

Yabancı Madde



"We payed $400 for our tickets, if the refs are gonaa fuk it up, were gonna throw anything and everything." demiş dün gece Lakers maçına giden bir Amerikan vatandaşı... Yani, "Coni" diyor ki, biletlerimiz için 400 dolar ödedik ve eğer hakemler bizi "sevmek" isterlerse, biz de elimize geçirdiğimizi sahaya yollarız... Kızmamak lazım, hele hele hiç şaşırmamak lazım, böyle alıştırdınız siz milleti, bas parayı, al istediğini, bas parayı al dünyayı, adam da maçı kaybedince paramla değil mi deyip, hakemin kellesini istemiş...
Yukardaki Amerikalının cümlesine takıldık ama dün gece Lakers taraftarı sahaya köpükten imal "yumuşak" yabancı madde atmakta haklı, zira Shaq'ın Kobe'ye yaptıklarına ancak Amerikan futbolunda faul çalınmaz... Sevdiğim adamdır Kobe, maç sonunda yine taraftarın kalbini fetheden bir demeç vermiş ve demiş ki: "Sahaya bir şey atacaksanız, atın. Ama kimseyi incitmeyen yumuşak bir şey olsun."

Anne Yüreği


"Annem çok kahrımı çekti. Beni sürekli otobüsle dolmuşla antrenmana götürüp getirdi. Hatta anneme otobüste yer verirlerdi. Annem beni oturturdu. İnsanlar buna şaşırıyordu. Çok yoruluyordum ve sabah okula gideceğim. Annem bunları bildiği için bana yerini verirdi. Yorgunluktan uyuyakaldığımı biliyorum."

Serdar Özkan
Beşiktaş'lı Futbolcu

Annesinin vefakarlığını anlatırken

25 Aralık 2009 Cuma

Basın Yalan Yazıyor Şampiyon Olmayınca


Yukardaki manşet 6 Eylül 1950 tarihli Milliyet gazetesinden... Galatasaray, İngiltere'ye kampa gidiyor ve "sevgili" basınımız geçmişten günümüze süre gelen Galatasaray "sevgisini!?" yine saklayamıyor içinde ve döküyor kağıda. Baba Gündüz de hisli adam, hisleniyor tabii... Başlıkta ilk iki mısrasını aldığım tezahüratın sözleri acaba o günlerde mi sözylenmeye başlandı diye merak ediyor insan...

Basın yalan yazıyor
Şampiyon olmayınca
İçim rahat etmiyor
......................................


Barselona

Gezme-tozma:

1.gün
  • Metroya binip Diagonal'de inin. Barselona'da ismini bolca duyacağınız mimar Gaudi'nin La Pedrera binasına gidin. İçeri giriş 10€. Vaktiniz ve paranız varsa girilebilirsiniz, çatısındaki mimari ve manzara güzel.

  • Aşağıya sahil tarafına doğru mağazalara göz gezdirerek yürüyün, sağda Gaudi'nin bir başka eseri Casa Batllo'yu ve başka bir mimara ait Casa Amatler'i göreceksiniz. Her ikisine de giriş ücretli, bence değmez yola devam edin.
  • Barselona'nın merkezi Catalunya Meydanına geleceksiniz. Fotoğraf çekip, çimler üzerine oturup kafa dinleyebilirsiniz.
  • Sahile doğru yüremeye devam edin, Barselona'nın ana caddesi La Rambla'ya gireceksiniz. Cadde üzerinde bolca sokak çalgıcısı, amatör ressamlar ve türlü kılıklara girmiş insanlar var. Dükkanlardan hatıra eşyaları ve çakma Barca forması alanabilir. Pazarlık etmemezlik yapmayın.

  • La Rambla'nın ortasına geldiğinizde sağda buranın pazarı olan La Boqueria'yı göreceksiniz. Buraya kesinlikle Barselona'da kaldığınız hergün yolunuzu denk getirmeye çalışın. Bizim pazarlardan farklı olarak yerinde atıştırmalar yapıp, ayaküstü yeme-içme yapabiliyorsunuz. Çeşit çeşit meyve suları, tatlılar, meyveler, şekerler, içkiler, tapas denilen meze, deniz mahsulleri ve kimi zaman atıştırmalıklardan kimi zaman ana yemekten oluşan tabaklar. Fiyatlar da Barselona'ya göre uygun.

  • Tekrar La Rambla'ya çıkın, La Boqueria'nın karşı sokağına girin, 10 dakika kadar Jaume caddesine doğru yürüyüp Santa Maria Del Mar Basilikası'na gidin. Her köşede bulunan ayrı dini heykeller ve motiflerle içinde oldukça mistik bir hava var.
  • Aşağıya doğru yürüyünce en sonunda sahile çıkmış olacaksınız. Hava da kararmışsa tam da vaktinde gelmişsiniz demektir. Barceloneta plajının başından ikiz kulelere doğru kumsalda yalın ayak yürüyün. Yol boyunca kumdan ilginç şekiller ve cisimler yapan insanlar göreceksiniz.
  • İkiz kulelerin altında şehrin en ciks gece mekanları var. Fiyatlar oldukça uçuktur, dikkat edin. Yazın gittiyseniz 15€'ya -15 derecede paltonuzla Ica Bar'da içki içmek değişik bir tecrübe olacaktır.

2.gün


  • Metroya binin Sagrada Familia durağında inin. Sagrada Familia mimar Gaudi'nin en büyük eseri. İnşaatı hala devam ediyor, 2030 yılında bitecekmiş. İnşaat devam etse de yapı oldukça etkileyici duruyor.
  • Eserle ilgili daha net bilgi için bir audioguide almanızı tavsiye ederim. Özellikle inşai-mimari işlere ilgiliyseniz 2-3 saatinizi burada harcayacaksınız demektir. Binanın her köşesi size ayrı birşey anlatıyor, hele ki ağaç gibi dallanıp budaklanarak yükselen kolonların çatıda ormanı andıran bir atmosfer oluşturduğu orta kısım beni oldukça büyülemişti.
  • Çıkışta metroya binip Paralel durağında inin, funiküler ile Parc de Montjuic'e çıkın. Teleferik ile Castell de Montjuic'e (Montjuic Kalesi) çıkabilirsiniz ama günlük metro kartları teleferikte geçmiyor, dolayısıyla otobüsü kullanmanızı tavsiye ederim.
  • Kalede Barselona'nın iki yüzünü de görebilirsiniz. Bir taraf boylu boyunca Akdeniz mavisi diğer taraf şehrin betonarme yapısı.
  • Aşağıya indikten sonra oraya yakın olan Olimpiyat köyüne gidip bizim Olimpiyat köyü ile orası arasında nasıl farklar olduğunu görebilirsiniz.

3.gün

  • Yine metro ile L7'nin son durağı olan Av.Tibidabo'ya gidin. Oradan Plaça Funicular'e tramvay olduğu söylense de öyle birşeye rastlayamadık bir türlü, dolayısıyla siz fazla vakit kaybetmeyip otobüsü kullanın.
  • Funiküler ile Tibidabo Dağı'na çıkın ve tüm şehri kucaklayacağınız manzaranın keyfini çıkarın. Funiküler dağa çıkmanın tek yolu ve yaz günleri 19.00-20.00 gibi, kış günleri 16.30'da bitiyor o yüzden geç saate bırakmayın yoksa bir sonraki gün tekrar gelmek zorunda kalırsınız bizim gibi.
  • Dağda ayrıca bir de lunapark mevcut. Gözünü zirveye dikenler daha da yukarıdaki Torre de Collserola'ya da çıkabilir.

  • Aşağı inin aynı yoldan metro durağına gittikten sonra Lesseps durağına gidin. Oradan Park Guell'e giden otobüslere binin.
  • Park Guell yine Gaudi'nin eserlerinden biri. Girişinde Hansel ile Gratelin evini andıran evlerle karşılayıp, Barselona'nın simgesi mozaikten kerkentele ile devam ediyor. İçinde Gaudi'nin kaldığı ev de var, giriş ücretli size kalmış. Hava güzel ise bu büyük parkta dolaşmak tüm gününüzü alacaktır.

  • Gezinizin tarihini Barselona'nın bir maçına denk getirmeye dikkat edin dememe gerek yok herhalde. Ne yapıp edip bir bilet bulup stadda maç izleyin, tamam stadın içini ve müzesini görmenizi sağlayan bir turistik gezi var ama hiçbirşey gerçeğinin yerini tutmaz.
Yeme-içme:
  • Bar Boqueria : La Bouqueria içerisinde taburelerin üzerinde bizim kuzu şiş dahil her türlü et ve deniz mahsullerini yiyebileceğiniz buram buram doğallık ve salaşlık kokan bir tapas mekanı.
  • Giovanni : El Gotic bölgesinde Cucurulla 2'de tam Plaza Cucurulla'nın köşesinde. Çeşit çeşit waffle, dondurma ve krep çeşitlerinden karmalar yapıp yemek üstüne tatlı keyfi yapabilirsiniz.
  • Bella İstanbul : Bir restoranı Barceloneta metro durağının orada Joan de Borbo caddesinde, bir restoranı Sagrada Familia yakınında Carrer Industria 164'te. Avrupa'daki klasik Türk dönercilerine göre daha temiz ve çeşitli ev yemeklerinin bulunduğu bir mekan. Katalanlar gece dönüşü ayılmak için Bambi veya Kızılkayalar niyetine de kullanıyordu burayı.
  • Pollo Rico : La Rambla'dan sahile inerken sağda Sant Pau sokağı 31 numara. Kapının önünde sıra oluyor genelde, tabure üzerinde bar tezgahında tam tavuk, patates, bira , hele bir de TVde maç varsa değmeyin keyfe. Bardaki eleman da hasta Barcalıydı 5 atacaz Madrid'e diyerek 5 euroya iddiaya girdi ama 1-0 ile idare edecek artık.
  • Les Quinze Nits : La Rambla'dan sahile inerken solda katedralin olduğu sokağı devam edin Plaza del Rei'de. Akşam 8e kadar kafe , 8den sonra restaurant. Menüleri güzel, çok da pahalı değil, meşhur içecekleri sangria'yı burada deneyebilirsiniz.
  • Mirablau : Tibidabo'ya çıkacağınız teleferiğin orada, Plaza Doctor Andreu 2. Cam kenarına oturup, özellikle gece gidip sangrianızı içerek şehrin ışıklarına bakarak muhabbetin gözüne vurabilirsiniz. Biraz tuzludur tahmin edeceğiniz gibi.

Yatma-kalkma:

  • Residencia Erasmus : Lesseps metro durağına yürümeyle 5 dakika uzağında. Adından da anlaşılacağı gibi Erasmus için gelen öğrencilerin yoğunlukla kaldığı bir yer. Ama düşündüğünüz yurt ortamı kadar dağınık değil, temizliği hergün yapılıyor, çalışanlar iyi İngilizce biliyor, yeri merkezi, en büyük avantajı ücretsiz interneti olması. Ama yine de otel konforu yok, banyosu biraz ufak, romantizm amaçlı geziye çıkanlara tavsiye etmem. Biz kaldığımızda gecelik kişi başı 22€ idi.
  • BSN Montjuic : Otelin hemen önünden geçen otobüsle 2 durak sonra Espanya metro durağına varabiliyorsunuz. 3 yıldızlı bir otel olmasına rağmen oldukça şık, odalar geniş, içerisinde mikrodalgalı mutfak ve balkonu bulunuyor. Kişibaşı 23€'ya kalmıştık, hem merkezi hem temiz hem de uygun fiyatlı.

Püf Noktaları:

  • Hırsızlara dikkat! Barselona'da hırsızlık oranı oldukça yüksek, hemen her yerde cüzdanı kaptırabilirsiniz. İlk gün gece vakti tenha bir ortamda metrodan yürüyen merdivenle yukarı çıkarken, son kısımda öndeki adam bir şeyi yere düşürdü bilerek ve yürüyen merdiven üzerinde ayaklarını açarak geri geri gitmeye başladı. Haliyle merdiven ilerlediği için biz adama arkadan çarptık ve arkadan gelenler de bize çarpınca karambol ortamı oluştu. O arada Katalanın biri uyanıp yankesicilerin biriyle itişmeye başlamasaydı cüzdanı kaptırmıştık belki de. İstanbul'dakilerden farklı olarak bu tip tiyatral olaylar da yapabiliyorlar, aman dikkat diyorum tekrar.
  • La Rambla üzerinde orjinalinin yarı fiyatına korsan ama çok dikkat etmezseniz orjinalinden ayırt edemeyeceğiniz Barcelona formaları bulabilirsiniz. Şahsen ben kendime orjinal aldım ama sipariş veren birkaç kişiye oradan aldım, farkı anlayamadılar. Pazarlık ile 30€ya kadar fiyatı indirebilirsiniz.
  • Hediyelik eşya satan dükkanlarda çalışanların çoğu Türkçe anlıyor. O yüzden konuşurken dikkat edin ağzınızdan yanlış birşey çıkmasın.
  • Barselona her ne kadar şehir olarak bir büyük şehir olsa da nüfusu sadece 1,5 milyon. Dolayısıyla özellikle turistin az olduğu bir zamanda geziyorsanız, insanların bu şehri tam olarak doldurmadıkları hissi oluşuyor. Mesela İstanbul'daki gibi bir cumartesi gecesi kalabalığını şehrin hiçbir yerinde bulacağınızı ümit etmeyin.
  • Toplu ulaşım için 10,70 €'ya 2 günlük 15,20€'ya 3 günlük sınırsız bilet alabiliyorsunuz. Haftaiçleri gece 12den sonra metro ve kartınızın geçebileceği otobüs yok, o yüzden saatlerinizi ayarlayın, taksiye muhtaç olabilirsiniz.

Maske



Üniversitede aldığım sosyoloji dersi aklıma geldi birden bu fotoyu gördüğümde. Maske takan insanlar, maskesizlere göre daha saldırgandırlar demişti hoca... İnsan gerçek kimliğini gizlediğinde, içgüdüsel olarak hareket edebiliyormuş... Kulaklarını çınlattım gece gece... Bu resim de tam derslik... Sosyoloji 101 alan u/M okuru üniversiteli arkadaşlara hediyemiz olsun...

Sülalece Göztepeliyiz



"Bende büyük takım, küçük takım, ya da renk ayrımı yok. Formasını giydiğim kulüple bütünleşirim, başarısı için terimi son damlasına kadar akıtırım. Ben bir kulübe transfer olduğumda, (Çocukluğumdan beri bu takımın taraftarıyım) diyemem. Hangi takımı tuttuğum merak ediliyorsa, biz sülalece Göztepeliyiz. Gideceğim kulüpte de 35 numaralı formayı giymek isterim."

Cenk Gönen
Denizlispor Kalecisi

Beşiktaş'a transferi üzerine görüş bildirirken

Arshavin Yılın Sporcusu



Her sene sonunda olduğu gibi yılın muhasebesi yapılmakta ve ülkelerin sportif alanlarda bir sene boyuncasergiledikleri iyi-kötü performanslar ortaya dökülmekte. Rusya'da da 2009 senesi içinde Rus pasaportu taşıyan sporcuların bir değerlendirmesi yapılmış ve senenin sporcusu ödülü Arsenalli Arshavin'e gitmiş. Andrei Arshavin birinciliği alırken, rekortmen atlet Yelena İsimbayeva ikinci, CSKA Moskova ve milli takımın kalecisi Akınfeev de üçüncülüğe layik görülmüş. Arshavin ödül gecesi yaptığı konuşmada da bir çok yabancı futbolcunun hislerine tercüman olmuş: "Premier lige gitmeden önce güçlü bir takımda oynarsan, işinin çok rahat olduğunu zannediyordum ama buraya gelince gördüm ki Burnley ya da Wolverhampton'la oysanız dahi, maç içinde nefes alacak vaktiniz yok"

Hayvansevermişim



"Antrenman tesislerinde bir keçinin kurban edildiğini gördükten sonra hayvansever olduğumu fark ettim. O andan sonra ne zaman masamda etli yemek olsa, hayvansever olduğumu hatırlarım."
Darius Vassell
Ankaragücü Futbolcusu

Blogunda duygularını dile getirirken

24 Aralık 2009 Perşembe

Teknik Direktör Kovmada Avrupa Birincisi



Avrupa'nın büyük liglerine ilk yarı sonu itibarı ile bir göz attığımızda en fazla hoca değiştiren ülkenin İtalya olduğunu görüyoruz. Bu sezonun başından beri İtalya Seria A takımlarından 10 tane çalıştırıcının takımla ilişkileri kesilmiş. Peki kim bunlar:

Spalletti(Roma), Gregucci(Atalanta), Donadoni (Napoli), Ruotolo (Liverno), Papadopulu (Bologna), Giampaolo ve Baron (Siena), Zenga (Palermo), Atsori (Catania) ve son olarak da Udinese'yi çalıştıran Pasqualo Marino görevini bıraktı.

İtalyanlar hoca değiştirmeye meraklıyken, İngilizler de tam tersi tutucu, Premier Ligte ilk yarı itibarıyle sadece Portsmouth menajeri Paul Hart ile Manchester City menajeri Hughes görevinden ayrılmak zorunda kaldı....

Bizde ise bu sene hoca kıyımı eski yıllara göre daha az, 18 takımdan sadece 5inde teknik direktörler beğenilmeyip yollar ayrıldı. Siena örneğinde olduğu gibi Denizlispor Erhan Altın'la başladı, onu beğenmeyip Nurullah Sağlam'ı getirdi ama devre bitmeden Nurullah hocanın yerine de Hakan Kutlu yeşil-siyahlı kulübeye geçti... Ama en "bomba" yaratan değişiklik Bülent Uygun-Muhsin Ertuğral arasındaki görev devriydi...

Ajax 14'ledi... İyi Halt Etti...



N'oldu şimdi başınız göğe mi erdi. Bulmuşsunuz amatör takımı, attıkça golleri rekor denemesi yapmışsınız, maşallah 14 tane de gol kaydetme becerisi göstermişsiniz. iyi hoş çıktınız çeyrek finale, bakalım orada da bu gol bereketi devam edecek mi, yoksa bizden bu kadar mı diyeceksiniz...

Galatasaray:2-1:Trabzonspor




Başta kaleci Aykut olmak üzere, Alpaslan, Arda, Caner , kısaca "genç Türklerin" müthiş mücadelesinin ağzımda bıraktığı tad hala devam ediyor, gün boyu bu zevki doya doya yaşadım, şimdi geçelim akılda kalanları arşivlik karalamaya...

Kupa maçları yıllar geçtikçe eski tadından uzaklaşmaya başlamıştı, hocalar ligte şans veremedikleri oyuncuları oynatıyor, taraftarlar gereken önemi göstermiyor, yönetimler maç biletlerini düşürebildikleri rakamlara indiriyorlardı... Hatta bu maçların takımların lig ve Avrupa maratonunda "yük" olduğunu belirtenlere bile rastlanıyordu. Kupanın tek ilgi çekici yanı kalmıştı, o da herkesin Fenerbahçe'nin 2o küsür yıl sonra ne zaman Türkiye Kupasında mutlu sona ulaşacağını merak etmesyid, onun dışında pek bir espirisi yoktu bu mücadelelerin. Oysa, bu sene işler değişti birden.
Yıllardır şifreli kanallardan yayınlanan maçlar bir andaTRT sayesinde evimize giriverdi. İnsanlar ailesiyle beraberçayını-içkisini "evinde" içerek maç izleme tadına bir kez daha varıyorlardı. Gün içinde yemek molasında Giresunspor-Bursaspor maçını izledikten sonra evine gelen bir çalışan, eşi yemeği hazırlarken Fenerbahçe-Altay maçını izliyor, yemek sonrası da ailecek takımının maçını seyretmek üzere televizyon karşısına kuruluyordu. Şifresiz kanaldan yayınlamak stadlardaki seyirci ortalamasını düşürecek diyenler de yanılıyor, hafta içi olmasına rağmen stadlarda dudak bükülmeyecek ölçüde seyirci yer alıyordu...
Ziraat Türkiye Kupasının son maçı, belki de ilk hafta maçlarının en renklisi ve zevklisiydi. 3 gün önce evinde Fenerbahçe'ye kaybetmiş Trabzonspor, İstanbul'da Galatasaray'dan puan alma hesabı yaparken, yabancılarını noel tatiline yollayan Galatasaray "yerli malı" bir kadro ile Sami Yen'de boy gösteriyordu...
Kalede her zaman tercih ettiğimiz Aykut yer alırken, onun önünde Sabri-Servet-Emre-Alpaslan yer almakta, orta sahayı parsellemek görevi Mustafa-Ayhan ve Arda'dayken, ilerde de Caner-Aydın-Barış yer alıyordu... Arka bölge nispeten beklenilen oyunculardan kurulurken, ilerde sürpriz vardı, zira Rusya'da kanatta oynayan Caner, Galatasaray'a geldiğinden beri sol kanatta Kewell, Arda gibi alternatiflerin arasından sıyrılamayacağı için Hakan Balta'nın alternatifi yapılmak isteniyor, defansif yönü zayıf olduğu için de "göze batan" hatalar yapıyordu. Dün gece Rijkaard kendisini ileriye sürünce, yularından boşanmış taylar gibi özgürce dolaştı yeşil çimde ve de şapka çıkartılan bir gole imza attı... Peki, Kewell dönünce ne olacak, Caner tekrar sol bek için düşünülecek, defansif yetiler kazanması için uğraş verilecek, umarım kendisinden olmayan özellikler kazanmasını beklerken Caner'den, sahip olduklarını da kaybettirmeyiz... "İyi oynarsın sorun, kötü oynarsın gene sorun", garip oyun bu futbol...
Gecenin bir diğer dikkat çekeni Arda Turan'dı... Kaptan, son haftalarda kendisine yapılan tepkilere cevap verircesine, futbol resitali sergiledi taraftara. Topla uzun süre oynaması çok yadırganıyor Arda'nın ama onun özel bir yanı var diğer topu seven topçulardan, başkaları topu ayağında tutup, kendini ön plana çıkarma gayesi peşinde koşarken, Arda'nın tek amacı arkadaşını en uygun ve rahat şekilde topla buluşturmak. Bu ayrıntıya uzun zamandır dikkat ediyorum, kendisine gelen topu sırf pas olsun diye arkadaşının önüne atmıyor, "rahat" pas yaratmanın peşinde Arda Turan, tabii bunu ararken de topu kaptırabiliyor ve tepkiyi üzerine çekiyor, tersi olsa atacağı topu arkadaşı zor pozisyonda kontrol edemese taraftarın gazabına arkadaşı uğrayacak, bir kaptan olarak "gemisini" en iyi şekilde yürütmenin hesabında Arda Turan, "büyük kaptan"...

Ve gelelim Aykut'a... Sevmeyeni, seveninden daha çok Aykut'un ve ben de azınlıktaki grubu ait oluyorum. Yıllardır, yabancı kalecilerin ardında bekleyen Aykut'u artık görmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Dün gece yaptığı kurtarışlarla 3 puan alınmasının en önde gelen oyuncularından biriydi. Özellikle 51. dakikada Cale'nin topunu çıkarışı vardı ki Leo Franco o topu sadece izlerdi, buna da kalıbımı basarım.Hata yapmıyor mu Aykut, tabii ki de yapıyor ve onun yaptıkları göze "kazık" gibi batarken, Mondragon'un,De Sanctis'in, Leo Franco'nun yanlışları gözlerde "toz kaçmış" havası şeklinde geçiştirilmektedir. Yabancı hayranıyız toplumca, bunu inkar edersek çarpılırız... Tribüne oynamayacağım, aklımdakini dosdoğru söyleyeceğim, Leo Franco gibi soğukkanlılık kisvesi altında "ruhsuzluk" belirtileri gösteren bir kaleci olacağına kalemizde gerekirse topu ıskalayan ama "canı gönülden" oynayan Aykut olsun bana yeter...
Hırs ve "canı gönülden" oynamak demişken, dün gece Galatasaray'ın oynadığı oyunu beğenmeyen var mıdır bilmem, mutlaka eleştiren çıkacaktır, herkesin futbol zevki ve mentalitesi farklı, kimseyi yadırgamamak lazım. Benim için de önemli olan savaşan bir takımı izlemek, mücadele eden oyucnuları desteklemek. Bu uğurda gerekirse maçlar da kaybedilsin ama maç sonunda hem topçu hem de taraftar sarı-kırımızılı formanın sonuna kadar ıslandığını bilsin, hissetsin... Hatta Sabri gibi olsun, sakatlanacağını bile bile oyunun bırakmasın...


Stat: Ali Sami Yen
Hakemler: Fırat Aydınus, Bahattin Duran, Alpaslan Dedeş
Galatasaray: Aykut, Sabri (Dk. 82 Linderoth), Emre Aşık, Servet, Alparslan (Dk. 76 Berkin), Mustafa, Ayhan, Barış, Caner, Arda, Aydın (Dk. 90 Çetin)
Trabzonspor: Onur, Ömer (Dk. 46 Umut), Song (Dk. 83 Tjikuzu), Giray, Cale, Serkan, Selçuk, Ceyhun, Gabric (Dk. 65 Engin), Alanzinho, Gökhan
Goller: Dk. 40 Caner, Dk. 47 Arda (Galatasaray), Dk. 54 Song (Trabzonspor)
Sarı Kartlar: Dk. 38 Caner (Galatasaray), Dk. 65 Selçuk (Trabzonspor)

23 Aralık 2009 Çarşamba

CSKA Sofya'dan Transfer Haberleri


Bulgaristan'da ligin devre arasına girmesinden sonra, alışık olduğumuz transfer söylentileri de aldı başını gidiyor. UEFA Avrupa liginde oldukça başarısız bir performans sergileyen kırmızılı oyuncular, yine de kendilerini gösterme şansı bulmuş gözüküyor "futbol simsarlarına"... Bulgaristan gazetelerinde yazılan haberlere kısaca bir göz atalım:
-Yaz başında Ivan Ivanov için CSKA'nın kapısını çalan Alman kulüpleri, başkent ekibinin pazarlığı 1.5 milyon euro'dan açınca, "ocak" ayında görüşürüz deyip ülkelerinin yolunu tutmuşlardı. Bu transfer döneminde , Avrupa kupalarından da elenince elindeki oyuncuyu vermeye daha yatkın olan Bulgar ekibninin kapısı beklenildiği gibi çalınmadı. Çünkü, disiplin anlayışıyla dünyaya nam salmış olan Almanlar, bar çıkışı olay çıkarıp, bışak darbeleriyle yaralanan bir oyuncuyu kulüplerinde istememektedirler.
-Defans oyuncusu arayan süper lig takımları için bir duyurumuz olsun. CSKA yönetimi milli takım tecrübesi de olan Kiril Koptev'i 400 bin euroya Süper Ligte oynayan bir Türk takımına verme planları yapmaktadır. İki aya kadar Penev'in defansta vazgeçilmezi olan Kotev, daha sonra ortaya çıkan disiplinsiz hareketleri nedeniyle kadro dışı kalmıştı...
-Günün bombası ise İspanyol Celta kulübünden geldi. İspanyollar, 1.2 milyon euro karşılığından CKSA ekibinden teknik direktör Luboslav Penev ile birlikte Morozs, Delev ve İvan İvanov'u istemişler.
-Esas tekliflerin gelmesini beklediğim oyunucu olan Brezilyali Michel Platini'ye Rus ve Japon kulüplerinden teklifler gelmeye başlamış bile. CSKA yönetimi ise oyuncusunu en azından 1.5 milyon euroya elden çıkarma niyetinde.
-CSKA sadece oyuncu satma niyetinde değil aynı zamanda gitmesi muhtemel futbolcuların yerine de alternatifler peşinde. Bunlardan biri de Makedonya ulusal takımının tecrübeli ismi İgor Mitreski. Kırmızı beyazlı yönetim Makedon oyuncu ile her konuda anlaşmış ve sağlık kontrolleri de yapıldıktna sonra 1.5 yıllık sözleşme imzalanacakmış...

Blog Widget by LinkWithin