30 Haziran 2012 Cumartesi

Koç Savaşları ve Galatasaray'ın Tuhaf Hikayesi


Son dönemde bir hayli gündemi meşgul eden en önemli nüveydi 4 büyük takımın (basketbolda tabi) koç tercihleri. Ligin en iyisi ve Avrupa'da toplama vurduğumuzda belkide en başarılı ekiplerinden Beşiktaş Milangaz (bu adla tarihin tozlu sayfalarında da yer alacağı kesinleşti) sponsor krizi ile karşı karşıya kalmıştı. Kalacağı en baştan belliydi. Takımda 6-7 en üst seviyede oyuncu vardı ve Ergin Ataman bunlardan iyi bir mini takım yaratmış rotasyon ve maçların yoğunlaşmasıyla yorgunluk, sakatlık gibi skıntılarla karşı karşıya kalsa da, bu sıkıntıları yaşayacağı en son etap olan Lig şampiyonluğunu Efes'i yenerek elde edebilmişti. Arroyo, Erceg, Bonsu, "İlah" Hawkins müthiş karakter ortaya koydular ki Hawkins'i ortaya koyduklarını tarif etmek için Türkçe sözlüğü bir hayli karıştırmak gerekebilirdi. Konuyu fazla dağıtmadan özete geçelim: Bu oyuncuları tekrar bu seviyede tutabilmek en başta Ergin Ataman gibi bir koça, Beşiktaş gibi basketbola fazla karışmayan bir yönetime, tıkır tıkır yatan paralara ve en önemlisi bu seneki bütçenin 1,5 katı fazlası bir sermayeye ihtiyaç vardı. Kulübün içinde bulunduğu mali kriz Ayyuka çıkmış ve tek umut Milangaz firmasına bağlanmıştı. Onlar da bu sene böyle bir niyetlerinin olmadığını açıklayınca pusuda bekleyen Galatasaray Ergin Ataman'la anlaştığını aynı gün içinde duyurmuş oldu. Yani Perşembenin gelişi Çarşamba'dan belliydi ya neyse.

Bu sebeple koçsuz kalan Beşiktaş "Feda" projesi kapsamında kulübün değerlerine yönelmişken, bana gören yılın transferini yaptı ve Erman Kunter'i takım başına getirdi. Bu süreci Fikret Orman'ın çok iyi yönettiğini göstermiş oldu. Kulübe bir sene içinde 10 milyon dolar para verip geçici başarılarla avunmak yerine, o parayı 3 seneye böler atırarak uzun vadede şampiyon olur, ekibin başına da bu işin pirini getiririm diye düşündü.  Zaten halihazırda alınmış bir şampiyonluk var ki seneye şampiyon olmasa takım kaç Beşiktaş taraftarı üzülür ki. Zaten dediğim gibi Feda anlayışı iyi oturmuş durumda ve o fedakarlığı yapacak çok önemli bir taraftar grupları da var. Sonuca gelecek olursak; bu yeni yapılanma içinde Kunter ile çalışacak yönetim, oyuncular ve onu destekleyecek taraftar her zaman "balın iyisini "yiyecektir. Erman hoca'nın başarıları ortada ve Cholet'de yaptıkları her antrenöre ve kulübe nasip olmayacak başarılar. Ben bir basketbol oyuncusu olsam veya genç olsam parayı marayı bir kenara bırakıp o ekibin içine girmeye çalışırdım. Bu arada Erceg Cska'ya gitti. Arroyo hayatta az paraya durmaz. Bonsu'nun akıbeti belli değil. Hawkins de Galatasaray rotasına yelken açmış durumda. Bakalım, bu noktada denizin durumu ne gösterecek.

Koç savaşlarının bir diğer yakasında Fenerbahçe Ülker bulunuyordu. Avrupa'nın en önemli antrenörlerinden birine sahipti Fener. Ancak Spahija'nın düşündükleri ile kulüp, yönetim ve oyuncuların düşündükleri bir türlü uymadı. Spahija'nın da yanlışları var elbet. Ancak 2 yıllık bu sürecin ilk yılı gayet başarılı iken, ikinci yılı boşanma evresi şeklinde gelişti. İlk celsede olmasa da sona kadar beklem kararı alındı ve BBL'ye ilk turda elenilmesiyle Spahija ile yollar ayrılmış oldu. Ardında da kulübün ve türk basketbolunun en değerli ismi Aydın Örs basketbol koordinatörlüğünü bıraktı. Galatasaray'ın Oktay Mahmuti ile bozuşması sonrası Önce Mahmuti ile görüştüler. Ardından Avrupanın en önemli iki koçu Obradovic ve İvkovic ile... Obradovic ve Fenerbahçe'nin kimyası tutardı tutmasına ancak Obradovic'in karakteri ile yönetim zıtlaşabilirdi. Aynı şekilde İvkovic ile. Bu antrenörler ile aynı zamanda Pianigiani ile görüşmeler olduğu belirtildi. Bir Galatasaray'lı olarak rakibinin başına gelmesini istemeyeceğin isimleri say deseler Fenerbahçe'nin görüştüğü bu koçların hepsini sayardım. Pianigiani benim çok saygı duyduğum bir koç. Basında "Ergin Ataman'ın yardımcısıydı" minvalinde haberle piyasaya tanıtılmış olsa da Ergin Ataman sonrası kulübü 7-8 senedir Avrupa Liginin en iyi takımları seviyesinde tutmayı başarması, en silik oyunculardan müthiş verimler alması, kurduğu her takımdan maksimum verim alacak yapıyı oluşturması yeterli örnekler benim adıma. Siena gibi Eurolig kurmayları için küçük bir şehirden müthiş bir organizasyon yaratması da cabası. Bavulunda bu kıyafetlerinin hepsi olacak. Fenerbahçe için çok büyük bir adım. Daha fazla adım atabilmesi için yönetimin işine karışmaması gerekir. Ayrıca mevcut kadrodan Engin Atsür Galatasaray'la anlaştı. Mirsad'a jübile önereceklermiş ki onun da bu öneriye olumsuz cevap verdiği ve Ergin Ataman ile olan samimiyetinden dolayı Galatasaray'a abilik yapmaya geleceği söyliyor.

Savaşın yaşandığı bir diğer kulüp Avrupa'nın en yüksek bütçeli kadrolarında birini kurup hayak kırıklığı yaşayan, yolun yarısında direksiyonu Zouros'a emanet eden Anadolu Efes . Zouros hamlesi, takımın dağınık havasını toparlamakla kalmadı ve BBL finalinde belli bir duruş ortaya konmasını da sağladı. Zouros en azından takımdaki Türk oyuncuların performansına güvenip sistemini onun üzerine kurmuştu ki sezona felaket başlayan Kerem Tunçeri play-offlarda gözlere ve beyinlere ziyafet çekecek performanslar ortaya koydu. Sakatlıktan dönen Kerem Gönlüm'ün skorer yönünü kullanması, Final serisindeki 0.9 saniye mucizesinde Kerem Tunçeri ve Doğuş Balbay ikilisine oyunu çizmesi( Takımda fazlasıyla atletik oyuncu bulunmasına rağmen) Doğuş Balbay, Cenk Akyol ve Sinan Güler'e daha fazla süre vermesi, Batista'yı kullanma konusunda ısrarcı olması ne kadar akıllı bir koç olduğunu gösteriyordu. Ancak Batista ve Savanovic dışında yabancı katkısı alamayışı, takımı kendisinin oluşturmaması gibi faktörler Efes kariyerinin final serisinin sonuna kadar olmasına neden oldu. Bence her Efes taraftarının Zouros'a bir teşekkür borcu var. Gelelim Zouros sonrasına...

Zouros'un ayrılması sonrası Fenerbahçe için adı geçen tüm antrenörler Efes için de aynı paragrafta anılmıştı. Obradovic, İvkovic, Pianigiani, Mahmuti... Lafı fazla uzatmanın anlamı yok çünkü Efes'in yönetimsel bazdaki ego anlayışı zaten bu koçların hiçbiriyle anlaşabilecek yapıyı oluşturamazdı. Ancak benim için sürpriz olan gelişme Oktay Mahmuti ile anlaşılmasıydı. Sürpriz derken; birincisi Avrupa'dan çok ciddi teklifler olduğunu biliyorduk Mahmuti'ye. İkincisi Efes yönetimiyle geçmişte yaşadığı sıkıntılar vardı. Ancak Oktay Mahmuti'nin çok büyük bir yüreğe ve anlayışa sahip olduğunu unutmuşum ki düşününce hem Efes hem de kendisi için yine Efes kariyerinin daha iyi olacağını anladım. Hem kesenin ağzını açmış bir Efes buldu karşısında hem de eski Mahmuti'nin olmadığını daha iyi bir şekilde döndüğünü Benetton ve Galatasaray senelerinde kanıtlamış oldu. Yazın  bir diğer bomba transferi de Efes adına gerçekleşmiş oldu. Bu saatten sonra takımın durumu çok önemli olacak sevgili koçum adına. Büyük kontratlarla nasıl savaşacağı, transfer politikası, -yine duramayacağım ama- yönetimin politikası koçun 2. Efes dönemi için belirleyici unsurlar olacak. Ayrıca Kerem Gönlüm'ün Galatasaray'a gitme ihtimali (ki bence Oktay Mahmuti'nin Efes'e gitmesiyle bu ihtimal sona erdi) Kerem Tunçeri ve Cenk Akyol'un da adının bizimkilerle anılması sürecin içinde önemli gelişmeler olacaktır. Unutmadan Jamon Gordon'ı alarak en önemli transferi yaptı. Jamon'ın gidişi bana çok koydu desem siz de anlasanız.

Başlığın tuhaf hikaye kısmı bize aitti bildiğiniz gibi. Beşiktaş serisi ile başlayan süreçte o kadar çok şey oldu ki hangisinden başlasak bilemiyorum. Benjamin Button'ın tuhaf hikayesi filmindeki gibi yaşlanmış ama içindeki enerjiyi keşfedecek bir çocuk bulmuştu Mahmuti buraya geldiğinde. Cem Akdağ'ın hakkını teslim etmek de gerek unutmadan. Ancak devrimin en önemli kıvılcımını Oktay Mahmuti ve Adnan Polat yönetimi çakmıştı. Mahmuti bir sene önce son hafta lige tutunmak zorunda kalan takımı alıp o bir senelik süreçte BBL'de final oynayan yenilse bile ortaya koyduğu mücadele ile taraftarına inanılmaz duygular yaşatan bir takım yaratmış, uzun yıllar sonra basketbol Galatasaray'da bir numaralı spor olmuştu. Her maçın tam doluluk oranıyla oynandığı play-off serisi ve müthiş Fenerbahçe final serisi takıma olan inancı iyice artırmıştı. Galatasaray BBL finaline çıkarak Eurolig için bir Wild Card elde etmiş ve eleme oynamaya hak kazanmıştı. Oktay Mahmuti'nin akılcı transfer hamleleri, yardımcılar Recep Şen, Emir Alkaş ve diğer kurmayların özverileri, Haluk Yıldırım'ın takıma yaptığı abilik ve gösterdiği performans, Hakan Üstünberk'in gösterdiği örnek ve Baskebol yöneticiliği için ders kitaplarına girecek anlayışı, taraftarın desteğiyle en yüksek seviyeye ulaşmış ve Galatasaray basketbolu zihinsel anlamda ulaşabileceği en üst seviyeye ulaşmıştı. Başka takımların ulaşmak için yıllarca uğraştığı bu zihniyet başta Oktay Mahmuti'nin meziyetleri sayesinde oluşmuştu. Takımın önce Eurolig elemesinde yenilgisiz bir şekilde elemeyi geçip Futbol deyimiyle devler ligine kalması, Abdi İpekçi'nin gelen her takıma dar edilmesi, Avrupa liginde 2. tura kalması, burada gösterdiği muazzam performans, Olimpiakos ve CSKA galibiyetleri o zihinsel eşiği öyle herkesin ulaşamayacağı bir noktaya çıkarmıştı. Olimpiakos deplasmanında oynanan tamam mı devam mı maçından sonra Avrupa ligine veda edilmiş, bütçe-süreklilik- başarı- taraftar ekseninde bakıldığında Galatasaray 2011-2012 Eurolig sezonun  en başarılı takımı olmuştu. Oynadığı maçlarda en yüksek doluluk oranına sahip takım olarak da dikkatleri çekmişti. Aslında bunların hepsini biliyorsunuz ama ben bir daha hatırlatmak istedim çünkü ne olduysa bu süreçten sonra oldu. Hakan Üstünberk'in -tam zamanının hatırlayamıyorum affedin- nedeni bilinmeden basketbol şubesini bırakması, Avrupa ligi maçları süresinde her maça gelen yönetimin daha tribünlere uğramaması, ilk etapta ayrıntı olarak bile görünmese de sıkıntı da oluşturmamıştı. Galatasaray lige döndüğünde hala birinciliği garanti değilken Beşiktaş, Fenerbahçe, Efes, Banvit gibi rakiplerini de yenerek bilmem kaç yıl sonra lig birinciliğini de tamamlamıştı. Her şey hala yolunda gidiyordu ancak yönetimsel anlamdaki boşluk günden güne de kendini hissettirmişti. Patlak verdiği nokta ise Beşiktaş serisi oldu. Öncelikle şunu belirtelim. Oktay Mahmuti öyle çevremde şu olsun, bu olsun, diye yan çizecek bir antrenör değildir; olmamıştır da. Ancak Beşiktaş serisinde sahada adeta dayak yemeye başlayınca o ayyuka çıkan küfür hadisesi oluştu. Denilene göre Oktay hoca başkanı arıyor ve Turgay Demirel'i arayıp hakemlerine çeki düzen vermesi konusunda serzenişlerini belirtmesini istiyor. Başkan da şike muhabbetlerinin döndüğü bir ortamda aramak doğru olmaz diyor. Bunun üzerine Oktay hoca peki deyip telefonu kapatıyor ve "hay ben böyle yönetimin" ile başlayan bir küfür sallıyor ortaya. İşgüzarın biri de bunu hemen yetiştiriyor tabi. "İşgüzar" lafına alınacaklar alınsın baştan söylüyorum. Yıllardır bu kulüpte "kol kırılır yen içinde" muhabbeti yapılır ve her şey örtbas edilirdi. Bu anlayışla kulübe ne zararlar verildiği ortada. Kaldı ki yaşanılan süreci etüt etmek, takımı ne kadar yalnız bıraktığını düşünmek yerine 10 gün önce 4 yıllık sözleşme imzaladığın antrenörünü "Galatasaray'ın etik değerleri" kisvesi altında hemen yargılayıp dar ağacaına çıkaran anlayışa sormak lazım hala Felipe Melo'yu almak için niye uğraşıyorsunuz ya da neden affetiniz diye? Onlar da etik değerlere zarar vermedi mi ya da sizlere... Bunları yaparak o hergün eleştirdiğiniz, internet sitenizde kınadığınız gazetelerden, yorumculardan ne farkınız kaldı. Bu yazıyı okuyan taraftar arkadaşlarım da kızmasınlar bana. Yenildiğimiz, kötü oynadığımız veya bunları geçtim hiç mi bir Galatasaray maçı sonrası küfür etmediniz? Etmedim diyeni kendi vicdanı ile başbaşa bırakıyorum. Oktay Mahmuti' de bir insandır. Küfür de eder, söver de. Ama ne için o küfürü ettiği ve serzenişinin neden bu boyutta olduğunu iyi düşünmek gerekir. Sonraki süreç zaten tamimiyle Oktay Mahmuti'yi yıpratma politikası olarak geçti. Oktay Mahmuti elindeki yapı bozulmasın diye alacağı paradan bile vazgeçmişken 2 gün sonra sözleşme imzalanacağı taahhüt edilip 10 gün sonra kulüpten ayrıldığı açıklanırken en büyük ayıbı Galatasaray yönetimi yapmıştır. Oktay Mahmuti de onurlu her insanın yapacağını yapıp istenmediği yerde durmamıştır. Şimdi aynı politika 2 senedir bu takıma her şeyini veren Tutku Açık'a yapılıyor, Jamon Gordon zaten akıllı adam olacakları görüp gitti. En azından inandığı şeyin yanında olmayı tercih etti. Yönetime bu yüzden büyük kızgınlığım var. Geçen sene sahanın ortasında alnının teri gözyaşına karışanlardan, takıma kimlik kazandırmaya çalışanlardan, elindeki potansiyel gencin gelişimini ve takıma katkısını düşünüp yıllık 3 milyon dolar alacak olan bir oyuncudan vaz geçen bir antrenörden söz ediyorum. Bilmem herkes bunun farkında mı? Blog aleminde özellikle Fenerbahçeliliği ve Avrupa basketboluna hakimliğiyle tanınan bir gönül dostum var; o beni tanımasa da. Yaşanan süreci onun sözü ile tamamlayayım: "Bir Fenerbahçeli olarak bana rakibine zarar verecek bir hamle geçti eline al kullan deseler Oktay Mahmuti'yi çeker alırdım" Olaya mikro düzeyde bakacak olursak ezeli rakiplerinizle yarışma konusunda geriye düştüğümüzün göstergesidir tüm bu yaşananlar. Galatasaray yönetimi Melo-Riera krizini ne kadar iyi yönettiyse Oktay Mahmuti olayını o kadar acemice yönetmiştir.

Ergin Ataman'a gelecek olursak. Bu kadar karamsar şeylerden bahsetmiş olmam sizi yıldırmasın. Ataman ile Oktay Mahmuti aynı tedrisattan geçmiş yoğurt yiyişleri farklı olan iki farklı antrenör. Ergin Ataman için Galatasaray bir fırsattı ve bunu iyi kullandı. Geçmişi, başarıları ortada. En yakını geçen sezon kazandığı üç kupa. Bir de elinde Oktay Mahmuti'den kalan iyi bir yapı var ve özellikle Beşiktaş'da yaşadığı savunma krizini yaşamayacak. Oyuncuların büyük çoğunluğuyla çalışmışlığı da var. İlk hamle olarak Engin Atsür takıma dahil edildi. Jamon Gordon'un gidişine ağıtlar yakma aşamasındayım. Kerem Gönlüm, kariyerini Galatasaray'da sonlandırmak istiyordu. Efes'le sözleşmesi bitti. Ancak Mahmuti faktörü Efes'te kalması yönünde karar almasına neden olabilir. Beşiktaş'ın her şeyi ve Ergin Ataman'a büyük saygı duyan David Hawkins büyük ihtimalle Galatasaray forması giyecek. Yeni bir oluşum yeni bir yapılanma ve bu yapılanmaya Basketbol şubesi koordinatörü olarak Murat Özyer getirildi. Kulübün sportif direktörü de zaten Lütfi Arıboğan olmuştu. Galatasaray böylece  yıllar öncesinin Ülkerspor yapısını çatısında toplamış oldu. Mutlaka iyi bir şeyler çıkacaktır ama hangi seviyede olduğunu zaman gösterecek. Unutmadan yönetimin Ergin Ataman ile anlaşma sürecinde gösterdiği "üzerine atlama" mantığı hoş durmadı. Ayrıca Ergin Ataman'ın çenesi de pek durmaz, hatta hiç durmaz. Tanımayanlara hatırlatmış olalım. Transferler bir gerçekleşsin, yeni sezonu ve gelişmeleri değerlendirmiş oluruz.

29 Haziran 2012 Cuma

Postacı Sevinir mi?


"Gol attığım zaman sevinmiyorum çünkü sadece işimi yapıyorum. Postacı mektupları dağıtırken, seviniyor mu?"
Mario Balotelli
Manchester City'li Futbolcu
İtalya Milli Takımında attığı goller sonrası neden sevinmediğini açıklarken

Basketbol


Basketbol budur işte!

Ultras Alt Kültürü Ve Yanlış Anlaşılmalar Üzerine


Ultras Project'te Ultras kültürü hakkında Erdal Güngör'den aydınlantıcı bir makale. Devamı da gelecekmiş, beklemedeyiz...



Ultras kültürünün sıkı takipçisi Erdal Güngör bundan sonra Ultra tarihi ve kültürüyle ilgili  yazılarını bloğumuzda bizimle paylaşacak. Kendisine projeye hoşgeldin diyoruz.
Geçen bir dostumla “Ultras” üzerine tartıştık. Kendisi ultra hareketinin tribün kültürü olduğunu iddia etti ve sürekli klişe haline gelen şiddet mevzusunu ileri sürdü. Ultraların maçlara sade kavga çıkarmaya gittiklerini ve İtalya’da ultra hareketi bu yüzden büyük darbe alıp bitme noktasına geldiğini söyledi. Zamanla şunun farkına vardım, Ultras hareketini çoğu kişi yanlış biliyor. Bu benim çok bildiğim anlamına gelmez, yanlış anlaşılmasın lakin bende ilk başlarda doğru algılayamamıştım. Sonra yaptığım araştırmalar Ultras hareketi bende tam anlamıyla tribün kültürü olmadığı kanaati oluşturdu.

Ultras hareketini anlamak için iki ayırmalı!
1. 1968 senesinde İtalya’da başlayan!
2. 1980’lerin başında Avrupa’nın diğer ülkelerine yayılan!
Birincisine gelince. 1968 yılında kuzey İtalya’nın sokakları ve üniversitelerinde “lotta continua” adı altında parlamento dışı solcuların başlattıkları hareketi tribünlere taşıyıp sürdürmeleridir. İtalya’da başlayan Ultra hareketinin birçok dönüm noktası olmuştur. En güçlü ve anlamlı dönemi 1968-1979 yılları arasında geçmiştir. 1979 yılında “lotta continua” birliğinin dağılması ultras hareketini olumsuz yönde etkilemiştir. Bazı büyük efsane guruplar parçalanmış ya da tamamen kendilerini fesih etmişlerdir. 1980 yılında başkent derbisinde işlenen paparelli cinayeti parçalanmış ultra hareketini bir başka yöne çekmiştir. Dağılan büyük grupların içinden ufak yeni gruplar çıkmış ve bunlar eski ağabeyleri gibi delikanlıca çatışmak yerine kalleşçe, başta bıçak olmak üzere ölümcül aletlere başvurdular. Geçmişte önceden haberleşip belirlenen eşit sayıda çatışmalar, birbirine sinsice tuzak kurmak bir kişi üzerine onlarca kişinin saldırmasına dönüştü. Yalnız şunu herkes iyi bilmeli! İtalya’da başlayan ultra hareketi asırlardır süren mahalli milliyetçiliğinden etkilendiği kesin.
Bir de yirmi seneden fazla süren Andreotti hükümeti süresinde İtalya halkında şiddet yaşamının bir parçası haline gelmişti. Ve bu yüzden her Pazar günü statlarda yaşananları kimse yadırgamıyordu, ne zaman küçük çocukların olaylara karışıp vahşice yaralanıp öldürülmeleri toplumun dikkatini çekti.  İkincisine gelince. 1980 yıllarının başında Ultra hareketi İtalya sınırlarını aşıp Avrupa’nın diğer ülkelerine yayıldı. İlk Fransa’da görülen ultras hareketi buradan Portekiz, İspanya, Almanya, Avusturya, İsviçre vb. Son olarak da yeni oluşan doğu blok ve Balkan ülkelerinde de görülmeye başlandı. Avrupa’nın diğer ülkelerine yayılan Ultra hareketi tribünde başlamıştır ve İtalya’da olduğundan daha az siyasetle meşgul apolitiktir. Yinede bazı ülkelerin tribünlerinde devrimci hareketin sembolü haline gelmiş Che Guevara resimleri tribünlere asılır.
Avrupa’da Ultra hareketi genelde apolitik duruş sergiler, siyasi olanlar solcudur. İtalya’da olduğu gibi sağcı ultralar hiç yok kadar azdır, sağcı grupların hemen hepsi holiganizmle ilgilenir! Ultra hareketi İtalya genelinde aynı olsa da Avrupa’nın her ülkesinde farklı yaşanır. Futbolun temel içgüdüsü “Şiddet” her zaman bu alt kültürün parçası olmuştur ve bu böyle devam edecektir! Şiddettin de farklı boyutları vardır. Demin yazdığım “Futbolun temel içgüdüsü” mesela! Futbol mücadeleye dayalı takım oyunu olduğu yanı sıra, maç içinde zaman, zaman oyuncuların münferit güç ölçüşmesidir. Bir başka örnekte teknik direktörlerin kullandığı hatta defans oyuncularına emir ettikleri “top geçer adam geçmez” taktik açıkça şiddette teşviktir!  Ultralar arasında geçen çatışmalarda görülen şiddet futbolun temel içgüdüsüne dayanır ve modern futbola karşı bir protesto eylemidir. Günümüzde şiddetin boyutu değişti, meşale yakmak, küfür etmek, konfeti atmak şiddete karşı önlem amaçlı kanunların kapsamına girdi. Doğruyu söylemem gerekirse, delikanlıca eşit sayıda, yumruk yumruğa toplumu rahatsız etmeyecek yerlerde yapılan çatışmalara karşı değilim! Ama şuursuzca etrafta masum insanlara saldıran, esnafa ve kamu malına zarar verenlerden açıkçası nefret ediyorum!Yalnız şunun da altını çizmeli, topluma çapulcu olarak yansıtılan Ultralar yoksul insanların yardımına koşan sivil toplum örgütü olduklarını çoğu kez kanıtlamışlardır!
Ultralar skora bakmaz, yıldız oyuncuları tanımaz, transferlerle ilgilenmez, kupalar şampiyonlukları pek önemsemezler. Ultralar için her şeyden önce arma, kutsal renkler ve sahada takımın verdiği mücadele önemlidir. Ultralar tamamen bağımsız hareket eder, kulüp yöneticileri ile gereksiz ilişkilere girmez, polis baskısı ve ulusal medyaya karşı renk ayırt etmeden mücadele eder !
Türkiye’de Ultra hareketi?
1990’lı yılları başında Galatasaray tribünlerinde görülen hareket, 2001 yılında yakılan meşaleyle tek çatı altında toplanıp çoğu taraftarı ümitlendirmiştir. Maalesef meşalenin ömrü kısa olmuştur! Türkiye’de  Ultras alt kültürünün bir kısmı 27 Eylül 2008 yılında toprağa verildi.
Ulusal medyanın manşetlerinden düşmeyen, televizyonlarda boy gösteren, diğer yanda futbolu kirleten taraftarı müşteriye çeviren yöneticilere sahip çıkanlar ASLA ULTRA OLAMAZLAR!
Erdal Güngör

26 Haziran 2012 Salı

Camcı/Adı Aşk Bu Eziyetin


Futbol nedir ki? Kimine göre futbol sadece bir oyun, kimine göre de hayatın taa kendisidir. Bazıları için doksan dakikalık bir eğlence, bazıları için de doksanın dakikanın sonrasıdır futbol. "Bir top peşinde koşan 22 adam" diye de tanıtılır futbol en basit ifadeyle ama eksiktir tanım zira "bir top peşinde koşan 22 adamın peşinde koşan milyonlarca renk sevdalısı" diye bitirmek daha doğru olacaktır cümleyi ayak topunun manasını açıklarken... İşte Bursalı yönetmen Suat Oktay Şenocak, doksan dakikanın sonrasını, Bursaspor taraftarının renk sevdasını, futbolun nasıl hayatın taa kendisi olduğunu yansıtıyor beyaz perdeye camcı Metin'in yaşamını anlatırken "Camcı" filminde...


Yugoslav göçmeni Arnavut ailenin oğlu olan Metin, karısı,oğlu ve babasının geçimini tek başına sağlamak için bir akrabasının yanında camcı kalfası olarak çalışırken, hayatının merkezinde ise Bursaspor yer almaktadır. İç saha ve deplasmanda maç kaçırmayan Metin'in bu durumu karısıyla sürekli tartışmasına vesile olurken, kafasını dağıttığı ve huzuru bulduğu yer "tribün ortamı" olmaktadır. Bir aile gibi birbirlerine bağlı olan taraftarların tüm dertleri Bursaspor'un o hafta kazanıp kazanmayacağı iken, tribün reislerinden Sinan'ın Bursaspor'un renklerini aldığı Bursa ovasının yeşilini Amerikan dolarının yeşiline tercih etme gafleti hem kendisini sıkıntıya sokar, hem de arkadaşlarını ateşe atar ve bir deplasman yolunda "hayatın acı gerçeği" ile karşılaşırlar...

Filmin çekimlerine başladığı günden yayınlanmasına kadar geçen süre içinde yönetmen Suat Oktay Şenocak'ün yaşadığı maddi sıkıntılar film ekibini ışık, kamera gibi set ekipmanlarının satışına kadar götürdüğü bilinirken, yapımın çekim kalitesi hakkında konuşmak insafsızlık olacaktır. Zaten, Türkiye'de hayatının "ortası" futbol olan bir taraftarın sosyal ve psikolojik yaşamını anlatmak gibi bir gayeyle yola çıkan bir filmde bizlerin de kendimizi özdeşleştirdiği bir çok sahne yer almaktadır. Bazen deplasman otobüsündeki tezahüratlara eşlik ederken buluruz kendimizi, bazen Hacı Ferik'in "oğlum bu futboldan sana bi' fayda gelmez" öğüdünde kulaklarını çınlatırız babalarımızın. Metin'in eşi Esma'nın "Bütün hayatın Bursaspor, bize bu yaşamda yer yok mu?" sorusuna ve eleştirisinin benzerine sevgilisi yahut karısından maruz kalmayan "tribün insanı" var mı? Sinan'ın kuytu ve loş bir birahanede 3 Tuborg'u devirmesinin ardından iç dökmesini ve vicdan muhasebesini ve "çok mu istedik be abi" yakarışı hiç mi tanıdık gelmedi?


Bursa-Ankaragücü dostluğu, Eskişehirspor'un Süper Lige çıktığı sezonda gündeme gelen 06-16-26 "Anadolu Üçgeni", bir deplasmanda Teksas tarafından kesildiği anlatılan eşek hikayesi, Bursa-Beşiktaş taraftar "nefreti" gibi güncel ve gerçekçi öğelerle, belgesele de yaklaşan filmde, yönetmen yapıma adını veren "Adı Aşk Bu Eziyetin" sözlerinin sahibi ve Bursa deplasman otobüslerinde şarkıları söylenen Yıldız Tilbe'den de "seslere" yer verseydi keşke...


23 Haziran 2012 Cumartesi

Acayip Hikayeler

Galatasaray basketbol şubesinde "bi' haltlar" dönüyor ama şimdilik kimsenin de konuşmaya, durum izahı yapmaya niyeti de yok gibi. Biz taraftarlar da medya dedikodularından, twitter "tvitlerinden", facebook gruplarından yahut taraftar forumlarından gelişmeleri takip etmeye uğraşıyoruz, ama kendim adıma konuşursam "bi' bok" anlamış değilim. Öncelikle Galatasaray basketbol takımında, kelimenin tam anlamıyla "devrim" gerçekleştiren, rekabetçilikten uzak, köhnemiş haldeki takımı "ayağa kaldırıp" kişilik kazandıran, formanın değerini ve alın terinin ne olduğunu gösteren Oktay Mahmuti'ye görev bıraktırılıyor. Hele hele yakalanmış bir sinerjinin olduğu bir dönemde, Başkanın Mahmuti'yle uzun yıllar çalışma niyetinin açıklandığı aylarda. Ve acayiptir, sırdır, gizlidir, sebebi bilinmez, bu işin nedeni halka,taraftara,kamuoyuna açıklanmıyor... Taraftara rağmen, gelecek tepkiler göz önüne alınarak Oktay hoca ile yollar ayrılırken, "para yoksa bende yokum" diyerek Beşiktaş'ı bırakan, Galatasaray'a karşı oynarken, Beşiktaş taraftarının küfretmesi için mola alan ve sarı-kırmızı sevdalılarının "nefret" beslediği Ergin Ataman yeni çalıştırıcı olarak lanse ediliyor. Daha da garibi ve tuhafı, Mahmuti'nin yerine getirilmesi planlanan Galatasaray Lisesi mezunu olup, 2002-2003 sezonunda Oktay Mahmuti'nin geçtiğimiz iki yıldır Galatasaray'da yakaladığı sinerjiyi yakalayan Erman Kunter'den vazgeçilmesi, Beşiktaş'ın hocayı hemen kapması. Yazıda adı geçen üç "koç"tan taraftarca en tercih edilmeyeni yönetimce ya da birilerince takımın başına getiriliyor... Acayip işler dönüyor bu camiada ve biz akıl sır erdiremiyoruz yapılanlara...
Neyse düşünerek kafayı sıyırmak yerine, Mustafa Altıoklar'ın Özlem Tekin'e çektiği klibe atalım pası...

CSKA Sofya Bolu'da

Yeni sezon hazırlıklarına kendi antrenman tesislerinde başlayan CSKA Sofya, yurt dışı kampı için önümüzdeki günlerde Bolu'ya gelecek. 26 Haziran'dan 11 Temmuz'a kadar Bolu Termal Hotelde kalacak olan kırmızı-beyazlılar, burada biri Hagi'nin Romanya'nın Liga 1 (Birinci Lig) e yükselen Vitorul Constanta olmak üzere dört hazırlık maçı yapması bekleniyor. İşte CSKA'nın Türkiye kamp programı:

  • 26.06.2012-Bolu'ya varış
  • 01.07.2012-İran'ın Sepahan takımıyla hazırlık maçı
  • 04.07.2012-Rusya'nın Voolga Novgorod takımıyla hazırlık maçı
  • 07.07.2012-Romanya'nın Vitorul Constanta  takımıyla hazırlık maçı
  • 10.07.2012-Ukrayna'nın Metallurg Zaporozhye  takımıyla hazırlık maçı
  • 11.07.2012-İstanbul'dan Sofya'ya uçuş

22 Haziran 2012 Cuma

Bu Kadar Kolay Mı?

0 Fotoğraf...
1 Paragraf...
2 Cümle...
5 Satır...
49 Sözcük...
411 Karakter...

ve

Oktay Mahmuti "The End"

Bu kadar kolay mı?

istelezzet.com Reklam Filmi Rekabeti Kızıştırıyor!

İstelezzet.com "Yemek Sepet ile Taşınmaz" Diyor

Yemek Siparişi Sepet ile Taşınmaz...:) from Istelezzet on Vimeo.

Eve yemek sipariş verirken artık birçoğumuz telefon yerine interneti tercih ediyoruz. Telefonda dert anlatmak ve sözlü yanlış anlaşılmalara yer bırakmak istemiyoruz. Hele yakındaki restoranların broşürlerinin olduğu bir dosyayı hiç istemiyoruz! Yakındaki tüm alternatifleri görebilmek ve siparişi seçenekler ile verebilmek, birçok kişiyi internetten sipariş vermeye yönlendiriyor. Sektör bu kadar önem kazanınca, bu hizmeti veren yeni yeni web siteleri ortaya çıkıyor.

Sektöre giren güçlü rakiplerden biri de www.istelezzet.com...  istelezzet.com’un viralini merak ediyorsanız, videoya tıklayıp görebilirsiniz. Rakibe gönderme yapma cesaretini Türkiye’de çok fazla markada görmüyoruz ne de olsa! Hem bu video hem de web sitesi çok konuşulacağa benziyor.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Palyaço Tarlada Çalışmalı

Gün geçmiyor ki, Balotelli'nin adının geçtiği bir haberle karşılaşmayalım. Bugün de İtalya'nın sağ görüşlü politikacısı Paolo Ciani, facebook hesabından yukardaki fotoğrafı yayınlayıp "Bu palyaço tarlada çalışmalı" yorumu yapmış altına. Kendisine gelen "ırkçılık" yaptığı tepkilerine cevap veren politikacı : "Beni nasıl ırkçılıkla suçlayabilirler. Ben Avrupa Birliği dışındaki milletlerle çalışıyorum. Balotelli'nin rakibine sert bir faul yapıp, oyundan atılıp arkadaşlarını eksik bırakma ihtimali doğduğunda, kendisine kızdım ve futbol yorumu yaptım. Gol attıktan sonrasında yaptıkları da hiç uygun değildi ki arkadaşları ağzını kapadılar." diye konuşurken, City'li oyuncunun genç nesle kötü örnek olduğunu belirtti.
Bu photoshop ve sözler sonrası Balotelli'den kontra gelmezse şaşarım...

Ankaragücü Uğruna


"Tam görevi bırakayım diyorum, açıklama yapmaya hazırlanıyorum Ankaragücü bitmiş batmış diyorlar yeniden hırslanıyorum"

Hakan Kutlu
Ankaragücü Teknik Direktörü

Twitter üzerinden yaptığı açıklama

Will

Futbol filmleri serimizi Fever Pitch ile devam ettireceğimizi belirtmiştik ama bu gece Will'i seyretme şansına ulaşınca Liverpool "aşkımız" Arsenal' saygımızın önüne geçti ve minik Will'in İngiltere'den Atatürk Olimpiyat Stadına uzanan yolculuğunu blog sayfalarına dökmeye karar verdim. Liverpool'un 25 Mayıs 2005 tarihinde İstanbul'da kazandığı Şampiyonlar Ligi kupasına İngilizler kadar "memleket insanı" da sevinince, Galata Film "basmış parayı" "yabancı kontenjandan" yaşatmaya karar vermiş o tarihi anı yeniden.


3-0 Milan'ın ilk devreyi önde kapamasının arkasından ikinci yarı Liverpool'un "mucizevi" bir dönüş gerçekleştirdiği ve önce eşitliği sağladığı, sonrasında da penaltılarla kupaya uzandığı finale bir çoğumuz gidemediği için "ahlar vahlar" içinde kalırken, Türkçe'ye "Babam İçin" diye çevrilen Will'de yurttan kaçıp, Paris üzerinden Bosna Hersek'i geçip, Türkiye'ye varan Liverpool'un 11 yaşındaki taraftarı Will  kırmızılar gibi "mucizeyi" gerçekleştiriyor, hem maça giriyor, hem de Dalglish, Carragher ve Gerrard ile tanışma fırsatına ulaşıyor. Senarist filmin baş rol oyuncusuna Will adını verirken, yapımın ana fikri hakkında da ip uçları vermeyi ihmal etmiyor, zira "irade, azim,istek" manasına gelen Will ismine sahip ufaklık, babasının hayalini gerçekleştirmek adına zorlu bir yolculuktan "alının akıyla" çıkıyor. Eşinin vefatının ardından oğlunu yurda veren ve uzun yıllar sonrası geri dönen baba, Liverpool taraftarı olan oğluyla, kendisinin bir zamanlar babasıyla yaşadığı "tribün birlikteliği" gibi bir coşkuyu yaşamak için iki adet Şampiyonlar Ligi finali alıp, İstanbul seyahati planı yaparken, beyin kanaması sonrası hayatını kaybeder. Bu talihsiz an, Will'in yaşamını "alt üst" ederken, yurttan arkadaşlarının desteği ile babasının düşlediği yolculuğu gerçekleştirmeye karar verir ve yola çıkar. Bu maceralı yolculuk esnasında Liverpool ile de "idmanlara" çıkan Alek Zukiç adında futbola küsmüş Bosna Hersek'li bir futbolcuyla tanışır. Biletleri sahte çıkan, Paris'te bütün parasını çaldıran Will ile armağan ettiği futbol topunun peşinde koşan yeğeninin mayınlara basıp ölmesinden kendini sorumlu tutan ve futbola küsen Zukiç'i Will'in babasının sözleri bir araya getirir: "Korkularınızın hayallerinizin önüne geçmesine izin vermeyin"

Paris'teki yan kesiciler, Bosna savaşının halk üzerinde bıraktığı acılar ve ayrılıklar gibi gerçekçi öğelere ara ara yer verilse de, Zukiç ve Will'in pasaportsuz ve vizesiz neredeyse bütün Avrupa'yı dolaşması, Dalglish'in binlerce taraftar arasında Will'i görmesi filmi tipik bir pazar sabahı yapımına dönüştürdüğünü de söylemeden geri kalmayalım...

Okulların tatile girmesiyle sinemalarda gösterime giren futbol teması üzerinden baba-oğul ilişkisinin anlatıldığı bu yapıma, Avrupa şampiyonasının da ateşinin yükselmeye başladığı bu günlerde, babalar oğullarının elinden tutup seyretmeye gitmesi tavsiye olunur. Liverpool'u izlemek bizi bozmaz ama keşke buna benzer bizim takımlar hakkında da filmler yapılsa da,  kavga-dövüş-küfür yerine "ayak topunun" romantizmini öğretsek yeni nesillere... Ne diyordu Will'in babası: "Biz hooligan değiliz"

21 Haziran 2012 Perşembe

Platini: 24 Takım Kaliteyi Düşürmez


Michel Platini: "Bu sayede ulusal federasyonları güçlendirecek ve sponsorluk gelirlerini arttıracağız. Futbol kalitesinde düşüş olacağına inanmıyorum. Çünkü buraya şampiyonada mücadele etmeyi hakeden birçok takım gelemedi"

Avrupa Şampiyonlarının benim için en cazip tarafı az, öz sayıda bir nevi Avrupa'nın çekirdek takımları tarafından oynanıyor olmasıydı. 1980'de 4'ten 8'e çıkartılan takım sayısı, 1996'da 8'den 16'ya çıkartıldıktan sonra 2016'da 24 takıma tamamlanacak. Kıtada toplam 51 ülkenin olduğunu düşünürsek takımların neredeyse yarısı şampiyonaya katılacak.

İşin sebebi başkanın yukarıdaki sözünden de anlaşılacağı üzere tamamen duygusal. Şu anki şampiyonada İspanya'nın İrlanda'yla dalga geçmesi veya Yunanistan'ın Polonya ile tepişmesi size ne kadar heyecan verdi bilemeyeceğim ama toplam maç sayısı 31'den 51'e çıkacağı için önümüzdeki turnuvada bunlardan çok göreceğiz. Hele ki gruplarda ilk 2nin yanı sıra en iyi 4 adet 3.nün (ki toplam zaten 6 grup var) gruptan çıkacak olması sayesinde ilk 2 maç sonrasında birçok takım üst turu garantileyecek ve son maçlarda bolca A2 milli takım maçı göreceğiz.

Bu şartlar altında grubunda genelde 2. olan milli takımımızın artık her turnuvaya katılabileceğini düşünmek herhalde işin tek olumlu tarafı.

20 Haziran 2012 Çarşamba

Adam Vass CSKA Sofya'da

Geçtiğimiz sezon şampiyonluğu son maçta Luduogorets'e kaptıran CSKA Sofya, kadroda yer alan bir çok Bulgar ve yabancı oyuncu ile yollarını ayırırken, yeni sezon oluşturmayı düşündüğü takım için Macar oyuncu Adam Vass'ı Sofya'ya getirdi. Frencvaros alt yapısında futbola başlayan ve Stoke City'e transfer olan 23 yaşındaki orta saha oyuncusu, 2007 yılından beri Brescia formasını terletmekte. Ayağının tozuyla havaalanında yaptığı açıklamada CSKA'nın ne kadar güçlü ve kaliteli oyunculardan oluşan bir takım olduğunu belirten Vass, yapılan görüşmeler sonrası anlaşma sağlarsa 4 yıllık mukavele yapması bekleniyor...
***
CSKA işi ağırdan alınca, Vass da bugün Cluj'la sözleşme imzaladı...

19 Haziran 2012 Salı

Hırvatistan:0-1:İspanya


Adaletin var mı futbol? Ya da seni adil misin hayat?
Şu turnuvanın her bakımdan en heyecan verici takımı Hırvatistan bundan sonra yok...
Saha kenarında hangi hoca Biliç kadar maçları yaşadı? Hangisi Biliç gibi bir futbol maçına "ölüm-kalım" mücadelesi olarak baktı? Yarı gevşetilmiş kravatı maç içinde bi' kenara ceketiyle birlikte fırlatan var mıydı? Fatih Terim olsaydı, cevap "evet" olurdu ama şimdi sadece Biliç verdi o heyecanı... Duygu adamları iyidir, hoştur, zarar gelmez kimseye...
Peki, saha içi, maç içi, puan ve puanlar almak için taktik formasyonla bu kadar  oynayan var mıydı? Oyuncu kalitesi belli ama "pes etmeden" kazanmak uğruna elinden geleni yapan bu takımın hakkı Yunanistan kadar yok muydu?
Ya saha dışı... Her maç rakip takıma tribünde sayısal üstünlük kuran Hırvat taraftarın hakkı değil miydi daha fazla maç izlemek? Biz futbol romantiklerine "göz banyosu yaptırsalar" fena mı olurdu Hırvatlar?
"Yemişim UEFA"yı deyip her maç meşale patlatan Hırvat taraftara sempati duymayan var mıydı?  Kim bu kadar meşale yaktı turnuva boyunca? Bisikletle, motorsikletle, trenle "deplase" yapan taraftarın yerini şimdi kim alacak?
Grup maçlarını az kalsın yenilgisiz tamamlayacaktı "damalı" Hırvatlar ama "adalet" dedik ya, futbolda da yok, yaşamda da yok... "Büyük balık, küçüğü yutar" derlerdi, romantik düşünürdük, inanmazdık, inanırdık da inanmak istemezdik... Anlamak istemeyene yaşatarak öğretiyorlar hayatın gerçeklerini... Bu gün biz, bu gece Hırvatlar yaşadı, öğrendi...
Karşında Avrupa Şampiyonu, Dünya Şampiyonu İspanya var... İlk yarıda Mandzukiç'e, ikinci devre Corluka'ya yapılan "harekete" penaltı çalmaz tabii Wolfgang Stark, kim ister İspanyolların elenmesini? Iniesta, Ramos, Casillas, Cassano, Balotelli varken, Modriç neymiş, Mandzukiç neymiş? Eduardo'nun hikayesini kim takar, Rakitiç'i kim umursar?
Hırvatlar ilk yarı durdurdu İspanyolları, ikinci yarı da vurmak istedi ama olmadı, engel olan çıktı...
Canları sağ olsun...
Bize heyecan dolu 3 maç izlettiler ya... O da yeter...
"Endüstriyel futbola karşı" diyoruz ya, ve hep yeniliyoruz ya...
Biliç de Don Kişot misali "yel değirmenlerine" savaş açtı ve yenildi...
Ama o yenilgi kimine göre zafer, kimine göre mağlubiyet...
Nerden bakmak isterseniz, oradan bakın...


Stat: Gdansk Arena
Hakemler: Wolfgang Stark, Jan-Hendrik Salver, Mike Pickel (Almanya)
Hırvatistan: Pletikosa, Vida (Dk. 66 Perisiç), Corluka, Schildenfeld, Striniç, Vukojeviç (Dk. 81 Eduardo), Rakitiç, Srna, Modriç, Pranjiç (Dk. 66 Jelaviç), Mandzukiç İspanya: Casillas, Arbeloa, Pique, Ramos, Alba, Xavi (Dk. 89 Negredo), Busquets, Xabi Alonso, David Silva (Dk. 73 Fabregas), Torres (Dk. 61 Navas), Iniesta
Gol: Dk. 88 Navas (İspanya)
Sarı kartlar: Dk. 27 Corluka, Dk. 44 Srna, Dk. 53 Striniç, Dk 90 Rakitic, Dk. 90 Mandzukic, Dk 90 Jelavic (Hırvatistan)

18 Haziran 2012 Pazartesi

İspanya Maçı Öncesi


  • Bu gece Hırvatlar açısından oldukça önemli olan İspanya maçı öncesi teknik direktör Slaven Biliç'in oyuncularını motive etmek için yapacağı konuşmayı soran gazetecilere şöyle bir cevap verdi: "Bazen iki saatlik bir konuşma pek bir şey ifade etmezken, 45 saniyelik bir konuşma askerleri gözü kapalı savaşa sokabilir. Oyuncularıma dünya ve Avrupa Şampiyonuna karşı oynamamıza rağmen cesur olmalarını ve maçı kazanacağımızı söyleyeceğim"
  • İspanyollara karşı oyun taktiğini de belirleyen Biliç, bu gece 4-2-3-1 formasyonuyla sahaya çıkacak. İleri uçta Jelaviç'e şans verirse, Mandzukiç sağ kanada çekilecek, solda Pranjic görev alacak ve Perisiç kulübeye çekilecek. Öte yandan Jelaviç oynamayacak olursa, "Süper Mario" forvet olup, kanada kaptan Srna çekilecek ve sağ beke Vida görevlendirilecek. Muhtemel kadro şöyle olacak Hırvatlarda:
Pletikosa
Srna(Vida) Corluka Schildenfeld Striniç
Vukojeviç Rakitiç
Mandzukiç (Srna) Pranjic Modriç
Jelaviç(Mandzukiç)
  • Buffon ve Given'a gol atan Mandzukiç'in şimdiki hedefi de Casillas'ı da avlamak. Zaten babası da oğlunun maçta gol atacağına dair bütün parasını yatıracağını söyledi. Bakalım "Süper Mario" üçte üç yapabilecek mi?
  • Hırvat ve İspanyol taraftarlar maçtan önce sokaklarda birlikte "takılıp", karşılıklı tezahürat yaparken, iki grubun da dileği maçın 2-2 bitmesi. Öte yandan, İrlanda ve İtalya maçlarında olduğu gibi, Hırvatistan'dan trenle büyük bir taraftar grubu Gdansk'a gelirken, sokaklarda bisikleti ve motorlarıyla maça gelen taraftarlara da rastlanıyor...
  • Hırvatlar bugüne kadar İspanya'ya karşı hiç resmi maç oynamazken, 4 defa hazırlık maçı yaptılar: 

23 Mart 1994 İspanya:0 Hırvatistan:2
5 Mayıs 1999 İspanya:3 Hırvatistan.1
23 Şubat 2002 İspanya:0 Hırvatistan:0
7 Haziran 2006 Hırvatistan:1-İspanya:2


17 Haziran 2012 Pazar

Babalar Günü

Babalar gününe dair bir çok söz, bir çok şiir, bir çok makale yazılmıştır ama acetoblog'da Bülent abinin yazdığının üzerine okumadım, şimdiye kadar. Kalemine sağlık Bülent abi:


Kalecin oluyorlar çocukken
Sen sevin diye gol oluyor bütün toplar
Bir zaman sonra libero
Arkanı topluyorlar
Top geçse, adam geçmiyor...
Yeni yetmeliğinde hepsi iki yönlü orta saha
Maddi-manevi pasların en güzelini atıyorlar.
Bazen de dokuz numaralar
Öğüt niyetine doksana takıyorlar, çıkartamıyorsun...
Sonra gidiyorlar...
"10 numaralar öldü" diyorlar ya şimdi
Belki de ondan işte...

Söyleyene Bak

"Soyunma odamızın egoist tiplerle dolu olmasından dolayı kendimizi oldukça zor bir duruma soktuk. Dünya kupasında ikinci olduktan sonra herkesin egosu yükseldi ve bu durum bizi zorlar hale geldi. Eğer bu turnuvada bir şeyler başarmak isterseniz, kibirden sıyrılmanız gerekir, kendiniz için değil, takım arkadaşlarınız ve takımın iyiliği için oynamanız lazım."
Arjen Robben
Hollanda milli takımı futbolcusu
Hollanda'nın EURO 2012deki başarısızlığını açıklarken

Not: Robben arkadaşlarını bencillikle suçlarken, şubat ayında bakın Beckenbauer kendisi için neler söylemişti.

Kaptan Lutfi

Galatasaray'ın Lutfi Arıboğan'ı Sportif AŞ Genel Müdürü yapıp, İcra Kurulu Başkanlığına getirmesi, bir taraftar olarak beni pek de "ırgalamazken", kulübün aldığı bu karar sonrası sosyal medya ve özellikle Twitter'da Fenerbahçeli taraftarların tepkileri hem güldürdü, hem de şaşırttı. Yaşı bizim gibi 30un üzerinde olanlar hatırlar ve tanırlar "Kaptan Lutfi'yi" de, yeni "jenerasyon" herhalde Lutfi Arıboğan adını ilk defa Futbol Federasyonu yönetiminde aldığı görevlerle öğrendi ve onu galiba "futboldan gelme" zannediyor, yarım yamalak bilgiyle Galatasaray'da futbol oynadığını düşünenler bile olduğu karşıma çıktı...
Lutfi Arıboğan'la ilgili geniş bilgiyi resmi site vermiş ama uzun yazılar okumaktan hoşlanmayan vatan evlatları için kısaca şöyle açıklayalım: Lutfi Arıboğan, 1988 senesinde Galatasaray basketbol takımına transfer oldu ve  basketbola veda edene kadar kaptan olarak sarı kırmızılı formayı terletti. Sonrasında Ülker'e gitmesi tuhaftı, bugünlerde yuvaya dönmesi değil...

15 Haziran 2012 Cuma

Irkçılık Muz Atmak mıdır?

Irkçılık sadece siyahilere mi yapılır?
Buyurun Giray Kaçar'ın yaşadıkları...

İtalya Maçı Ertesi


  • 1-1 berabere biten İtalya maçının ardından Hırvatistan teknik direktörü Slaven Biliç, bir basın toplantısı düzenledi. "İtalyanlar Avrupa Şampiyonasının favori ekiplerinden biri. Balotelli ve Cassano gibi dünya çapında iki forvetleri var. Efsane hoca Arrigo Sacchi, bu takımın şimdiye kadar İtalya milli takımları arasında en iyilerden biri olduğunu belirtti." diye başladığı sözlerine maçın hakemi Webb'in İtalyanlara "destek" olduğunu belirterek, İspanya'ya karşı zorlu bir mücadeleye çıkacaklarını, psikolojik ve fiziksel olarak oldukça güçlü olduklarını, kimsenin kendileri kadar turnuvaya hazır olmadığı şeklinde sürdürdü sözlerini...
  • Hırvatlar turnuva boyunca taraftarlarının verdiği destekle övünürken, önce İrlanda maçı öncesi iki kadın taraftarın göğüsleri açık verdiği pozlar, sonra da İtalya karşılaşması başlamadan bir erkek taraftarın "kıçını" açması sonrası "dünyaya rezil olduklarını" belirttiler...
  • Hırvat taraftarlar İtalya maçında sahaya sadece meşale atmadı, aynı zamanda da İtalya Haber Ajansı'na ( ANSA) göre Balotelli'ye muz attılar. AFP'nin bir foto muhabiri saha kenarında bir muz resmini fotoğraflayıp, bunu Hırvat taraftarların attığını belirtirken, Hırvatlar kendi taraftarından böyle bir şey beklemediğini, takımda Eduardo'nun da siyahi olduğunu ve oldukça sevildiğini iddia ediyorlar...
  • Mario Mandzukiç'in babası oğlunun başarılarıyla övünürken, kendisine "servet" kazandırdığı için evladına da teşekkür etti. İrlanda maçında ilk golü Mandzukiç'in atacağına bahis oynayan baba Mato Mandzukiç, kazandığı parayı da İtlaya maçında aynı şekilde oğlunun gol atmasına yatırdı ve kazancını katladı. "İtalya maçında biri sağ diğeri sol ayakla 2 gol atmasını istedim kendisinden ama sadece 1 tane atabildi. Demek ki diğerini İspanyollara saklamış" diye iddalı konuşan Mato Mandzukiç, İspanya maçında da oğlunun gol atacağına bahis oynayacağını belirtti.
  • Wolfsburg'la sözleşmesi olmasına rağmen Mandzukiç'e teklifler gelmeye başladı. Bunlardan en çarpıcı olan Tito Vilanova'nın scoutları yollayarak "Süper Mario" için zemin yokladığı şeklinde.


14 Haziran 2012 Perşembe

İtalya:1-1:Hırvatistan


Avrupa Şampiyonasında Hırvatistan için açılış maçı olan İrlanda karşılaşmasında iki gol atarak dikkatleri üzerine çeken Mandzukiç'e Hırvat basın mensupları gol kralı olma gibi bir hedefinin bulunup bulunmadığını sorduklarında, "Süper Mario" lakaplı oyuncu şöyle bir cevap veriyordu: "Gol krallığı önemli değil de benim esas gayem çocukluğumda televizyonda izlediğim Buffon'la maç içinde karşı karşıya kalmak ve bu düellodan kimin galip çıkacağını görmektir"
Hikayesi olan maçlar özeldir, bu geceki İtalya-Hırvatistan maçını "damalı takım" adına C Grubundan çıkma maçı olarak ele alabilir, İtalya'ya karşı tarihte başı öne bir kez daha eğmeme mücadelesi de diyebilir ya da Mandzukiç'in hayallerinin gerçekleşmesi olarak da okuyabiliriz... Futbol işte, 22 adamın bir top peşinden koştuğu basit bir oyun olarak kalmıyor asla...

Taktığı 3 maçta da Hırvatistan milli takımının kazandığı ve "uğurlu" diye inanılan beresini takmamıştı kafasına Biliç ama kazanan takımı da bozmamıştı. Kariyerinde "reklam yıldızlığı" da bulunan Pletikosa İtalyan forvetlerine karşı kaleyi kapama görevi alırken, Beşiktaş'tan da yolu geçen Schildenfeld ile Corluka onun önünde "duvar" olacaklardı. Hırvat file bekçesi ilk yarının ortalarında İtalyanlara karşı "panter" kesildi ama önündeki arkadaşları "kağnı" gibi ağırdan işi alınca rakip Cassano ve Balotelli ile ceza sahası içinde "çelik çomak oynadı", Municipal Stadını Zagreb'e çeviren taraftarların yüreklerini ağızlarına getirdi. İtalyanlar baskı kurmaya çalışırken, Biliç'in takımı daha çok kontrollü oynayıp dengeleri sağlamaya gayret etti ve Striniç ve Srna'yı pek ileri yollayamadı. Geri dörtlü hücümü düşünmeyince ve İtalyanlar da oyunu rakip alana yıkmayı arzulayınca, Vukojoviç hücüm yerine "arka dörtlüyü" destekledi ve Modriç İtalyanlar arasında yalnız kaldı. Yine de topla buluştuğu anlarda Mandzukiç ve Jelaviç'i kaçırmaya çalıştı ama forvetlere Rakitiç ve Perisiç'ten hiç destek gelmedi, özellikle Dortmund'lu oyuncunun adını hiç duymadık desek abartmış sayılmayız... Soyunma odasında Biliç'in söylediklerini pek de uygulamasa da Hırvatistan takımı, yine de içeri eşitlikle girecekti ama sahneye Pirlo çıktı ve "Selçuk İnanvari" bir golle gök mavilileri öne geçirdi...

İrlanda maçının aksine hiç de "hoş olmayan" bir oyun çıkaran Hırvat milli topçular, soyunma odasında Biliç'in hışmına uğramış olmalılar ki, ikinci 45 dakikaya "deli danalar" gibi saldırarak başladılar. Hoca sadece "gaz" vermemişti, bir de sitemi değiştirmiş, Chiellini'nin kucağında yok olan Mandzukiç'i sağ tarafa alıp, Rakitiç'i göbeğe çekerken, Modriç'i de ileri yollamıştı. Hırvat çalıştırıcının taktiği tuttu ve ikinci devre oyunun hakimiyeti Hırvatlara geçerken, dakikalar ilerledikçe Buffon'un rahatı kaçtı. Takım golü arzulayınca, pek gününde olmayan kaptan Srna ve Striniç de "zincirlerini koparıp" ileri çıktı ve kanatlardan forvetleri besledi ki, Striniç'in ortasında Mandzukiç hayallerine kavuşuyor, Buffon'la baş başa kalıyordu... 26 yaşındaki Wolfsburg'lu 34 yaşındaki Buffon'u mağlup edince, Biliç'in sevinci görülmeye değerdi. Beraberliğin sonrası İtalyanlar biraz kıpırdayıp, golü düşlese de, Mandzukiç ve sonradan oyuna giren Eduardo'ya fırsatlar verdiler defansta ama damalı formalılar gruptan çıkmayı garantileyecek golü bulamadılar...

Aslında iki takım da 90 dakika boyunca "bedavadan" ter döküp, heyecan yarattılar zira kuzgun Bepo İrlanda-Hırvatistan maçını Hırvatların kazanacağını bildiği gibi, bu geceki maç için de "beraberlik" tabağında yemişti yemini. 1-1lik sonuç sonrası Biliç'in takımı puanını dörde çıkarırken, İtalyanlar 2 puanda kaldı ve gruptan çıkma hesapları son maçlara kaldı. İspanya karşısında Hırvatlara şans verilmese de Biliç ve takımı bir çok otoriteyi ters köşeye yatıracak güçtedir, izleyeceğiz ve göreceğiz...

adidas'ın Sahalardaki Yeni Savaşçısı: Predator Lethal Zones Oyun Kontrolü İçin En iyi Krampon

adidas, Xavi, Robin Van Persie, Nasri, Nani ve Di Maria gibi dünyanın en iyi futbolcularının tercih ettiği Predator kramponun son versiyonu Predator® Lethal Zones ile sahada mutlak kontrolü oyuncuya veriyor. adidas’ın yeşil sahalardaki yeni savaşçısı Predator® Lethal Zones, oyunun kontrolü için 5 yıkıcı bölgesi ile mükemmel top hakimiyeti sağlıyor.





adidas Predator Reklam filmine bu linkten ulaşabilirsiniz: http://youtu.be/ssTsQkvhHwc

adidas, dünyanın en iyi oyuncularının tercih ettiği ikonik krampon serisi Predator®’ın en son üyesi Predator® Lethal Zones ile futbolda oyun kontrolü için tanımlanan 5 yıkıcı bölgesi ile gücü oyuncuya veriyor. Yüksek hızda “Top Sürüş” ve mükemmel ‘’İlk Temas” için belirlenen bölgelerin yanı sıra, daha hızlı vuruşlar için kullanılan “Bitirici Nokta”, uzun mesafeli pasla oyunu açmak için “Orta” ve hassas çalımlar için “Pas” şeklinde adlandırılan diğer bölgeleri ile Predator® Lethal Zones eşsiz bir yapıya sahip. Beş yıkıcı bölge, bir kesin sonuç: Mükemmel top hakimiyeti.


Top Sürüş
Rakibi hızlı hareketleriyle büyüler, şaşırtır ve alt eder.
http://youtu.be/OwLR7s9QUsI-

İlk Temas
O, topu durdurduğu anda rakip için her şey biter. O, mıknatıs gibi topu kendine çeker ve tek hamle ile uzaklaşır.
http://youtu.be/TIXsyHKMrqg

Bitirici Nokta
Keskin şutlarla, her zaman hedefe ulaşır. Top ağlarla buluştuğunda, sırrını anlarsın.

http://youtu.be/nSBmNTey9vI

Orta
O, yıkıp geçtikleriyle ünlü bir balyozdur. Gücü ve yeteneğiyle nokta atışı yapar. Antrenörünü çılgına çevirir, kalabalığı çoşturur.

http://youtu.be/HtvCRRHcAac

Pas
İşte her defansı çözen maymuncuk. Tek dokunuşla rakibini geçer. Top daima onu bulur.

http://youtu.be/I_THLMl5wXI

adidas Predator Lethal Zones'un yeni 5 yıkıcı bölgesi. Sonuç: Kusursuz top hakimiyeti. Gelmiş geçmiş en yıkıcı ataklara hazır ol. Kır zincirlerini!
Daha fazla bilgi için adidas Futbol sitesini ziyaret edebilirsiniz: adidas.com.tr/football/

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Hırvatistan Notları#2

  • İtalya maçının oynanacağı Poznan'da bugün basın mensuplarının karşısına çıkan Slaven Biliç, yarınki maçla ilgili soruları yanıtladı. İrlanda maçının sadece sonucuyla değil, oynanan oyundan da memnun kaldıklarını ve her maçta olduğu gibi aksaklıkların bulunduğunu ve bunları İtalya'ya karşı düzelteceklerini belirterek sözlerine başlayan Biliç, İrlanda maçındaki uğurlu şapkasıyla ilgili gelen soruya: "O gün yağmur yağıyordu ve ben de başım ıslanmasın diye o şapkayı taktım, başka bir anlamı yok. Eğer İtalya maçında yine yağmur olursa yine takarım" diye cevap verdi. İtalya'nın problemli çocuğu Balotelli hakkındaki görüşüne başvurulan Biliç: "Yaşamın bir ucunda dahiler, öbür tarafında da aptallar vardır, bunların arasında da deliler yer alır ve deliler de dahilere daha yakındırlar" diye sözlerine devam ederken, Pirlo mu Modriç mi sorusuna Modriç'in İtalyan oyuncudan daha iyi olduğunu belirterek yanıt verdi...
  • İtalya teknik direktörü Prandelli, İrlanda hocası Trapattoni'nin aksine maça çıkaracağı kadroyu karşılaşma saatinde açıklayacağını belirtip "Önce açıklamanın ne manası olabilir ki? Rakip tedbir alsın diye mi açıklayayım önceden" diye cevap verirken, Biliç'in Modriç'i Pirlo'dan daha iyi gördüğü sorulmasına "İyi olmak için bir şeyler kazanmalısınız" şeklinde cevap verdi...
  • İrlanda maçında 2 gol atarak yıldızlaşan Madzukiç, gol krallığı gibi bir gayesi olmadığını esas hayalinin çocukluğunda televizyonda izleyerek büyüdüğü Buffon'la bir kez karşı karşıya kalmak olduğunu ve yarınki maçta böyle bir pozisyon meydana geldiğinde kimin daha başarılı olacağını görmek olduğunu anlattı Hırvat gazetecilere...
  • İrlanda maçındaki başarılı oyun sonrası Hırvat taraftarların takımlarına güveni daha da arttı ve bu sabah Zagreb'ten Polonya'ya 20 vagonluk taraftar taşıyan bir başka tren hareket etti. Sadece taraftarların değil, tatil için de Polonya'yı seçen Hırvatların maça geleceği hesaplandığında, ilk maça göre daha kalabalık bir kitle destekleyecek ulusal takımı İtalya karşısında...
  • Yarınki maç için Hırvatlar 30*18 metre boyutlarında dev bir bayrak hazırlayıp, kale arkasına yerleştirdiler. Üzerinde sosyal paylaşım sitelerinden Hırvat taraftarların fotoğraflarının kolajından oluşan çalışma Hırvat sanatçı Peter Paviç tarafından hazırlanmış...
                                           

İtalya-Hırvatistan Berabere Bitecek!


Ahtapot Paul'un dünya kupasındaki başarılı sonuç tahminleri sonrası, hayvanlara tahmin yaptırma geleneğini Hırvatlar da Bepo adlı kuzguna maç sonucu sorarak devam ettirmişler. C Grubundaki ilk maç olan İrlanda-Hırvatistan maçı öncesi önüne konulan Hırvat bayrağı, İrlanda bayrağı ve beyaz renkli kaplar arasında Hırvat bayraklı kaptan yem yiyen Bepo, maçın galibini önceden bilmişti. Yarın saat 19'da oynanacak olan İtalya-Hırvatistan maçı öncesi yine Bepo'nun önüne iki ülke bayrağı ve beyaz renkli kap konulmuş ve "müneccim" kuzgun bu sefer kimseyi üzmek istemeyip, beyaz renkli kaptan doyurmuş karnını... Yarın da tahmin doğru çıkarsa, bütün Hırvatistan İspanya maçı öncesi gözlerini Bepo'ya çevirecek...

13 Haziran 2012 Çarşamba

İlk uA Amblemli Pankart

uA Pankart by ultras/Movement

Tarihlerle aram pek yoktur, rakamlar aklımda kolay kolay kalmaz, bu sebeptendir ki bu pankartın da tarihini çıkaramayacağım ama Lucescu dönemindeki Şampiyonlar Ligi maçlarından birine asmıştık uA el yapımı bez pankartı. Üniversite bitmiş, bir yandan Cumhuriyet gazetesine gazetecilik stajına, akşamları da formasyona giderken 2-3 gün arayla bir Alpaslan Abinin yanına Gayrettepe'ye uğrar oluyorduk. Bir gün sohbet arasında Alpaslan Abinin bilgisayarında daha yeni yapılmış uA logosunu gördüm, beğendim, zira o zamana kadar ultrAslan vardı, uA yoktu, nedir bilinmezdi, demek ki ihtiyaç doğmuş, hazırlatılmıştı birilerine. Vakit kaybetmeden printerdan çıktısını aldım ve heyecanla eve koştum A4 üzerindeki logoyu pankarta dönüştürmek için. Tabii o gün niyetimi gerçekleştiremedim ama 2-3 güne kalmadan bulduğum kırmızı sprey boya ile beyaz beze evin salonunda uA logolu pankartı 1-2 saatte çizdim ve boyadım... Sonrası malum, ultrAslan-ÜNİ'nin konuşlandığı Eski Açık tribünün tam ortasına astık "eserimizi"... Stad bizimdi, toplamazdık pankartları, asılı kalmıştı mabedde bir kaç maç daha ve sonrası meçhul... Üzülmüştüm kayboluşuna ama gidene çare yoktu, kabullendik.
Bu gece dostlarla teknolojinin nimeti twitter üzerinden sohbet ederken birden çıkıverdi karşıma beyaz üzerine kırmızı uA pankartı... Yıllar sonra karşılaşılmış sınıf arkadaşı yahut asker arkadaşı misali sevindim, heyecanlandım, gururlandım... Az bir şey mi, bu tribüne ilk uA logolu pankartı kazandırmak?

12 Haziran 2012 Salı

Kulüpler Birliği Başkanı Nasıl Olunur?



23 Ağustos 2011


 ve


20 Eylül 2011'de Aziz Yıldırım'ın istifasıyla Yıldırım Demirören Kulüpler Birliği başkanı seçilir ve icraata başlar...
***
"Kamuoyunun dikkatine


Galatasaray, Bursaspor, Trabzonspor, Altay ve bir çok takım TFF'nin almış olduğu şike ve teşvik kararlarını protesto ederken, Halil Ünal'dan kendi taraftarının itirazına rağmen böyle bir açıklama geliyordu...

ve

12 Haziran 2012 tarihinde Yıldırım Demirören'in yerine Halil Ünal Kulüpler Birliği başkanı seçilir...

"War"şov

Polonya-Rusya maçı öncesi iki takım taraftarı Varşova'da "savaş gösterisi" yaptı...
Varşova sokaklarında yürüyen Ruslara Polonyalı taraftarlar saldırdı, çıkan olaylarda bir taraftar ciddi şekilde yaralandı. Rus basınına göre gün içinde şehrin değişik bölgelerinde de ufak tefek olaylar meydana geldi.
Gün sonuna doğru da bir restoranda yemek yiyen Rus taraftar grubuna yüzleri maskeli 50ye yakın Polonyalı hooligan saldırırken, Ruslar sandalyeler ve siz bombaları ile kendilerini savundu. Polisin gelmesiyle Polonyalılar "savaş" meydanından uzaklaştı...










Blog Widget by LinkWithin