"Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla" cümlesi 80li yıllarda çekilen Türk filmlerinin unutulmaz replikleri arasında yer almaktadır. Filmin zengin ve kötü adamı, saf ve masum taşra kızını bir şekilde kandırıp, yatağa atmışken, kızımız son bir çırpınış olarak yukarıdaki cümleye etme gereği duymaktadır. Evet, toplum olarak kültürümüzde ruhun önemli bir yeri varken, futbolumuzun bundan eksik kalması düşünülebilir mi, tabii ki hayır... Cebindeki harçlığı, evinin geçimini, dükkanının kazancını bilete yatıran tribündeki taraftarın takımından beklediği ilk şey, heyecan verici bir oyun sonrası, bol gollü bir galibiyettir. Lakin, bu her zaman olmaz, futbolcular istedikleri pasları atamaz, el belde koşmadan topun kendilerine gelmesini beklerler, iki adımdan da topu rakip filelere yuvarlayamayınca başlar o klasik slogan: "Ruhsuz ipneler..." Peki, nedir ruhla oynamak, bol gollü bir galibiyet midir, rakibi silindir gibi ezip geçmek midir, fantastik paslar ve bel kıran çalımlar mıdır? Bunların hiç biri değildir, zira taraftar yenik olsa da, maçı kaybetse de, istediği pası arkadaşına veremese de, yeşil çim üzerinde çabalayan, didinen, hakem son düdüğü çalana kadar pes etmeden formasının terleten futbolcu ister. hani derler ya, "formsuz olabilirsin ama koşmamak için mazeretin olamaz" diye, o hesap işte...
Dün UEFA Avrupa Liginde gruplar öncesi oynadığı Karpaty Lviv karşılaşmasında Galatasaray takımının bırakın bedenini teslim etmeyi, ruhunu da unuttuğuna içim acıyarak şahit oldum. Çok maç gittim bu takımın peşinden, bunların büyük bölümü Sami Yen'de olmakla beraber, dış sahalarda da arkalarındaydık sarı-kırmızı forma taşıyan topçuların. Çok maç kazandık, beraberlikler izledik, mağlubiyetlere de şahit olduk içimiz kan ağlayarak ama bu karşılaşmaların bitiminde "yenilsen bazı bazı, taraftarın buna razı" diye bağırabiliyorduk, çünkü skorbordda yazılan skor bizi üzse de, topçular Galatasaray ruhuyla oynamışlardı, bize de bu yeterdi, "başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter" bestesini "haybeden" mi yapmıştık...
Resmi maçlara OFK Belgrad maçıyla başlayan Galatasaray,takip eden Sivasspor karşılaşmasını da buna eklersek iyi top oynamıyordu, hazırlıksızdı, şaşırtıcı skorlar alıyordu, futbolcular pozisyonlarını kaybediyorlardı ama "ruhlarını" kaybetmemişlerdi, düne kadar, Kewell'ın ortaya çıkışına kadar... Üzerlerine "aslan formayı" giyen 1o Galatasaray'lı futbolcu, ilk yarı boyunca hangi takımda oynadıklarını bilmez bir biçimde sahada dolanıp durdular, ne attıkları pas yerlerine gitti, ne vurdukları şut üç direğin arasına isabet etti, ne de misafir takım oyuncularını kontrol edebildiler. Futbolun sistematiğini çoktan sallamış olan Galatasaray'lılardan tek isteğimiz vardı: Kendileri için yapmasalar da ( Kazanılan maçlar sonrası alınacak primler), giydikleri formanın sol göğsündeki armanın yüzü suyu hürmetine koşmaları... Ama, koşandan çok bakan olunca kaleci Aykut bir bir filelerle sarmaş dolaş olmuş topları çıkarmak zorunda kaldı. Skor iki sıfır olmuş, zaten uyurgezer haldeki 11 Galatasaray'lı iyice bitmiş, taraftar takımı ıslıklarken, ortaya yönetimin sezon sonu yollamak istediği Kewell çıkıyor ve sahada kaybedilen ruhu geri getirirken, ikinci maç için kırık dökük sarı-kırımızı kalplere ümit veriyordu. Hayır, yaptığı asistlerden bahsetmeyeceğim, skor kimin umrundaydı, derdimiz daha büyüktü ve telafi edilmesi uzun zaman alacak ruhumuzu kaybetmiştik. Başları önde, oyunu başlatmak için topu santraya götürmekten utanan Galatasaray'lı topçuları alkışlıyordu Kewell yumruklarını sıkarak, "haydi, haydi, bitmedi" dercesine yüreklendiriyordu... Oysa bunu taraftardan beklerdik, saha kenarındaki hocadan beklerdik, kaptan Arda'dan beklerdik ama yapan kimdi, sezon sonrası "sen çok sakatlanıyorsun, sonra da çok para istiyorsun" diyerek kapı önüne konulan ve transfer yapılamayınca "hadi gel anlaşalım" denilen Avustralyalı oyuncu...
Dünkü maçın özeti yukarıda yazılanlardır, bunun dışındakiler ise ayrıntılardır ama "şeytan ayrıntıda gizlidir" diyen olursa, Galatasaray'daki son durumla ilgili bir kaç paragraf karalayalım.
Öncelikle Aykut'la başlarsak, yenilen gollerde herhangi bir hatası olmamasına rağmen, Aykut'un maçın ikinci yarısında penaltı noktası cıvarına gelen bir topa bir çıkışı var ki, bu çocuğun da psikolojisini bozduğumuzun en büyük kanıtı bu olsa gerek. "Aykut'un yan topları zayıf", "Aykut kornerlere çıkmıyor", "Aykut'la olmuyor" denile denile, yazıla yazıla taraftarı da etkiledik, her golde Aykut yuhlanır oldu, kalecimizi de kaybettik. Sonra da "Şu Trabzonlu Onur, ne kaleci be" diye ağzımızdan salyalar akarken, bizim kalecinin onun yaşlarında Milli takımlarda oynadığını unutur olduk. "Eller" Valdez'e, Casillas'a genç yaşlarda kaleyi teslim edip, hatalarına sabrederken yabancı transfer sevdamızdan körelttik Aykut'u.
Kaleciler dünyanın her yerinde yalnız adamlardır, günahları hep onlar üstlenirken, onun önünde oynayanlara ne demeli. Transferi için İstanbul-Kayseri düşmanlığı ortaya çıkan Ali Turan, forma renklerinden olsa gerek hala Galatasaray'da oynadığını idrak edemedi. Adam kaçırmaları, bölgesini unutması, isabetli pas oranının düşüklüğünü geçtim, rakip ceza sahasına girip, "yanlış pas yapacağım" korkusuyla topu orta sahaya geri yollamasını kabul edemem. Ya da Hakan Balta'nın ileri çıkıp, kaybedilen topları eli belinde izlemesine ne demeli, bir sözcük bulamıyorum aynen ikinci golde yapmaya çalıştığı hareketin manasızlığını açıklayamadığım gibi.
Savunmacılar kötüyken, ortadakiler çok mu başarılıydı, öyle olsa ruhun kaybından söz etmezdik, değil mi? İki metre arayla "al gülüm ver gülüm" pas yapmak bir başarıysa, bravo! diyelim Sarp-Ayhan-Arda-Serdar grubuna...
İkinci yarının ortaları ve kapalı tribünün önünde bir taç atışı kazanıyor Galatasaray. Pozisyona yakın olan kaptan Arda topu alıyor atışı kullanmak üzere ama pas vereceği arkadaşları markajda ve işi yavaştan alırken kaptan, o bölgelerde taç atmakla görevli olan Ali Turan gelip, oyun alanını dışına çıkıp kendisinden topu istiyor lakin Arda bırakın topu vermeyi, onun yüzüne bile bakmıyor, topu yanına gelen bir Galatasaraylı futbolcuya öylesine yollarken, Ali Turan oyun alanı dışında baka kalıyor... Ruh dedik ya, şeytan ayrıntıda gizlidir dedik ya, alın size Galatasaray'ın ne halde olduğunun resmi... Oyuncuların birbirlerine saygısı dahi kalmamış ve bu durumun nedeni maalesef Rijkaard... Takımın sezon öncesi hazırlık programın yapılması, oyuncuların iyi hazırlanamaması, Galatasaray'lı futbolcuların yapısına uymayan sistemin ısrarla oturtulmaya çalışılmasını bir kenara bırakıyorum, oyuncuların birbirine saygı kalmadıysa, takım içindeki arkadaşlık havası, 90lı yılların deyimiyle "kolej takımı havası" bittiyse, kimse kusura bakmayacak ama hesap teknik direktöre kesilmelidir... Taraftar "Forever Rijkaard" diye pankart açıyor, yönetim "hocamızın arkasındayız" diye beyanat veriyor ama iki grup içinde de "cızırtılı sesler" yükselmeye başlamışken, 3 gün sonra içerde Bursa'ya kaybedilip, Ukrayna'da UEFA'ya veda edilip, dönüşte de Eskişehir'den "puansız" dönülmesi neticesinde "Yönetim istifa" tezahüratlarına cevap hocaya teşekkür edilmesi olmayacağını kim garanti edebilir...
Elimizde neresinden bakarsak bakalım simsiyah karanlık bir tablo var, ama Galatasaray'dan bahsederken de Hagi'nin yüreğimize kazıdığı "Galatasaray'ın olduğu her yerde umut vardır" sözü rengarenk bir palet gibi karşımızda duruyor ve üstad Kewell'ın mutluluğun resmini yapmasını bekliyor...
Stat: Ali Sami Yen
Hakemler: Mark Clattenburg, Darren Cann, Stuart Burt (İngiltere)
Galatasaray: Aykut, Ali Turan, Neill, Servet, Hakan (Dk. 78 Serkan), Mustafa, Ayhan, Serdar (Dk. 54 Barış), Arda, Kewell, Mehmet Batdal (Dk. 36 Baros)
Karpaty: Tlumak, Fedetskiy, Milosevic, Checher, Avelar, Golodyuk, Godwin, Khudobyak, Kozhanov (Dk. 65 Hudyma), Kuznetsov (Dk. 72 Batista), Zenjov (Dk. 85 Kopolovets)
Goller: Dk. 34 Kuznetsov, Dk. 41 Zenjov (Karpaty), Dk. 59 ve 86 Baros (Galatasaray)
Sarı kartlar: Dk. 28 Ali Turan, Dk. 57 Barış (Galatasaray), Dk. 64 Khudobyak, Dk. 90 Godwin (Karpaty)
3 yorum:
dönüp dolasip artik rijkaardi buluyor hersey... Bu adamlar sence kac yasinda, 14 yasinda mi? hepsi bir cocukmu, üstünde babalari gibi her hareketine kizan birisi olsun? Takimda arkadaslik gecen sene vardi, kolej havasi diyorlardi GS takimi icin, noldu peki? Elanoya pas attilarmi? Gol olunca birlikte sadece göstermeli sevincler yaptilar... Fenerbahcedeki kadiköy macinda rijkaard 5 gün boyunca demedigi kalmadi, bakin adamin ilk kadiköy maci, 1 hafta boyunca, dikkat edin sizi provokate edecek diyorlar... Arda gidip isinma hareketlerinde rakip oyunculya tartisiyor... Ama tabiki rijkaard suclu? Servet yaz boyunca takima küfür etmedigi kalmadi, resmen siz kimsiniz diyor GSe, kendini af edersin bir b.k zan ediyor ve terryle kiyasliyor... Ve Emre Güngör gönderildigi icin, Rijkaard bu adamla oynuyor...! Bu adam sivas macinda ali turanin hatasinda, ali turani alkisliyor...
Arda ali turanin yüzüne bile bakmiyor, taci kendi atiyor... 50 metreden birak ardayi, hagi ender gol atarken, kendisi deniyor, ayni top kornere gidince, kornere kosuyor, yoruluyor ve korneri kullaniyor!
Demek istedigim: Bu sorun Rijkaardin degildir, Ardanindir...! GSin en önemli oyuncusudur, ama mental olarak gücsürdür... Son dk kewell düstügünde, taraftar Harry Kewell bagirdi diye topu verdi, buda sol taraftan aslinda sag ayakli oyuncu vurulacak bir posisyondan... düsünsenize? Sag posizyonda dahil serbest vuruslari kendisi atan, taraftar bagirdi diye Kewelle birakiyor son topu...!
Umarim takim toparlanir... tabi elano, pino diye yine pas vermezler ise, kendisi bilirler!
Bursasporu yenebileceğimizi düşünemiyorum bile. Lviv deplasmanındada umarım şanslı olan taraf biz oluruz.
Rijkaard'ı destekleyen taraftarlarada bir anlam veremiyorum. Bundan daha kötü bir Galatasaray izledilermi acaba?
Fatih Terimin ikinci döneminde kazanamsada sahada mücadele eden bir takım vardı. Bundan sonraki adreste Terim'dir.
Yönetim Rijkaard'ı kovarsa taraftar desteğini kaybeder. Bilet, para falan yedirdikleri hariç tabii. O noktadan sonra Canaydın zor dayandı... Bu karışık yönetimde Polat hiç dayanamaz.
Yorum Gönder