Her ne kadar tff.org Olimpiyat Stadyumundaki derbiyi oynanmamış sayıp, sitesinde maça yer vermese de, dün gece Beşiktaş ile Galatasaray uzun yıllar unutulmayacak bir maç izlettirdiler biz futbol insanlarına. Tabii maçı özel kılan saha içinde yaşanılanlardan çok, maç bitimine üç beş dakika kala dışarıda başlayıp, yeşil alana sıçrayan mevzulardır. Herkesin dilinde taraftarın sahayı işgal etmesi varken, biz de kimsenin değinmediği bir konuyu blog sayfalarına taşıyarak, olayın boyutuna başka bir pencereden bakmak istedik, hatta bakmıyoruz, inanıyoruz bile.
Atatürk Olimpiyat Stadyumu yapıldıktan sonra ilk olarak Galatasaray'a tahsis edildi ve Galatasaray taraftarı İkitelli yollarını çok arşınladı. O senelerde tribünde aktif hayatı olan biri olarak ilgimi ve "nefretimi" çeken olay, maçlara gelen Galatasaray taraftar profilinin değişmiş olduğunu görmem oldu. Maç öncesi ve esnasında, Ali Sami Yen'de görmediğimiz yan kesicilik, kızlara taciz, takıma maç sonucuna bağlı olarak küfür ve hakaret Olimpiyatta yaşanırken, PSV Eindhoven maçında da utanmadan sahaya dalıp,
"gol olan" aynı kitlenin "elemanlarıydı". Geçen senelerde Diyarbakır maçıydı, Olimpiyat stadında oynanmış ve taraftar yine soluğu içeride almıştı. Dün gece de sahaya girme olayı ne Çarşı'nın işi, ne 1453 Kartallarının provakasyonu, ne Melo'nun tahriği, ne Gezi Olaylarının yansımasıdır, tamamen İkitelli "gençliğinin" daha önce sürekli yaptığı marifetlerden biriydi. Hatta dikkatli gözlerden kaçmayan, maç başlangıcından evvel bir tribünden ötekine geçmeler, saha içindeki tartan pistte yürüyerek karşı tribüne "deplase" olmalar ve ısınan kalecilerden imza almaya kadar cesaret etmeleriydi... Eee, aynı "taraftarlar?" 1-0 galibiyetten, 2-1 mağlubiyete düşüp, maç sonu da bir kaç kişi sahaya dalınca, en sevdiği iş olan "kitle psikolojisi" ile hareket edip, soluğu yeşil sahalarda alıverdiler...
Olayları
Melo'ya mal etmek ise işin en komik tarafıydı.Sahaya dalanlar
Melo'nun formayı gösterdiği tribünün tam ters tarafından gelirken, Olimpiyatı bilenler beni iyi anlayacaklardır, orada bir taraftan öbür tarafı görmek için dürbüne ihtiyaç vardır. Hatta stadyumun açılış maçı olan Galatasaray-Olimpiyakos karşılaşmasında, rakip kaleci ısınmaya çıktığında, tribünlerde
Mondragon tezahüratları az yankılanmadı. Bırakın karşı tribündekilerin
Melo'nun formasından tahrik olmayı, Galatasaray'ın ezeli rakibi olan Fenerbahçe maçında "pitbull" aynı hareketi yaptığında Saraçoğlu'nda, içerde Fenerli görmedik...
Bu arada
Melo demişken, pek beğendiğim, hatta
Cüneyt Çakır karşısında hakkının yendiğini savunduğum
Fırat Aydunus, "boş yere" attı bizim Brezilya'lıyı. Ya da soruyla devam edelim,
Melo'nun
Motta'ya hareketi faul ise,
Motta'nın
Sabri'ye yaptığı çok mu farklı? Ama belli ki
Fırat hoca,
Burak'ın topu elle almasında takılı kalmış ve "hatayı hatayla telafi ederken," bir de "gazla"
Melo'ya çıkarıverdi kırmızı kartını... Haydi o maç yorgunluğu ve adrenalin patlaması ile hata yapar da, maç bitimi
Melo'yu "yemeye" hazır "medya çakalları" başladılar sallamaya Brezilya'lıya, maksat TFF Disiplin Kurulundan gelecek cezayı mümkünce arttırmak ama esas korkum onların gazına gelip kendi oyuncusuna sahip çıkmayıp, "biz elit kulübüz" ayağına topçusuna ceza vermeye kalkacak Galatasaray yönetimi...
Hep mevzu konuşacak değiliz ya,
Burak'ın gittikçe
Hakan Şükür'e dönüşmesini dün gece üzülerek izledik. Ayağına topu aldığında "yılmadan" vuran
Burak, bir kaç maçtır kaleci ile baş başa kaldığında içindeki "ya gol olmazsa" tedirginliği vuruş kalitesini de bozuyor ve "garanti" düşüncesiyle ayak içi plaseyle avlamaya çalışıyor file bekçilerini. O kadar "net" ve kolay pozisyonlarda
Burak skoru değiştiremezken,
Drogba daha zorunda, galibiyeti getiren golleri atıverdi. Biliyoruz
Fatih Terim'in kafası "bir koltukta iki karpuz" taşımaktan çok yoğun ama golcüsüyle özel olarak ilgilenmeli, psikolojik olarak terapi etmeli... Bir de
Selçuk'un gittikçe düşen performansı da gözden kaçmamalı, "görüşme odasına" 08
Selçuk da davet edilip, derdi sorulup, dermanı bir an evvel bulunmalı...