30 Kasım 2019 Cumartesi
Galatasaray:1-1:Club Brugge
"Sonraları kadınlara nasıl aşık olduysam, futbola da öyle aşık oldum: Ansızın, açıklanamaz bir şekilde, üzerine kafa yormadan, getireceği acı ve kafa karışıklığını bir nebze bile düşünmeden"... Bu satırların sahibi Arsenal'le "kafayı bozmuş" ünlü romancı Nick Hornby ve salı gecesi Ali Sami Yen'de maç bitti bitecek derken, ceza sahamızın sol tarafından Nagatomo'yu geçip, sol ayağıyla topa ölümüne vuran Diatta'nın şutu "ip gibi" Muslera'nın kalesine doğru yol alırken "hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçip" aklıma Fever Pitch ( Futbol Ateşi) adlı romanın giriş cümlesi düşüverdi: "... üzerine kafa yormadan, getireceği acı ve kafa karışıklığını bir nebze bile düşünmeden"
Önce futbola, sonra Galatasaray'a aşık olmuştuk ve pek çoklarından farklı olarak mutlu olmak için değil, biraz psikopatça olacak ama "hüznü ve acıyı" paylaşmak için koşmuştuk yıllar yılı peşinden sevdamızın. Mutlu olmak ve eğlenmek için sinemaya, tiyatroya ya da konsere para verip gidilir de sonucunu bilmediğin bir maça para ve zaman harcarken mutsuzluğu da göze alırsın, hem de bile bile... Galatasaray özelinde galibiyet ve sonucunda mutluluk çoğunlukla fazlaydı ama öyle günler gelirdi ki o alışılan başarılar geçmişte kalıyor ve rahmetli Kayahan'ın dediği gibi "yine bize hüsran, yine bize hasret var"li o "esmer günlerde" gerçek sevdalılara "sefer-görev emri" tebliğ ediliyordu... Bu emir bazen doğrudan bir çağrı ile bazen de Fatih Terim'in maçtan bir gün önce sarf ettiği "Taraftarlarımızın hiç merak etmesinler, ben bir defa Galatasaraylıyım. Bu üzüntü değil, sevinç sebebi." cümlesi ile yerine getiriliyordu. 50 bin kişi yoktu Salı gecesi Ali Sami Yen'de, maç günü bilet devretmeye çalışan da çoktu, satılamayan bir tomar bilet de mevcuttu gişelerde ama 20 bin cıvarında "önünü arkasını" düşünmeden takımına sevdalı taraftar vardı, olması gereken yerde... Ve hasretle beklenen sonbaharın ilk yağmur çisiltisi altında "İmparator Fatih Terim" diye inletiyorlardı mabedi... Eski günlerdeki gibi...
Tribünlerde oluşan sinerji takıma da yansımıştı ki "o varmış bu yokmuş" diye bakmadan sahaya sürülen topçular cehennemi yaşatıyordu Belçika'dan gelen konuklarına... Daha 5 dakika olmadan Ömer'in "Allah'a sığınıp" vurduğu serbest atışı kaleci Mignolet son anda çeliyor, dönen topta yapılan ortaya Adem Hügo Sanches misali bir rövaşeta ile gol arıyordu. Lemina'nın mücadelesi, Seri'nin maçtan evvel Cruyff'un hayat hikayesini okumuşçasına topu basit ve hızlı kullanmasıyla sarı-kırmızılılar oyun hakimiyetini eline geçmiş, ilk on dakika dolarken Ömer'in geliştirdiği bir atakta ceza sahasına yolladığı pasla Adem buluşuyor ve "harika" bir kontrol ile "rakip stoperin belini kırıp" kalecinin bakışları arasında Galatasaray'ın golünü kaydediyordu. Evet, tam 4 maç sonra Avrupa'daki ilk gol... 93-94 sezonunu belki bir çoğu okur hatırlamayacaktır da, Manchester United'ı eleyip Şampiyonlar Ligine kalan Galatasaray, oynadığı 5 maçta iki beraberlik almış ama gol sevinci yaşayamamışken, Sami Yen'deki son maçta bitime 4 dakika kala Cihat Arslan "şeytanın bacağını" kırmış, siftahı yapmıştı. Nasıl Cihat kulübün tarihine attığı bu golle geçti, Adem Büyük de ilerde torunlarına anlatacak unutulmaz bir mirası cebine koymuştu 11. dakikada... Oyuncular o kadar hırslıydı ki, gol sevincinde Lemina'nın taraftara "daha çok bağırın, daha çok tezahürat yapın" şeklindeki hareketleri gözlerden kaçmıyordu..
PSG ve Real Madrid deplasmanlarında bile bu kadar zorlanmayan Brugge, beklemediği bu Galatasaray karşısında oyuna tutunmakta zorlansa da, sağ kanattan Dennis ve soldan da Diatta ile Muslera'yı zorlamaya çalıştı ama Uruguay'lı file bekçisi yine formundaydı, gol yemeye pek niyeti yoktu. Donk ve Marcao'nun da "konsantre" olduğu düşünülünce, Brugge'lü oyuncular topu ayaklarında tutuyor, Galatasaray yarı alanında top dolaştırıyor ama yüreğimizi ağzımıza getiren pozisyonlar yaratmaktan çok uzaklardı. Oysa onların maçtan önce düşündüğünü Galatasaray yapıyor, kaptığı toplarla hızlı çıkıyor ve ikinci golü arıyordu. Özellikle Ömer'in Belhanda'nın Feghouli'nin, Seri'nin olduğu takımda öne çıkıp cesurca insiyatif alması gözlerden kaçmıyordu. Futbola sol açık olarak başlayan Ömer, bugüne kadar savunmada heba edilen günlerine küfredercesine "kamıkaze pilotu" gibi dikine rakip savunmanın üzerine gidiyor ve çoğu zaman yaka paça indiriliyordu. 1-0'la soyunma odasına gitmek fena sayılmazdı da hakem düdüğü çalmadan bir kaç dakika evvel Seri mavi-siyahlı savunmayı eksik yakalamış giderken, sol kanattaki Ömer'i görebilse iki fark herkesi müthiş coştururdu...
Nasıl ki ilk devre Seri arkadaşına "al da at" pası veremedi ikinci kırk beş dakikada Belhanda da benzer iki pozisyonda topu sarı-kırmızılılara vermek yerine rakibe nişanlayınca Galatasaray kendisini rahatlatacak golü bulamayıp, deplasman ekibini oyunun içinde tuttu. Brugge takımı tüm hatlarıyla gol için Galatasaray kalesine gelirken, savunma oyuncularının dikkati kadar Adem'in golcülük özelliğinin yanı sıra sırtı rakibine dönük"top saklama becerisi" ve faul kazanma yetisi de takımı rahatlatıyordu. Belki adını ilerde Barcelona gibi takımlarda duyacağımız De Ketelaere ve Schrijvers gibi genç oyuncuları maça alarak takımın enerjisini arttıran Brugge teknik direktörü takımı arzulanan golü atamayınca adeta çıldırıyordu. Maç boyunca eksik oyuncularını pek aramayan Fatih Terim, son dakikalara girilip, sahadakiler yorulmaya başlayınca kulübeye baktı ve acı gerçekle yüzleşti: ya gencecik çocukları oyuna alıp, herhangi olumsuz sonuçta onları kaybetme riskiyle baş başa bırakacak ya da emektar Selçuk'a güvenecekti. Ömer'in yürüyecek takadı kalmadığında Selçuk girdi oyuna, maç boyu "idare eden" Belhanda çıktığında ise Emre Mor...
Öyle ya da böyle oyun Galatasaray'ın elindeydi, üç puan ve dolayısıyla UEFA Avrupa Ligi bileti geldi-geliyordu da Diatta tüm hayalleri sonlandırıverdi...
Kalan üç-beş uzatma dakikasında Erencan'ın gol ümidi olarak oyuna dahil edilmesi, bir "peri masalı" arayışından farklı değildi ama bu sene Galatasaray önceki yıllardaki son dakika gollerinin diyetini ödüyordu futbolun ilahlarına... Zafere saniyeler kala hüznü yaşamak...
"Zaten ölümün can alıcı noktası da büyük zaferlerin ödüllendirilmesine ramak kala meydana gelmesi" değil midir be Nick usta...
STAT: Ali Sami Yen Spor Kompleksi
HAKEMLER: Ivan Kružliak, Tomaš Somolani, Branislav Hancko, Filip Glova
VAR: Massimiliano Irrati, Stefano Alassio
GALATASARAY: Muslera, Ömer Bayram (Selçuk İnan 80'), Mariano, Marcao, Nagatomo, Seri (Erencan 90'), Belhanda (Emre Mor 87'), Donk, Feghouli, Lemina, Adem Büyük
CLUB BRUGGE: Mignolet, Balanta, Deli, Ricca, Mechele, Diatta, Vanaken, Rits (De Ketelaere 46'), Mata, Dennis (Schrijvers 58'), Openda (Okereke 77')
SARI KARTLAR: Lemina (14'), Ricca (28'), Mata (31'), Mariano (33'), Diatta (66'), Nagatomo (85'), Emre Mor (90'), Muslera (90'), Diatta (90), Mata (90')
KIRMIZI KARTLAR: Diatta (90'), Mata (90')
GOLLER: Adem Büyük (11'), Diatta (90')
23 Kasım 2019 Cumartesi
Galatasaray:0-1:Başakşehir FK
Dakika 49...
İkinci devrenin başlama düdüğünden sadece 4 dakika sonra. Galatasaray, son iki yıldır kendisini şampiyon yapan gollerle sonuçlanan atakların bir benzerini yapıyordu sağ kanattan Mariano ile. Bu sezon özlemini çektiğimiz ortalarından birini yapan Brezilyalı sağ bek topu Feghouli ile altı pas üzerinde buluşturuyor ve onun vuruşunda da kaleci Mert iyi bir refleksle topu kornere yolluyordu...
Kırılma anı bir...
Gol olsa bahsi geçen pozisyon bu yazının ana fikri değişmez, sadece yazarın ruh hali değişirdi...
Dakika 78...
Maçın bitmesine 12 dakika kala... Ev sahibi Galatasaray'ın gol aradığı dakikalarda, kendi yarı sahasından çıkarken maçın Galatasaray adına en fazla isabetli pas yapan oyuncusu Mario Lemina orta sahadaki arkadaşına pas atarken topu kaptırıyor ve gelişen ani atakta İrfan Can'ın ara pasıyla topla buluşan deplasman ekibinden Gulbradsen takımını öne geçiriyordu...
Kırılma anı iki...
Bahsi geçen pozisyon gol oluyor ama yazının ana fikri yine değişmiyor... Sadece ruh halimiz berbatlaşıyor...
Diğer takımların sakatlarının iyileştiği, bizimkilerin de hastane yollarını ezberlediği milli araları hiç sevmezdik, bu defa daha bir küfrettik gelen haberlere: Muslera sakat, Babel sakat, Luyindama sakat, Lemina sakat... Zaten sakatımız boldu da, bu "arkadaşlar" ne yapmışlardı böyle milli takımlarda? "The Boss" Luyindama'ya bi' şey olmaz, cuma sahaya çıkar derken, en büyük sakatlık haberi ondan geliyordu, sezonu kapamıştı Demokratik Kongolu "cengaver"... On bir kişilik kadro çıkarabilecek mi Fatih Terim derken, Babel ve Lemina'yı sahada görünce, bir nebze de olsa içimiz ferahladı... Kalede bu sezon ilk defa Okan vardı, Muslera tribünde "mate" içiyordu... Onun hemen arkasında Linnes ufaklığını ilk defa Sami Yen'e getirmişti...
Geçen sene bu iki takımın Ali Sami Yen'deki "kapışması" şampiyonluk belirleyen final havasındaydı ama dün geceki maç kadar "dikkatli" ve tedbirli oynamamıştı takımlar... Gaziantep deplasmanından galibiyetle dönen kadroyu korumuştu Fatih Terim ve sistem olarak artık üçlü savunmayı tercih edip, sağ ve sol beklerini daha çok koşturacaktı, ataklarda onlardan daha çok etkinlik beklemekteydi... Orta alanda Ömer ve Lemina ile "enerji ve çalışkanlığı" son maçlarda takıma kazandırmış, Feghouli'nin de takımı yönetmesini bekliyordu. Cuma iş çıkışı maçı olmasına rağmen taraftar da ilgisiz davranmamıştı, koltuklar dolmuş, tezahürat takımı ateşler seviyedeydi... Maç öncesi ultrAslan-UNİ'nin "Öğretmenler Günü" vesilesiyle şehit öğretmenleri anan pankartı da manidardı: "24 Kasım Öğretmenler Günü kutlu olsun. Mekanınız sennet olsun Aybüke Yalçın ve Necmettin Yılmaz"
İki takım da maçta hata yapmamak için temkinli davranıyordu da, maçı yöneten Yaşar Kemal Uğurlu daha da "garanticiydi"... Muallakta kaldığı bütün pozisyonlarda "Aman Galatasaray lehine hata yapmayayım" korkusuyla, tereddütsüz Başakşehir takımına veriyordu topu. Üşenmedim, not tutmak istedim de, o kadar fazla pozisyon oldu ki, yazmaktan maç izleyemediğim için "sonu belli bu uğraşı" bıraktım ilk devrenin ortalarında. Ama bir kaç örnek bırakalım blogun tozlu raflarına:
-3. dakika Babel top kaparken rakibine dokunuyor, doğrudan sarı kart veriyor hakem, uyarı filan yok;
-Başakşehir ceza sahasının sol bölümünde Ömer'in rakibine çarptırdığı topta taç Başakşehir takımına veriliyor;
-13. dakika Mariano'nun rakibine çarptırdığı topta yine taç deplasman ekibine veriliyor;
-20. dakika Feghouli-Topal mücadelesinde Mehmet Topal Galatasaray'lı oyuncunun ayağına vuruyor, faulu kullanan ekip Başakşehir oluyor;
-22. dakika Mehmet Topal Mariano'yu arkadan çekiyor, güreşçi gibi yere seriyor sarı kart verilmiyor;
-35. dakika Mariano rakip yarı sahada yine arkadan çekiliyor, yine sarı kart göstermiyor hakem...
Dedim ya, bu kadar "garip" karar sonrası not tutmayı bıraktım da, iki takımın da hata yapmaktan korktuğu ilk 45 dakika biterken, deplasman ekibi adına Crivelli ile bir pozisyon akılda kalırken, Galatasaray Babel ile kornerden gelen bir topu kafa ile auta atıyor, Ömer Gaziantep'te attığı golün benzerini az farkla kaçırıyor ve Lemina'nın şutunda Adem'in altı pas içinden dokunuşunda kaleci Mert son anda topu kornere çeliyordu... Belki Sami Yen'de beklenilen o "gümbür gümbür" oyunu Galatasaray seyrettiremiyor taraftarına ama fena da oynamıyordu. Başka bir deyişle de gelecek adına ışık veriyordu sevenlerine...
İkinci yarıya daha da istekli başladı Fatih Terim'in takımı, ilk devre belli dakikalarda sergiledikleri "hücüm presi"ni daha fazla sürdürdüler, top yapmasına izin vermediler Okan Buruk'un takımına. Hal böyle olunca pozisyonlar da buldular da "o topu" filelerle kavuşturacak kaliteli ayaklar sakatlıkla boğuşuyordu, yoktular sahada kendilerine ihtiyaç duyulan anlarda... Deplasmanda bir puan Okan Buruk'u sevindirecekti belki ama Fatih Terim maçın böyle bitmesini istemedi, Feghouli'nin yerine Emre Mor'u alarak daha da karıştırmak istedi rakip ceza sahasını. Hoca genç oyuncusuna hem transfer sürecinde, hem de oyuna soktuğu dakikalarda güvendi de Emre maalesef bu güveni hep boşa çıkardı, bir türlü veremedi kendisini oyuna, yapamadı o beklenilen patlamayı... Ve yazının girişinde de bahsedildiği gibi Galatasaray gol ararken, hiç aklında olmadığı bir anda santra ile maçı tekrar başlatmak zorunda kaldı...
Kalan dakikalarda ise artık alışık olduğumuz senaryo sahneye kondu. Fatih Terim, bir ihtimal skoru değiştirmek için yedek kulübesinden oyuncular sahaya sürerken, "yeni nesil seyirci" oyuna giren topçuları yuhalayıp ıslıklıyordu. "Bu namüsait durumda" beraberliğin gelmesi imkansızdı, gelmedi de ve Galatasaray taa 41 maç sonra ilk defa Ali Sami Yen'de maç kaybetti... Maç bitmiş, sevinen sevinir, Galatasaraylı futbolcular başları önde sahayı terk eylerken, tribünlerdeki bir pankart göze çarpıyordu: "Bazen işler iyi gitmeyebilir, o zaman umutlar altyapıdan yeşerir!" Kalbimiz birden ısınıvermişti...
Bu günlerde sosyal medyada bir Fransız filminden alınan bir sahne dolaşıyor bolca. Genç kız sevgilisi delikanlıya depresyona girdiğinden dem vurup, kendisinin hiç depresyona girip girmediğini soruyor. Delikanlının cevabı çarpıcı: "Depresyon burjuvalar içindir. Geri kalanlarımız sabah erkenden kalkıp, işe koyuluruz"...
Galatasaray'a küsmek, futbolcuları yuhlamak, teknik direktörü cahillikle suçlamak Türk Telekom Arena da denilen "yeni" Ali Sami Yen'in "burjuva" taraftarı içindir. Bizler kazanınca sevinir, kaybedince üzülür ve her iki durumda da rakının dibini görürüz de sonraki hafta yine Galatasarayımızın peşinden "Cim bom bomun sen çok yaşa, canım feda olsun" diyerek koşarız... Burjuvalar gibi depresyona da girmeyiz, hani...
Bu kadar okuduk da yazının ana fikrini çıkaramadık diyen okuyucularımıza da cevap olsun: Galatasaray dün gece kaybetmesine rağmen umut veren bir oyun sergiledi ve teknik direktörümüz Fatih Terim yine mayıs ayında bizlere şampiyonluk şarkıları söyletecektir. Bu takıma köstek değil destek olalım...
STAT: Türk Telekom Stadyumu
HAKEMLER: Yaşar Kemal Uğurlu, Erdinç Sezertan, Asım Yusuf Öz, Burak Şeker
VAR HAKEMLERİ: Abdulkadir Bitigen, Mustafa Emre Eyisoy
GALATASARAY: Okan, Emre Taşdemir (Nagatomo 86'), Ahmet, Ömer, Mariano, Marcao, Babel, Donk, Feghouli (Emre Mor 74') , Lemina, Adem (86')
MEDİPOL BAŞAKŞEHİR: Mert, Clichy, Epureanu, Ponck, Caiçara, Mehmet Topal, Visca, İrfan Can (Arda Turan 87'), Mahmut (Gulbradsen 60'), Azubuike (Berkay 73'), Crivelli
SARI KARTLAR: Babel 3', İrfan Can 37' Adem Büyük 39', Mahmut 39', Caiçara 47', Lemina 90+1'
GOL: Gulbradsen 78'
21 Kasım 2019 Perşembe
Macera
Macera: 1. isim Baştan geçen ilginç olay veya olaylar zinciri, serüven, sergüzeşt, avantür:
"Türk şiirinin ve Türk musikisinin bir gurbet macerası olduğunu bilirdim." - Ahmet Hamdi Tanpınar
2. isim, mecaz Olmayacakmış gibi görünen iş.
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre "macera" kelimesinin tanımı... Peki nereden çıktı bu macera kelimesi. Fenerbahçe'nin bir zamanlar "geleceğin yıldızı" olarak Bucaspor'dan transfer ettiği ve Roma'ya 3.5 milyon euro gibi bir bedelle kiraladığı ama bir türlü beklenen patlamayı yapamayıp "ordan oraya kiralandıktan" sonra Alanya'da soluğu alan Salih Uçan'ın formasını giydiği takım hakkındaki düşüncesi, macera... Yani bir serüven olarak görüyor Salih Alanyaspor günleri... Belli ki Roma'da geçirdiği vakitleri de "macera" olarak görmüş, ciddi bir kariyer olarak algılamamış ki orada tutunamamış. Oysa ki kendisi gibi ümit vaad eden topçu olarak Roma'ya transfer edilen Mert Çetin ve Cengiz Ünder kendilerine verilen şansı oldukça iyi kullanıp, şimdiden İtalyan taraftarlara kendilerini sevdirirken, başkentteki geleceklerini de garanti altına almayı bilebildiler... Hadi, Roma, Sion, Empoli günleri geride kaldı diyelim, daha yakın geçmişten Merih Demiral, Ozan Tufan'dan da mı bir şeyler kapmadın be Salih kardeşim? Fenerbahçe'nin "istemediği" bu adamlar, Alanyaspor forması ile buldukları şansı son derece ciddiye alıp, göstermiş oldukları başarılı performans ile Milli Takıma kadar yükseldiler, kulüp takımlarının vazgeçilmezi oldular... Onlar, Alanya'yı geçici bir serüven olarak görmediler, kariyerlerinin aşağı mı yoksa yukarı mı gideceğinin belirleneceği bir durak olarak gördüler... Oysa Salih Uçan "macera" peşinde... Aslında, uzun uzun yazmaya da gerek yok, tek bir kelime bir kariyeri ne de güzel özetliyor...
10 Kasım 2019 Pazar
Gaziantep Futbol Kulübü:0-2:Galatasaray
1938 Dünya Kupasını Mussolini, Hitler'in de daha sonra Olimpiyatlarda yapacağı üzere bir propaganda malzemesi olarak kullanır. İtalya milli takımı bu kupayı "ne olursa olsun" kazanmalıdır ve finalde karşılaşacakları Macaristan maçı öncesi gök mavili futbolculara telegraf memuru yıldırım hızıyla Mussolini'nin mesajını iletir: Ya Galibiyet, Ya Ölüm... Bu mesajdan Macar futbolcuların da haberdar olduğu söylenir ki, hiç bir oyununun insan yaşamından daha önemli olmadığını göstermek istemişlerdir dünyaya kalelerini İtalyan futbolculara açarak. 4-2lik "mutlak" galibiyet sonrasında "İtalyan futbolcuların kaldırdıkları salt kupa değildir, yaşamın ta kendisidir." der Utku Erışık "Sporun Edebiyata, Edebiyatın Spora Hava Atışı" adlı kitabında...
Çarşambayı perşembeye bağlayan gece Madrid'de yaşanılan 6-0 lık "faciadan" sonra Gaziantep deplasmanındaki müsabaka da Galatasaraylı futbolcular için "Ya Galibiyet Ya Ölüm" manasındaydı. Yaptığı hizmetler ve kazandırdığı kupalarla Galatasaray'da kredisi en son tükenecek olan kişilerden biriydi teknik direktör Fatih Terim ama futbolcular İspanya'da "Formayı çıkarın çıplak oynayın" tezahuratını duymuşlardı bir kere... Ateş bacayı sarmış, hatta evin tüm odalarına doğru yayılıyordu... Hoca da ocak ayını işaret ediyordu ama o vakte kadar "öyle ya da böyle haneye puanların yazılması gerekiyordu" ve bu sezonki "ağrı kesiciye" baş vurulmuştu Gaziantep deplasmanında: Üçlü savunma...
İç sahada PSG ve Real Madrid karşısında üç stoperli bir oyun tercih etmiş ve başarılı da olmuştu. Antep karşısında neden olmasındı? Oldu da... Hem de çok iyi oldu...
Önceki maçlardan farklı olarak Donk'un yerine Ahmet Çalık'ı koymuştu Fatih Terim son adam "emniyet sibobu" olarak. Gençlerbirliği'nde oynadığı yıllarda savunmayı toparlamasıyla ön plana çıkmış, takım kaptanlığını almış, Milli Takıma kadar yükselmişti Ahmet ama Galatasaray kariyeri pek de arzu ettiği şekilde gelişmedi. Yine de Fatih Terim onu kadroda tuttu ve geçen hafta Rize maçında görev verdi Marcao'nun yokluğunda. Hatasız oynayınca o karşılaşmada, bu hafta da formayı sırtından çıkarmadı Ahmet... Yine kusursuzdu, yine hatasızdı ve ayakla olsun kafayla olsun Gaziantep ataklarının sonunda Ahmet vardı... Arkalarında "süpürücü" olduğunda da Luyindama ve Marcao da daha güvenli ve rahat oynama şansı buldular, nasılsa top kaçsa Ahmet yetişecekti imdada... Pozisyon vermeden de maçı bitirdi Galatasaray... Simudica yenik durumda olmasına rağmen "kıpırdayamayan" forvetlerini oyundan çıkarmak zorunda kaldı...
Real Madrid maçının kötülerinden Nagatomo'nun yerine Emre vardı sol kanatta ve Şener sakat olmasaydı o da sağ bekte savunacaktı takımı ama onun yokluğunda Mariano şans buldu. Fena da iş yapmadılar, Emre Feghouli'ye asist yaptı, bir çok pozisyonda da rakip ceza sahası içinde bir golcü kurnazlığı ile yer buldu. Mariano da Feghouli ile geçen seneyi anımsatan verkaçlarla rakip kalede tehlike yarattı...
Fatih Terim savunmada rotasyon yaptı da, bu sistem içinde orta sahadaki tercihleriyle de maçın rahat kazanılmasında başarılıydı. Ömer zaten artık takımın bankoları arasına girdi, bir sakatlık ve ceza durumu dışında formayı sırtından kimse alamaz, attığı gol de jeneriklikti, top ağlarla buluştuğunda koltuktan öyle bir sıçramışım ki eşim "Ne yapıyorsun, en nihayetinde Gaziantep'le oynuyorsunuz, derbi maçı değil" diye hayıflanırken, golün güzelliğine şapka çıkarıyordum aslında... Lemina da takıma enerji ve hırs katan oyunculardandı, topla dikine gidişi, rakip eksiltişi deplasmanda Galatasaray'ı rahatlatan unsurlardandı. Bir de maçın en iyi üç adamından biri olan Feghouli'nin görevi farklıydı. "Oynat şu takımı be Soso" demişti belki de Fatih Terim maç önü konuşmasında Cezayirli oyuncuya... O da maestro oldu Gaziantep karşısında, yönetti takımı, gol attı, direkleri dövdü, "mekanın sahibi geri geldi" dedirtti seyredenlere... Bu kurgu oturursa, tek maçlık kalmazsa, devre arasında Belhanda yolcu...
Forvet hattında Adem Büyük de Yeni Malatyaspor maçından sonra ikinci defa ilk onbirde başladı. Önceki yazılarımda belirttiğim gibi Adem'in potansiyeline güveniyorum, Galatasaray'da verimli olacağına inanıyorum. Dün gece de görevini layıkıyla yaptı, rakip yarı alanda pres yaptı ki göstermelik değildi, "ısıran" bir yapıdaydı, kısa boyuna rağmen hava toplarında oldukça başarılıydı ve Ömer'in golünde kafayla topu aşıran isimdi Adem Büyük... Andone erken sakatlanmasaydı, fark daha da açılabilirdi ama şanssızlık, umarım Rumen topçunun ciddi bir sakatlığı yoktur. Andone'nin yerine giren Babel, diğer maçlara göre daha istekli göründü ama gözlerden kaçmayan bir durum var ki o da Babel'in oyunu yavaşlatması, hatta atakları durdurup, Muslera'ya kadar uzanan geri pas silsilesinin startını vermesi. Sanki hata yapmaktan korkar gibi bir durumda Hollandalı futbolcu ve tecrübesiyle "garanti" oyunu seçiyor... Oysa Onyekuru olsa, "rüzgarın oğlu" gibi tozu dumana kata kata sürerdi topu rakip ceza sahasına doğru...
Ömer Bayram'ın rakip ceza sahası önünde itilip Gaziantepli oyuncuya çarpmasında "hava atışı" vermesi dışında konuşulacak bir hata yapmadı Cüneyt Çakır ama yardımcısı Bahattin Duran kaldırdığı ve kaldırmadığı bayraklarla "bu adam ya kuralı bilmiyor ya da kafasında tilkiler dolaşıyor" dedirtti. Karşılaşmanın ilk devresinde Emre'ye atılan uzun pasta gözü önündeki Antepli topçuyu görmeyip umut vaad eden pozisyonun bitmesini beklemeden "anında" bayrağı kaldıran Bahattin Duran, ikinci devre iki metre ofsaytta olan Gaziantepli Oğuz için bayrağı kaldırmayıp, pozisyonun bitmesini bekledikten sonra ofsayt olduğunu haber verdi Cüneyt Çakır'a... Devre arasında kuralı öğrendi herhalde diye düşünelim en naif halimizle...
Gaziantep gibi bir deplasmandan alınan üç puanla milli takım arasına girmek başta futbolcuları olmak üzere Galatasaray'lıları oldukça rahatlattı. Oynanan oyun da geleceğe dair ümit verdi. Şimdi hocadan beklenen bu sistemi bozmadan, Falcao'nun da katılımıyla özlenen Galatasaray'ı taraftarla buluşturması...
STAT: Gaziantep Kalyon Stadyumu
HAKEMLER: Cüneyt Çakır, Bahattin Duran, Tarık Ongun, Onur Öztoprak
VAR HAKEMLERİ: Volkan Bayarslan, Kerem Ersoy
GAZİANTEP FK: Günay, Maranhao, Toşca, Morais, Olkowski (Diarra 46'), Oğuz Ceylan, Kana-Biyik, Güray, Chibsah, Kayode (Kenan 83'), Twumasi (Furkan 68')
GALATASARAY: Muslera, Emre Taşdemir, Ahmet Çalık, Ömer Bayram (Seri 66'), Mariano, Luyindama, Marcao, Feghouli, Lemina, Adem Büyük (Taylan 87'), Andone (Babel 11')
SARI KARTLAR: Olkowski 7', Oğuz Ceylan 45', Lemina 63', Djilobodji 80'
GOLLER: Ömer Bayram 21', Feghouli 43'
7 Kasım 2019 Perşembe
Real Madrid:6-0:Galatasaray
"O formayı giymek kolay mı! Galatasaray formasını giymek kolay mı! Çok zordur. Olmaz. Böyle olmaz." diye BeInSports ekranlarında maçtan sonra üzüntü ve kızgınlığını dile getiriyordu Cevad Prekazi. "Ben eski bir Galatasaray futbolcusu olarak utanıyorum bu gece. Ben Galatasaray'ın Avrupa'da böyle bir tokat yediğini hatırlamıyorum." diye de sitemini devam ettiriyordu sarı-kırmızılı forma ile Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasında yarı final oynamış efsane futbolcu... Haklıydı isyanında, duygularını dile getiriyordu televizyon başındaki milyonlarca Galatasaray sevdalısının... Armanın peşinden Santiago Bernabeu Stadyumuna "deplase olanlar" maç içinde dökmüşlerdi öfkelerini: "Sabrımız taşıyor, adam gibi oynayın..." ve "Formayı çıkarın çıplak oynayın" şeklinde uzun seneler duymadığımız "naftalinli sloganları" gün yüzüne çıkararak da sahada bunları "anlayacak!" futbolcu yoktu ne yazık ki?
Galatasaray neredeyse maçın başlama düdüğü ile kalesinde golü gördü. "Bu nasıl gol, Nagatomo neredesin?" demeye kalmadı ki, ev sahibi adına maçın yıldızı Rodrygo kafayla ikinci defa fileleri sarsıyordu. Yeni yeni Avrupa sahnesine çıkmış, Madrid deplasmanına ilk defa ayak basmış genç Türk topçular olsa "mantıklı" gelecekti Real Madrid karşısındaki bu "felç" durumu ama Şampiyonlar Liginde, UEFA Avrupa Liginde, Dünya, Afrika ve Amerika Kupalarında finaller, yarı finaller oynamış topçuların bu duruma düşmesi "utanç vericiydi." Toparlar mı acaba diye düşünürken, Nzonzi'nin acemice bir hatasıyla kazanılan penaltıda bu defa Ramos fileleri havalandırıyordu. Kalesinde 5 dakikada 1 gol görmek ortalaması hiç Galatasaray'a yakışan bir durum değildi de, neyse dakikalar ilerledikçe durumu "az buçuk" topladı bizimkiler. Transfer edildiği günlerde G.O.R.A. filminden repliklerle "Sen Japonsun bir kere, akıllı adamsın, seni seçtim" diye eller üstünde tutulan Yuto Nagatomo "Çin malı" sol bek gibi devre biterken İspanyollara dördüncü golü armağan ediyordu.
Soyunma odasına dört farklı mağlup olarak girilmişti ama daha da fazlası olabilirdi, bazılarını Muslera çıkardı, bazı pozisyonda beyaz formalılar beceriksizdi. Ali Sami Yen'de peşi sıra oynadığı PSG ve Real Madrid maçlarında üçlü savunmayla mücadele eden ve gayet de başarılı olan Fatih Terim, Santiago Bernabeu'da tekrar iki stoper ve iki bekli sisteme dönüş yapmıştı... İlk devre kalesinde dört gol görünce, Donk'u oyuna alarak tekrar üçlü savunmaya dönüş yaptı ve Babel'i forvette tek bıraktı tecrübeli teknik adam... Lakin bu değişiklik de farkın gelmesine yeterli olmadı, Zidane'nın takımı iki gol daha atıp, kalesinde Lemina'nın kafa vuruşu olmak üzere tek pozisyon vererek farklı bir şekilde maçı kazandı...
Böyle ağır bir yenilgiden sonra, hele ki yenilen gollerden sonra reaksiyon vermeden rakibi seyredilen bir maçtan sonra oyuncuları tek tek değerlendirmek oldukça manasız olurken, göze batan isimler Muslera ve Lemina oldu. Uruguaylı kaleci altı gol yedi belki ama farkın daha da açılmasını önlerken, Lemina da orta sahada koştu, çabaladı, didindi, kısaca bu hezimeti kabul etmediğini göstermiş oldu...
Gerisi mi? Top ayaklarına geldiğinde ne yapacağını şaşıran futbolcu topluluğuydu...
6 Kasımı 7 Kasıma bağlayan gece kötü bitmişti ama yüzümüzü güldüren bir haberle de güneşi batırmıştık aslında. Abilerinin maçından önce karşı karşıya gelen iki takımın U-19 yaş takımlarından Galatasaray ev sahibini 4-2 ile mağlup etmişti. Genç aslanlar da abileri gibi daha 2. dakika yenik duruma düşmüş ama "armanın onuru" için isyan etmiş ve Süleyman Luş ile Yunus Akgün'ün penaltı golleri ile 2-1 öne geçmişlerdi. İkinci yarıda Guttierez klas bir golle beraberliği sağlasa da, geleceğin Galatasaray 10 numarası ve kaptanı Atalay Yıldırım belki de kariyerinin en anlamlı gollerinden birini atacak ve takımını öne geçirecektir. Atalay'ın golünün hemen ardından Yunus Akgün, hocasının korner talimatına uyarak Işık Kaan Arslan'a harika bir asist yapacaktı... "Biz futbolcuların geçmişine yatırım yapıyoruz, aslında geleceğine yatırım yapmamız lazım" diyen Fatih Terim'in sürekli vurguladığı Ocak ayını beklerken, bu gençlere de ara ara takımda şans vereceğine inanıyorum... Galatasaray'da kaybolmuş olan "ruh" belki de Florya'nın havası ve suyuyla büyümüş bu çocuklarla gelecektir takıma...
STAT: Santiago Bernabeu Stadyumu
HAKEMLER: Felix Zwayer, Thorsten Schiffner, Marco Achmüller, Patrick Ittrich
VAR: Sacha Stegemann, Daniel Siebert
REAL MADRID: Courtois, Carvajal, Ramos, Varane, Marcelo (Mendy 42'), Hazard (Isco 68'), Kroos, Casemiro (Modric 60'), Valcerde, Benzema Rodrygo
GALATASARAY: Muslera, Mariano, Luyindama, Marcao, Nagatomo (Adem Büyük 88'), Seri, Babel, Feghouli, N'Zonzi (Ömer Bayram 46'), Lemina, Andone (Donk 46')
SARI KARTLAR: N'Zonzi 13', Valverde 42', Babel 57',
GOLLER: Rodrygo 4', 7', 90+2; Benzema 45', 81'; Ramos 14'
4 Kasım 2019 Pazartesi
Die For You (Gökhan Cace) Röportajı
Die For You markası ile streetwear dünyasına giriş yapan Galatasaray tribünlerinin sevilen ismi Gökhan (Cace) ile ultras/Movement takipçileri için keyifli bir röportaj yaptık. Markanın kuruluşundan geleceğe dair bir çok soruyu kendine has espirili ve içten üslübü ile cevapladı Gökhan... Buyurun siz de katılın sohbete:
-Merhabalar, ben Galatasaray tribünlerinden “Cace” Gökhan’ı yakından tanıyorum da, sen yine de ultras/Movement okurları için kendini tanıtır mısınız röportaja başlarken?
Nasıl tanıtayım, tanımasalar daha mı iyi bilemedim 😊
Çocukluğumdan beri bu tribünlere geliyorum, passolig uygulaması başlayınca uzun bir süre ara verdim ama öyle kolay olmadı ayrılık ve en sonunda da geri döndüm. Bildiğin gibi ultrAslan-UNI kurulurken o karede olmak nasip oldu. Daha öncesi ve daha sonrasında yaşanan onlarca şey var. Tatlı acı- iyi kötü ama çok şükür hepsini yaşadım, yaşadık.
Ben Galatasaraylıyım ve Galatasarayı çok seviyorum. Biz aşığız aşkın da tarifi yoktur 😊 Tribün ise bambaşka bir hayat, Allah'ıma şükürler olsun ben Galatasaray tribünün bir ferdi olmuşum. Tribünü de tribüncülüğü de çok seviyorum.
-Aggressivo markasının yaratıcısı Uğur’la markanın ilk çıktığı günlerde beraber çalıştın ama sonra ortalıkta gözükmedin ve şimdi de Die For You ile tekrar “sahalara geri döndün”. Die For You’nun ortaya çıkış hikayesinden bahseder misin?
Aggressivo tamamen Uğur’un, o başlarken sadece desteğim oldu. Uğur benim çok sevdiğim arkadaşım, dostum ve hala aynı şekilde birbirimize destek olmaya devam ediyoruz. Beraber çalışmadık yani markayı kuran da büyüten de kendisi. Benim sadece tavsiyelerim yada desteğim olmuştur.
Hatta Die For You konusunda da Uğur'dan çok destek aldım. Dışardan nasıl gözüküyor bilmiyorum ama işin bu kısmı o kadar kolay değil. Ben hali hazırda turizm işindeyim, bir firmada çalışıyorum Die For You biraz hobi gibi aslında. Yıllarca tribünlerde pankart olarak gördüklerimizi, yada dilimizden düşmeyen besteleri üstümüzde de taşıyalım dedik. Az çok dilimden nelerin düşmediğini biliyorsun😊 Hobiyi profesyonelleştirmek o kadar kolay değil anlayacağın.
Die For You sanırım Galatasaraylıların hep aklındakini, hep kafasındakini üstünde de görebileceği bir marka olacak. Amacım bu ama sonunda ne yaşanır göreceğiz 😊
-İsim olarak Galatasaray tribünlerinin efsane pankartı olan Die For You’yu seçmenin özel bir anlamı var mı?
İsim babası ben miyim değil miyim bilmiyorum, Uğur ile konuşurken bu çıktı. Die For You sadece pankart olarak değil, gerçekten beni-bizi yansıtıyor. Çok defa yaşananlar bunun örneği 😊
İşin markalaşma kısmı ise akılda kalıcı olması, herkesin alışkın olması önemli sebepler.
-Twitter ve instagram hesaplarından gördüğüm kadarıyla “Die For You” sarı kapşonlu ve “Ormandan Kestik Çamı” kapşonlu ve t-shirt ile tekstil dünyasına giriş yaptın. Nasıl tepkiler bekliyordun, umduğunu buldun mu?
Die For You maşallah beklediğimden daha fazla ilgi gördü. İnşallah üretimden sonra da insanlar beğenirler, biz de kimseye mahçup olmayız. Kafamızdaki ilk sayıdan daha fazla üretiyoruz.
"Ormanda Kestik Çamı" şimdilik üretmiyoruz çünkü dediğim gibi bu iş o kadar kolay değil. Başka işin varken takibi o kadar kolay olmuyor. Die For You stattaki Galatasaraylıyı, Ormanda Kestik Çamı da beni anlatıyor 😊
Tekstil işi benim için zor. Kumaş bileceksin, atölye bileceksin, dikiş bileceksin vb gibi bir sürü şey. Sağolsun bana destek olan bir sürü arkadaşım-dostum oldu, onlar bu işi benden daha çok sahiplendiler. Onlar sayesinde bu işin üstesinden gelebiliyorum.
- Ürünler için sipariş almaya başladın mı, yoksa henüz tanıtım aşamasında mısın? En fazla hangi ürün rağbet gördü?
Dediğim gibi şu anda sadece Die For You var. Siparişleri aldık 5-6 Kasım gibi teslim alıp 7 Kasım gibi de kargo işlemlerine başlayacağız inşallah. Amacım 1 Kasımdı ama maalesef bu işler pek öyle yürümüyormuş.
-Giyim sektörüne adım attın, peki bu sektörden takip ettiğin markalar var mı?
Ben aşırı marka düşkünü bi' adamım ama marka adı verip kimsenin reklamını yapmayayım, röportajın yıldızı benim 😊
-Aggressivo her çıkardığı ürünle deyim yerindeyse “gündem belirliyor”, Uğur’la aranın iyi olduğunu da biliyorum, kendisinden destek alıyor musun?
Daha öncede söylediğim gibi Uğur en büyük destekçim. Aggressivo ise bence ülkede street wear işinde rakipsiz.
-Ürünler sadece Galatasaray tribünü için mi olacak?
Başka tribün bilmiyorum ben 😊
-ultrAslan-ÜNİ’nin kuruluşunda aktif rol aldığını biliyorum, bu oluşumun ilk günlerinde bir aile gibi olan, bugün 35-40lı yaşlarını yaşayan “old boys”lar için özel ürünler üretme fikri versek, ne dersin?
Onlara ne yapsam beğenmezler, tam bir huysuzlar ordusu 😊 Şaka bir yana onlar benim artık arkadaşımdan-dostumdan öte kardeşim olmuşlar, onlara özel bir şey yapmaya gerek yok, onlar zaten yeterince özel. Ama onlardan aldığım ilhamla birşeyler yapacağım.
-Pankartlar ve tribün bestelerinden ilham aldığını görüyorum, diğer ürünler de aynı konseptle mi üretilecek?
Benim tek kaynağım tribün o yüzden, aynı kafa ile devam edeceğim.
-Metin Oktay, Prekazi, Hagi gibi Galatasaray efsanelerine özel ürün üretimi yapacak mısınız?
Olabilir ama bu işi iyi yapan insanlar var zaten. Efsanelerin görselleri ile çok iyi işler çıkardılar, ben yaparsam farklı bir şey olmalı. Ama bunun için bir plan projem şimdilik yok. Ama bir fikir çakar kafamızda bir anda birşey çıkartırız ortaya...
-Yeni çıkacak ürünün müjdesini ultras/Movement blog vasıtasıyla paylaşmak ister misin?
Die For You bir çıksın sana söz bir sonraki ürünü senin vasıtan ile duyuracağım.
-Ürün sipariş etmek isteyen ya da dizayn fikri vermek isteyenler seninle hangi hesaplardan iletişime geçebilir?
Twitter hesabımız var, orayı sürekli ben yönetmiyorum ama hızlı geri dönüş alacaklarından emin olsunlar. Hatta whatsapp hattı isteyenler direk benimle görüşüyorlar 😊 Direk benim kendi twitter hesabımdan ulaşabilirler. Hangisini isterlerse...
Twitter: @gokhancace ve @ForyouDie
3 Kasım 2019 Pazar
Galatasaray:2-0:Çaykur Rizespor
"Umarım Rize küme düşer diye tag açılmış . Stadyum da Rizeye ağır küfürlerin sebebi sensin hasan kartal. Fenerbahçeli oluşunu Rizespor Başkanı makamından yapamazsın. Rizespor senin değil sen gideceksin başkası gelecek . Yeter artık fenerbahçene git usandırdın iyice !!" diye twitterda isyanını haykırıyordu dün geceki maçtan sonra @dagdibi53 kullanıcı adlı Rizesporlu taraftar... Belki de bir çok Rizelinin isyanıydı bu ses... Geçen sezon Sami Yen'e konuk olduğunda "başkan" gibi karşılanmış, plaket dahi almış olan Hasan Kartal, ligin ikinci yarısı Rize'deki maçtan sonra ortalığı ayağa kaldırmış, Galatasaray taraftarını kızdıracak söylemlerde bulunmuştu. Bunlar yetmezmiş gibi transfer sezonunda da Şampiyonlar Liginde forma giymek için Galatasaray'a transfer olmak isteyen Vedat Muriqi'yi "kadro dışı bırakmakla" tehdit edip Fenerbahçe'ye "zorla" yollamıştı... Hal böyle olunca da cuma gecesi Seyrantepe'de oynanacak maç Galatasaray taraftarı için sıradan bir lig karşılaşması olmaktan ziyade, Rizespor nezdinde Karadeniz ekibi başkanı ile hesaplaşma manası da taşıyordu. Maç içinde yapılan sinkaflı tezahüratlar ile "Rize Kümeye" sloganlarına da kimse şaşırmadı tabii...
Futbolcuların istenilen performansı sergileyememesi, yazılı ve görsel medya ile sosyal medyadaki "trollerin" Galatasaray'da "karanlık bir portre" çizmeleri ve özellikle de hafta içi maçı olması münasebetiyle tribünler pek de alışık olmadığımız kadar boştu. Yine de fena performans sergilemedi "takımının peşinde, iyi günde kötü günde" koşanlar. Maçın başlama düdüğü ile "desibel rekorunu egale ettiler", takım 2-0 ı bulunca da devam golleri için gök gürültüsü gibi çöktüler Rizesporlu futbolcuların üstüne... Tribünde yerini almış "taraftara" teşekkür ederken, boş koltukların dolması için kulüp yöneticilerine bir teklifim olacak:Bir sezon içinde kombine kartı olup da üç defa maça gelmeyen ya da devretmeyen taraftara bir sonraki sezon kombine satışlarında öncelik tanınmasın, herhangi bir indirim yapılmasın. Tam tersi sezon boyunca maçlara gelen ya da kartını devreden, kısaca tüm maçlarda koltuğu dolu olan taraftarlara GS Store'larda çeşitli indirimler yapılsın, kombine yenilemede öncelik tanınsın... Bakın bakalım bu şartlarda maça gelmemezlik yapılacak mı, ya da fahiş fiyatlarla devir peşinden koşulacak mı?
Tribünlerden sahaya dönersek, Beşiktaş derbisi sonrası rotasyon sinyali veren Fatih Terim'in sahaya süreceği kadroyu bekliyordu herkes. Belhanda, Feghouli, Mariano, Donk, Nzonzi kulübeye çekilmiş ve Luyindama'nın partneri Ahmet Çalık olurken, sağ bek Şener'e emanet edilmişti. Orta saha Seri-Lemina ve Ömer'e bırakılırken, Fatih Terim Babel'den tecrübesi sebebiyle vaz geçmiyor, ters kanada da kazanmak istediği Emre Mor'u monte ediyordu. Gol atacak ayak olan Andone'yi sahada görünce Falcao aklımıza bile gelmiyordu... "F.T'nin takımı"nı oluşturmaktı gayesi hocanın ve sahaya sürdüğü topçular da Rizespor karşısında teknik direktörlerlerinin istediğini kusursuz yerine getirdi. Öncelikle gol yemedi sarı-kırmızılılar ve maçın ikinci yarısında Şener'in sakatlığı sebebiyle kenarda olduğu bir dakikada sağ kanadın boşluğundan yararlanan Meljnak'ın şutu dışında pozisyon da görmedi Muslera kalesinde. Luyindama ve Ahmet uyumluydu da Luyindama'nın topla ileri çıkışlarda gösterdiği cesareti Ahmet nedense gösteremedi maçta, onun "pas partneri" hep Muslera'ydı... Mariano'yu çizginin 5 adım ötesindeki kulübeye yollayan Şener de sakatlanana kadar göze batan bir oyun seyrettirdi. Lemina'nın kaptığı topta penaltıyı da yaptıran Şener'di, artık bu asist sayılır mı bilmem, onu istatistikçiler düşünsün...
Lemina demişken, maçta Ömer Bayram'la birlikte maçın en fazla mücadele eden ve galibiyette pay sahibi oyuncusuydu Gabonlu futbolcu. Cesurca topa dalışları, dikine top sürmesi ve presiyle Fatih Terim'i oldukça mutlu etmişe benziyordu. Ömer de sergilediği mücadele ve takımı toparlamasıyla, "Keşke Beşiktaş derbisinde cezalı olmasaydı" dedirtti seyredenlere. Sol bek diye transfer edildi, bir çok maçta da ıslıklandı Ömer Bayram ama meğerse "adamın içinde Gattuso" yaşıyormuş... Sadece Gattuso mu, takımın en fazla asist yapan oyuncusu olması vesilesiyle Gerrard'tan da esintiler estiriyor. Talbi'nin kendi kalesine attığı golde de asist Ömer Bayram'dan geldi... Bu ikilinin üçüncü ortağı Seri ise daha tutuktu, isabetli pas oranı fena değildi belki ama takımı hücüma çıkarmada, ters kanada oyunu yığmada "zayıf not" aldı cuma geceki maçta...
Uğruna Onyekuru'dan vazgeçilen ve her maçta onbirde yeri garanti olan Ryan Babel'den Fatih Terim Hagi gibi, Melo gibi bir takım lideri yaratmak istiyor. Premier Lig tecrübesi, Hollanda ulusal takımına sürekli davet ediliyor olması Fatih Hocanın düşüncesini destekliyor ama Hollandalı oyuncu daha sazı eline hiç ama hiç almadı. Onun tek arzusu orta saha cıvarında taç çizgisi önünde topu almak, üstüne basmak ve rakibi geçmeye çalışmak... Geçtiği kadar geçemediği de olunca tribün homurdanmaya başlıyor... Unutmadan attığı penaltı golü şıktı... Buram buram tecrübe koktu...
İleri uçta görev yapan Florin Andone, Rizespor ağlarını sarsamadı ama 90 dakika boyunca bitmez tükenmez bir enerjiyle yaptığı presle rakip takımın kolay oyun kuramamasını sağladı. Çabasının ödülünü de golle alıyordu ki kornerden gelen topa attığı kafa vuruşunu "çaylak" kaleci Tarık başarılı bir refleksle önledi. Rumen golcünün kaçan golden sonraki hırsı sizlere Melo'yu hatırlatmadı mı? Çocukken zararlı diye mi, fakirlikten mi bilinmez evimize "kola" fazla girmezdi de yılbaşı ve bayram gibi özel günlerde bardağa dökülen o siyah içeceği bitmesin diye ağzımızda tuta tuta, yavaş yavaş içerdik. Bonservisi İngiltere'de olan Andone'nin sene sonunda gideceğini bilmek, onu "kana kana" seyrettirmiyor bize, içimde hep bir ukde bakıyorum Andone'nin mücadelesine... Gitmese keşke, bitmese bu sevda...
Galatasaray maçlarının kadrolu hakemlerinden biri olan Abdulkadir Bitigen, Galatasaray lehine penaltıyı verdi ya, peşinden Rizespor kulübesine itirazdan yardımcı antrenöre sarı kart çıkardı ya, kendisine ayrılan çizgiye bastığı gibi komik bir gerekçeyle Fatih Terim'e sarı kart göstererek "şovunu yaptı"... Hoca maçtan sonra yaptığı basın toplantısında hakemi haklı bulduğunu belirtirken, isim vermeden Obradoviç'in yaptıklarını söyleyerek aslında hakeme sitem ediyordu...Bir yandan da "buna da bereket" der gibi bir havası da vardı hocanın zira bu sene Galatasaray'a karşı yapılanları düşününce, oyundan atılmamasına da şükretmek gerekiyor...
STAT: Türk Telekom Stadyumu
HAKEMLER: Abdülkadir Bitigen, Çağlar Uyarcan, Ahmet Narinç, Cihan Aydın
VAR HAKEMLERİ: Ali Şansalan, Serkan Olguncan
GALATASARAY: Muslera, Şener (Mariano 54'), Ahmet, Seri, Babel (Jimmy 76'), Ömer, Andone, Luyindama, Nagatomo, Emre Mor (Adem Büyük 87'), Lemina
ÇAYKUR RİZESPOR: Gökhan (Tarık 56'), Abarhoun, Talbi (Barış Alıcı 46'), Attamah, Melnjak, Moroziuk, Boldrin, Aminu, Diomande, Vetrih, Oğulcan (Samu 82')
SARI KARTLAR: Diomande 43', Ryan Babel 60', Oğulcan 64', Talbi 71', Fatih Terim 72'
GOL: Talbi (K.K.) 15', Babel (P) 18
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)