27 Ekim 2023 Cuma

Sosyal Medya ve Tribünler


"Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacak"

Andy Warhol'a atfedilen bu sözü duymayan yoktur zannedersem. Amerakalı sanatçı bu sözü söylemiş mi söylememiş mi tartışıladursun, bizim memleket evlatları bu "ünlü" olma hadisesiyle öyle bir yana yakılıyormuş ki imdatlarına sosyal medya ve akıllı telefonlar yetişti.  Bloglarla "masumane" şekilde başlayan "şan şöhret" peşinde koşma sevdası, facebookla "takipe takip"le artıp, instagramla "fenomenliğe", youtube ile de"orgazm" noktasına ulaşırken, Elon Musk'ın bizim için kurtarılmış bölge olarak kalan twitterı X'e dönüştürüp, oradan da para akıtmaya başlamasıyla bu işin suyu iyice çıktı.

Yemek fenomeni, gezi influenceri derken, ki konumuz onlar değil memleket topraklarında en fazla konuşulmaktan zevk alınan iki konudan biri olan futbola dair de ahkam kesmek için herkes bir kamera bir kulaklıkla yorumculuğa soyundu. Başta çocukça bir heves gibi görünen bu "macera", oralara aktarılan reklam gelirleri ile öyle büyük bir hal aldı ki, Mehmet Demirkol, Fatih Altaylı gibi tanınmışlar görsel ve yazılı medyadan tamamen el kolunu çekip "sosyal medyadan" geçimini sağlamaya başladı... Hatta yaptıkları yorumlarla Fenerbahçe başkanı Ali Koç tarafından çalıştıkları kanaldan kovdurulan (kendi söylemleri) Haluk Yürekli ve Gökhan Dinç açtıkları youtube kanalı ile televizyonda elde ettikleri şöhretten daha fazlasını kazandılar.

Gazetecilik mesleğine yıllarını vermişlere saygımız sonsuz da bana bu satırları yazdıran "sosyal medyayı" kendi şahsi çıkarları için kullanıp, "rüzgar nereden eserse" felsefesi ile herhangi bir ideali olmadan etrafına aldığı "takipçilerini" etkileyen ve bu "masumane" sam yelinin yıkıcı bir fırtınaya dönüştürenler.  Bu süreçten taraftarlar, futbolcular, yöneticiler, kulüpler zarar görürken, kazanan bir tek bot hesaplarla takipçi sayısını şişiren "taraftar" görünümlü "no name"ler...

Ömrünün hatrı sayılır yıllarını tribünlerde geçirenler bu sözüm ona "fenomenlere" paye vermezken, sokakta top oynamamış, X-Boxlarla yetişen "Z kuşağı" onların hazır ordusu gibi twitterdan verecekleri emirleri beklemekte. Bazen bu kişiler "trending topic" oluşturup, transferi engellemekle kendileriyle gurur duyarken, bazen de etkileşim uğruna "topçu linçlemekten" de hiç utanmıyorlar. Hatırlanacaktır, transferin son günlerinde Galatasaray'ın adı Lazio'lu Vecino ile anılmış, twitterda ortalık karışmış, "Vecino'yu istemiyoruz" tweetleri atılmış, transfer askıya alındığında da bu "fenomenler" kendilerini fena halde güçlü hissetmişlerdi. Oysa ki, sonraki günlerde transferin olmamasının nedeni olarak Sarri'nin futbolcunun transferine onay vermediği açıklanmıştı...

Bu "no name"ler herkesten çok taraftar olmakla övünüp, tuttukları takımı 24 saat yaşamakla "hava atarken", söz konusu etkileşim, dolayısıyla da hesaplarına yatacak para olunca, kulüpmüş, armaymış, pek de umurlarında olmuyor. Ülkemizde sosyal medya, özellikle twitter kullanımı bir çok ülkeye göre aşırı derecede fazla, herhangi bir Avrupa ülkesinde bir konu hakkında atılan 3 bin-4 bin tweet büyük yankı uyandırırken, bizde bu sayıda tweet "trend" bile olmamakta. Erden Timur bu yaz transfer sürecinde menajer ve kulüplerle oyuncu pazarlığında en fazla atılan tweetlerin kendilerini zora soktuğundan bahsetse de, "at, avrat, vs" gibi hesaplar yaptıklarının zarar verdiğini görmezden gelip, yazmaya, "alevli, uçaklı" emojiler atmaya devam etmişlerdi...

Bu "x vekili" hesaplar etraflarına topladıkları "safiyane takipçileri" ile öyle bir algı yaratıyorlar ki, kulüpler ve futbolcular da ister istemez bunlardan etkileniyorlar. Bazı "dirayetsiz" yöneticiler sosyal medyanın gazıyla hoca kovarken, bazıları da oradaki ortamı kendi lehlerine çevirmek için külüp kasasını boşaltmak pahasına transfer yapmakta... Ama, bazı "uyanık" yöneticiler de hakemleri olsun, kamuoyunu olsun kendi lehlerine yönlendirmek için bu "fenomenleri" akıllıca kullanmasını biliyor...

Peki, bunların taraftarlık kültürüne "zararları" sadece sanalda mı kalmakta? Öyle düşünürseniz, fena halde yanılırsınız zira, bizler için futbolun en vazgeçilmez ve kutsal yeri olan tribünleri de ele geçirmiş haldeler. Bir hafta boyunca sosyal medyada futbolcu linçleyenleri okuyan seyirci, maça zaten o topçuya karşı pimi çekilmiş bomba gibi gelmekte ve ilk hatada başlıyor ıslığa, ediyor küfrün en ahlaksızcasını... Stadların bu kadar devasa olmadığı ve sosyal medyanın hayal dahi edilmediği yıllarda, tribünde çıkan "çılız" bir ses hemen susturulurken, şimdi susturmayı geçtim, bu sesler samanlığı yakan bir alev görevi görüp, bütün stadyumu topçuya, hocaya ya da başkana karşı ayaklandırmakta. Bir hafta önce tribüne çağırıp üçlü çektirilen topçu da yuhlanmakta, kulübün efsane hocası da ıslıklanmakta, zira sosyal medya "fenomenleri" varlıklarını nefret üzerine kurmuş, her hafta kurban beklemekteler "askerlerinden"...

 Ünlü olmak meselesi ile başladık ya yazıya, itibar ve şöhretin bilgi ve tecrübeden ziyade takipçi sayısıyla ilişkili olduğu bu mecrada takipçileri "yemlemek" de başka bir mesele. Aç olan koyun başka bir otlağa otlamaya gider derlerdi eskiler, takipçisini kaçırmak istemeyen "fenomenler" saat başı bir tweet, bir instagram postu atmak zorunda hissetikleri için kendilerini haberin doğrusuna yanlışına bakmadan önüne düşen her şeyi paylaşmaktalar. Bu "paylaşım zinciri" öyle bir hal almakta ki, kimse haberin kaynağını ya da doğrulunu araştırma gereği duymaz ve onlarca hesaptan paylaşılan bir haber çoğu kez "uydurma" çıkmakta. Utanan var mı? Nereeeede... Bir de paylaşılan haberlerde, kaynak göstermeme hastalığı var ki, o da uzun bir yazı konusu...

Bitirirken, nedir acaba bu "fenomenlerin"lerin panzehiri sorusunu duyar gibi oluyorum. Tek korkuları takipçi kaybetmek olduğu için bunları takip etmeyip, iyi ya da kötü onların hiç adını kullanmamak, reklamın iyisi kötüsü olmaz onların felsefesidir, bunların bitirmenin tek yoludur...



Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin