19 Mart 2022 Cumartesi

Maracana'nın Ürpertici Tüneli


Gladyatörlerin kendilerine ait odalardan çıkıp, kan ve vahşete susamış seyircilerin çığlıklarını dinleye dinleye arenaya doğru yürüdükleri uzun tünellerin geçmişte kaldığını düşünüyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz zira Kızılyıldız'ın taraftarlar arasındaki deyimiyle Maracana'sı ya da resmi adıyla Rajko Mitic Stadına gelmeden futbolcular da eski çağ savaşçıları gibi 2 dakikalık tüneli geçerek seyircilerin karşısına çıkmak durumundalar.

Kızılyıldız'ın stadı UEFA'nın belirlediği kuralları yerine getirmek için son yıllarda oldukça fazla "modernleşti" ama tek değişmeyen şey futbolcuları yeşil zeminle buluşturan 1963 yılında yapılan tünel kaldı. 

Peki bu tüneli eşsiz kılan nedir? Rajko Mitic stadının soyunma odaları diğer stadyumlardan farklı olarak stadyumun dışında bulunuyor ve oradan yeşil sahaya yürümek oldukça zaman alıyor ve hakemin ilk devreyi bitiren düdüğü ile ikinci yarıyı başlatan düdüğü arasında geçen 15 dakikalık zamanın sadece 11 dakikası soyunma odasında geçirilebiliyor, kalan süre tünel içinde yürümek için harcanıyor.


Stadın dışındaki binada formalarını üstlerine geçiren topçular, Avrupa'nın en uzun yolu kabul edilen 240 metrelik yolu yaklaşık olarak 2 dakikada yürüyerek koşu pistini geçip, stadın yarısını da geride bırakıp, maç önü seremonide taraftarla buluşabiliyorlar.

Tabii, Maracana'nın tünelinde yürümek pek de konforlu olmasa gerek zira, sıvasız beton duvarlardan oluşan tüp şeklindeki tünelde yol boyu etrafta yer alan kırmızı-beyaz grafittiler, zaten daracık yolu daha da sıklaştıran sıra halindeki polisler, uzun boylu topçuların başlarını çarpmamak için eğilmek zorunda kalacak kadar alçak tavanı ve tribünlerden gelen tezahüratlar ile ses bombalarının patlama sesleri maç başlamadan ev sahibi Kızılyıldız'ı psikolojik olarak da öne geçiriyor. Tünelin karanlığına alışan futbolcuların gözleri stadın ışıklarına açılan kapıdan çıkınca, seyirciler arasında yürüyüp, ringin ışıklı ortamına ayak basan boksörler gibi kamaşmakta...

Maçın stresi bir yana, kafalardaki düşüncelerle de baş başa tek sıra halinde bu bitmez yolda iki dakika yürümek de hiç bir rakibin istemeyeceği durumdur. 

Mevzuyu daha da zorlaştıralım mı? Tünelin çatısı ile üstünde bulunan ultraların bağırmaları ve zıplamaları ile titreyen beton sadece 15 cm kalınlığında...


Ev sahibi Kızılyıldız stada ana tünelden giriş yaparken, deplasman takımları farklı bir taraftan giden sol tünelden maça çıkmaktadırlar ki orada üstlerinde iki sıra halinde tribün ve üzerinde kırmızı-beyazlı taraftarların tepiştikleri kapı yer almakta. Tünelin iki ucunda yer alan özel polis kuvvetleri, futbolcular ile taraftarlar arasında tampon görevi görürken, önemli maçlarda rakip takım oyuncuları tünelin bitiminde bir müddet daha koruma altında yürümek zorunda, zira sahaya çıktıkları yer ev sahibinin meşhur Delije grubunun adının yazılı olan kalenin arkası...

Arkalarındaki duvarlarda da hayatını kaybeden taraftar, futbolcu ve ünlü Sırp kahramanların adları yazılı bulunmakta. 

Bu "ürpertici" tüneldeki yolculuğu nihayete erdirip, reklam panolarına ulaşan futbolcuların derin bir nefes çekmesi pek olağandışı olmasa gerek...


Rajko Mitic stadı eski bir yapı olmasına rağmen, önümüzdeki sezona yetişmek üzere çatısının yapımı için de proje hazırlanmış bile. Kapılarını taraftara ilk açtığı yıl 8 bin koltuk ve 20 bine yakın taraftara ev sahipliği yapan bu "arena"nın 110 bin taraftarı da barındırdığı rivayet edilmektedir ki bu yüzden dünyanın en büyük stadı olarak görülen Brezilya'daki Maracana'nın adını kullanıyor kırmızı-beyazlı taraftarlar mabedlerinden söz ederken.

Uzun yıllar UEFA'nın stadyum denetçisi olarak çalışan Scott Struthers için bu "ilginç" stadyum özel anlam ifade etmekte. "Stadı kendi haline bıraktıkları oldukça açık. 1991'de Marsilya karşısında Şampiyon Kulupler Kupasını kazandıktan sonra 110 bin kapasiteli tribünü koltuklaştırmaya başlamışlardı ama o günden bugüne değişen pek bir şey olmamış..."derken,  10 sene arka arkaya UEFA'nın müsabakalarına katılmadıkları için UEFA'nın radarından kaçabilmişler. UEFA stadın belli bölümlerini geliştirmeleri için yazılar yollamış ama Avrupa Kupalarına katılmadıkları için kimse de denetim yapmamış.

"Zemin fena değil ama tuvaletler, kameralar, kontrol odaları, tribünler, ikaz levhaları gibi bir çok alan UEFA'nın gereksinimlerini karşılamıyor. Kırılan koltuk kırılmış olarak kalıyor, sahaya atıldıysa da artık orada eksik bir koltuk göze çarpıyor. Kale arkasındaki tribünlerde koltuk kırmaya alışık olan ultralara neden stadın koltuklandırıldığını anlatılması gerekir" diyor Struthers. 








Bu yazı The Athletic'ten çevirilmiştir.

11 Mart 2022 Cuma

Barcelona:0-0:Galatasaray


Gen sözcüğünün biyoloji biliminde uzun ve kafamızın almadığı bir tanımı mutlaka vardır ama halk dilinde gen dendiğinde akla anne-babadan çocuklarına geçen belirli karakteristik özellikler gelmektedir. Kimisi babasından saç rengini alır, kimisi annesinden göz rengini, kimisi de dayısına benzer boy olarak. Tabii şimdi burada uzun uzun insan doğasını incelemek değil amacımız da, spor kulüplerinin de genleri vardır, tarihleri boyunca maç ve maç oluşturdukları kültürleri vardır ki, bu özellikleri onları "gerçek" büyük kulüp yapar, yoksa üç-beş Arap şeyhin ya da Amerikalı "paragöz" iş adamının para yatırdığı kulüp, kupalar alsa da taraftar gözünde "büyük" sıfatını alamaz...

Dün gece Nou Camp'ta iki "büyük" kulübün mücadelesi vardı... ""Mes que un club" ( Bir kulüpten daha fazlası) sloganı ile İspanya içinde kurulduğu Katolonya bölgesinin sesi olan Barcelona ile "Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek" şiarı ile Ali Sami Yen'in bir edebiyat dersinde temellerini attığı Galatasaray. Karşılaşma alışılageldiği üzere "salı ya da çarşamba" gecesi değil de takımların son yıllardaki "sancılı" ve "yeniden kurulma" çabalarından dolayı UEFA Avrupa Ligi günü olan perşembe oynandı. Lakin, maçı yayınlayan yüzü aşkın televizyon kanalı karşılaşmanın önemini gösteriyordu...


Kulübün geleceğini kurtarmak adına "kariyerini ortaya" koyan Fatih Terim önceliğinde oluşan "yeni" takım ulusal ligde "organize kötülüğün" etkisiyle puanları kaybederken, Şampiyonlar Ligi ayarında rakiplerin olduğu Avrupa Ligini de deplasmanda gol yemeden, yenilgisiz lider tamamlamıştı ve kurada kimsenin istemediği Barcelona ile eşlemişti. Rakip hocaların önünde eğildiği Fatih Terim yoktu artık "evlatların" başında ama rakibin bağrından bir hoca ve yardımcıları ile çıkıyordu Nou Camp'a...

Bahis siteleri neredeyse Barcelona galibiyeti oranlarını bahislerden çıkarıp, beraberliği ise çift haneli rakamlarla yansıtırken, "Galatasaray varsa umut vardır"ın peşinden koşan Galatasaray taraftarı "We are the best" sloganı ile Barcelona sokaklarını inletiyordu. 100 bin kapasiteli stadın gökyüzüne en yakın tarafına yerleştirilen deplasman taraftarları, şanlarına yaraşır şekilde maçın ilk düdüğüyle beraber başladıkları tezahüratları maç boyu sürdürmüştü...

"Galatasaray'ın puan durumundaki yerine bakıp, aldanmayın, onlar çok güçlü bir ekip" diyen Barcelona teknik direktörü Xavi'nin dediği ile sahaya çıkardığı kadro çelişiyordu, zira Pique, Busquets, Dembele, Abumeyang gibi topçular kenarda oturuyordu. Galatasaray'da ise sosyal medyanın Fatih Terim'in çöpleri (!?) ilan ettiği, Galatasaray formasını yakıştıramadıkları Berkan ve Taylan, küfürlerden sosyal medya hesabını kapatan Nelsson, müzmin sakat(!?) Boey, tic-tocçu Babel, emekli(!?) Feghouli oynuyordu.


Ev sahibinin baskı yapacağı, savunmadan paslasarak çıkmayı engelleyeceğini düşünen teknik ekip, Fatih Terim'in de sıkça yaptığı gibi kalecinin Babel'e atacağı uzun toplarla oyun başlatmayı ikinci alternatif olarak düşünmüştü, bir çok defa bunu da yaptılar. Hollanda'lı tecrübesi ve fizik gücüyle çoğu hava topunu aldı da, Mohammed Mostafa ile aynı frekansta değildi bir çok defa. Takımın oyun aklı Feghouli'nin de sinyaller karışınca, 8 ve 9. dakikalarda Mostafa'yı kaleciyle karşı karşıya buluşturamadı.


Ev sahibinde ise "kas yığını" bir dev vardı: Adama Traore. "Bu kadar iri adam, bu kadar hızlı olamaz" diye aklında geçirmiş olmalı ki van Aanholt, rakibini biraz hafife alınca, hayatının en berbat anlarını yaşıyordu ilk dakikalarda. Sonrasında ise tecrübesini konuşturup, rakibinin taç çizgisi cıvarında topla buluşmasına müsaade edip, "tekte dalmayıp", kontrollü bir şekilde önünde durunca, aklın fiziki gücü yenebileceğini gösteriyordu Hollandalı sol bek. Traore ise o kadar güçlüydü ki, 80. dakikada yedek kulübelerinin karşı taç çizgisinden oyunu terk ettikten sonra bütün sahayı koşarak hocasının yanına gelmişti.


Kiralık giden topçunun, "tapusunun olduğu" takıma karşı oynadığı maçta yapacağı hata "komplosever" taraftarın bayıldığı andır, zira bunun üzerine atacağı tweetler ile müthiş etkileşim kasabilir. Ama İnaki Pena gibi geldiği takımı değil de "ekmeğini yediği" yeri düşünen topçular onlara pek malzeme vermez. 13 yaşından beri formasını terlettiği Barcelona karşısında 40 yıllık Galatasaraylı gibi bir maç çıkaran genç file bekçisi, 26. dakikada Depay'ın serbest vuruşunda bir kedi çevikliğinde kalesini kapatırken, yine Hollandalı oyuncunun plase vuruşunu uzanarak kornere çelip Xavi'ye seneye bu takımın kalesine adayım mesajı yolluyordu. İkinci devre Busquets'in iki adımdan kafasını da kornere atan Pena'ya futbol tanrılarının hediyesi bitime çeyrek kala de Jong'un topu direğe nişanlamasıydı. 

Traore'nin arkadaşını zorladığını gören Kerem, savunmaya desteğe gelip, esas işini unutunca, Torrent'in de hatırlatmasıyla biraz daha kanada çekilip, topla buluşup, o çok sevdiği dikine "slalomları" hatırlayınca, yıllarca bu stadyumda Messi'yi seyretmiş Katalanlara Arjantinliyi hatırlatıverdi 35 dakikada. Bir sağ, bir sola önüne gelenleri peşinde bırakan Kerem'in kariyer golünü atmasına Eric Garcia'nın son anda uzattığı ayak engel oluyordu. Kerem o dakika fileleri havalandırmadı lakin maç boyu ev sahibi bekleri de hep tedirgin etti.


Saatin ilerlemesiyle pabucun pahalı olduğunu anlayan Xavi, İstanbul cehennemine avantajlı gitmek için elde avuçta hangi silahı varsa sahaya sürdü ama Galatasaray'ın genleri çoktan devreye girmişti: "Avrupalılar gibi oynamak, Avrupalıları yenmek"... Marcao ve Nelsson ikilisi bonservislerine bolca sıfır eklerken, Berkan ve Taylan da onların önünde yaptıkları mücadele ile "Biz eleştirdiğiniz kadar kötü topçu değiliz" mesajı yolluyordu televizyon başındaki Galatasaraylılara. Mostafa'nın yerine Gomis'in girmesi de ev sahibi beklerin rahatını bozmuş, tecrübeli golcü attığı golle o koca stadı susturmuştu da VAR kontrolü Katalanlara çölde bir bardak su gibi yardıma yetişmişti...


Ve maçın dördüncü hakeminin göstermiş olduğu +4 dakika uzatmayla birlikte Nef Arena'da yaşanılacakların bir fragmanını sahneye koyuyordu Galatasaray taraftarı bulunduğu tribünlerden. Gök gürültüsü gibi gelen tezahurat, maçı anlatan Ertem Şener'i de coşturmuş, tecrübeli spiker şiirler okumaya başlamıştı hakemin son düdüğünü beklerken...

İki köklü kulübün karşılaşmasında ilk ayak gol sesi duyulmadan biterken, şimdi dünyaca meşhur taraftarını arkasını alarak sahaya çıkacak Galatasaray'da olacak gözler. Geçmişinden alacakları güçle, bugüne gelene kadar yaptıklarını hatırlayıp, hocalarının vereceği talimatları eksiksiz uygularsa sarı-kırmızılı futbolcular, koca bir sezon kendilerini en acımasız şekilde eleştirenlerin yüzlerini kızartabilirler... Umarım da bunu yaparlar... Hem kendileri için, hem de kendilerine inanan eski hocaları Fatih Terim için...



Blog Widget by LinkWithin