31 Mayıs 2011 Salı
Vaselin Minev
Galatasaray: 73 - Banvit:61
3 maçlı serilerle ilgili çok şey yazılıp çizildi geçtiğimiz hafta boyunca. Efes-Fenerbahçe serisinin erken bitmesi baz alındı serilerin 0-0 başması gerektiği falan filan. Her şeyden önce şunu söylemek lazım ki normal sezonun sönük geçmemesi adına lig devam ederken takımlar arasında oynanacak maçlara önem kazandırmak güzel iş. Yoksa sıralamanın, ev sahibi avantajının pek önemi kalmıyor. Dolayısıyla bizim Banvit serisi de pek önemli olmayacaktı. Çünkü sezon içinde oynanan maçların ilkine göre ikincisi önemini kaybedecekti. Bizim serinin 0-0 başlaması bu açıdan avantajdır.
Galatasaray bu durum dahilinde lig sıralamasında üstte yer alan rakibine saha avantajına kaptırarak başlamıştı seriye. Ancak Banvit ve Galatasaray gibi sistem takımlarının birbirlerini yenebilmelerini sağlamanız için 2 yol vardır. 1.si iyi oyununuzlu rakibi sistem dışına itmek. 2.si ise rakibin farklı faktörlerden kaynaklı motivasyonunun düşüklüğünden yararlanmak. 1. maç özelinde 2 faktörden etkilenen takımın bizim olacağımızı düşünüyordum. Çünkü Galatasaray hücum sistemi iyi oynamaya oynatılmaya bağlı bir düzene sahip. Yani biri çıkıp maçı alamıyor. Sistem dahilinde tüm takıma sirayet ediyor buanlayış. Bu tarz bir takımın yaşayacağı dezavantaj ise uzun süre maç yapmama sıkıntısıdır. Dikkat edilirse Galatasaray'ın sezon içinde galibiyet serileri yakaladığı dönemler hep tam kadro ve yoğun maç trafiğinin olduğu dönemler. Yani oynadıkça sistem kusursuzlaşıyor. Ancak ilk maç için Banvit bazı nedenlerden ötürü pek asılamadı maça, giremedi. Maça gelme çalışmalrına başladıklarında ise Galatasaray çoktan saha avantajını lehine çevirmişti.
2. Maç ise çok farklı gelişti. Banvit'in hücum silahları 3 periyot kusursuza ve imkansıza yakın oynayınca ve aynı düzeni savunmada da gösterince 1 sayı farkla biten devreye 3. periyot eklendiğinde fark çift haneleri aşmıştı bile. Banvit o noktadan sonra seyirci desteği ile durmadı zaten. Seride İstanbul'a doğru yol almış oldu.
Dün ilk iki maçın ve sezonun genelinin aksine farklı bir beşle ve yukarıdaki dostane görüntüyle sahadaydı Galatasaray. Oktay Mahmuti'nin parkede satranç oynar gibi uyguladığı hamlelere Göksenin eklenmişti. Göksenin sezon içinde çokca yer bulmuştu kendine ancak playoffta bu seviyede ben dahil bir çok kişi bu hamleyi beklemiyordu sanırım. Ayrıca genelde ilk periyodun sonunda oyuna dahil olan Shumpert'ı 4 numaraya çekip Davis'in savunması için yerleştirmişti hoca. Savunmadaki baskıyı her zaman üst seviyede uygulayan Göksenin belki de Galatasaray forması ile yaptığı en iyi savunmayı sergiledi. Seyircinin gazı ile birlikte ilk topu çalarak maça başlayan takımımızda savunma daha ilk dakikalarda +18 seviyesine gelmişti. Bloklar, top çalmalar derken Galatasaray savunmayı öyle abarttı ki Ermal 2 dakikada 2 faule ulaşmış ilk 4 dakikada faul hakkını doldurmuştu. Savunmadan aldığı enerjiyi hücuma yansıtan takımda hücumda işler kusursuz işliyor ve daha ilk dakikalarda fark çift hanelere dayanıyordu. Ermal'in 2 faulu sonrası oyuna giren Sertaç'da çok iyi katkı verince tüm hamleler tutmuşoldu. Banvit'in hücum sisteminin en önemli oyuncularında Lens Williams ilk 2 maçta olduğu gibi yine durdurulmuş, Barış Ermiş, Göksenin'in savunması karşısında afallamış, ilk iki maçın gözde oyuncusu Chuck Davis , Shumpert'ın agresif savunmasıyla yılmaya başlamıştı. Buna hücumda Jerry Johnson'ın delici (şaşırtıcı ama gerçek) oyunu ve yüzdeli şutları damga vurdu ve ilk periyot sonuna doğru fark bir anda 15'e fırladı ve ilk periyot da 12 sayı farkla 27-15 lehimize sonuçlandı. Galatasaray'ın muhteşem savunma ve hücum performansının yansıması yenilen 15 sayı ile 11/13 saha içi (9/10 iki sayı) şeklinde oluştu.
2. periyot Banvit fırtınayı dindirmeye başladı. Rehavetin de getirdiği etkiyle birlikte, özellikle ikinci beşin Banvit'in uyguladığı alan savunmasına hücum edememesi sonucu fark kapanmaya başladı. Banvit Farkı 6 sayıya kadar indirse de Caner'in 3'lüğü 9 sayılık Galatasaray lehine farkla takımlar soyunma odalarına doğru yola koyuldular. İkinci periyodun skoru 18-15 Banvit lehine sonuçlansa da Galatasaray'ın yüdeli hücumuyla skoru bu seviyede tuttuğu ve kabus gibi bir 2. çeyrek geçirdiğini unutmamak lazım. Zira 7 asist/8 top kaybı oranı ve Jerry Johnson'ın hiç şut kaçırmadan attığı 13 sayı her şeyi açıklıyor sanırım.
3. periyoda umutlanarak gelen ekip Banvit'ti haliyle. Galatasaray hücumda bocalamaya devam etti. johnson'un ilk yarıdaki oyunu sonrası uzaya fırlatıldığı kesindi zaten. 4 hızlı hücumu heba etmesi ve takımı oyuna sokamaması sonrası Oktay Hoca kendisini kenara alıp Tutku ile oyunu dengelemeye çalıştı. Farkın 4 sayıya kadar indiği periyot boyunca Galatasaray'ı skorda tutatn Shumpert oldu. Aldığı 3 hücum ribaundu üzerine bulduğu 6 sayıyla 4. periyoda takımının 6 sayı önde girmesini sağladı(53-47) Amerikalı yıldız.
Son periyotta Maçın başındaki savunma sertliğini ve hücum düzenini hatırlayan takımımız Tutku'nun 3'lüğü ile farkı 9'a çıkardı ve bir daha da 7 sayının altına düşürmedi. Banvit'in alan savunması tercihi bu periyotta işe yaramadı. Shumpert'ın alan savunmasına orta mesafeden bulduğu sayılarla cevap veriyordu bu anlarda takımımız. Son 5 dakikaya 11 sayı önde giren Galatasaray bir daha maçı bırakmadı ve Uzay seyahatinden dönen Johnson'ın 3'lüğü maça noktayı koymuş oldu 5 dakika kala. Kalan sürede de Banvit'in çabaları sonuç vermedi.
Tüm hamleleri tutan Oktay Mahmuti takımıyla ne kadar övünse azdır ancak Shumpert gibi bir oyuncuyu takımda görmesi onu çok sevindiriyordur sanırım. Shumpert gün gelir 2 sayı atar gün gelir 25. Ancak sahaya çıktığında her dakika en yararlı işi yapanlar tarafında adının her zaman geçmesi çok olumlu bir durum takımımız açısından. Ayrıca Göksenin'in savunma katkısı ve Caner'in iki yönlü oyununu unutmamak lazım. Tutku ise yine kriz anlarında dümenin başındaydı. Dün için alıncak en önemli ders 17 top kaybı ve bir düzineye yakın verilen hücum ribaundudur sanırım. 17 top kaybı/17 asist oranı her şeyi anlatıyor aslında. Ayrıca Galatasaray'ın tüm saldırılarına sakinlikle cevap verip maça tutunan Banvit'i de kutlamak lazım. Büyük parantez ise Galatasaray taraftarına. Galatasaray seyircisi gün geçtikçe basketbol adına bilinçlenip takımına destek oluyor. Ayrıca kritk yerlerde maça damga vurabiliyor. Dün neredeyse tamamiyle dolu olan tribünleri görmek de bizler adına çok keyifliydi. Aynı doluluğu ve desteği yarınki maçta da bekliyoruz. Çünkü yarınki maç yine hiç kolay olmayacak...
Yer: Abdi İpekçi Spor Salonu / İSTANBUL
Rakip: Banvit
Tarih: 30.05.2011
Josh Shipp: (25:05, 4 sayı, 3 ribaund, 2 asist, 2 top çalma, 3 top kaybı, 2/5 şut)
Jerry Johnson: (23:54, 16 sayı, 5 ribaund, 3 asist, 2 top çalma, 6 top kaybı, 6/8 şut)
Göksenin Köksal: (10:10, 2 sayı, 2 ribaund, 1 asist, 1/2 şut)
Caner Topaloğlu: (10:21, 7 sayı, 2 ribaund, 2 asist, 3/4 şut)
Preston Shumpert: (31:12, 22 sayı, 8 ribaund, 2 asist, 2 top çalma, 1 top kaybı, 9/17)
Tutku Açık: (18:12, 8 sayı, 1 ribaund, 5 asist, 1 top çalma, 1 top kaybı, 3/5 şut)
Luksa Andric: (20:18, 7 sayı, 3 ribaund, 1 asist, 2 top çalma, 3 top kaybı, 2/5 şut)
Radoslav Rancik: (06:08, 0 sayı, 2 ribaund, 0/2 şut)
Haluk Yıldırım: (08:05, 0 sayı, 4 ribaund, 1 asist, 1 top çalma, 1 top kaybı, 0/1 şut)
Evren Büker: (14:58, 2 sayı, 1 ribaund, 1 top kaybı, 1/3 şut)
Sertaç Şanlı: (09:35, 3 sayı, 1 blok, 1/2 şut)
Ermal Kurtoğlu: (10:17, 2 sayı, 1 top kaybı, 1/1 şut)
1. ÇEYREK: 27 – 15
2. ÇEYREK: 15 – 18 (42 – 33)
3. ÇEYREK: 11 – 14 (53 – 47)
4. ÇEYREK: 20 – 14 (73 – 61)
(fotoğraflar ve istatistikler resmi siteden)
29 Mayıs 2011 Pazar
Turk Hava Yolları
Yenilmez Armada İçin Yarın Abdi İpekçi'ye
Yaklaşık bir sezondur yazıyoruz Galatasaray'ın maçlarını. Ancak bu takım için hiç bu adı telaffuz etmemiştik: "Yenilmez Armada"... Yenilmez Armada sözcüğünün ilk ve temel anlamını düşündüğümüzde ve bunu taraftar olarak misyon edindiğimizde çok sıkıntı yaşayacağımız kesin. Yenilmez Armada olmak demek, iyi bir takıma sahip olmak, gelenek yaratmaya çalışmak, bir duruşa sahip olmak, yılmadan, usanmadan, terinin son damlasına kadar giydiği formanın hakkını vermek demektir. Kurumsal kimliği yakalamak ama herşeyden önce kendi özünde yoğrulmak demektir. Saygın olmak, büyük olmak demektir ama büyük olmanın mağrurluğu altında kendinden geçmek demek değildir. En küçüğünden en büyüğüne takımdaki herkesin bir misyonu olması demektir. Yenilmez Armada olmak demek Ahmet Robenson olmak, Özhan Canaydın olmak, Paul Dawkins olmak, Orhun Ene olmak, Hüseyin Beşok olmak, Haluk Yıldırım olmak Ermal Kuqo olmaktır. Yenilmez armada ruh, inanç, azim, kararlılık, iç disiplin, çalışma ve başarı demektir. Yenilmez Armada demek taraftarı her maç salonları dolduran ekip demektir. Yenilmez Armada skora bakmaz, sonuçla uğraşmaz. Günümüzün terimiyle "Büyük Resme" odaklanır.
Her kimse bu sözü bizlere tekrar hatırlatan, kendisine selamlar olsun. Galatasaray Basketbol Kulübü tarih sahnesindeki yerini tekrar almıştır. Gerisi ise teferruattır. Bu yolda emeği geçen herkese teşekkür edip salonları doldurma zamanıdır. Salonları doldurup:
"yüreğimizde büyük aşkınla
koştuk senin için salonlara
haykırıyoruz sevdamızı
her nefeste daha da fazla
zaferler senin ruhunda var
haydi bastır Galatasaray"
şarkısını söyleme zamanıdır.
Fileci Pique
Şampiyonlar Şampiyonu Barcelona
27 Mayıs 2011 Cuma
Bulgaristan Kupası CSKA Sofya'nın
15 Yıl Hak Mahrumiyeti Cezası
“Yalısporlu Tolga Bilir rakibine tekme attığı için bu oyuncuya ihtar verdim. 55. dakikada sürekli itirazda bulunan ve bana ‘hakem senin ananı s.... Seni buraya gönderen federasyon görevlilerinin de anasını s....’ diyerek küfür eden Yalıspor’un teknik sorumlusu Ali Haydar Tayük’ü tribünü gönderdim. Rakibine ikinci kez tekme attığı için ihraç ettiği 7 numaralı futbolcu (Tolga Bilir) bana yumruklar attı. Daha sonra Tayük küfürler edip, ölümle tehdit ederek saldırmaya başladı. Tayük’ün bana yumruk attığı gören Yalıspor’un oyunda olan futbolcular ve yedek kulübesinde bulunan tüm sporcular üzerime koşarak saldırmaya başladılar.”
Marcos Antônio Malachias Júnior Bulgar Milli Takımında
25 Mayıs 2011 Çarşamba
Rooney'in Kramponları
23 Mayıs 2011 Pazartesi
Tavuk-Yumurta İlişkisi
Yeniçeriler Tribünü Bıraktı
Fenerbahçe maçında yaşanan olaylar malumunuz. Yaşanan bu olaylardan sonra dik duruşumuzu devam ettirip, grup olarak bize yakışanın faaliyetlerimizi durdurmak olduğu kararına vardık.
İlk başlarda bizde ılımlı baktık olaya esnaf kazanır dedik. 1 maç olsun tahammül edelim esnaf para kazansın dedik. Bu düşünceler içinde dışarı çıktığımızda gördüklerimiz bizleri çileden çıkardı. Fener bayrağı asan esnaflar mı dersiniz yoksa iyi günde en kral Sivassporlu olan karaktersizlerin Fener ürünleriyle gezmesi mi dersiniz yoksa ''Para yok'' diyerek original Sivasspor ürünü almayıp Fenerium tırında ki ürünleri kapış kapış edenler mi dersiniz. Soruyoruz ey Sivassporlular sizin hiç mi zorunuza gitmedi? Hala parayı mı savunursunuz?
Tüm kamuoyuna samimiyetle konuşuyoruz ve Bizler utanıyoruz!
Sivasspor gol attı diye sevinen taraftarı dışarı atanlardan utanıyoruz!
Kendi sahamızda deplasman yaşamamıza sebep olanlardan, kombineleri satanlardan, kimliğinde Sivas yazıpta üzerlerine Fener forması geçirenlerden utanıyoruz!
Kendi memleketinin takımı için hiç birşey yapmayıpta söz konusu Fener olduğu zaman bir yerlerini yırtanlardanutanıyoruz!
Bizim ve diğer taraftar gruplarımızın pankartlarını söküp atanlardan utanıyoruz!
Bize 1 yıldır ön tellere pankart astırmayan ama Fener taraftarına sesini çıkarmayanlardan utanıyoruz!
Sivas'tan karabük'e giden 20 kardeşimize bilet verilmeyip dışarda bırakılırken Fenerlilere bilet verenlerden utanıyoruz!
Fener formasıyla stada girenlere tepki göstermeyip hala misafirperverlikten bahseden, biz tepki gösterdiğimizde onları savunan, tepki duyuları iflasa uğramış koyunlardan utanıyoruz!
Verdiği sözleri yerine getirmeyen, çifte standart uygulayan Emniyet Müdürü ve Emniyet Teşkilatından utanıyoruz!
Kısacası takımının arkasında durmayan ilk fırsatta satış koyan Sivas'lıyım diye geçinen herkesten utanıyoruz!
Utanıyoruz ve bu tarz insanlarla aynı safta görünmek yerine faaliyetlerimizi durdurup, tribünden çekilmeyi yeğliyoruz.
Biz tribüne çıktığımız günden beri şehirde rahat rahat dolaşamayan İstanbul yalakaları size sesleniyoruz artık serbestsiniz.
Bu güne kadar tribüne başka formayla gelemeyen İstanbul yalakaları sevinin gün sizin. Artık size tepki gösteren hatta yeri geldiğinde döven YENİÇERİLER faaliyetlerini süresiz olarak durdurmuştur. Sevinin gün sizin. Şehirde ki, camiada ki bu zihniyet değişmediği sürece YENİÇERİ çok sevdiği Sivasspor'undan uzak kalacak. Mutlu olun.
Bizler gibi düşünen, bu onurlu mücadelemizde bizlere destek olan herkese selam olsun.
Son Kez Alemde YENİÇERİ..
Barcelona 2011-12 Formaları
22 Mayıs 2011 Pazar
Roma
- Metro ile Ottoviano-S.Pietro durağına gidip ufak bir yürüyüşle Dünyanın en ufak ülkesi olan Vatikan’a varabilirsiniz. İçeri girerken uzun bir kuyruktan geçtiğiniz için yanlışlıkla tahta çitlerle çevrili sınırdan dışarı çıkmayın, yoksa yine içeri girmek için sıra beklemeniz gerekir.
- Vatikan’ın görülecek ana yapısı St.Peter’s Basilica. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St.Peter’ın mezarının da bazilikanın içerisinde olduğu iddia ediliyor. Hristiyanlar için en önemli dini yerlerden biri olmasını umduğum bu mekan, resmen bir turist çekim merkezine dönüşmüş, içeride ruhani havadan en ufak bir eser yoktu. Dışarıda da şebek gibi giydirilmiş İşviçreli -sözde- Muhafızlar da hayvanat bahçesindeymişler gibi bol bol turistlerin ilgi odağı oluyor.
- St.Peter Basilica’sının kubbesine (Cupola) çıkmak için yeni bir sıraya girmeniz gerekiyor. 5 €’ya merdivenle, 7 €’ya asansörle çıkabilirsiniz. Asansör de zaten bir seviyeye kadar gittiği için bence merdiveni deneyin. Çıkarken kubbenin içerisinden bazilikanın iç kısmına da kuşbakışı bakabiliyorsunuz.
- Gittikçe daralan merdivenlerin sonunda çıktığınız kubbe, hem Vatikan’ın bahçesini hem de Roma şehrini barındıran gerçekten müthiş bir manzaraya sahip. Çevresinde 360 derece dönerek tüm şehri izleyebiliyorsunuz.
- Vatikan’da bundan başka Papa’nın resmi ikametgâhı Apostolic Palace ve içerisinde duvarlarındaki ve tavanlarındaki resimleri Michelangelo tarafından yapılmış olan Sistine Chapel ve papaların mezarlarının ve hazinelerin bulunduğu kısımlar da var. Biz uğramadık ama ziyaret edilebilir.
- Vatikan’dan çıktıktan sonra nehir tarafına doğru gidince Castel Sant Angelo (Sant Angelo Kalesi) 'yu görebilirsiniz. Tiber nehrinin hemen kenarındaki bu kale, şu anda o izlenimi veren bir özelliği kalmamış görünse de, muhtemelen bizim Anadolu ve Rumeli Hisarı gibi birçok deniz savaşında kullanılmıştır.
- Nehrin kıyısından güneye doğru yürüyerek şehrin Travestere denilen bölgesine geçin ve köprüden sonra yukarı doğru çıkan sokağı takip ederek Janiculum Tepesine çıkın. Biraz yorucu bir tırmanıştan sonra, yeşilliklerle dolu bu tepeden şehrin ve Vatikan’ın manzarasının keyfini çıkarabilirsiniz.
- Metroyla Barberini durağında inip Fontana di Trevi (Aşk Çeşmesi)’ye gidin. Daracık ve sessiz sokaklardan geçerek buraya vardığınızda göreceğiniz kalabalığa inanamayacaksınız. Birkaç heykelle süslenmiş bir fıskiyeye dünyadan bu kadar insanı çekmek İtalyan turizminin bir başka başarısı olsa gerek. Havuza dilek için atılan paraların günlük cirosunun yaklaşık 3.000 € olduğunu öğrendiğimde de ne kadar şaşırdığımı söylememe gerek yok.
- Yürüyerek veya metro ile Spagna durağına gidip Piazza di Spagna’da bulunan Scalinata della Trinità dei Monti(İspanyol Merdivenleri)’yi görebilirsiniz. İşte bir başka turizm başarısı; Boğaziçi Üniversitesi’ndeki steplerin birkaç boy büyüğünde oturan çeşitli milletten yüzlerce genç. Ortam haliyle cıvıl cıvıl, bir de insanı bayıltacak derecede çiçek satmaya çalışan seyyar satıcılar da olmasa.
- Buradan yürüyüşe devam edip Piazza del Popolo’ya gidin. Meydanın ferahlığına kendinizi bırakıp dinlendikten sonra, yan taraftan Pincio tepesine ufak bir tırmanış yapın. Buradaki huzur veren parkın içerisinde, şehrin gürültüsünden uzak bir halde şehrin ve Vatikan’ın manzarasını seyrederek günün yorgunluğunu atabilirsiniz.
- Parkın içerisinde yürüyüş parkurları mevcut. Burada yürüyerek Villa Borghese'nin içerilerine girebilir ve tekrardan İspanyol Merdivenlerinin üst tarafına çıkarak yürüyüşü sonlandırabilirsiniz.
- Metroyla Colesseo’ya gidip Antik Roma’nın en çarpıcı eseri Colosseum’un içine tarihi bir yolculuğa adımınızı atın. Tabii ilk önce yine uzun bir kuyruk ve peşinden ödeyeceğiniz 15,50€ sizi bekliyor. İçeriye girince ister istemez Gladyatör filminin sahneleri gözünüzün önüne gelecek. Tarihi bilgiler içeren panoları okuyunca Romalıların ilk ve orta çağ tarihlerinde binlerce insan, hayvan katletme, eşcinsel, çocuklarla ilişkiler dahil fantezinin ve şehvetin binbir türünü yaşadıklarını öğreniyorsunuz.
- Yapının çoğu yıkılmış olsa da yine de ihtişamını koruyor. Zemin ve 1. katını çepeçevre gezebiliyorsunuz. Zemine indiğinizde şöyle bir tribünlere kafanızı kaldırıp dolu olduğunu düşündüğünüzde gladyatörlerin yaşadığı heyecanı hissedebilirsiniz. Colosseum’un hemen dışarısında bulunan 312 yılı yapımı Arch of Constantine de 1.kattan resmedilebilir. Colosseum, herhalde bu yıkık haliyle daha çok ilgi çektiği için restore etme derdinde değiller.
- Colosseum çıkışında ufak bir yürüyüşle biletinizin geçerli olduğu antik Roma kenti ve Palatino bahçelerine girebilirsiniz. Efes’deki antik kente benzeyen bu yer Roma içerisinde nefes almanızı sağlayacak yeşillikler de barındırıyor. Colosseum’un fotoğrafını buradan en güzel Barberini kısmından çekebilirsiniz.
- Çıkışta yürüyerek Piazza Venezia’ya gidebilirsiniz. Burada Romalıların şehrin yapısını bozduğu için sevmedikleri Kral Emanuele'nin karısına yaptırdığı Vittorio Emanuele II abidesini görebilirsiniz. Burası gece daha bir etkileyici görünüyor.
- Yapının hemen arkasına denk düşen kısımda, Michalangelo’nun elinden çıkan binaların, çiçeklerin, heykellerin hatta heykellerin kopuk parçalarının dahi simetri oluşturduğu Piazza Capitoline var. Böylesine çılgın bir fikrin insanın aklına gelmesi ve uygulamaya geçirmesi için herhalde o insanın bütün derdinin tasasının bitmesi ve daha ilginç ne yapmalıyım diye düşünmesi lazım. Harikulade bir meydan.
- Yürüyüşe devam ederek ara sokaklardan geçerek Pantheon’a ulaşabilirsiniz. 43 metre çapındaki kubbesiyle dünyanın en geniş kolonsuz kubbesi unvanını elinde bulunduruyor. İçeriden kubbeye bakınca hayran olmamak elde değil. Nasıl olmuşsa buraya girişte para almaya gerek duymamışlar.
- Pantheon’dan devam edince de sokak çalgıcılarının ortamı neşelendirdiği, her çeşit ressamın, heykeltıraşın eserlerini sergilediği tam bir sanat meydanı olan Piazza Navona’ya gidebilirsiniz.
- Il Cappellaio Matto: İstasyonun arka tarafında Via dei Marsi 25 numarada. Yerel halkın, özellikle gençlerin yemek yediği nezih bir mekan. Sıcak ekmek üstüne çeşitli mezelerin konduğu bruschetta’lar ,İtalyan mantısı ravioli ve scaloppine (şaraba batırılmış dana) yenebilecek yemeklerden.
- Bar Gelateria: İspanyol merdivenlerinde canınız dondurma çekerse biraz ilerideki Via Frattina’ya dönüp buradaki ev yapımı dondurmalardan yiyebilirsiniz.
- La Monte Carlo: Roma’da mutlaka gitmeniz gereken bir restoran, zaten akşamları oluşan kalabalığı görünce de hak vereceksiniz. Piazza Navona yakınında Vicolo Savelli 13 numarada. Bruschettalar (içerisinde piyaz da var), makarna ve pizza çeşitlerinin ardından çilek üzerine dondurma koyarak sunduğu tatlısını da yiyebilirsiniz.
- B&B Cappellini: İstasyona çok yakın bir konumda bulunan ufak bir pansiyon. Yeri çok merkezi ama istasyon çevresi genelde Çin ve Hintlilerin yoğun olduğu bir bölge olduğu için biraz rahatsızlık verebilir. Biz bir sorun yaşamadık, kişibaşı günlük 30€'ya kaldık.
- Vatikan’da her yerde sıra olduğu için, Türk usulü kaynak yapabileceğiniz birçok seçenek var. Vatikan’ın postane tarafından rehberler gruplarını sıra beklemeden sokuyor. Zamanlamayı iyi tutturup gruba karışırsanız ana kapıdaki sırayı beklemeden içeri girebilirsiniz. Kubbeye çıkış için bilet alma yerine giderken, papaların mezarlarının bilet gişesine de giden bir sıra var. Orada daha az sıra oluyor, ilk kontrol noktasına kadar o sıradaymışsınız gibi giderek ileride yine kubbe sırasına geçebilirsiniz. Kubbeye çıkarken de merdiven parası verdiyseniz, dönüşte bakmadıkları için asansörü kullanabilirsiniz.
- Roma’da her sene nisan-mayıs aylarında “La settimana dei beni culturali” denen bir haftada tüm müzelere ve tarihi yerlere giriş ücretsiz oluyor. Roma’da bu iş tamamıyla ticarete döndüğü için, önceden bu haftanın zamanını belirleyip ona göre seyahat edebilirsiniz.
- Roma, İstanbul gibi şehrin her yerinde karmaşanın hakim olduğu bir şehir. Trafiği, İstanbul trafiğine her delikten çıkan bol sayıda motosikletin ilave edilmiş hali. Yaya geçitlerinden geçerken İstanbul’daki gibi dikkatli olun, özellikle motorların durmama ihtimali var. Geceleri, şehrin göbeğinde, istasyon çevrelerinde bir sürü evsiz insan yataklarını battaniyelerini sererek kendi yatak odalarını oluşturup yatıyorlar. Belediyenin niye şehir dışında onlara yer ayırmadığını merak ediyorum. İtalya’nın güneyine doğru gittikçe Avrupa’dan çıkmış olursunuz derlerdi, Roma’dan aşağısı artık nasıldır bilemiyorum.
- Colosseum’a, fotoğrafını çekmek ve ışıklandırmasını görmek için bir de gece uğramayı ihmal etmeyin.
- Roma’da sadece 2 metro ağı var ve bunlar şehrin nehir kenarı ve merkez kısmına uğramıyor. (Bu yönü bile İstanbul’a benziyor). Dolayısıyla ulaşımda otobüs ve dar sokaklar için düşünülen mini otobüsleri kullanmanız daha uygun. Bilet 1 €, günlük bilet 4 €, 3 günlük bilet 11 €.