17 Haziran 2016 Cuma

Türkiye:0-1:Hırvatistan


Maç Öncesi:
Euro 2008 sonrası "ezeli ve edebi rakip" olduğumuz Hırvatlar ve Çekler'le yine bir Avrupa Şampiyonasında aynı gruba düşünce, maçın da rumuzu kendiliğinden "intikam" oluvermişti. Hırvatlar, sekiz sene öncesinin rövanşını Dünya Kupası elemelerinde bizden almışlar ama, hem onların hem de bizim kafamızda hala o efsanevi maç yer işgal ediyordu. Grevler, İŞID saldırıları hep hesaba katılmıştı Fransa'da ama taraftar kavgaları göz ardı edilmiş, turnuvaya da maçlardan ziyade bu "mevzular" damga vurmuştu. Herkes pazar günü Parc des Princes etrafında Türklerle-Hırvatlar birbirine girer mi derken, etrafta barış güvercinleri uçuşuyordu. Metroda karşılıklı tezahüratlar, Eyfel önünde Hırvatlarla selfie çektirmeler basın mensuplarının "sahalarımızda görmek istediğimiz hareketler" şeklinde haber yapacaklar anlardı. Tezahürat demiştik ama Hırvatların birbirinden değişik bestelerine biz bir tek "Kırmızı-Beyaz-Şampiyon-Türkiye" şeklinde cevap veriyorduk. Unutmadan, kültürümüzün vazgeçilmezi "ana avrat hal sormalar" da yok değildi. Kulüp seviyesinde yurt dışı deplasmanlarda ezilmiyoruz, hatta çok da sağlam gidip, iz bırakıyoruz da, milli takım seviyesinde bu işi yapamıyoruz. Avrupa ve Dünya Şampiyonlarına hiç ara vermeden katılırsak iki senede bir, belki bu durum değişebilir. Enseyi karartmamak lazım...




Değiştirmemiz gereken başka bir olay da "egomuz"...  Fransa'da bulunduğumuz sürece karşımıza çıkan İrlandalı, İsveçli, Hırvat, Alman, Fransız, Arnavut taraftarların forma arkalarında futbolcu isimleri yazarken, bizim kırmızı-siyah "örümcek adam" formalarımızda Ahmet, Mustafa, Köksal, Nihal, Arif gibi isimler yazıyordu, hakkını yemeyelim bir de bir sürü Arda forması gördük... Forma arkasına kendi adımızı yazınca, o sahada kendimizi mi görüyoruz acaba? Psikologlar, sosyologlar bir ses versin lütfen...


Ekipman ve giysiden devam edersek, Hırvatlarda ilginç olarak kafalarda su topu sporcularının giydiği başlıklar sıkça karşımıza çıkmış, bunu twitterda sorduğumuzda onların bu sporda başarılı oldukları ve bu başarının simgesi olarak taktıkları cevabı almıştık. Bizde ise sırta bayrak bağlama modası yıllardır geçmeyen vazgeçilmezimizdir.



Taraftarları incelerken, fotoğraflarken "Ulan iyi ki bu turnuva Türkiye'de olmadı, yoksa katliam çıkardı" demeden de edemedik. Hatırlayalım, bizim Federasyon Euro 2016'yı almak için çok uğraşmış ama Platini'nin gayretleriyle ev sahibi Fransa olmuştu. Hırvatlar ellerinde bira şişeleri ile Paris sokaklarında gezerken, Ramazan ayında yapılacak turnuvanın Konya'da olma ihtimali, tüyleri diken diken etmeye yetiyordu. Hele maç sonrası Fatih Terim'in basın toplantısında su içmesine gelen "densiz, hadsiz, kendini bilmez" eleştirilerini okuyunca, "aman aman, Allah korumuş" dedik...



Eğlenmeyi biliyordu rakibimiz Hırvatlar, maç öncesi bunun hakkını sonuna kadar da verdiler ki karşılaşma başlamadan bizim taraftarımız kendilerine ayrılan koltukları çoktan doldurmuş, boş sahaya bakarken, onlar stat dışında takılmakla meşguldüler... Belki de Türkiye'de maça girişlerde yaşanan "sıkı mı sıkı" polis araması alışkanlığı buna sebeptir, aynı dili konuşmamıza rağmen "anlaşamadığımız" özel güvenlikler bilinç altımıza bir korku işletmiştir, lakin tam tersiydi Parc des Princes stadı önünde, üç veya dört aramadan geçtik lakin fotoğraf makinemize de laf eden çıkmadı, cebimizdeki bozuk paralara göz koyan da olmadı... PSG maçlarında bu kadar kibarlar mı yoksa turnuvaya özgü mü diye şüphe etmemize sebep de, statta asılı bulunan "alkol, uyuşturucu, meşale, kavga, ırkçılık yasaktır" uyarı panosuydu. Maç içinde bir iki münferit meşale yakıldı, yakanlara ne yapıldı bilmem de, alkol stat içinde büfelerde satılıyor, su gibi tüketiliyordu...


Oyuncular sahaya ayak basmaya başladıklarında, maça 1 saatten az zaman kala da iki tribün yükünü almaya başlamış, Federasyonun bizim taraf koltuklarına bıraktığı ay yıldızlı bayraklarımızla kırmızı bir ortam yaratmışken, rakibimiz ise tribünleri  üzerine kendi şehirlerinin ve semtlerinin adını yazmış oldukları ülke bayraklarıyla donatmışlardı. Özellikle İngilizlere özgü bu alışkanlık, Hırvatlara da sıçramış anlaşılan. Bizde ise tribünde ultrAslan Tayfa, Es-Es Bando, Nefer, Red Boys ve Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez pankartları vardı...



Karşılaşmanın başlamasını bekleyen taraftarın sıkılmaması, eğlenmesi ve maça kendini iyiden iyiye vermesi için turnuva organizatörleri iki ülkenin tribünlerine birer anonsçu görevlendirmişler, ellerinde mikrofonlar maçın havasına sokmaktaydılar gelenleri. Bu "arkadaşları" kim seçmiş bilemem de, Hırvat tarafındaki "eleman" tam bir amigo gibi gazlarken taraftarı, bizimki konuşmaktan aciz, takımın skorborda yazılan kadrosunu okuyamayacak kadar cahildi. Yazık... Fransızlar mutlaka ulusal federasyonlara danışmışlardır bu kişileri seçerken de, iki ülkenin tribün marşları çalındığında stadyumda, benzer bir skandal daha baş gösterdi, Hırvatların hep bir ağızdan söyledikleri bir beste varken, bizim taraftar marşımız ise kimsenin daha önce duymadığı "Hayde Türkiyem, hayde" şarkısıydı... Anonsçumuz da, taraftar şarkımız da özensiz bir şekilde seçilmişti... Üzüldük...


Bir eksi puanı da Nike firması aldı topçular sahaya ayak bastıklarında. Avrupa Şampiyonası kuraları çekileli aylar olmuş, hangi ülkenin hangi grupta yer aldığı belliyken, ülkelere forma ve ekipman üretiminde daha hassas davranılması gerekliydi, oysa sanki başka renk kalmamış gibi, iki takım da aynı renk ve tip eşofmanlarla sahada ısınmaktaydılar. Yedekler de dahil 30 küsür kişilik bir turkuaz ordusu... İBB Spor AŞ, amatör kulüplere forma ve eşofman desteğinde bulunur da, takımlar maça çıktıklarında göğüste İBB yazan tıpatıp aynı eşofmanlarla ısınır ya, aynı o manzara...


Maç:
Stat hoparlörlerinden kadrolar okunduğunda pek dikkatimizi çekmedi de, oyuncular ısınırken Ozan Tufan'ın ilk onbir arasında ısınması heyecanımızı düşürdü. Rakitiç, Modriç, Perisiç ve Brozoviç'li orta sahayı kendi takımında dahi forma şansı bulamayan Ozan Tufan'la durdurmak? Macera olsa gerekti ve Fatih Terim de maceraları seviyordu. Oysa, forvetlerinde sadece Mandzukiç'in olduğu rakipte, Hakan Balta'nın yanına Mehmet Topal değil de Semih konulur, Topal da ön liberoda savaşırdı. Kariyerinin son yıllarında iyi bir sözleşme koparmak için "taze gelin" misali nazlanan ve Aziz Yıldırım'dan "veto"yu yemiş, milli maçtan ziyade kafası kendi derdinde olan Gökhan Gönül ve kaç aydır maç oynamamış, yeni kulübü İnter'e sağlam gitme derdinde olan Caner de pek güven vermiyordu aslında. Öte yandan Barcelona'da "kulübe oyuncusu" olan Arda, şampiyon Beşiktaş'ın yedek forveti Cenk, Galatasaray'da  zor bir sezon geçirmiş Selçuk...  Fransa'ya gelirken de grup elemelerinde  milli takım olarak çok iyi gelmedik, ilk defa üçüncülerin bile katılabilecekleri bir turnuvaya son dakika golüyle geldik de hepsi unutulmuştu, ne de olsa takımın başında Fatih Terim vardı, "Türkiye bitti demeden bitmez" sloganımız vardı...  Bir de hazırlık maçında tarihimizde hiç gol atamadığımız İngiltere'ye, golü de bulmadık mı? Havamız yerindeydi...






Oyuna fena da başlamadık hani... Arda ile Hakan Çalhanoğlu ile geldik de Hırvatların üzerine, onlar da Srna ve Perisic kozlarıyla tehdit ettiler beklerimizi. İki takım da birbirini tartar, boşluklar ararken, Gökhan Gönül'ün ortasında Ozan bir kafa vurdu, vurduğuna pişman oldu. O ana kadar maçın gole yaklaşılan en etkili anıydı ve Ozan golü kaçırmıştı. Sonrasında genç topçu eridi gitti: Saçlarını yoluyor, Selçuk'a dert yanıyor, Caner'le pozisyonun muhasebesini yapıyordu. Golü bulsak oyun değişir miydi, Hırvatlar geri gelir miydi, bilinmez de devre golsüz bitecek derken, Modric bi' vurdu, tüm hayallerimizi yıktı... Tribünden Ozan'ın saç düzeltmesini görmedik de, Alman televizyonu iyi yakalamış, tekrar tekrar oynatıp "Bu adam rakibe koşacağına neden saçını düzeltiyor?" diye kafa bulmuş durmuş...





Fatih Terim'in soyunma odası dönüşleri meşhurdur, içeride verdiği gazla ne maçlar çevirmiştir Galatasaray ve Milli Takım da bu sefer içeriden keşke çıkmasaydık der gibiydi tribünler izledikleri ikinci yarıda. Gole ihtiyacı olan kırmızı beyazlı millilerdi ama saldıran Hırvatlardı... Sağdan geldiler. soldan geldiler, direkleri dövdüler de bereket şans yanımızdaydı ikinci golü bir türlü atamadılar. O kadar rahat oynayıp, akıl almayacak goller kaçırdılar ki, biz de gol için ümitlendik, futbolun yazılı olmayan kurallarından "atamayana atarlar" neden işlemesindi ki, hem biz bitti demeden bitmezdi oyun... Hakan Balta ile o pozisyonu da bulduk da, futbol tanrıları maçı hak eden Hırvatların tarafındaydı, düşmedi top Hakan'ın önüne gol yapacak şekilde...









Maç Sonu:
Yemekleri berbat, koltukları "Esenyurt minibüsü sıkışıklığında" ve hostesleri kafamızdaki hostes imgesini yeniden oluşturacak seviyede vasat olan Air France uçağını çekilir kılandı ücretsiz dağıtılan L'equipe gazetesi Fransa dönüşümüzde. Fransızcamız yok ama İngilizcemizle fotoğrafları yoğurunca dergi kalitesindeki gazetede yazılanlara  yorum yapma şansımız da oldu. Doğal olarak kendi ulusal takımlarına sayfalar dolusu yer ayırırken, Türkiye-Hırvatistan maçına da iki sayfa ayırmıştı Fransızlar ve karşılaşmanın "in-out"larını yaparak, maçın röntgenini kısaca çekmişlerdi: Modric, Rakitiç, Perisiç 10 üzerinden 8 ve 7 almışlar, Oğuzhan ve Arda ise 3 puan alabilmişlerdi... Maç içinde çekmiş olduğumuz fotoğraftan sonra "Umarım Arda bu taraftarın desteğine layik oyun oynar" demiştik, L'equipe yazarları da Arda'nın maçtan sonra taraftardan özür dileyen sözlerini yer vermişti.


Geriye dönüp baktığımızda hatıralarımızdan silmek istediğimiz bu maçtan sonra, geriye iki maç daha kalırken, İspanya'nın eski gücümde olmadığını not edelim ve yarın millilerden ümidimizi koruyacak bir sonuç haberi neden almayalım?



Stat: Parc des Princes
Hakemler: Jonas Eriksson, Mathias Klasenius, Daniel Warnmark (İsveç)
Türkiye: Volkan Babacan, Gökhan Gönül, Mehmet Topal, Hakan Kadir Balta, Caner Erkin, Ozan Tufan, Selçuk İnan, Oğuzhan Özyakup (Dk. 46 Volkan Şen), Hakan Çalhanoğlu, Arda Turan (Dk. 65 Burak Yılmaz), Cenk Tosun (Dk. 69 Emre Mor)
Hırvatistan: Subasic, Srna, Corluka, Vida, Strinic, Modric, Badelj, Brozovic, Rakitic (Dk. 90 Schildenfeld), Perisic (Dk. 87 Kramaric), Mandzukic (Dk. 90+3 Pjaca)
Gol: Dk. 41 Modric (Hırvatistan)
Sarı kartlar: Dk. 31 Cenk Tosun, Dk. 48 Hakan Kadir Balta, Dk. 90+1 Volkan Şen (Türkiye), Dk. 80 Strinic (Hırvatistan)

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin