27 Haziran 2007 Çarşamba
Unutulmaz...
26 Haziran 2007 Salı
25 Haziran 2007 Pazartesi
Hagi, Steaua Bükreş'te
Galatasaray forması altında büyük başarılara imza atan dünyaca ünlü efsanevi futbolcu George Hagi, Steau Bükreş'in teknik direktörü oldu.Takımın eski teknik direktörü Cosmin Olaroiu'nun, Suudi Arabistan'ın Al Hilal takımıyla anlaşması üzerine Steaua Bükreş kulübü Gheorghe Hagi ile anlaşma imzaladı.Henüz sezon bitmeden Olaroiu ile 3 yıl daha anlaştığını duyuran Setaua Bükreş'in patronu Gigi Becali, Olaroiu'nun yıllık 1 milyon 600 bin dolara Al Hilal'e gitmek istemesi üzerine Hagi ile görüşmek üzere dün Köstence'ye gitti. Hagi ile burada gerçekleştirdiği görüşmede her türlü konuda anlaşan Becali "Sezonun bombasını biz patlattık diyerek" Hagi ile buluştuğu otelden ayrıldı. Muhabirlerin sorularına kısa cevaplar veren Hagi ise "Benim için sürpriz oldu. Steaua için her şeyi yapmaya hazırım." dedi. Süresi ve rakamı belirtilmeyen sözleşmenin bugün resmen imzalanması bekleniyor. Hagi, imzanın ardından yeni takımıyla birlikte Kaprun kampı için Avusturya'ya gidecek.Bir buçuk yıldır Steaua Bükreş'i çalıştıran Cosmin Olaroiu, 55 maçta 32 galibiyet, 14 beraberlik, 9 mağlubiyetle iyi bir grafik çizmişti. Steaua'da iki şampiyonluk yaşayan Olaroiu, takımıyla UEFA yarı finaline ulaşmıştı. Hagi ise, Türkiye'den döndükten sonra Poli Timişoara takımını 5 ay gibi kısa bir süre çalıştırmış, ardından 1 yıldan fazla süren sessizliğe bürünmüştü.(CHA)
Yolun ve bahtın açık olsun...Tüm başarılar seninle olsun...Unutma, hala bu ülkenin bir çok yerinde kalbi senin için çarpan bir çok sevdalı var...Futbolu en iyi bilenlere! senin Steaua'da yapacakların "tokat" gibi gelecek...Haydi Commandante, Haydi Commandante, Haydi...Tam zamanı, Tam zamanı şimdi....
"Kadıköy’deki UEFA Kupası’nı kaldıracağız..." Dedi Haldun abi...
Haldun Üstünel: Kadıköy’deki UEFA Kupası’nı kaldıracağız... / DHA 25 Haziran 2007
Galatasaray Kulübü Futbol Şubesi Sorumlusu Haldun Üstünel, son 10 gün içinde peş peşe gerçekleşen transferlerin 8 aylık planlı bir çalışmanın ürünü olduğunu söyledi. Yaptıkları transferlerle Galatasaray’ın durgunluk dönemine son vereceklerini iddia eden Üstünel, "Yeni bir takım kuruyoruz. Amacımız 2009 yılında Kadıköy’de UEFA Kupası’nı kazanmak ya da Şampiyonlar Ligi’nde en az yarı final oynamak. 2009 UEFA Kupası finali Kadıköy’de oynanacak. Kadıköy’de kupa kaldırmak taraftarımıza verilebilecek en büyük armağan olacak" dedi.
22 Haziran 2007 Cuma
Lincoln Geldi, Herkes Rahatladı
Ne çok beklendi...Ne heyecan yaşattı...İmzaladı, geldi, gelecek, dendi, Cuma dendi, olmadı, Pazar dendi, gelmedi, bekledik...İnternet sitelerinde nöbetler tuttuk, spor haberlerini kaçırmadık televizyon kanallarında...Hep geldi gelecek, başka transferler geldi beklemediğimiz ağzımızı tatlandırmak için ama Lincoln gelmedi...Bir de Zenit dediler, istiyor dediler...Hoop, bu nereden çıktı dedik, Halil Özer yapmıştı haberi küfrettik, fenerli Halil'e...Ve bir gece, dün gece, imza haberi düştü internete..Telefonlar susmadı, herkes müjdeyi yaydı bir yandan bir yana..Hadi bakalım Lincoln..Aslan oldun artık...Hoşgeldin ülkemize..Hoşgeldin Galatasaray'a...
19 Haziran 2007 Salı
u/M Fanzinler Dağıtılıyor
ultrasmovement@gmail.com adresine mail atıp, kaç adet istediğini belirten arkadaşlara en kısa sürede ulaştırılmakta fanzinlerimiz..
Girmiş olduğumuz kampanya da son süratle devam etmektedir..İnanıyorum ki bu çocuklarımız Anıtkabir'i göreceklerdir..
18 Haziran 2007 Pazartesi
17 Haziran 2007 Pazar
Başka türlü bir tribün, başka türlü bir futbol: LİVORNO CALCIO
Yakın zamana kadar, özellikle ülkemizde, bölgenin ve şehrin ilerici tarihsel geleneği üzerine pek fazla bir bilgiye sahip değildik. Ne zamana kadar? 12 Aralık 2005’de oynanan ilginç bir futbol karşılaşmasına kadar. O gün, bir çoğumuzun İtalyan 1. futbol ligi Serie A’daki varlığından bile habersiz olduğu Livorno takımı ile, ırkçı-faşist taraftar topluluğuyla ünlü başkentin Lazio takımı futbolun yeşil çimlerinde karşı karşıya geldi. Sahadaki savaşı skor olarak Livorno kazandı. Ama tribünlerde de savaş vardı; Livorno taraftarları zaferi Lazio’nun faşistlerinin kafasında meşaleler yakarak kutladı!... Bir anda bütün Avrupa tribünlerinin ve anti-faşistlerinin gözleri, bu mütevazi liman kentine, futbol takımına ve taraftarına çevrildi; kimdi bu yürekleri kızıl, gözleri kara insanlar?
Ondan sonra, internet ve matbuu basın üzerinden Livorno şehrinin ve insanlarının hayranlık uyandıran geçmişi açığa çıktı. Ve öğrenildi ki, İtalyan Komünist Partisi 1921’de bu şehirde kurulmuş. Futbol takımının taraftar lokalinin ismi de tesadüfi (!) olarak 1921’dir. Öğrenildi ki, bu tribünlerde Stalin’in doğum gününü kutlayan pankartlar açmak, sosyalizmin ve anti-faşist savaşın anısını canlı tutmak sıradan bir görev haline gelmiş. Öğrenildi ki, şehrin futbol takımı 2004 yılında, 55 yıl aradan sonra yeniden 1. lige çıktığında, taraftarın kutlama etkinlikleri içinde neo-faşist partinin şehirdeki lokalini yakmak da varmış. Öğrenildi ki bu tribünler, geçen sene Nasıriye’de ölen 34 İtalyan askeri için saygı duruşu yapmayı reddetmiş. Bütün İtalyan stadyumlarında o saatte saygı duruşu yapılırken, Livorno’nun maçlarını yaptığı Armando Picchi Stadı o gün, “Nasıriye, Nasıriye” tezahüratları ile çınlamış. Bu çılgınca görünen, ama komünizmin nasıl her türlü milliyetçi önyargıyı reddederek mazlumdan ve haklıdan yana bir ahlaka sahip olduğunu hatırlatan duruşun, İtalya’da onlara ne kadar düşman bir cephe yarattığını tahmin etmek zor değil. Ama şu ana kadar görüldü ki, Livorno şehri ve tribün müdavimleri, onlara sadece onur verecek bu düşmanlığı önemsemiyorlar. Nitekim geçtiğimiz aylarda UEFA Kupası’nda İsrail’in Maccabi Hayfa takımı ile oynadıkları maçta da, siyonizmin Filistin topraklarındaki katliamlarına tepki olarak stad, Filistin bayrakları ve Filistin’e destek pankartları ile donatılmıştı.
Livorno takımının ve şehrinin artık kendisi kadar ünlü bir taraftar grubu var: Brigate Autonome Livornesi (BAL)/Livorno Otonom Tugayları. Ve onların öcülüğünde her Pazar Livorno tribünleri orak çekiçli bayraklarla, kapitalistlere ve onların faşist uşaklarına meydan okuyan pankartlarla süsleniyor. Ancak, Avrupa tribünlerinin komünist ve anti-faşist gençlerinin dikkatini, hayranlığını ve tezahüratlarını kazanan bu grubun başının, bu ünle birlikte derde girdiği anlaşılıyor. İtalyan burjuvazisi bu duruma daha fazla tahammül edemedi; 500 taraftarına stada giriş yasağı getirilmesi yetmezmiş gibi, yakın zamanda da provokasyonlarla bazı taraftarları tutuklandı. Bu nedenle grup kendini, söylemde de olsa feshetmiş görünüyor. Tribünlerdeki bu anti-faşist hava, saha içinde de karşılıksız değil. Artık uluslararası anlamda da birçok taraftarın sevgilisi, bir liman işçisinin oğlu olan takım kaptanı Cristiano Lucarelli, aslında çok daha önceleri dikkatleri çekmişti; 21 yaş altı milli takımının maçında, attığı gol sonrası formasını çıkarıp altındaki Che Guavera tişörtünü gösterdiği ve bu nedenle milli takımdan uzaklaştırıldığı zaman… Şimdilerde ise, Livorno forması altında attığı gollerden sonra sıktığı yumruğuyla tribünlere koştuğunda, artık onbinlerce demekten çekinmeyeceğimiz hayran kitlesi onunla daha da bir coşuyor. Futbol spikerlerinin deyimiyle, “İtalyan futbolunun geç keşfettiği” 32 yaşındaki futbolcu, aynı zamanda futbol sahalarında az sayıdaki devrimci-sosyalist sporcunun da sembol ismi durumunda…
Aslında futbol ile devrimci bir güç gösterisi yapan, daha doğrusu ona politik bir içerik kazandıran tek tribün Livorno değil. İtalya’da tribün ile politik tutum her zaman daha açık bir ilişki içinde olmuş. 1999 yılında faşist tribünler Ultras İtalya adı altında birleşirken, 2001 yılında anti-faşist tribünler de “Fronte di Resistenza Ultras” adı altında kendi birliklerini kurmuşlar. Bu birlik içinde en öne çıkan isim Livorno; fakat Livorno dışında Empoli, Ternana, Ancona, Perugia, Genoa şehirlerinin tribünleri de ezici bir anti-faşist ve devrimci-sosyalist kitleye sahip. Resistenza Ultras, yayınladığı bildiride “günlük yaşantımızın her kesitinde milliyetçilik adı altında yapılan ırkçı ve faşist söylemlere karşı olarak tek düşünce tarzımız, her pazar düşmana aynı mesajı ve kronik düşünceyi göndermektir: İtalyan faşistleri asla özgür olamazlar!” diyerek, Avrupa gençliği içinde yeniden hortlayan neonazizme karşı militan duruşlarını tanımlamaktadır.
Ve Türkiye: Forzalivorno kaynaşması
Livorno ismi artık, futbol dünyasından da taşarak gençliğin devrimci politik sembollerinden biri haline geldi ve uluslararası bir üne sahip. Ve böyle bir duruşun ve kararlılığın, futbolun günlük hayatta çok önemli bir yer tuttuğu ülkemizde de yankı bulması kaçınılmazdı. Nitekim, Türkiye’de de çeşitli tribünlerden anti-faşist devrimci-demokrat taraftar ve gençlik kitlesi Livorno ismi etrafında birleşerek, son yıllarda tribünlerde estirilen şoven-faşist rüzgara karşı gençliğin mücadele gücünün tribünlerde de varolduğunu göstermeye giriştiler. Yaklaşık bir yıldır bu çabanın ürünü olarak yaratılmış bir forumda; www.forzalivorno.org sitesinde Türkiye’de anti-faşist bir futbol bilincini örmeye çalışıyorlar. Daha şimdiden Türkiye’nin birçok kentinde ve tribünlerinde futbolun bu yeni anlayışını destekleyen taraftar grupları belirmiş durumda.
Livorno ismi, asıl olarak hayatın her alanında var olan sınıf çatışmasının, emek ile sermayenin, faşist terör ile özgürlük ve demokrasi bilincinin arasındaki savaşın tribündeki yansıması olmakla birlikte, diğer yönüyle de daha dar bir alanda, gençliğin ve kitlelerin futbol aşkını mafya rantına ve paraya dönüştürmeye çalışan kapitalizmin futbol içindeki ayağı endüstriyel futbol salgınına karşı direnişin bir sembolü durumunda. Bu minvalde kaptan Lucarelli de, paranın her şeyi satın alabileceği iddiasına karşı, kentine ve kentin emekçilerine, o kenti simgeleyen formaya bağlılığın parayı alt edebileceğini göstermekte….
Kısacası Livorno, bir yandan tribünlerin karşı-devrime ve gericiliğe karşı sosyalist içerikli bir güç gösterisi yapılacağı alan olarak, diğer yandan futbolun gençliğe ve emekçi sınıflara ait olduğu ve her şey gibi futbolun da paranın egemenliğine terk edilemeyeceği inancının hayranlık uyandıran bir anıtı olarak Batı İtalya’dan meydan okumaya devam ediyor. Ve bizler, bugüne kadar tıpkı din gibi bir kitle uyutma aracı olarak görülen ve gericiliğin propaganda ve örgütlenme inisiyatifine terkedilmiş futbol yorumuna karşı, hem tribünlere gelen yığınları sınıf savaşında açıktan taraf olmaya çağıran, hem de bir kitle eğlence aracı olarak futbolun rantlaşmasına ve mafyalaşmasına karşı çıkmayı örgütleyen bu yeni tribün hareketini selamlıyoruz…
16 Haziran 2007 Cumartesi
15 Haziran 2007 Cuma
Bu Ne Abi Ya...
"Kocam, Fenerbahçeye takım kuracağım diye tutturdu" diyor, spiker de soruyor Yılmaz'a "Sen kendini açık tribünde mi zannediyorsun"...Yılmaz kızıyor ve diyor: "Kaç çocuk yapacağımı sana mı soracam yaaaaa!!!"
14 Haziran 2007 Perşembe
13 Haziran 2007 Çarşamba
11 Haziran 2007 Pazartesi
Garrincha...
10 Haziran 2007 Pazar
Ulan Gaassaray!
Sen de Git..Dönme Geriye...
Git...Nolur git..Arkana bakmadan terkeyle buraları..Bir daha asla geri dönme...Hatta hatırlama bizleri, burada yaşadıklarını...Değmez düşünmeye geride kalanları...Biz sana hakettiğin değeri ve saygıyı veremedik...Sevemedi seni bu ülke, bu takım...Soğuktun sen bize göre...Çıkmadın magazinlere, televolelere...Barlara gitmedin mankenlerle,yırtmadın rakibin bayrağını flamasını...İşini yaptın sen Sasa, topunu oynadın sadece...Gol attın, attırdın...Pas verdin, pas kaptırdın...Koştun, koşmadın...Koştun bazen, bazen de düştün...Sakatlandın, ya da çıktın sahaya oynadın...İyi oynadın, kötü oynadın, ama formanı ıslattın hep...Bir de sevdin bu takımı, bu taraftarı...Ama biz sevemedik seni en "harbisinden", "delikanlısından"..."Sasa İliç oleeeeeeyyyy" diye az bağırmadık, orgazm olmuş halimizle taşırken bizi tarihin en unutulmaz şampiyonluğuna, ama arkanda duramadık sana edilen "hain" sözlerinin ardından...Hep birileri bu takımı sahiplenme hakkına sahipti, "Galatasaraysever"di, senin "hain" olduğun ortamda..Bil ki şimdi dökülen "timsah gözyaşları", Hagi, Mondi, Tafi, İlie ve niceleri için de dökülmüştür...Unutulmayacaksınız, denilenler, en çabuk şekilde silinmiştir gönül hanemizden, mantık haznemizden...İşte..Git Sasa...Mutlu olacağın yerlere git...Nasıl Partizanlı Grobariler seni Türkiye'de de olsan izleyip destekledilerse, buradan da odasında posterin, defterinde resmin, bilgisayarında masaüstü resmin bulunan birileri, senin uzak diyarlardaki gollerine alkış tutacak, asistlerine iç geçirecek ama asla ve asla sana "hain" demeyecek...
Ada Sahillerinde Bir Yüz Akı
Ve aslında Tugay'ın yazarken farkına varamadığımız öyküsü o kadar önemli bir başarı öyküsü ki belki ancak şu örnek çapını anlamamıza yardımcı olabilir. Tugay'ın altı sezondur formasını giydiği Blackburn Rovers 1875 yılında kurulmuş bir takım. Yani 132 yaşında... Yani atalarımızın futbolun ne menem bir şey olduğunun farkında olmadıkları yıllarda bu kulübün bahçesinde maçlar yapılıyormuş. Ve bu köklü kulübün gelmiş geçmiş en önemli futbolcusu listelerinde en çok iki oyuncunun ismi geçiyor: Futboluyla ada tarihine damgasını vuran Alan Shearer ve Tugay Kerimoğlu. Değişik oylamalarda kimi zaman Shearer önde yer alıyor, kimi zamansa Tugay. Shearer döneminde takımın lig şampiyonluğu elde ettiğini de eklemeden geçmemeli.
Dışarıdan bakıldığında kolay gelebilir ama Tugay bu öyküyü aslında hiç de kolay yazmadı. Bir insanın bildiklerini unutması, bilmediklerini öğrenmesinden daha zordur çoğu zaman. Tugay işte bunu başardı. Topla oynamayı çok seven bir oyuncudan bir futbol emekçisi devşirmeyi bildi. Koşmayı, mücadele etmeyi, alan kapatmayı bir futbolcu için çok geç sayılabilecek yaşlarda, 20'li yaşlarının sonunda öğrendi. Savaşkan bir orta saha, Blackburn'ün beyni oldu sonunda.
Dokuz yıllık Galatasaray macerasında çalımlarıyla, şutlarıyla hatırladığımız Tugay, 2000 yılında Greame Souness'ın ardından önce Glasgow Rangers'a bir yıl sonra ise Blackburn'e transfer olurken daha öğrenmesi gereken çok şey olduğunu biliyordu.
Blackburn'de savunma, iyi savunma yapmayı öğrendi Tugay. Tıpkı kulübünün armasında da yer aldığı gibi sanat/yetenek ve emek/çok çalışmayla (arte et labore) yaptı bunu. Kimi zaman yedek kaldı, kimi zaman topu çok ayağında tuttuğu için eleştirildi. Ama vazgeçmedi. En azından bizler onun vazgeçmediğini başardığı zaman gördük. Çünkü o başarırken biz yanında değildik. Ahmet Çiğdem'in de dediği gibi, itiraf edelim, bizim bu başarıdaki katkımız sıfır. Ancak, UEFA Kupası'nda Basel'le oynadıkları maçtaki gibi bir gol attığında düşüyor aklımıza.
Tugay'ın aslında ne kadar önemli bir futbolcu olduğunu anlamamız için onsuz kalmamız gerekiyormuş meğer. Milli Takım'da da böyleydi bu... Orta alanda yaptığı işleri uzunca bir süre görmezden geldiğimiz Tugay en güzel dersi 19 Kasım 2003'teki Avrupa Şampiyonası biletini yitirdiğimiz Letonya maçı sonrası Milli Takım'ı bırakarak verdi. Yerini doldurmak öylesine mümkün olmadı ki, milli bir 'transfere' ihtiyaç duyduk. İsmi etrafında anlamsız ve aslında derinden ırkçı bir tartışma başlatılan Aurelio'ya... Kıymeti bilinmeyen Tugay'ın yerine, kimilerince Milli Takım'da istenmeyen, buna rağmen tekmeye kafayı -hem de görünen o ki herkesten daha iyi bir şekilde- uzatan Aurelio'muz var artık. Ancak onunla rakibe daha az alan bırakıp, ancak onunla daha sağlıklı atağa kalkıyor Türkiye'nin orta sahası... Bizse Aurelio'ya bile tepki duyuyoruz. Eee, bu ülkeyi bu ülkeye rağmen sevmek zor zenaat...
Şimdilerde teknik direktörü Mark Hughes, Tugay'ın 36 yaşında ve kariyerinin sonlarına yaklaşmış bir futbolcu olmasının mutluluğunu yaşıyor. Evet, mutluluğunu... "İnsanlar bana 'Tugay'ın 10 yaş genç olmasını ister miydin' diye soruyor" diyor Hughes ve devam ediyor:
"Onlara 'hayır' diyorum. Çünkü 10 yaş genç olsaydı bizde değil Barcelona'da oynuyor olurdu."
Bugün İngiltere Emre'nin ırkçılık yapıp yapmadığını tartışıyor, daha önce Alpay'ın Beckham'a saldırıp saldırmadığını konuşmuştu. Bunlar olmuştu veya olmamıştı, bu ayrı bir konu. Ama yazılıp çizilmişti. Bizlerse her defasında kendi kendimize "Bak işte bütün dünya bize düşman" deyip çıkıvermiştik işin içinden.
Hâlâ da öyle yapıyoruz. Konu futbol veya Ermeni soykırımı... Fark etmez. Herkes Türklüğe düşman, herkes büyük bir komplonun parçası... Bu hezeyanla nice insanını kaybetti bu topraklar, ve böyle giderse daha nicelerini kaybedecek.
İşini doğru bir şekilde yaptığında hiçbir önyargıya yer vermeden dünyanın
her tarafında herkes tarafından sevilen bizden birisini mi görmek istiyorsunuz?
İşte Tugay Kerimoğlu... Orada duruyor
Eray Özer - Radikal