17 Haziran 2007 Pazar

Başka türlü bir tribün, başka türlü bir futbol: LİVORNO CALCIO


Livorno, Toscana bölgesini Pisa ve Grosetto şehirleri ile birlikte Akdeniz’e bağlayan, Batı İtalya’nın liman kentlerinden birisi. Bu coğrafi tanımın yanı sıra kent, İtalyan işçi sınıfı tarihinde saygın bir yere sahip. Palmiro Togliatti, Toscana işçilerinin grevlerini ve yenilgiye uğramasına rağmen anti-faşist direnişlerini, 1922’de yayımladığı “Faşizm üzerine dersler”de saygı ile anmaktadır.
Yakın zamana kadar, özellikle ülkemizde, bölgenin ve şehrin ilerici tarihsel geleneği üzerine pek fazla bir bilgiye sahip değildik. Ne zamana kadar? 12 Aralık 2005’de oynanan ilginç bir futbol karşılaşmasına kadar. O gün, bir çoğumuzun İtalyan 1. futbol ligi Serie A’daki varlığından bile habersiz olduğu Livorno takımı ile, ırkçı-faşist taraftar topluluğuyla ünlü başkentin Lazio takımı futbolun yeşil çimlerinde karşı karşıya geldi. Sahadaki savaşı skor olarak Livorno kazandı. Ama tribünlerde de savaş vardı; Livorno taraftarları zaferi Lazio’nun faşistlerinin kafasında meşaleler yakarak kutladı!... Bir anda bütün Avrupa tribünlerinin ve anti-faşistlerinin gözleri, bu mütevazi liman kentine, futbol takımına ve taraftarına çevrildi; kimdi bu yürekleri kızıl, gözleri kara insanlar?
Ondan sonra, internet ve matbuu basın üzerinden Livorno şehrinin ve insanlarının hayranlık uyandıran geçmişi açığa çıktı. Ve öğrenildi ki, İtalyan Komünist Partisi 1921’de bu şehirde kurulmuş. Futbol takımının taraftar lokalinin ismi de tesadüfi (!) olarak 1921’dir. Öğrenildi ki, bu tribünlerde Stalin’in doğum gününü kutlayan pankartlar açmak, sosyalizmin ve anti-faşist savaşın anısını canlı tutmak sıradan bir görev haline gelmiş. Öğrenildi ki, şehrin futbol takımı 2004 yılında, 55 yıl aradan sonra yeniden 1. lige çıktığında, taraftarın kutlama etkinlikleri içinde neo-faşist partinin şehirdeki lokalini yakmak da varmış. Öğrenildi ki bu tribünler, geçen sene Nasıriye’de ölen 34 İtalyan askeri için saygı duruşu yapmayı reddetmiş. Bütün İtalyan stadyumlarında o saatte saygı duruşu yapılırken, Livorno’nun maçlarını yaptığı Armando Picchi Stadı o gün, “Nasıriye, Nasıriye” tezahüratları ile çınlamış. Bu çılgınca görünen, ama komünizmin nasıl her türlü milliyetçi önyargıyı reddederek mazlumdan ve haklıdan yana bir ahlaka sahip olduğunu hatırlatan duruşun, İtalya’da onlara ne kadar düşman bir cephe yarattığını tahmin etmek zor değil. Ama şu ana kadar görüldü ki, Livorno şehri ve tribün müdavimleri, onlara sadece onur verecek bu düşmanlığı önemsemiyorlar. Nitekim geçtiğimiz aylarda UEFA Kupası’nda İsrail’in Maccabi Hayfa takımı ile oynadıkları maçta da, siyonizmin Filistin topraklarındaki katliamlarına tepki olarak stad, Filistin bayrakları ve Filistin’e destek pankartları ile donatılmıştı.
Livorno takımının ve şehrinin artık kendisi kadar ünlü bir taraftar grubu var: Brigate Autonome Livornesi (BAL)/Livorno Otonom Tugayları. Ve onların öcülüğünde her Pazar Livorno tribünleri orak çekiçli bayraklarla, kapitalistlere ve onların faşist uşaklarına meydan okuyan pankartlarla süsleniyor. Ancak, Avrupa tribünlerinin komünist ve anti-faşist gençlerinin dikkatini, hayranlığını ve tezahüratlarını kazanan bu grubun başının, bu ünle birlikte derde girdiği anlaşılıyor. İtalyan burjuvazisi bu duruma daha fazla tahammül edemedi; 500 taraftarına stada giriş yasağı getirilmesi yetmezmiş gibi, yakın zamanda da provokasyonlarla bazı taraftarları tutuklandı. Bu nedenle grup kendini, söylemde de olsa feshetmiş görünüyor. Tribünlerdeki bu anti-faşist hava, saha içinde de karşılıksız değil. Artık uluslararası anlamda da birçok taraftarın sevgilisi, bir liman işçisinin oğlu olan takım kaptanı Cristiano Lucarelli, aslında çok daha önceleri dikkatleri çekmişti; 21 yaş altı milli takımının maçında, attığı gol sonrası formasını çıkarıp altındaki Che Guavera tişörtünü gösterdiği ve bu nedenle milli takımdan uzaklaştırıldığı zaman… Şimdilerde ise, Livorno forması altında attığı gollerden sonra sıktığı yumruğuyla tribünlere koştuğunda, artık onbinlerce demekten çekinmeyeceğimiz hayran kitlesi onunla daha da bir coşuyor. Futbol spikerlerinin deyimiyle, “İtalyan futbolunun geç keşfettiği” 32 yaşındaki futbolcu, aynı zamanda futbol sahalarında az sayıdaki devrimci-sosyalist sporcunun da sembol ismi durumunda…
Aslında futbol ile devrimci bir güç gösterisi yapan, daha doğrusu ona politik bir içerik kazandıran tek tribün Livorno değil. İtalya’da tribün ile politik tutum her zaman daha açık bir ilişki içinde olmuş. 1999 yılında faşist tribünler Ultras İtalya adı altında birleşirken, 2001 yılında anti-faşist tribünler de “Fronte di Resistenza Ultras” adı altında kendi birliklerini kurmuşlar. Bu birlik içinde en öne çıkan isim Livorno; fakat Livorno dışında Empoli, Ternana, Ancona, Perugia, Genoa şehirlerinin tribünleri de ezici bir anti-faşist ve devrimci-sosyalist kitleye sahip. Resistenza Ultras, yayınladığı bildiride “günlük yaşantımızın her kesitinde milliyetçilik adı altında yapılan ırkçı ve faşist söylemlere karşı olarak tek düşünce tarzımız, her pazar düşmana aynı mesajı ve kronik düşünceyi göndermektir: İtalyan faşistleri asla özgür olamazlar!” diyerek, Avrupa gençliği içinde yeniden hortlayan neonazizme karşı militan duruşlarını tanımlamaktadır.
Ve Türkiye: Forzalivorno kaynaşması
Livorno ismi artık, futbol dünyasından da taşarak gençliğin devrimci politik sembollerinden biri haline geldi ve uluslararası bir üne sahip. Ve böyle bir duruşun ve kararlılığın, futbolun günlük hayatta çok önemli bir yer tuttuğu ülkemizde de yankı bulması kaçınılmazdı. Nitekim, Türkiye’de de çeşitli tribünlerden anti-faşist devrimci-demokrat taraftar ve gençlik kitlesi Livorno ismi etrafında birleşerek, son yıllarda tribünlerde estirilen şoven-faşist rüzgara karşı gençliğin mücadele gücünün tribünlerde de varolduğunu göstermeye giriştiler. Yaklaşık bir yıldır bu çabanın ürünü olarak yaratılmış bir forumda; www.forzalivorno.org sitesinde Türkiye’de anti-faşist bir futbol bilincini örmeye çalışıyorlar. Daha şimdiden Türkiye’nin birçok kentinde ve tribünlerinde futbolun bu yeni anlayışını destekleyen taraftar grupları belirmiş durumda.
Livorno ismi, asıl olarak hayatın her alanında var olan sınıf çatışmasının, emek ile sermayenin, faşist terör ile özgürlük ve demokrasi bilincinin arasındaki savaşın tribündeki yansıması olmakla birlikte, diğer yönüyle de daha dar bir alanda, gençliğin ve kitlelerin futbol aşkını mafya rantına ve paraya dönüştürmeye çalışan kapitalizmin futbol içindeki ayağı endüstriyel futbol salgınına karşı direnişin bir sembolü durumunda. Bu minvalde kaptan Lucarelli de, paranın her şeyi satın alabileceği iddiasına karşı, kentine ve kentin emekçilerine, o kenti simgeleyen formaya bağlılığın parayı alt edebileceğini göstermekte….
Kısacası Livorno, bir yandan tribünlerin karşı-devrime ve gericiliğe karşı sosyalist içerikli bir güç gösterisi yapılacağı alan olarak, diğer yandan futbolun gençliğe ve emekçi sınıflara ait olduğu ve her şey gibi futbolun da paranın egemenliğine terk edilemeyeceği inancının hayranlık uyandıran bir anıtı olarak Batı İtalya’dan meydan okumaya devam ediyor. Ve bizler, bugüne kadar tıpkı din gibi bir kitle uyutma aracı olarak görülen ve gericiliğin propaganda ve örgütlenme inisiyatifine terkedilmiş futbol yorumuna karşı, hem tribünlere gelen yığınları sınıf savaşında açıktan taraf olmaya çağıran, hem de bir kitle eğlence aracı olarak futbolun rantlaşmasına ve mafyalaşmasına karşı çıkmayı örgütleyen bu yeni tribün hareketini selamlıyoruz…

Cem TAYLAN

1 yorum:

ultras/Movement dedi ki...

Seri A’nın yenilgisiz tek takımı unvanını bu hafta da korumayı başaran İnter, sahasında konuk ettiği Reggina’yı eli boş gönderdi, 1-0. İnter, Palermo’nun Cagliari deplasmanında yenilmesinin ardından 12. hafta sonunda liderlik koltuğuna oturmanın keyfini yaşıyor.

Son 5 haftada topladığı 15 puanla dikkatleri üzerine çeken Fenerbahçe’nin de UEFA kupasındaki rakiplerinden Palermo ise Sant`Elia’da aldığı mağlubiyetle 2. sıraya geriledi. Seri A’nın 3. sırasında yer alan Roma ise Catania’yı gol yağmuruna tuttu, 7-0. Geçtiğimiz hafta San Siro’da Milan’ı deviren Roma şampiyonluk yarışının en önemli adayları arasında gösteriliyor. Armando Picchi’nin bu haftaki konuğu Parma’ydı. Geride kalan 11 haftada aldığı 7 yenilgi ile sezona oldukça kötü başlayan Parma yükselişe geçmek, sahasında maç kaybetmeyen Livorno ise, ligde üst sıraları zorlamak adına bu maçı kazanmak istiyordu. Atalanta’nın da puan kaybetmesiyle boşalan 4. sıranın en büyük adayı Livorno, Parma’yı 3-0 gibi net bir skorla devirerek, kazanmayı daha çok isteyen taraf olduğunu “bir kez daha” göstermiş oldu.

LİVORNO’DA FUTBOL AŞKI BİR BAŞKA

Futbolun yer küreyi saran etkisi ve taraftarların mutlak kazanmaya odaklanması alıştığımız bir tablo kuşkusuz. Başarı dışında herhangi bir sonucu kabullenemeyen taraftarın, “yenilsen de yensen de taraftarın seninle” tezahüratını ne kadar inanarak haykırdığını açıklamak ise oldukça zor bir zanaat. Lakin endüstriyel futbol öğretisinin aksine, paranın değil kültürel ve ideolojik aidiyetlerin ön planda tutulmaya çalışıldığı tribünler de mevcut.

Endüstriyel futbolun karşısındaki kararlı tutumuyla tanıdığımız, düşük bir bütçe ve sınırlı kadrosuyla bu sezon Seri A’da başarılı bir grafik çizen Livorno, Atalanta’nın puan kaybettiği haftada 4. sıraya yükseldi. ‘11 Freunde’ dergisi bir sayısında ‘Otonomlar Tugayı’ taraftar grubu, Livorno'yu, ‘Liverpool’la beraber, proleter gururu taşıyan iki liman şehrinden biri' olarak tanımlıyor.


Kimi futbol takımlarının tarihsel değerleri barındırdığını, coğrafi konum ve kültürel değerlerin etkisiyle taraftar profilinin kimi zaman olması istenilen/alışılagelmişin dışında konumlandığını görüyoruz. Kuşku yok ki, AS Livorno da, kentin özgürlükçü havasını tribünlere taşıyan potansiyele sahip. Bu sezon paranın hükmünün ikinci planda kaldığı Seri A’da (şike skandallarıyla zengin kulüplerin sarsılması diyelim) puan sıralamasında 4. sıraya oturan “Kızıl Livorno”, sayısal anlamda diğer kulüplerden geride kalsa da taraftarının muhteşem desteğiyle muhalif karaktere sahip bir futbol takımının da varlığını “inadına” sürdürebileceğine işaret ediyor.

FARKLI RENKLERİN DOSTÇA ‘İSYANI’

Tarihsel bilgilerin, yazılı metinlerin azlığı nedeniyle, oldukça kısıtlı olduğu bir konuda, doğruluğundan yüzde yüz emin olunmasa da sürekli anlatılan hikayelerden yola çıkarak, Livorno’nun tarihçesini bir de bu satırlarda hatırlayalım:

Ünlü Osmanlı denizcisi Turgut Reis’in XVI. yüzyılın ikinci çeyreğinde İtalya sahillerine yaptığı seferlerinin oldukça kanlı geçtiği, taş üstünde taş koymadığı anlatılır. Dönemin en güçlü donanmalarından bir tanesine sahip olduğu belirtilen Pisa’nın (şu meşhur Pisa Kulesi’nin bulunduğu yer) yakınlarındaki yerleşim yerleri ve adalar bu saldırılardan en çok nasibini alan bölgelermiş. Bu saldırıların liman kasabası Livorno’ya farklı bir algılayış getirdiği ve kasabada özgürlükçü bir havanın hakim kılındığı birçok makalede dile getirilmektedir.

Bu saldırıların akabinde Roma İmparatoru I.Ferdinand’ın yayınladığı Livorno Anayasası ile Livorno “açık şehir” ilan edilmiş. Anayasaya göre, İspanyollar, Portekizliler, Yunanlar, Almanlar, İtalyanlar, Türkler, Ermeniler, Persler ve diğerlerinin bu şehirde özgürce yaşamalarına izin veriliyormuş. Bu yasayla birlikte İtalya’nın tek çok kültürlü kenti özelliğini taşıyan Livorno, Türk, İspanyol, Portekiz, Flaman ve Musevi mahallelerine sahip olmuş. Tabi “açık şehir”in eleştirel bir halk görüntüsü çizmesinde bölgeye gelen ve özgürce çalışmalar yapma olanağı bulan sanatçı ve aydınların da katkısı olduğu söylenir.

“LİVORNO HERHANGİ BİR TAKIM DEĞİLDİR”

İlginç bir tarihçe, çok kültürlü bir yaşam ve liman kenti sıfatının bulunduğu bir yerleşim bölgesi taraftarlarının, buna bir de İtalyan Komünist Partisi’nin kurulduğu kenti de ekleyebiliriz; Che, Küba, Filistin ve Komünist Parti bayraklarını sallaması, maçlardan önce ‘Enternasyonal’i söylemesi çok da garip gelmiyor aslında. Livorno’nun bu sezon ligde, özellikle sahasında oynadığı maçlarda elde ettiği başarılı sonuçlar, taraftarlarının bitmeyen coşkusunu yakından takip etme şansı da vermiyor değil.

Son olarak takımın kaptanı Lucarelli’ye değinmek istiyorum. Bu hafta maça sonradan girmesine (60. dakikada oyuna girdi, yedek kalması Daniele Arrigoni’nin eleştirilmesine neden oldu ama galibiyet akıntının yönünü değiştirdi) karşın şık bir gol atarak skoru 3-0 getiren oyuncu, Livornolu taraftarların gözünde farklı bir yere sahip. Başka bir ifadeyle, “şehrin isyancı ruhunu Livorno taşıyorsa, bayrağı en önde tutan isim de Cristiano Lucarelli’dir,” demek yanlış olmayacaktır.

Livorno tribünlerinden gelen ve babası da bir liman işçisi olan Lucarelli, Fowler ve Mc Manaman isimlerinin Liverpool’da gördüğü ilginin benzerini Livorno’da yaşıyor. Ayrıca, Otonom Tugaylar taraftar grubunun kuruluş yılı olan 1999'a selamla, 99 sırt numarasını taşıması da başka bir ayrıntı.

Öyküsü, 'Milyonunuz Sizde Kalsın' adıyla kitaplaştırılan oyuncunun en bilinen anıları, sol yumruğuyla 'komünist selâmı' verdiği için ceza alması ve 1996'da milli takımda (under 21) attığı ilk golde formasını çıkartıp Che Guevaralı tişörtünü göstermesi olarak gösterilebilir.

Özel ve bu yazıyı özetleyebilecek cümle ise Lucarelli’nin kitabının son cümlesinde yer alıyor: “Livorno herhangi bir takım değildir, İtalya futbolunu kurtaracak güçlerden biridir.”

Blog Widget by LinkWithin