'Onun mavi-beyaz bir yüreği var...' Ait olduğu topraklardan binlerce kilometre ötede, tek başına bir başarı öyküsünün altına imzasını atan Tugay Kerimoğlu'nu böyle tanımlıyor bir Blackburn Rovers taraftarı... Evet, nereden baksak bir başarı öyküsü Tugay Kerimoğlu'nunki. Şişirilmiş, biri bin yapılmış bir öykü değil ama... Naif, gözümüze gözümüze sokulmayan, ancak görmeye çalışanların, bunun için emek sarf edenlerin görebileceği bir başarı öyküsü bu.
Ve aslında Tugay'ın yazarken farkına varamadığımız öyküsü o kadar önemli bir başarı öyküsü ki belki ancak şu örnek çapını anlamamıza yardımcı olabilir. Tugay'ın altı sezondur formasını giydiği Blackburn Rovers 1875 yılında kurulmuş bir takım. Yani 132 yaşında... Yani atalarımızın futbolun ne menem bir şey olduğunun farkında olmadıkları yıllarda bu kulübün bahçesinde maçlar yapılıyormuş. Ve bu köklü kulübün gelmiş geçmiş en önemli futbolcusu listelerinde en çok iki oyuncunun ismi geçiyor: Futboluyla ada tarihine damgasını vuran Alan Shearer ve Tugay Kerimoğlu. Değişik oylamalarda kimi zaman Shearer önde yer alıyor, kimi zamansa Tugay. Shearer döneminde takımın lig şampiyonluğu elde ettiğini de eklemeden geçmemeli.
Dışarıdan bakıldığında kolay gelebilir ama Tugay bu öyküyü aslında hiç de kolay yazmadı. Bir insanın bildiklerini unutması, bilmediklerini öğrenmesinden daha zordur çoğu zaman. Tugay işte bunu başardı. Topla oynamayı çok seven bir oyuncudan bir futbol emekçisi devşirmeyi bildi. Koşmayı, mücadele etmeyi, alan kapatmayı bir futbolcu için çok geç sayılabilecek yaşlarda, 20'li yaşlarının sonunda öğrendi. Savaşkan bir orta saha, Blackburn'ün beyni oldu sonunda.
Dokuz yıllık Galatasaray macerasında çalımlarıyla, şutlarıyla hatırladığımız Tugay, 2000 yılında Greame Souness'ın ardından önce Glasgow Rangers'a bir yıl sonra ise Blackburn'e transfer olurken daha öğrenmesi gereken çok şey olduğunu biliyordu.
Blackburn'de savunma, iyi savunma yapmayı öğrendi Tugay. Tıpkı kulübünün armasında da yer aldığı gibi sanat/yetenek ve emek/çok çalışmayla (arte et labore) yaptı bunu. Kimi zaman yedek kaldı, kimi zaman topu çok ayağında tuttuğu için eleştirildi. Ama vazgeçmedi. En azından bizler onun vazgeçmediğini başardığı zaman gördük. Çünkü o başarırken biz yanında değildik. Ahmet Çiğdem'in de dediği gibi, itiraf edelim, bizim bu başarıdaki katkımız sıfır. Ancak, UEFA Kupası'nda Basel'le oynadıkları maçtaki gibi bir gol attığında düşüyor aklımıza.
Tugay'ın aslında ne kadar önemli bir futbolcu olduğunu anlamamız için onsuz kalmamız gerekiyormuş meğer. Milli Takım'da da böyleydi bu... Orta alanda yaptığı işleri uzunca bir süre görmezden geldiğimiz Tugay en güzel dersi 19 Kasım 2003'teki Avrupa Şampiyonası biletini yitirdiğimiz Letonya maçı sonrası Milli Takım'ı bırakarak verdi. Yerini doldurmak öylesine mümkün olmadı ki, milli bir 'transfere' ihtiyaç duyduk. İsmi etrafında anlamsız ve aslında derinden ırkçı bir tartışma başlatılan Aurelio'ya... Kıymeti bilinmeyen Tugay'ın yerine, kimilerince Milli Takım'da istenmeyen, buna rağmen tekmeye kafayı -hem de görünen o ki herkesten daha iyi bir şekilde- uzatan Aurelio'muz var artık. Ancak onunla rakibe daha az alan bırakıp, ancak onunla daha sağlıklı atağa kalkıyor Türkiye'nin orta sahası... Bizse Aurelio'ya bile tepki duyuyoruz. Eee, bu ülkeyi bu ülkeye rağmen sevmek zor zenaat...
Şimdilerde teknik direktörü Mark Hughes, Tugay'ın 36 yaşında ve kariyerinin sonlarına yaklaşmış bir futbolcu olmasının mutluluğunu yaşıyor. Evet, mutluluğunu... "İnsanlar bana 'Tugay'ın 10 yaş genç olmasını ister miydin' diye soruyor" diyor Hughes ve devam ediyor:
"Onlara 'hayır' diyorum. Çünkü 10 yaş genç olsaydı bizde değil Barcelona'da oynuyor olurdu."
Bugün İngiltere Emre'nin ırkçılık yapıp yapmadığını tartışıyor, daha önce Alpay'ın Beckham'a saldırıp saldırmadığını konuşmuştu. Bunlar olmuştu veya olmamıştı, bu ayrı bir konu. Ama yazılıp çizilmişti. Bizlerse her defasında kendi kendimize "Bak işte bütün dünya bize düşman" deyip çıkıvermiştik işin içinden.
Hâlâ da öyle yapıyoruz. Konu futbol veya Ermeni soykırımı... Fark etmez. Herkes Türklüğe düşman, herkes büyük bir komplonun parçası... Bu hezeyanla nice insanını kaybetti bu topraklar, ve böyle giderse daha nicelerini kaybedecek.
İşini doğru bir şekilde yaptığında hiçbir önyargıya yer vermeden dünyanın
her tarafında herkes tarafından sevilen bizden birisini mi görmek istiyorsunuz?
İşte Tugay Kerimoğlu... Orada duruyor
Eray Özer - Radikal
Ve aslında Tugay'ın yazarken farkına varamadığımız öyküsü o kadar önemli bir başarı öyküsü ki belki ancak şu örnek çapını anlamamıza yardımcı olabilir. Tugay'ın altı sezondur formasını giydiği Blackburn Rovers 1875 yılında kurulmuş bir takım. Yani 132 yaşında... Yani atalarımızın futbolun ne menem bir şey olduğunun farkında olmadıkları yıllarda bu kulübün bahçesinde maçlar yapılıyormuş. Ve bu köklü kulübün gelmiş geçmiş en önemli futbolcusu listelerinde en çok iki oyuncunun ismi geçiyor: Futboluyla ada tarihine damgasını vuran Alan Shearer ve Tugay Kerimoğlu. Değişik oylamalarda kimi zaman Shearer önde yer alıyor, kimi zamansa Tugay. Shearer döneminde takımın lig şampiyonluğu elde ettiğini de eklemeden geçmemeli.
Dışarıdan bakıldığında kolay gelebilir ama Tugay bu öyküyü aslında hiç de kolay yazmadı. Bir insanın bildiklerini unutması, bilmediklerini öğrenmesinden daha zordur çoğu zaman. Tugay işte bunu başardı. Topla oynamayı çok seven bir oyuncudan bir futbol emekçisi devşirmeyi bildi. Koşmayı, mücadele etmeyi, alan kapatmayı bir futbolcu için çok geç sayılabilecek yaşlarda, 20'li yaşlarının sonunda öğrendi. Savaşkan bir orta saha, Blackburn'ün beyni oldu sonunda.
Dokuz yıllık Galatasaray macerasında çalımlarıyla, şutlarıyla hatırladığımız Tugay, 2000 yılında Greame Souness'ın ardından önce Glasgow Rangers'a bir yıl sonra ise Blackburn'e transfer olurken daha öğrenmesi gereken çok şey olduğunu biliyordu.
Blackburn'de savunma, iyi savunma yapmayı öğrendi Tugay. Tıpkı kulübünün armasında da yer aldığı gibi sanat/yetenek ve emek/çok çalışmayla (arte et labore) yaptı bunu. Kimi zaman yedek kaldı, kimi zaman topu çok ayağında tuttuğu için eleştirildi. Ama vazgeçmedi. En azından bizler onun vazgeçmediğini başardığı zaman gördük. Çünkü o başarırken biz yanında değildik. Ahmet Çiğdem'in de dediği gibi, itiraf edelim, bizim bu başarıdaki katkımız sıfır. Ancak, UEFA Kupası'nda Basel'le oynadıkları maçtaki gibi bir gol attığında düşüyor aklımıza.
Tugay'ın aslında ne kadar önemli bir futbolcu olduğunu anlamamız için onsuz kalmamız gerekiyormuş meğer. Milli Takım'da da böyleydi bu... Orta alanda yaptığı işleri uzunca bir süre görmezden geldiğimiz Tugay en güzel dersi 19 Kasım 2003'teki Avrupa Şampiyonası biletini yitirdiğimiz Letonya maçı sonrası Milli Takım'ı bırakarak verdi. Yerini doldurmak öylesine mümkün olmadı ki, milli bir 'transfere' ihtiyaç duyduk. İsmi etrafında anlamsız ve aslında derinden ırkçı bir tartışma başlatılan Aurelio'ya... Kıymeti bilinmeyen Tugay'ın yerine, kimilerince Milli Takım'da istenmeyen, buna rağmen tekmeye kafayı -hem de görünen o ki herkesten daha iyi bir şekilde- uzatan Aurelio'muz var artık. Ancak onunla rakibe daha az alan bırakıp, ancak onunla daha sağlıklı atağa kalkıyor Türkiye'nin orta sahası... Bizse Aurelio'ya bile tepki duyuyoruz. Eee, bu ülkeyi bu ülkeye rağmen sevmek zor zenaat...
Şimdilerde teknik direktörü Mark Hughes, Tugay'ın 36 yaşında ve kariyerinin sonlarına yaklaşmış bir futbolcu olmasının mutluluğunu yaşıyor. Evet, mutluluğunu... "İnsanlar bana 'Tugay'ın 10 yaş genç olmasını ister miydin' diye soruyor" diyor Hughes ve devam ediyor:
"Onlara 'hayır' diyorum. Çünkü 10 yaş genç olsaydı bizde değil Barcelona'da oynuyor olurdu."
Bugün İngiltere Emre'nin ırkçılık yapıp yapmadığını tartışıyor, daha önce Alpay'ın Beckham'a saldırıp saldırmadığını konuşmuştu. Bunlar olmuştu veya olmamıştı, bu ayrı bir konu. Ama yazılıp çizilmişti. Bizlerse her defasında kendi kendimize "Bak işte bütün dünya bize düşman" deyip çıkıvermiştik işin içinden.
Hâlâ da öyle yapıyoruz. Konu futbol veya Ermeni soykırımı... Fark etmez. Herkes Türklüğe düşman, herkes büyük bir komplonun parçası... Bu hezeyanla nice insanını kaybetti bu topraklar, ve böyle giderse daha nicelerini kaybedecek.
İşini doğru bir şekilde yaptığında hiçbir önyargıya yer vermeden dünyanın
her tarafında herkes tarafından sevilen bizden birisini mi görmek istiyorsunuz?
İşte Tugay Kerimoğlu... Orada duruyor
Eray Özer - Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder