27 Haziran 2011 Pazartesi

Dirk Nowitzki


Günlerdir yayınlayacağım güya bu yazıyı. En sonunda unutmadım. NBA Final serisini okuldaki işlerin yoğunluğundan yorumlayamadık. Gönüllerin şampiyonu fiili olarak da şampiyonluğu aldı. En çok sevindiğim ise çalışma ve başarı sözcüklerinin karşılığında ismi yazan fotoğraftakibu sarı devin, Yiğiter Abi'nin(Yiğiter Uluğ) deyimiyle "çağımızın dervişi"nin kazanmış olmasıydı bir şeyleri. Bazılarına örnek olur inşallah.

-------------------------------------------------------------------------------------
Çağımızın Dervişi

Yenile yenile yenmesini öğrendi... Pes etmedi, çalışmayı hiç bırakmadı ve yaşı 33'e vardığında ligin durdurulması en zor adamı olup, şampiyonluk yüzüğünü parmağına taktı. Huzurlarınızda Dirk Nowitzki...

Dirk Nowitzki’yi en güzel anlatan hikâyeyi, 2001 Avrupa Şampiyonası organizasyonunda gönüllü olarak çalışan bir dostumdan duymuştum: O turnuvada Alman Milli Takımı ilk turu Antalya grubunda oynamıştı. Oradaki son maçı bitirip, otele döndüklerinde saatler gece yarısını mütecaviz... Ertesi sabah 10.00’da uçakları var İstanbul’a... Daha doğrusu, öyle sanıyorlar. Oyuncular yemek için sofraya otururken, organizasyondan birileri, kafile başkanına uçuşlarda bir sorun olduğunu, sabah 07.00 uçağıyla gitmek zorunda olduklarını söylüyor. Yani, yemek, uyku, dinlenme.. her şey için yedi saatten az var! Akreple yelkovanın mükemmel uyumu üzerine hayat kurmuş Almanlara yapılabilecek en büyük kötülük, son dakika sürprizidir herhalde... Kıyamet kopuyor tabii; oyuncular homurdanıyor, yöneticiler “Böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmeyiz” diyerek şikâyet tehditleri savuruyor... Ve herkese tepeden bakan 2.13’lük bir genç adam (Nowitzki 23 yaşında o zaman), ortamı sakinleştiriyor. “Fazla bir şey yemeyelim, hemen yatalım” deyip, arkadaşlarının eline birer elma tutuşturuyor. Takımı toparlayıp odalarına çıkarıyor. Sabah 06.00’da Antalya havalimanında gözünden uyku akan perişan oyuncular koltukların üzerinde pineklerken, o çıkarıyor gitarını, bir köşede ufak ufak tıngırdatmaya başlıyor. Az sonra herkes onun etrafında halka oluyor, beraberce söylemeye başlıyorlar. Böylece bütün kırgınlıklar, yorgunluklar unutuluyor ve neşe içinde uçağa biniliyor.
Şampiyonanın yarı finalinde Türkiye, Almanya’yı mucizevi bir geri dönüşle mağlup ederken, Nowitzki son saniyelerde hayati bir serbest atış kaçırmıştı. O gün çok sevinmiştim elbette ama sonradan bu hikâyeyi dinlediğimde, yüreğimin bir köşesinde bu büyük sporcu için ince bir sızı hissettim.

Çölde yaz tatili
Aynı sızı, 2006 NBA Finalleri’nde Nowitzki’nin ellerinde yükselen Dallas, 2-0 öne geçtikten ve üçüncü maçta son altı buçuk dakikaya 13 sayı farkla önde girmişken, hata yapmaz sandığımız Alman yıldız yine serbest atışlardan birini kaçırınca ve nihayetinde Miami, seriyi 4-2 kazanınca bir kez daha çaldı kapımı... “Yalnızca büyük bir acı olgunlaştırır insanı” derler ya... Nowitzki, sezonun sonunda acısını tek başına yaşamayı seçti. Vurdu çadırını sırtına, Avustralya çöllerinin ıssızlığında uzun bir tatile çıktı. Çılgın kalabalıktan uzakta, kendi içine doğru bir yolculuk...

Ustası, antrenörü, yaşam koçu Holger Geschwindner’in onu keşfettiği 15 yaşından beri bıkmadan usanmadan çalışmış, defalarca bireysel ödüllere layık görülmüş ama Würzburg’un 1998 yılındaki Alman İkinci Lig şampiyonluğunu saymazsak, bir türlü ‘kazanan’ bir takımın oyuncusu olamamıştı. Diğer NBA yıldızlarının aksine, sigorta primlerini cebinden ödeyerek katıldığı milli takımda da, Dallas Mavericks’te yolu hep yarı finallerde, finallerde kesilmişti.

Tam da bir Almana yakışır biçimde sürdürdü mücadelesini Dirk... Yenilgilerin zaferlerden daha öğretici olduğu tezine selam çakarak, her gün biraz daha geliştirdi kendini… Öyle ki, NBA’de Kerim Abdülcabbar’ın ‘sky-hook’undan bu yana ‘Durdurulması en zor şut’un sahibi oldu. Hep son çeyreklerde, maçın kırılma anlarında sahneye çıktı. Ama tevazuu elden bırakmadı; onu gelmiş geçmiş en iyiler arasında gösteren koçu Rick Carlisle’a katılmadığını söyledi mesela... Çevresindekiler de bu meşakkatli eğitim sürecinden paylarına düşeni aldılar. Örneğin, takımın patronu Mark Cuban... Önceleri hakemlerle uğraşan, saha kenarından onlara bağırıp çağıran Cuban, Nowitzki’nin nasihatleri sonucunda son dönemde kuzu gibi oldu.

Vurucu final
Bu modern sabreden derviş masalının nasıl bittiğini hepiniz biliyorsunuz... Senaryoyu yazan, finalde daha da vurucu olabilmek adına herhalde, Nowitzki’nin karşısına sabırsızlığın ve yeteneğine güvenerek kestirme yoldan gidebileceğini sananların en parlak temsilcisini koydu. Sporun hayata ne kadar çok benzediğini bir kez daha gördük. Nowitzki ve onun gibilerin uğradığı onca yenilginin, çektiği onca çilenin, döktüğü onca terin boşa gitmediğini anladık. Göğsümüzdeki umut çiçekleri yeniden tomurcuklandı. Bahtiyar olduk.
Peki, Nowitzki noktayı nasıl koydu, biliyor musunuz? Şu cümlelerle: “Kariyerimin ilk yıllarında bir şampiyonluk kazanmış olsam, muhtemelen bu kadar iyi bir oyuncu olamazdım. Kaybettikçe kendimi geliştirmek için daha çok çalıştım.”

Nasıl da değişiyor dünya!
“Sizler, Chicago kentinin insanları, yaşamınızı kazanmak için bütün gün, son derece zor koşullarda çalışıyorsunuz. Bizim yaptığımız ise, yorucu bir günün sonunda size yalnızca keyifli birkaç saat geçirtebilmek... Chicago’luların bir başka kente gittiklerinde gurur duyabilecekleri bir şeylere sahip olmalarını sağlamak... Bu yüzden bu şampiyonluğu size armağan etmek istiyorum. Bu kupa sizin hakkınız.”
(1997. Michael Jordan’ın kazanılan şampiyonluğu kutlamak için toplanan 200 bin Chicago taraftarına yaptığı konuşmadan)
“Benim kazanmamam için dua edenler şimdi sevinebilirler. Ama yarın sabah uyandıklarında hepsi yine aynı yaşamlara, bugün sahip oldukları aynı kişisel sorunlara geri dönmüş olacaklar. Bense bugünkü gibi yaşamayı sürdüreceğim, ailemle birlikte mutlu hayatıma devam edeceğim.” (2011. Miami Heat’in kaybettiği final serisinden sonra LeBron James’in yapmış olduğu basın toplantısından)
Yiğiter Uluğ-Radikal

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin