Sene başında Kazan takımı transferinde sıkıntı çıkarınca, menajerleri de kenara çekip kendi halletmişti transferini. Avrupa'daki o müthiş kariyeri bu topraklardan başladığı için hem iyi biliyordu buraları hem de geçtiğimiz yıl İpekçi'deki o atmosferden çok etkilenerek tekrar taraftarın desteği olan ve hedefi olan bir takımda yer almak istemişti, aynı maçta attığı son saniye üçlüğünü unutmak istercesine Henry Domercant. Galatasaray takımının sezon başı hamleleri içinde 2 winner oyuncu gözümüze çarpmıştı kağıt üstünde. İşte o iki oyuncu yukarıda birbirlerine sarılmış ve destek vermekteler. Bu noktada Galatasaray'ın kaybını artık siz düşünün.
Domercant'ın oyunculuğu hücum silahları, yaratıcılığı, kişiliği vs bir çok özelliği cezbeder sizi. Sahada görmek istersiniz. Ama adamlığı ve çalışma ahlakı üzerine bir fotoğraf daha görmek istiyorsanız hemen alta bakınız.
Bu fotoğraf Domercant'ın ilk sakatlığı sonrası çekildi. "Ayak sakatsa el sakat değil ya" minvalinde bir yazı ile Galatasaray dergisinde yer almıştı. Çalışanlarına selam oldun buradan; her zmaanki gibi müthiş bir iş çıkarmışlardı. İnsanın gurur duyası geliyor Domercant gibi örneklerde. Ancak şanssızlık sizi bir kez buldu mu, kafanıza güvercin pislese kıyamet kopacak zannedersiniz. Lafı fazla uzatmayalım. Domercant 6 ay yok, toparlanması sezon sonu eder. O yüzden bütün yük Hawkins'in üzerinde olacak. Yokluğunu aramamak mümkün değil, ancak aza indirmeyi umut edelim.
Galatasaray takımı ligde kayıpsız ilerliyor. Bugünkü Beşiktaş maçı dahil 8 maçı kazandı. Bu sezon resmi maçlarda tek yenilgi var. O da geçen hafta o olaylı Kuban yolculuğu. Uleb'in tek kelimeyle halt etmesi sonucu maç sonunda 25 sayılık bir fark oluştu. Kuban güçlü takım yenilebilirsiniz. Ama ne olursa olsun 25 sayılık bir fark gerçekçi temeller üzerine kurulu bir fark değil. Biraz bizim takım da salmış gibi geliyor. Uzun lafın kısası spor jargonu ile konuşacak olursak sezona "fırtına gibi" girdi takım. Bu bir başarı haklarını teslim etmek lazım. Ancak oynanan maçların zorluk derecesini düşünecek olursak 2-3 maç dışında zaten rakibi diyebileceğimiz takımlarla oynadığını söylemek abesle iştigal olur. (Kupa elemelerindeki Fenerbahçe galibiyeti dahil hatta) Bu maçlar içinde, içerideki Kuban maçı ve bir nebze Donetsk maçı ve bugünkü Beşiktaş maçı bizim için örnek ve yol gösterici maçlar oldu.
Sezon öncesi özellikle 5 pozisyona 5 önemli takviye ile yola çıkan takım, kağıt üstünde kalite olarak üst seviye görünse de doğru kimyanın oluşup oluşmayacağı ile ilgili az önce saydığım 3 maç bazı örnekler ortaya koydu. Galatasaray, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki katıldığı üç kulvardan sadece Eurocup'ın favorisi. Avrupa kupasında bizim ayarımızda bir takım yok. Bir-iki gömlek alt seviyede olan Lokomotiv Kuban'a bile normal gününde evinde 24 sayı fark atabilen bir takım var karşımızda. Eksikleri konuşacağız illa ki ancak Eurocup'ın favorisi olduğumuz gerçeği bi' cepte dursun. Ligde ve Kupada ise hem bizim seyrimiz hem de rakiplerin durumu belirleyici olacak. Galatasaray iyi gününde Fener,Efes, Banvit ve Beşiktaş gibi her iki kupaya da aday takımlara her maç ortalama 20 fark atar. (ki atıyor da) Başa güreşen bu takımlarla olan serüvenini de bekleyip birlikte göreceğiz.Ancak şu zamana kadar geçen dönemle ilgili birkaç not düşelim:
1-Bugünkü Beşiktaş maçı ile de tescillendi ki takım son derece iyi bir savunma takımı. Bazı zaafları olsa da rakibi bunaltma konusunda hakkını teslim etmek gerekiyor. Savunma anlamında Oktay Mahmuti takımıyla kıyaslamak yanlış olur. O takımdan savunma anlamında farklı parametreler işliyor burada. En geriden başlayacak olursak; N'Dong'un alınması bu noktada kilidi oluşturuyor. N'Dong açık ara ligin savunma anlamında en iyi oyuncusu. İnce fiziği, atletizmi, takipçiliği ve bunlardan da önemlisi savunma konusundaki bilgisi ve tecrübesi onu BBL için tek hakim kılıyor. Yaşının ilerlemesiyle savunma bilgisi kusursuzlaşsa da ayaklarının yavaş olması eksi tarafı olarak görülüyor. Bir kaleci gibi her topu tokatlama pota altını uçuşlara kapatma özelliğini gösteriyor çoğu zaman. Hücumda ve savunmada ribaunt katkısı üst düzeyde. Tek eksiği tekrar edecek olursak, yaşının ilerlemesinin etkisiyle ayaklarının yavaşlamış olması. takımın geri kalanı özellikle ön alanda yaptığı savunma ile ön plana çıkıyor. Hawkins ve Jamont Gordon'un bu anlamda katkıları yadsınamaz. Özellikle Gordon'un performansının hücum üzerinden şekillenen kısmının eleştirilirken savunma özelliklerinin gözden kaçırıldığını düşünüyorum. Güçlü fiziği ve savunma bilgisi sayesinde rakip oyun kuruculara sahayı dar ettiği anları izledik ve izlemeye devam edeceğiz. Hawkins için ise kullanılacak en önemli kelime "enerji" sanırım. Çok iyi savunmacı mı? Hayır. Savunma bilgisi üst düzey mi? Hayır. Ama o enerji sayesinde her şeye yetebiliyor. Müthiş bir smaçla bitirdiği bir pozisyon sonrası yenen hızlı hücumda rakibin hücumunu durduran, kesen, hatta bloklayan adam olarak yine Hawkins'i görüyoruz. Onun enerjisi anında takıma sirayet ediyor ve ortaya boğucu bir savunma çıkıyor. Onun dışında Furkan'ın yine savunmadaki güven veren duruşu, şu an sakat olsa da Göksenin'in ön plandaki baskısı, Cenk'in yıllar sonra ön plana çıkardığı savunması şimdilik ön planda olan katkılar. Dudley(yani Ersin Dağlı) ve Macvan fiziklerine oranla savunma kalibreleri düşük oyuncular. Ancak takımın misyonu onlara da yansıyor ve onların da katkısıyla savunma anlamında bir bütünlük oluşuyor. İkisininde kariyerindeki en iyi savunmalarını yaptıklarını söylemek yanlış olmaz.
2- Savunmadaki bu bütünlük bazen etkisini kaybedebiliyor. Mesela bugünkü Beşiktaş maçının ikinci yarısı, Donetsk maçındaki belli bölümler, Ted kolej maçında 2. periyot buna örnek olarak gösterilebilir. savunmadaki ve hücumdaki metal düşüklük takımın yumuşak karnı ve buna bütün oyuncular dahil oluyor. Bazen oyun tıkandığında hem hücumda hem savunmada hatalar üst üste gelebiliyor. Bazen kenarda değişim iiçin 4 hatta 5 oyuncunun birden olabildiğini görebiliyoruz. Savunmadaki düşüşler çabuk toparlanıyor fark açılıyor ancak bu sefer hücumdaki tıkanıklık savunma direncine yansıyıp cepten yemeler devam ediyor. O yüzden sıkıntılar ileride de artabilir. Hücumda her şey Hawkins'e odaklı. Hatta bu durumdan Ergin Ataman'da şikayet etti ancak bu durumu yaratanın kendisi olduğunu düşünüyorum. Hücumda her şey o kadar Hawkins odaklı ki bazen top fazla bile dolaşmıyor. Hawkins gereğini yerine getirse de bazen bir "one man show" durumu oluşuyor. Hawkins'in yarattığı "hiç kaçırmayacak mı acaba" duygusu güzel ama takımın geri kalanı bu noktada geri planda kalıyor.Geçen senenin yıldızlarından Furkan'ın günden güne sıradanlaştırıldığı oyunlar görmeye başladık ki hem Furkan hem de takım açısından iyi sinyaller değil bunlar. Hatta daha da genelleyecek olursak türk oyuncuların katkısının çok az olduğunu söylemek gerek. Bu konuda Ergin hoca ve kurmaylarının bayağı bir mesai harcaması gerekecek. Dudley'i de yabancı kabul edersek Cenk'in dışında hücum katkısı çok sınırlı. Cenk için de şimdilik maşallah demek lazım ama abartmayalım daha rüştünü ispat etmedi.
3- Bir eksik nokta da oyun kurucu pozisyonunda yer alıyor. Sezon başında oyun kuruculardan sadece Ender kaldı ve o pozisyona yapılan 2 takviye de oyun kuruculuk meziyetleri üst seviye olan yani saf oyun kurucu değiller. Gordon daha çok 2 numara oynayabilecek bir oyuncu zekası gerçek anlamda tartışılmaz ancak saf oyun kurucu değil. Engin ise daha çok 1-2 arası diyebileceğimiz bir oyuncu. Oyun sıkıştığında o da müthiş zekası sayesinde iyi işler yapabiliyor ancak belli dönemlerle sınırlı. Bugünkü Beşiktaş maçında olduğu gibi takımı iyi yönetip ayaklandırdığı anlar fazla olsa da belli dönemlerle sınırlı. Engin daha çok şutör özelliği ile ön plana çıkarılabilir. Ender ise bildiğimiz Ender ya harikalar yaratıyor ya da saç baş yolduruyor. Yaşı itibariyle en verimli dönemlerinde ancak onun da temelinde oyun kuruculuk olmaması bazen saçma işler yapmasına neden oluyor. Bu noktada Ergin hocanın Tutku'yu elinde tutması yerinde olabilirdi. Tutku bu tarz kriz ortamlarında hem şutör uzunlar Macvan ve Dudley ile çok iyi ikili oyunlar oynayıp onları daha fazla devreye sokabilirdi hem de topun doğru şekilde dolaşmasını sağlayabilirdi. Domercant'ın sakatlığı sonrası ortalıkta dolaşan ve koçunda doğruladığı Arroyo lafları pek makul görünmüyor takımaçısından. Takımın Arroyo'dan çok Kidd- Nash tarzı bir oyun kurucuya ihtiyacı var bence. Ayrıca Lakovic konusundaki katı tutumunu da gözden geçirmeliydi. Takıma 3. bir winner'ı monte etmek akıllıca olurdu. Aslına bakılırsa tam Ergin Hocanın tarzı bir oyuncu.
4- Hücumdaki çok yönlülük gerçeği yabancılar üzerine kurulu durumda. Beşiktaş galibiyetindeki 64 sayının sadece 10'unun Türk oyunculardan gelmesi bunun net kanıtı. Yukarıda değindiğimiz için tekrarlamaya gerek yok. Türkler için acil çözüm bulmak gerekiyor. Yabancılarda ise Hawkins dışında Ersin'in her maç bi' 10 sayısı var ve istikrarı güven veriyor. Macvan'ın çok yönlülüğü ve sutör bir 4 numara olması hücumdaki avantajları artırıyor. Katkısı da şimdiye kadar ciddi şekilde ilerliyor. N'dong pota altında iyi bir bitirici ve orta mesafe şutlarıyla hücuma hayat veriyor. Hücumda belli dönemler tıkanıklık olması tamamıyla topun iyi dolaşmamasından kaynaklanıyor. Bu durumda da "kurtar bizi Hawkins baba" sahneleri oynanmaya başlanıyor. Onun dışında hücumdaki bir çok özellik kusursuz görünüyor.
5. Takım yenilendiği için taraftarda da bir boşluk söz konusu. Geçen yıl yaşananları hiçbirimiz tasvip etmedik. Bu sayfalarda, sosyal medyada yazılı ve görsel basında yanlışlık dile getirildi. Oktay Mahmuti ve ekibiyle İpekçi'de yaşanan o müthiş bütünlük haliyle bozuldu. Ancak yeni bir bütünlük yaratmak da yine taraftara düşüyor. Takımın ve kenar yönetimin bu konuda şimdiye kadar üzerine düşeni fazlasıyla yaptığı gerçek. Seversiniz, sevmezsiniz ancak ortada iyi bir ürün var ve işlenmesi için eksik kısım taraftar kanadı. Taraftar da küslüklerini, kırgınlıklarını bir kenara bırakıp "arma peşinde adanmış hayatlara" sadece derbi maçlarda değil diğer maçlarda da destek vermeli. Galatasaray taraftarının yapması gereken desteğini sürdürmesidir.
6- Takımın şimdiye kadar gösterdiği performans, tabloyu biraz netleştirdi. Bundan sonra eksik kısımlar giderildikçe lig, kupa ve Avrupa'da favori konumuna gelinecektir. EuroCup'taki "favori" olam durumu da gittikçe netleşmekte. Nocioni transferi gerçekleşirse çok iyi olur. Ruhu, oyunu ve kimliği ile çok şey katar takıma. O zaman Domercant sonrası bir nebze rahatlamış oluruz.
2 yorum:
Aslında oldukça doğru noktalara temas eden bi yazı olmuş, elinize sağlık ama ben şu kısma takıldım açıkçası;
"Galatasaray, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki katıldığı üç kulvardan sadece Eurocup'ın favorisi. Avrupa kupasında bizim ayarımızda bir takım yok."
Tamam, kadro kalitesi olarak gerçekten oldukça iyi seviyedeyiz, başta koç Ataman olmak üzere hedefler ve iddialar oldukça agresif açıklanıyor ama şu "eurocup'ta açık ara favoriyiz" psikolojisinden biraz çıkmalıyız bence. Yani favorilerden biriyiz gerçekten doğru bi kalıp olabilir ama açık ara favoriyiz biraz fazla iddialı duruyor maalesef. Öyle veya böyle bu ligde, Bilbao Basket, Unics Kazan gibi hem kadro yapıları hemde Eurocup ve Euroleague tecrübeleri bulunan takımları silip, açık ara favoriyiz demek en ufak bir kötü sonuçta büyük hüsran yaratabilir.
Mevcut durumda yapılacak nokta şutör transferiyle hedeflere daha sağlam adımlarla yürümek ve bunu yaparkende rakiplerin gücünü hiçe saymamak çok daha sağlıklı olacaktır...
O konuda haklısın. Aslında benim de anlatmak istediğim bir anlamda o psikolojide olmamaktı. Ancak kadro kalitelerine ve EuroCup'ın takım düzeyindeki yapılanmasına bakınca "favorilerden biri" konumuna eriştiği aşikar tek favori olmadığını belirttim zaten. Ne bilbao geçen seneki bilbao ne de Unics kazan geçen seneki kazan. Kan kaybettikleri aşikar. AMa tek favori olma anlayışı benim anlatamayışımdan kaynaklanmış. O konuda hakkını vermeliyim :)
Yorum Gönder