28 Ekim 2019 Pazartesi

Beşiktaş:1-0:Galatasaray


İçkiye benzer birşey var bu havalarda
Kötü ediyor insanı, kötü
Hele birde hasretlik oldu mu serde
Sevdiğin başka yerde
Sen başka yerde
Dertli ediyor insan, dertli
İçkiye benzer birşey var bu havalarda
Sarhoş ediyor insanı, sarhoş...
                                     Orhan Veli


Üstat Orhan Veli'nin dediği gibi "Bir şeyler var bu takımda, insanı kötü ediyor, sevenini dertli"... Fena desen fena oynamıyor, iyi desen o da değil... "İçkiye benzer birşey var bu takımda", seyrederken ümitlendiriyor, mutlu ediyor da "şişe bitince", hakem son düdüğü çalıp tabelaya bakınca miden bulanıyor, tadın kaçıyor, üzülüyorsun...

Lig başından beri de bu ruh hali değişmiyor, oyuncular değişiyor, rotasyon yapılıyor ama Fatih Terim'in bizlere vaad ettiği Galatasaray'ı tam anlamıyla bir türlü sahada izleyemiyoruz. Derbi karşılaşması olması ve seyirci baskısını göz önüne alarak Fatih Terim elindeki en ideal kadro ile sahaya çıkmıştı. Baskıdan etkilenmeyecek "tamamı yabancı" ve büyük maç atmosferine alışık topçuları seçmişti. Geçen seneki "şampiyon takıma" güvenmişti... Belhanda'ya da güvenmişti, bir hoca olarak görevi topçusuna sahip çıkmaktı, "özrünü kabul etmişti" 10 numarasının... Lemina'nın da rakip sahadaki etkinliğinden faydalanmak istemişti, salı maç yapan Seri'nin yerine dinlenmiş Lemina'yı seçmişti... Babel'in tecrübesine inanmıştı... Kağıt üzerinde fena da bir takım sürmemişti sahaya hoca...


Beklenilenden farklı bir oyun da olmadı. İç sahada ve kendi taraftarının karşısında oynamanın da etkisiyle ev sahibi Beşiktaş oyuna iyi başladı, ataklar yaptı, hatta çok koşarak, pres de yaparak deplasmandaki rakiplerinin savunmadan çıkarken hatalar yapmasını sağladı ve pozisyonlar buldu. Forvetlerinde "acemi" Umut vardı, tecrübesizdi, "iyi niyetliydi" ve çok da zorlayamadı Marcao ve Luyindama'yı. Muslera da formundaydı, kaleye gelen toplarda serinkanlıydı. Ev sahibi Galatasaray'ın üzerine gelir gibiydi de 25. dakikada Fehgouli ile başlayan atakta Andone'nin altı pastan auta attığı toptan sonra oyunu kontrol eden Galatasaray oldu. Tam da aslında hocanın düşündüğü gerçekleşmişti. İlk dakikalarda rakibin hızını durdurup, hakimiyeti ele geçirmek. 30'da Feghouli rakipten kaptığı topla ceza sahası dışından şutunu attı, meşin yuvarlak az farkla auta gitti. 38. dakikada yine Feghouli'nin ortasında Vida son anda araya girerek mutlak golü önledi... Klasik bir derbi maçı havasında ilk yarı sona erdi...

İkinci devreye ev sahibi yine baskılı başladı, Diaby'nin uzaktan attığı şutta Muslera konsantreydi ve harika çıkardı. Sonra Galatasaray tekrar oyuna ortak oldu ve ilk yarıya benzer bir mücadele sergilenirken, Abdullah Avcı neden kenarda beklettiğini anlamadığım Ljajic'i oyuna aldı ve ev sahibinin oyun karakteri değişti. Zaten maçın tek golü de Adem Ljajic'in Caner'i sol kanatta boş görüp ona yolladığı topla geldi. Skorda geriye düşen Galatasaray, maçın uzatma dakikalarında Adem Büyük'le bulduğu bir kaç pozisyon dışında pek varlık gösteremeyince, umutlu başladığı maçtan puansız ayrılmak durumunda kaldı...


Fatih Terim maçlardan sonra hakemler hakkında konuşmuyor, konuşunca birilerinin eline malzeme veriyor ve kendisini takımdan koparıyorlar ama nedense yöneticiler de sus pus... Abdurrahim Albayrak'ın ve de Mustafa Başkanın kameralar karşısına çıkıp, Galatasaray'ın sahipsiz olmadığını, arkasında büyük bir taraftar kitlesi olduğunu belirtmeleri gerekir. Daha önce de yazmıştım, bir hakem sadece hatalı penaltı vererek bir takımı ezmez, maç içinde çalacağı ince düdüklerle de maçın kaderini tayin edebilir. Mete Kalkavan da dün gece öyle düdükler çaldı ki, Galatasaray'ın maçı kazanması için "çok çok ezmesi" gerekiyordu Beşiktaş'ı... Sarı-kırmızılı topçular ne zaman atağa kalksa ve rakibiyle ikili mücadeleye girse, çalan düdük topu siyah-beyazlılara veriyordu. Hele ki Beşiktaş seyircisini mutlu etmek için Babel'e gösterdiği sarı kart yok mu, tam komediydi... Ya Marcao'ya verilen sarı kart? Bizim stoper topu uzaklaştırdı ama kartı da gördü... Komik videolarda gösterilecek derece absürd... Arkadan Marcao'ya müdahale eden Lens'i affedip, "Bu nasıl kart olmaz?" diyen Mariano'ya sarı vermesi ise başka bir trajedi...  Bir de Galatasaray taraftarının gazını almak için Caner'e "hikayeden" bir sarı verdi ya, herkes saf bir tek Mete Kalkavan akıllı... Birileri çıkıp bu hakemlere bir dur demezse, bu sene işimiz çok ama çok zor olacak...

Abdullah Avcı ile bitirelim, Galatasaray taraftarının "kimyager" lakabını taktığı Abdullah hoca Fatih Terim'in elini sıkmamış maçtan önce... Son iki senedir kaybettiği şampiyonlukların acısını yaşıyor belli ki yüreğinde de, maç öncesi "Hoş geldiniz ve Başarılar" dilenmediği için Fatih Terim bir şey kaybetmez de, Abdullah Avcı çok şey kaybeder...



STAT: Vodafone Park
HAKEMLER: Mete Kalkavan, Ceyhun Sesigüzel, Esat Sancaktar, Atilla Karaoğlan
VAR HAKEMLERİ: Cüneyt Çakır, Özgüç Türkallp, Bahattin Duran
BEŞİKTAŞ: Karius, Gökhan (Necip 86’), Vida, Roco, Rebocho, Atiba, Elneny, Lens (Ljajic 64’), Caner, Diaby, Umut (Güven 82’)
GALATASARAY: Muslera, Mariano, Luyindama, Marcao, Nagatomo, Nzonzi, Lemina (Seri 78’), Belhanda (Emre Mor 68’), Babel, Feghouli (Adem 78’), Andone
SARI KARTLAR: Babel (53’), Marcao (59’), Mariano (63’), Caner (77’), Necip (89’)
GOL: Umut (69’)

26 Ekim 2019 Cumartesi

Galatasaray:0-1:Real Madrid


"Taraftarlar hafta boyunca ter döküyor, çalışıyordu. Stadyumdan çıktıklarında evlerine, gördüklerinden mutlu gitmeliydiler. Kazanabilirsiniz, canınızı dişinize takar ama başarıya ulaşamayabilirsiniz. Klişedir, evet ama kazanmak sahiden her şey değildir. Her zaman yürekten inanmışımdır buna. Elbette her daim kazanmaya çabalarsınız ama daha önemlisi nasıl yaptığınızdır. Taraftarınızın ne istediğini kavramalı ve ona uyum göstermelisiniz." der Johan Cruyff "Benim Oyunum" adlı biyografisinde.

Fatih Terim'in Galatasaray'ı da iç sahada oynadığı iki Şampiyonlar Ligi maçında kendi liginde sergilediği performanstan farklı olarak taraftarının arzuladığı oyunu oynayarak, haftalarca bu maçları bekleyen taraftarını mutlu ederek ayrıldı sahadan... Evet, ikisinde de "galiptir bu yolda mağlup"  dercesine taraftarının ve hocasının gönlünü kazanıyordu sarı kırmızılı futbolcular. "Kazanmak sahiden de her şey değildir" ve bazı mağlubiyetler galibiyetten de değerlidir. Dediğim gibi bizler formayı terletenlerden memnunduk da "seyirciler"e söylenecek o kadar laf var ama burası yeri değil...

Paris Saint Germain maçında "tutan" üçlü savunma aşısını, İspanyol rakibine karşı da değiştirmeden uyguladı Fatih Terim... Donk yine iki stoperin arasına girmiş, kanatlara da Mariano ve Nagatomo yerleşmişti. Onların önü Nzonzi ve Seri ile kapatılırken, Belhanda'da Babel ve Andone'yi "ara paslarıyla" beslemekle yükümlüydü. Falcao yoktu belki ama Sivas maçında "şeytanın bacağını kırmış" Andone'den kimse şüphe duymuyordu... Topçular da Paris Saint-Germain maçındaki oyunlarından mutlu olmuşlar ki, Real Madrid karşısında daha öz güvenliydiler, topu daha güvenli ayaklarında tutup, iç sahada oynamanın "havası ve rahatlığıyla" peşi sıra paslar yapıyorlardı. Zidane'nın taktiği ise organize ataktan çok, Galatasaraylı futbolcuların kaptırdığı toplarla "baskın basanındır" bilinciyle kontra yapmaktı. Bir kaç cılız denemesi de oldu ama maçın ilk tehlikeli iki atağı Galatasaray'dan geldi. Önce Belhanda'nın ara pasıyla savunmanın arkasına sarkan Rumen forvet Andone, topu kontrol edip, ceza sahasına girer girmez vurdu ama Courtois gole izin vermedi. Bir dakika sonra ise kazanılan serbest vuruştan yapılan ortada yine Andone gelişine "çaktı" ama Belçikalı kaleci "iyi günündeydi."


Taraftarının da desteği ile rakip kaleye baskısını kuran ve gol arzulayan Galatasaray, alışıla gelmiş olarak "iyi oynarken golü kalesinde görüyordu"... Lanet olsundu böyle işe... Bir çok kişi Hazard'a topu kaptıranın Seri olduğundan bahsediyor ve Fil Dişili orta saha oyuncusunu suçluyor ama onun geri pasında "topu alamam" düşüncesiyle yerinde patinaj yapan ve topu rakibine bırakan Donk daha da hatalıydı. Şans becerikli olanın yanındadır derler ya, Kroos'un vuruşu Seri'ye çarpmasa Marcao'dan geçmez, ondan geçse bile Muslera tutardı...


Maçı seyrederken Kroos'la Belhanda'nın takımlarını değiştir, Galatasaray şimdiden iki farklı öndeydi diye düşünürken, "sağolsun" Belhanda 38. dakikada Babel'in geliştirdiği atakta penaltı noktası üzerinde bom boş pozisyonda yaptığı cılız vuruşla beni haklı çıkardı. Keşke o golü yapmış olsaydı da, ben haksız çıksaydım...

Devreyi yenik kapatmıştı Galatasaray ama benim için pek önemi olmasa da bir çok istatistikte Real Madrid'in önündeydi. Özellikle topu daha fazla kontrol edenler sarı-kırmızılı forma içindekiler olurken, şutlar deplasman ekibinden gelmişti. Gol istiyordu Fatih Terim ve bu amaçla savunmadaki Donk'u kenara alıp hücüm gücü yüksek Feghouli ile başladı ikinci kırkbeş dakikaya.  Planladığı da çok vakit geçmeden oluyordu, Mariano'nun pasında savunma arkasına koşan Feghouli topa yetişemeden Courtois başarılı bir hamle ile kalesini golden koruyordu. Ev sahibi beraberlik ararken, Madridliler de boş durmuyor, onlar da Muslera'nın kalesini ara ara yokluyordu, ki Benzema'nın pasında ceza sahasına giren Hazard'ın kaleciyi de çalımlayıp, boş kale yerine direğe nişanladığı topun "maçın kırılma anı" olmasını çok arzuladık... Maalesef olmadı...

Fatih Terim'in "sonuç almak için" yaptığı Emre Mor ve Ömer Bayram değişiklikleri de "saman alevi" gibi anlık ateşlerken takımı, son dakikalarda Nzonzi ve Luyindama'nın kafa vuruşları da skorbordu değiştirecek kadar başarılı değildi...


Zinedine Zidane'nın yerine Fatih Terim'in yakın dostu Mourinho'yu getirecektik salı gecesinden sonra ama olmadı, Fransız hocanın ömrü biraz daha uzadı. Üzüldük... Yenemedik Real Madrid'i diye üzülmek bile Galatasaray'ın büyüklüğünü başlı başına gösterirken, ne yazık ki o şanlı tarihe ve kültüre yakışmayan hareketler de maçın 67. dakikasında sergilendi bütün dünyanın gözü önünde. Sivasspor maç yazımızda belirttiğimiz "seyirciler", bu maç içinde de Belhanda'yı münferit olarak yuhlarken, hocanın oyuncu değişikliği esnasında Faslı topçuya tepki arttı ve o da tribünlere "el kol hareketleri" ve küfürlerle cevap verdi... İşte o an Yahya Kemal Beyatlı Belhanda için söylüyor gibiydi o meşhur dizeleri:

Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

Belhanda'ya karşı tavrımız geldiği günden beri netti, karakteri ve yeteneği ile değildi Galatasaray'ın topçusu ve olmayacaktı da, ne ilginçtir bugün onu ıslıklayıp yuhalayanlar o günlerde kendisine methiyeler düzmekteydiler... Disiplinsizdi, sorumsuzdu, maç içinde canı isterse koşar, istemezse bakardı da milyonlarca euro harcanmış bu topçuyu, elinde de yedeği olmadığı için hocalar hep sahaya sürmekteydi. Yine oynatacaktır Fatih hoca on numarasını da kış transfer sezonunda yollarımız ayrılacaktır büyük ihtimal kendisiyle... Öyle sosyal medyada özürle mözürle düzelmez bu işler... O vazo kırıldı artık, ne kadar onarsan da izi kalır...

Belhanda'ya kızdım kızmasına da esas zoruma giden Sami Yen'e yerleşen ıslıklama kültürü. Latovleviçiler, Sinan Gümüşler, Sabriler, Ömer Bayramlar geçmiş yıllarda hep nasibini aldı bu "egolu seyircilerden" de, Real Madrid maçında namlunun ucunda Mariano, Nagatomo, Seri, Belhanda ve Babel vardı. O kadar acımasız ve vahşiydi bu "seyirciler" ki, daha maçın başında Mariano topla buluştuğunda homurdanıyordu. Bereket bekler günündeydi de tepkiyi unutturdular ama Seri ve Belhanda kenara gelirken kucaklarına düştüler bu "densizlerin"... Densiz diyorum zira rahmetli Alparslan abiden ve tribündeki diğer büyüklerden öğrendiğimiz, mantığımızın doğruladığı maç esnasında futbolcu yuhlanmaz, protesto edilmez. Hakem son düdüğü çalar ve protestonun en alası yapılır ama oyun esnasında asla... 



STAT: Ali Sami Yen Spor Kompleksi
HAKEMLER: Daniele Orsato, Lorenzo Manganelli, Alessandro Giallatini, Daniele Doveri
GALATASARAY: Muslera, Luyindama, Donk (Feghouli 46’), Marcao, Nagatomo, Mariano, Nzonzi, Seri (Emre Mor 77’), Belhanda (Ömer 67’), Babel, Andone
REAL MADRİD: Courtois, Carvajal, Ramos, Varane, Marcelo, Casemiro, Valverde (James 79’), Kroos, Hazard (Viniscius 79’), Rodrygo (Jovic 82’), Benzema
SARI KARTLAR: Seri (47’), Nzonzi (68’), Kroos (90+1’), Courtois (90+2’), Marcao (90+3’)
GOL: Kroos (18’)

20 Ekim 2019 Pazar

Galatasaray:3-2:Sivasspor


Galatasaray tribünleri için turnusol kağıdıdır bundan 20 sene evvel 20 Ekim 1999'da Ali Sami Yen'de Chelsea'ye karşı alınan 5-0lık mağlubiyet. Şampiyonlar Ligi gruplarında oynuyordu Galatasaray ve İngiltere'de mavi-beyazlı ekibe 1-0 yenilirken, Taffarel'i de kaybetmişti. Buna rağmen Fatih Terim takımına güveniyordu grubun dördüncü maçında ama yedek kaleci Mehmet Bölükbaşı'nın "acemiliği", Galatasaraylı savunmacıların "kötü gününde" olması beklenmeyen sonucu getirmişti. Vialli'nin çalıştırdığı Chelsea ilk devreyi 1-0 önde kapatmış, ikinci yarının başında fark üçe çıkmıştı... O yıllarda takım yuhlamaları ve ıslıklamalar yoktu ama tribün boşaltıyordu "seyirciler"... Ve 78. dakika Galatasaray dördüncü golü kalesinde gördükten sonra koskoca Ali Sami Yen'de bir tek Kapalının ortası ve Yeni Açık tribünün Numaralıya yakın tarafı kalmıştı takımını destekleyen...
"Başın öne eğilmesin aldırma Cim bom aldırma
En büyük sen değil misin aldırma Cim bom aldırma
Sendeki bu büyük taraftar bir gün ağlar bir gün coşar
Seni bu sesler oyalar aldırma Cim bom aldırma" diye tezahüratlarını sürdürürken "harbi" Galatasaray taraftarı, rakip 5. golü atmamış gibi, onlar daha coşkulu haykırıyordu takıma olan bağlıklarını...

Aradan 20 yıl geçmiş ama o gün hala dün gibi gözlerimin önüne geliyor... O "kara gecede" kim iyi gün dostu, kim kötü gün dostu "akla kara gibi" ortaya çıkmıştı... Ve o maçtan sonra iç saha yahut deplasman fark etmeden rakiplerini ezen Galatasaray, UEFA kupasını kazanırken, bu başarı benim nazarımda en çok da 5-0'dan sonra takımını alkışlayan o iki grup taraftarındır...

Peki, aradan geçen 20 sene sonra Galatasaray tribünlerinde durum nasıldı? Chelsea hezimeti bitiminde takımını alkışlayan "tayfa" yine her zamanki gibi taraftarlık görevini yapıyordu yeni stadyumda ama bu defa sayıları daha azdı "seyircilere" göre, çünkü Galatasaray'ı yıllarca yönetenler Özhan Canaydın'ın "müşteri" lakabını taktığı seyircileri cefakar taraftara yeğlemiş ve 50 bin küsür koltuklu stad yapıp, fahiş fiyata bilet satarak ecnebilerin "quantity or quality"sinden yani "kalabalık mı kalitemi" tercihinden "paralı kalabalığı" seçmişti... "Paramı veririm, istediğimi alırım" şımarıklığı içindeki "seyirci" de skora bakmadan, neden tribünde olduğunu bilmeden, bütün bencilliği ile Mecidiyeköy'deki Ali Sami Yen'de asla yapamadığı "ıslıklama ve yuhlama" ile "kalitesini!" göstermektedir Seyrantepe'de maç be maç...

Cuma gecesi de ıslıklar ve yuhlamar arasında bitirdi Galatasaray futbol takımı Sivasspor karşında oynadığı maçı. Kaybetmiş miydi takım? Şampiyonluk yarışından kopmuş muydu?  Bin bir türlü rezaletle mi gündeme geliyordu oyuncular? Teknik direktörü mü kötüydü?
Aksine, Galatasaray maçı 3-2 kazanmış, puan tablosunda ikinciliğe yükselmiş, yeni transfer Andone herkesi büyüleyerek iki golle siftah yapmış ve takımın başında Galatasaray kulübünün efsane hocası Fatih Terim vardı...


Gençlerbirliği maçı sonrası bahsettiği rotasyonu Şener, Emre Taşdemir, Emre Mor ve Ömer Bayram gibi oyuncuları ilk onbire yazarak yapmıştı Fatih Terim Sivasspor karşısında. "Başarıya aç, arzulu" oyuncular da hocasının istediği oyunu sahaya yansıtmakta oldukça maharetliydi, lig başından beri beklediğimiz "Galatasaray gibi Galatasaray" geri gelmişti, top oynatmıyordu sarı-kırmızılılar deplasman ekibine. İlk tehlikeli atak Emre Mor-Şener paslaşması sonra Babel'e yapılan orta ile gelirken, sonrasında Luyindama'nın uzun pasında- ki Luyindama maç içinde bunu çokça yapacaktır- Babel'in indirdiği topu son anda rakip savunma uzaklaştırmıştı. Galatasaraylı oyuncular sadece hücümda etkili değildi, top rakipteyken de alan daraltıyor, "ısırarak" pres yapıyordu. Futbol bu, haliyle kalesinde de pozisyon görecekti ama o anlarda "taze" baba Muslera devreye giriyordu. Önce Mert Hakan'ın plase vuruşunu bir kedi çevikliği ile çıkarıyor, sonrasında başlangıcında "ofsayt kokan" pozisyonda Sivasspor'un Muslera ve kale direğini geçemediği anlarda kalesinde devleşiyordu.


Deplasman ekibi üç-dört değişik oyuncuyla topu bir türlü kaleye sokamadığına dövünürken, Galatasaray Rumen golcüsü Andone ile öne geçiyordu. Topu rakip yarı saha içinde alan Andone süratlı bir şekilde kaleye doğru ilerleyip, ceza sahasına gelmeden şık bir ayak içi plase ile köşedeki örümcek ağlarını temizlerken, Wesley Sneijder'a da selam çakıyordu, zira 19 Ekim tarihi bizim diyarlarda Sneijder'in ayı avına çıktığı gün olarak anılıyor ve anılacaktır da...


Golden sonra Galatasaraylı futbolcular taraftarın da desteğini arkasına alıp, daha baskılı bir oyun sergiledi, top sürekli Samassa'nın kalesinin önündeydi ve Babel yine "klasiklerinden" birini yaptı. Emre Mor'un yarattığı pozisyonda genç oyuncu ceza sahası içinde boş pozisyonda olan Babel'e topu verdi, Hollandalı savunma ve rakibi yatırdı ve yine boş pozisyondaki arkadaşı Andone'ye asist yapmak yerine vurmayı seçti... Fatih Terim'e tavsiye vermek haddimize değil ama ben olsam Ryan Babel'in arkadaşlarına pas vermek yerine kaleye şut çektiği pozisyonları derler, bir video yapar ve sabah-öğlen-akşam üç posta seyrettirirdim. Bak bakalım bir daha vuruyor mu...


Babel, Andone'ye ikinci golü attırmadı ama Rumen oyuncu "kendi ekmeğini taştan çıkardı" ve yarattığı penaltı sonrası attığı golle devre biterken farkı ikiye çıkardı...

Devre biterken ilginç bir de an yaşandı sahada. Sivasspor ceza sahasının solunda topla buluşan Şener, Uğur ve Coffie arasından şık bir hareketle sıyrılırken, yere düşürüldü ve hakem Ali Palabıyık kartı kime göstereyim diye oyunculara sordu. Uğur takım arkadaşını işaret etti ve sarı kart Coffie'ye çıktı. Arkadaşı kendisine neden bunu yaptığını sorduğunda ise Uğur kendisinin daha önceki maçlardan üç sarı kartı olduğunu işaret ediyordu. O anlık Uğur önümüzdeki hafta için kendisini kurtarırken, nereden bilecekti Coffie'nin karşılaşmanın ikinci yarısı bir sarı kart daha görüp, takımını 10 kişi bırakacağını...

İkinci devrenin başında Rıza Çalımbay takımın iyilerinden Fernando'yu çıkarıp, Kone'yi oyuna aldı da daha 48. dakikada on kişi kalacağını bilse bu hamleyi yapmazdı, zira Fernando çok daha işine yarayacaktı. Eksik kalan rakibi önünde Galatasaray baskıyı iyice arttırdı, rakip kaleyi abluka altına aldı ve özellikle uzaktan attığı şutlarla gol şansı yakaladı ama üçüncü golü bulamadı. Bizimkiler atamadı belki ama deplasman ekibi yorulmaya başlayan Şener'in kanadından bir kez geldi, farkı bire indirdi. Kalesinde gördüğü gole çabuk reaksiyon gösteren Galatasaraylı topçular, yine bir Babel "klasiği" ile tekrar farkı ikiye çıkarttılar. Sahanın yıldızlarından Ömer Bayram'ın pasında ceza sahası köşesinde topla buluşan Hollandalı oyuncu, bir hamle ile rakibi geçtikten sonra sert bir vuruşla fileleri sarsarken, ellerindeki akıllı telefonlarla attıkları "nahoş" mesajlarla boş boş konuşanlara da tepkisini gösteriyordu.


Son 15 dakika fark tekrar üçe çıkınca Fatih Terim, önümüzdeki Beşiktaş maçını da düşünerek sarı kart görmemeleri için Luyindama ve Belhanda'yı kenara alıyordu. Hakem Ali Palabıyık olunca, Luyindama'ya gösterdiği "basit" sarı karttan sonra ikinciyi de pek ala gösterebilirdi de, o fırsatı bulamadı. Ama Ömer Bayram acemice bir hareket yaparak maçın hakemine aradığı şansı verdi: Beşiktaş derbisi öncesi Galatasaraylı bir oyuncuyu eksiltti.

Son on dakikaya girilirken önce Andone'nin "al da at" pasında Emre Mor kale çizgisi üzerinden topu auta attı, sonrasında Emre'nin "al da hattrick yap" dediği pasta Andone kaleciyi geçemedi. Sarı-kırmızılıların maç böyle biter havasına girdiği bir zayıf anında yine Şener'in kanadından gelen Sivasspor bir kez daha farkı tek sayıya indiriyordu. O dakikadan sonra kaybedecek bir şeyi olmayan deplasman ekibi tüm hatlarıyla Galatasaray kalesine gelirken, uzatma dakikalarında Konyaspor ve Malatyaspor maçlarında yaşanılanlar bir kez daha yaşanacaktı ki bereket genç oyuncu Armin altı pas üzerinden topu auta atıverdi...


Böyle bir maçtan sonra "seyirciler" ya da "müşteriler" takımı ıslıklayadursun, iki gün önce tribünün önde gelenlerinden olan ve oldukça sevilen arkadaşları "ikiz Gökhan"ı kaybeden ve yürekleri acıyla dolu olmasına rağmen maç başından beri susmayan ultrAslan'a özel bir teşekkür edelim... "Cennete gidenlerle",e-bilet protestosu yapanlarla eksilmiş olsalar da, Galatasaray tribününün temel taşı hep ultrAslan'dı ve ultrAslan olacaktır... Mekanın cennet olsun Gökhan, tribün şehitlerine selam söyle...


STAT: Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Stadyumu
HAKEMLER: Ali Palabıyık, Serkan Olguncan, Erdinç Sezertam, Caner Ak
VAR HAKEMLERİ: Serkan Tokat, Kerem Ersoy
GALATASARAY: Muslera, Şener, Luyindama (Donk 76’), Marcao, Emre Taşdemir (Seri 76’), Nzonzi, Ömer Bayram, Belhanda (Yunus 83’), Babel, Emre Mor, Andone
DEMİR GRUP SİVASSPOR: Samassa, Marcelo, Aaron, Caner, Uğur, Hakan, Cofie, Mert (Armin 85’), Emre, Fernando (Kone 46’), Yatabare (Erdoğan 82’)
SARI KARTLAR: Luyindama (24’), Fernando (31’), Yatabare (34’), Cofie (45+2’, 48’), Andone (62’) Ömer (78’), Yunus (85’)
KIRMIZI KART: Cofie (48’)
GOLLER: Andone (21’, 43’), Kone (69’), Babel (74’), Erdoğan (84’)


19 Ekim 2019 Cumartesi

Standart Önemli Mesele #4

Yuh...
Yazık...
Ayıp...
Günah...
Şu sıralar ikinci devresi oynan Ankaragücü-Beşiktaş maçında Elneny'nin kaleci Korcan'ın "kafasını dağıttığı" yukarıdaki pozisyona hakem Ali Şansalan "kırmızı kart" gösteremedi... Evet, göstermedi değil "gösteremedi"...  Bilmiyor muydu bu pozisyonun kırmızı olması gerektiğini? Biliyordu... Ama "gösteremedi"... Çünkü Beşiktaş, haftaya Galatasaray ile oynuyor ve geçen sene Galatasaray şampiyon olduğundan beri Fatih Terim'in dediği gibi "organize kötüler" tarafından Galatasaray'ın önü kesilmek için her türlü "oyun" oynanıyor...
Ne diyelim...
Yazık...
Günah...
***
Yazıyı maçın devre arasında yazmıştım da, nereden bilecektim Ali Şansalan'ın ikinci yarı başlığa uygun bir yönetim göstereceğini. Ankaragücü kaptanı Sedat'ı oyuncu değişikliği esnasında zaman geçiriyor diye iki sarı kartla atan hakem, Ankaragücü'nün ani atağını sonlandırmak için rakibini yaka paça indiren Beşiktaşlı Atiba'ya gösterdiği sarı kart sonrası, siyah beyazlı oyuncunun el kol hareketleri ile itiraz etmesini - ki topa da vurdu galiba eliyle, yayıncı kuruluş göstermedi nedense- görmezlikten gelirken "standardın ne kadar da önemli bir mesele" olduğunu göstermiş oldu...




15 Ekim 2019 Salı

Standart Önemli Mesele #3


Fenerbahçe kendi sahasında Antalyaspor'a kaybetti, iç sahada "uçup giden üç puan" konuşuldu da, Galatasaray taraftarı dışında kimse Vedat Muriqi'nin yukarıda gördüğümüz hareketinde çıkmayan kırmızı kartı konuşmadı. Top Antalyalı futbolcudayken, yerden kayarak rakibin üzerine gelen ve son anda ayağını kurtarmak yerine yukarı kaldıran ve taban ile rakip topçuya yapılan bu hareketi ne VAR hakemi cezalandırmak istedi, ne de Yaşar Kemal Uğurlu cezalandırdı. Cezalandırmayı bırakın, yaklaşık 10 dakika sonra Kosovalı oyuncunun tekrar rakibinin ayağına basmasını da "pas" geçti maçın hakemi...
İnsan ister istemez soruyor kendi kendine, bu futbolcunun üzerinde sarı-kırmızı forma olsaydı, maçı kart görmeden bitirebilir miydi?


7 Ekim 2019 Pazartesi

Gençlerbirliği:0-0:Galatasaray


Şampiyonlar Ligi dönüşleri genelde bir çok takım için oldukça zorlu olur, yerel ligdeki maçta puan kayıpları beklenir de salı gecesi Paris Saint-Germain gibi güçlü bir rakibe kök söktürüp, kaybetmesine rağmen taraftardan "Böyle oynayın canımızı verelim" tezahüratını işiten Galatasaray'lı futbolcuların, başkentte ligin sonuncusu Gençlerbirliği karşısında "bu kadar kişiliksiz" bir oyun oynayacağını kimse aklına getiremezdi...
Kurmuş olduğu takımla ve iç sahadaki taraftar desteği ile zor geçebilecek ve kaybedilmesi muhtemel puanların çok can yakmayacağı deplasmanlar vardır da bu maç şüphesiz onlardan değildi... Bu nedenle Halil Umut Meler maçı bitiren son düdüğü çaldığında canımız yandı... Hem de fena halde...

Salı gecesinin yıldızlarından Jean Michael Seri "gıda zehirlenmesi" nedeniyle son dakika kadro dışı kalırken yerine Fatih Terim, Selçuk'u görevlendirmişti. Hoca kaptanına güvenmişti ama kaptan gemiyi ilk terk eden olmuştu, sanki jubile maçına çıkmış gibi sahada dolaşıyordu eli belinde. Dolaşmakla da kalmıyordu Selçuk, kurnazlık da yapıyordu utanmadan. Maçı seyredenler hatırlayacaktır, rakip ceza sahası kenarında yüksekten gelen bir topu kontrol etmek istemiş ve topu ayağından kaçırmışken, topla alakasız mesafede olan Nagatomo'ya "Bu pası nasıl alamazsın" diye sitem etmesi Galatasaray taraftarını kızdırırken, maçı BeInSport Fransa kanalına anlatan Fransız spikeri kahkahalara boğmuştu...

Hocanın güvenip, "hayal kırıklığına" uğradıklarından biri de Belhanda oldu Ankara'daki tatsız tuzsuz gecede. Sneijder'in yerine gelmesi, 10 numaralı formayı alması, saha içinde ruhsuz ruhsuz gezmesi geldiği günden beri beni rahatsız etmişti de, geçen sene biraz toparlanmış, takım için etkili ve önemli işler yapmıştı. Bize göre futbolcularla çok daha içli dışlı olan ve onların maddi manevi tüm mutluluk ve sıkıntılarını bilen Fatih Terim, Faslı oyuncuda bir "cevher" görmüş olmalı ki bir önceki sene olduğu gibi, bu sene de transfer döneminde takımda kalması yönünde rapor verdi. Seri, Nzonzi, Lemina, Jimmy Durmaz gibi orta saha oyuncular transfer edildi ama Belhanda özeldi, takımı oynatacak oyuncu olmalıydı da, bu sene tekrar geçmişe, o "ruhsuz" haline dönüverdi 10 numara. Saha içinde yürüyor, mücadele etmiyor ve en önemlisi topları "ayağında geveledikten" sonra sürekli rakibe atıyor... Böyle bir ortamda Galatasaray'ın son yıllara göre gol kısırlığı çekmesi de oldukça doğal...

İtalya macerasından sonra Galatasaray'ın başına ikinci defa geçen Fatih Terim, dört sene arka arkaya şampiyonluklar yaşatıp, UEFA Kupasını memlekete getiren hocadan çok farklı karakterde bir kişilik sergiliyordu o günlerde.. Maç önü ve sonu yapılan röportajlarda oyuncularına güvenini ortaya koyuyor ve mağlubiyetler sonrası tüm hatayı kendisi göğüslüyordu. İşin özü "eli sopalı Adanalı hoca "gitmiş, Avrupa kültürü görmüş, şık giyinen Avrupa beyefendisi bir teknik direktör gelmişti. Topçu milletine iyilik yaramazdı, bunu sonraki yıllarda Frank Rijkaard örneğinde görecektik, "Nasılsa tüm sorumluluğu üzerine alan bir hoca var" diyerek futbolcular gevşedikçe gevşedi ve hocanın sonu unutmak istediğimiz o Olimpiyat Stadı gecelerinde hazırlandı...

Cumartesi gecesi "sabaha kadar oynansa kimsenin gol atamayacağı" maçı seyrederken dejavu gibi aklıma 2003-2004 sezonu geldi. Hoca yine oyuncularına güveniyordu, onlara sahip çıkıyordu, hatta Galatasaray'ı "profesyonel kötülere" yedirmemek için cezalar dahi alıyordu ama hem saha içi hem saha dışında güvendiklerinden sırtına hançeri yiyordu...

Şampiyonluğu getiren maçlar derbiler değildir bana göre, şampiyonluk kötü oynadığın maçları 3 puanla sonlandırdığında gelir. İyi ve baskılı oynadığında zaten kazanırsın da 34 haftalık periyotta doğal olarak kötü oynayacağın maçlar olacaktır ve bu vakitler de hangi takım daha az puan kaybı yaparsa, mutlu sona o ulaşır. Bu gözle bakıldığında Galatasaray'ın Gençlerbirliği karşısında elde ettiği beraberlik Marcao'nun maç sonu dediği "kazanılmış 1 puan" değil, kaybedilmiş 2 puandır...


Ama, işin başka bir boyutu da var. Çuvaldızı kendimize batırdık, takımı eleştirdik de Galatasaray kötü diye hakemlerin maç öncesi kafalarında kurguladıkları senaryoları sergilemelerine de sessiz kalamayız. Perşembe gecesi UEFA Avrupa Kulüpler mücadelesi yönetmiş ve cuma akşamı memlekete dönen Halil Umut Meler'in Fatih Terim'in dediği "Memlekette hakem mi kalmadı" da maçı yönetmek üzere atandı, bize pek manidar geldi. Cumartesi geceki maçın devre arasında "Bir hakemin kötü olması için illaki yanlış penaltı vermesi gerekmiyor, Halil Umut Meler gibi Galatasaray'ın her atağını, her presini faulle kesmesi yetiyor" diye bir tweet atmıştım. Andone'nin, Babel'in, Feghouli'nin rakip savunmaya yaptığı her baskıda düdük çalarak, oyuncuları yıldırdı maçın hakemi. Daha da vahimi, sanki kafasında bazı futbolcuları "yaftalamış" gibi davranıyordu, özellikle Belhanda listenin başındaydı, ona ne yapılsa faul çalmayacaktı ama Belhanda konuşsa kartı görecekti. Maçın son anlarında Sessegnon'un usta bir güreşçi gibi "ense çekme" ile Belhanda'yı yerle bir etmesine Halil hoca devam kararı verirken, güreş hakemleri olsa kırmızı-siyahlı oyuncuya 2 puan yazardı. VAR'dan da yardım istemedi, Abdülkadir Bitigen de uyarmadı kendisini, bu daha da tuhaftı. "Tuhaflıklar komedyası" Emre Mor ile ev sahibi oyuncu arasındaki mücadelede de yaşandı, biri beyaz tenli diğeri siyah tenli olmasına rağmen futbolcuların, hakem ve VAR hakemleri topun Emre'nin eline çarptığına karar verirken, Shakespeare'den daha başarılı bir sahne yazıyorlardı...


Kötülerin çok olduğu gecede yine de iyiler yok değildi, özellikle Marcao, Nzonzi ve Donk yine her zamanki ciddiyet içinde mücadele ederken, Andone'nin çabası, boş alanlara attığı deparlara takım arkadaşları pas vermeyip, kendisinden beklenilen gol gelmeyince yine görülmeyecektir, oysa cumartesi gecesi sahada Falcao da olsa, o da eli boş dönecekti...



STAT: Eryaman Stadyumu
HAKEMLER: Halil Umut Meler, Mustafa Emre Eyisoy, Ekrem Kan, Turgut Doman
VAR HAKEMLERİ: Abdülkadir Bitigen, Cevdet Kömürcüoğlu
GENÇLERBİRLİĞİ: Ertaç, Ahmet, Flavio, Toure, Polomat, Baiano (Berat 10’), Rahmetullah (Stancu 78’), Sessegnon, Candeias, Ayite (Sefa 87’), Sio
GALATASARAY: Muslera, Mariano, Marcao, Donk, Nagatomo, Nzonzi, Selçuk (Adem 65’), Belhanda, Feghouli (Jimmy 52’), Babel, Andone (Emre Mor 85’)
SARI KARTLAR: Donk (8’), Mariano (30’), Flavio (51’), Polomat (56’), Ahmet (70’, 87’), Sio (71’), Toure (81’), Jimmy (81’), Belhanda (90+1’), Berat (90+6’)
KIRMIZI KART:  Ahmet (87’)

3 Ekim 2019 Perşembe

Galatasaray:0-1:Paris Saint-Germain


2013 yılında Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde Madrid deplasmanında 3-0 kaybedilen maçın rövanşında Ali Sami Yen'de Cristiano Ronaldo'lu İspanyolları tir tir titretip, turun kapısından döndüğümüz o efsanevi karşılaşmayı herkes hatırlar. Taraftarın desteğini arkasına almış Eboue, Sneijder, Drogba golleri peşi sıra sıralamaya başladıkça, Madrid'in hocası Mourinho'yu sarmıştı bir telaş ve korku.. Ve Didier Drogba'nın daha sonraları anılarında anlatacağı üzere maç sona erdiğinde Jose oğlu gibi sevdiği Fil Dişili golcünün yanına gelmiş ve " Korkmuştuk,gerçekten korkmuştuk, biliyorsun." diye yaşadığı kabüs dolu dakikaları itiraf etmişti.

Dün gece de Arap sermayesini arkasına almış, yediği önünde yemediği arkasında istediği futbolcuları transfer edebilen, ağzında kocaman bir sakız ile maçın ilk dakikalarında takımı pozisyonlar bulup, kaçırdıkça kulübede şımarıkça hareketler yapan Tomas Tuchel, maçın ilerleyen dakikalarında  diğer meslektaşları gibi Ali Sami Yen cehennemi ile tanışmış oldu. "Ortam bana anlatılandan çok daha farklıydı, çok daha yoğun bir taraftar baskısı altında oynadık" derken maçtan sonraki basın toplantısında, "sahada bir ara 2-2.5 metre boyunda adamlar gördüm, Galatasaray bizim oyuncularımızı gerçekten yıprattı" şeklinde yaşadığı ızdırabı dillendiriyordu.

"Kaybetmeye de hiç niyetimiz yok Allah'a şükür" diye bitirmişti Fatih Terim, Paris Saint-Germain maçı öncesindeki basın toplantısını. O da Fenerbahçe maçında oynanan oyundan memnun değildi ama başında olduğu takımın adı Galatasaray'dı ve Galatasaray'ın bugüne kadar yaptığı yapacaklarının teminatıydı. "Biz rakibe saygı duyuyoruz ama onlar da bize saygı duyacaklar, burası bizim evimiz ve burada nasıl oynadığımızı herkes biliyor" derken, laf olsun diye konuşmuyordu hoca, oyuncularına da bunu aşılamıştı ki takımla daha üçüncü yahut dördüncü maçına çıkan karşılaşmanın yıldızı Jean Micheal Seri maçtan sonra yayıncı kuruluşa şöyle konuşuyordu. "Bizim için referans bir maç oldu. Hocamız karşılaşma öncesi rakibinizi oynatmayın, bugün kendi sahamızda oynuyoruz. Onlara Galatasaray’ın gücünü gösterin dedi. Bugün nasıl bir takım olduğumuzu herkese gösterdiğimizi düşünüyorum.."

Evet, Galatasaray kaybetmesine rağmen "Galatasaray'ın ne olduğunu" içte ve dıştaki rakiplerine gösterirken,  "Adamlarda Cavani, Neymar, Nbappe var, bizi yerler, Beşiktaş'ın rekorunu egale ederiz" diye "aptalca espiriler yapan" ve kombinesini, biletini devreden "sözde Galatasaraylı taraftara" da  "kafalarına kaka kaka hatırlatıyordu.


Tribündeki taraftardan sahadaki mücadeleye kadar, skor dışında herşey harikaydı dün gece. Yüzlerce liralık fahiş bilet fiyatları ve karaborsanın da binli rakamlardan açıldığı bir kaç gün evvelki derbi gecesinin "sus pus seyircisi" gitmiş, "tribün yapmayı bilen" taraftar gelmişti adeta Ali Sami Yen'e... Şampiyonlar Ligi müziği ile bağırmaya başlayan ve maçın son dakikasına kadar susmadan takımını destekleyen Galatasaray taraftarı Mecidiyeköy'deki Kapalı tribün havasını taşımıştı adeta Seyrantepe'ye. "Müthişti taraftar, oyundan düştüğümüz anlarda bizi ayağa kaldırmasını bildiler" diye teşekkür ediyordu Falcao 50 bin küsür sarı-kırmızılı aslana...


Maçtan önceki basın toplantısında "Sistemlere takılı kalmamak lazım" diyen Fatih Terim, hem medya mensuplarını hem de rakip takım hocasını şaşırtacak şekilde iki kenar beki ve merkezde üçlü savunma ile çıkmıştı maça. Sık sık dile getirilen Marcao ve Luyindama'nın arkasına atılacak uzun topların yarattığı sıkıntı Donk ile giderilecekti. Giderildi de sorun. İçine Beckenbauer kaçmış gibi Hollandalı oyuncu sarkık libero gibi seken tüm toplarda "hızır acil" misali yerindeydi. Fatih Terim'in Donk'tan asla vazgeçmek istememesinin nedeni budur, Ryan Donk İngiliz anahtarı misali nerede görev verilirse vazifesini başarıyla yerine getiriyor ve hocanın kadro ve sistem seçiminde elini rahatlatıyor. Geçmiş senelerde ön libero oynayan ve orjinal stoperlerin sakatlık zamanlarında savunmada "yama" olarak görev alan Donk, bu sene de üçlü defansın "liberosu" olarak karşımıza çıkıverdi. Süpürücü olarak aralarına Donk'u alan Luyindama ve Marcao da arkalarını düşünmeyince pozisyonlarında oldukça rahatladılar, özellikle Luyindama tatlı sert yapısıyla Di Maria'ya nefes aldırmadı. İki stoper birer kez hata yaptı maçta, Luyindama  Di Maria'yi kaçırdı ikinci devre ama Arjantinlinin golle burun buruna kaldığı pozisyonda Muslera maç içinde bir çok pozisyonda olduğu gibi başarılıydı. Marcao'nun ceza sahası dışında adamını kovalamakta"ağır kaldığı" bir diğer PSG atağında da Fransız takımı skorbordu değiştirmişti... Rakibin bir anlık "hatasını" hemen değerlendiren böyle "tehlikeli" bir takımla oynamıştı Galatasaray ve onlara da oyunun bir çok anında soğuk terler döktürmüştü. Seri ve Nzonzi ile birlikte maçın yıldızlarından biri de kalecimiz Fernando Muslera'ydı. Özellikle ilk yarıda rakibin "erken gol" düşüncesini boşa çıkaran,  Galatasaray'ın da oyuna tutunmasını sağlayan en temel etmendi kaptan. "Belhanda topu kaptırıyor, Fransızlar pozisyon yaratıyorlar ve Muslera kurtarıyor" şeklinde özetlenebilecek ilk devrenin iyisi Muslera'yken, kötüsü de Belhanda'ydı. Faslı oyuncunun top kayıpları olmasa rakip takım belki de Galatasaray kalesine bu kadar kolay gelemeyecekti ama her pozisyonda Belhanda topu bir şekilde karşı takıma vermekten geri kalmıyordu. Fatih Terim kendisine büyük saygı duyuyor, oyun içinde Belhanda'yı görmek istiyor, sakat hali ile derbide ve dünkü maçta yer alıp, yaptığı fedakarlık bizim için de önemli ama maalesef Belhanda yine ilk geldiği sezona dönüş yaptı. Feghouli gibi onu da yaz tatilinde oynamış oldukları Afrika Kupası yormuş olabilir ama bir an önce toparlanmalarını beklemek de hem taraftarın hem de takım arkadaşlarının hakkı. Zira bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür, özellikle "oyun kurucu" pozisyonunda görev yaparsan her daim hazır olmak zorundasın, yoksa kendinle birlikte takımı da aşağılara çekersin...


Orta alanda Belhanda takım arkadaşlarına eşlik edemedi ama Seri ve Nzonzi yıldız gibi parlıyordu saatler gece yarısına doğru akarken. Nzonzi zaten geldiği günden beri çıktığı her maçta sorumluluk alıp, yükün altına girmesini bilmişti de Seri  beklentilerden uzak kalmıştı. O da uyum sorununu aştıkça, başarılı olacak topçulardan biri olduğunu gösterdi seyredenlere Fransız ekip karşısında. Topu ayağına yakıştırdı, sorumluluk ve mücadelen kaçmadı, aksiyonun olduğu her yerdeydi ve formasını da sırılsıklam terletti maç boyunca Fil Dişili oyuncu. Hele ki ilk devre "tiki takalarla" rakip ceza sahası önünde oluşturulan pozisyonda kaleye yolladığı top, bir iki santim daha içerden gitse, Şampiyonlar Liginde gecenin golünü atmış olacaktı Seri... Bu ikili gelecek maçlar için ümit verirken, Belhanda'nın yerine Lemina'yı düşünecektir Fatih Terim...


Bundan önceki maçlardan farklı olarak Galatasaray taraftarının çok istediği "çift forvet" ile de hücüm hattını farklılaştırmıştı Fatih hoca. Babel kanattan ziyade daha çok Falcao'nun yanında mücadele edecekti, rakip stoperleri o da meşgul edecekti, hatta pres de yapacaktı. Elinden geldiğince bunları yapmaya çalıştı Hollandalı oyuncu ama eğer bundan sonraki maçlarda ikili forvet oynayacaksak Babel'in yerine Andone ile başlamak daha verimli olacaktır. Çünkü Rumen oyuncu sahada kaldığı 25 dakika içinde gösterdi ki güçlü bir yapısı var, rakip savunmalar ile boğuşabiliyor, etkili pres yapıyor. Son top becerisini henüz görme şansımız olmadı ama en azından Babel kadar sadece "vurmayı" düşünmüyordur diye tahmin ediyorum. Maske ile sahada yer alan oyuncu Belhanda'ydı ama Babel de sanki kafasında maske varmış gibi çevre kontrolünde uzaktı ikinci yarı başında Falcao'dan ceza sahası içinde aldığı bir pasta, penaltı noktası üzerindeki Belhanda'yı görse, maçın skoru ile ilgili farklı şeyler konuşabilirdik... Kaybedilen maçlar ya da kaçan puanlar sonrası Babel'in "yapmadığı asistler" konuşuluyor da futbol zekası ve kişiliğini bildiğimiz tecrübeli oyuncunun takım için ne kadar büyük değer olduğu zamanla ve hocanın görev vereceği değişik oyun sistemleri içinde daha çok ortaya çıkacaktır.


Falcao ile bitirelim. "Form geçicidir, klas kalıcıdır" derler ya, Kolombiyalı golcü sahada olduğu Fenerbahçe ve Paris Saint-Germain maçlarında topla yok denecek kadar az buluşmasına rağmen ne kadar kaliteli bir golcü olduğunu göstermiş oldu. Derbide ceza sahasında top bir kez kendisine geldi, golü yaptı (ofsayt bayrağı kaldırdı hakem), dün gece de fırsatçılığını konuşturduğu bir kafa vuruşu son anda çizgiden çıkartıldı. Önümüzdeki maçlarda "şeytanın bacağını kıracaktır" kaplan, bundan hiç mi hiç tereddütümüz yok...



STAT: Ali Sami Yen Spor Kompleksi
HAKEMLER: Szymon Marciniak, Pawel Sokolnicki, Tomasz Listkiewicz, Tomasz Musial
VAR HAKEMLERİ: Pawel Gil, Tomasz Kwiatkowski
GALATASARAY: Muslera, Marcao, Donk, Luyindama, Mariano, Nagatomo (Ömer 77’), Seri, Nzonzi, Belhanda (Feghouli 62’), Babel (Andone 64’), Falcao
PARIS SAINT-GERMAIN: Keylor Navas, Meunier, Thiago Silva, Kimpembe, Bernat, Gueye, Marquinhos, Verratti, Sarabia (Choupo-Mouting 71’), Icardi (Mbappe 61’), Di Maria (Herrera 83’)
SARI KARTLAR: Icardi (7’), Di Maria (80’), Marcao (86’), Herrera (90+2’)
GOL: Icardi (51’)

1 Ekim 2019 Salı

Galatasaray:0-0:Fenerbahçe


"Aslında platonik bir aşk gibidir taraftar.
Sevilmeden, karşılık beklemeden, yenilgiye, bozgunlara, alay edilmelere, kıyıda köşede üzgün kalmalara aldırmadan seven..." diye başlıyor Karıncaezmez Şevki'yi anlattığı yazısının girişinde Süleyman Kalman Hayatımız Galatasaray adlı kitabında. 
Ne kadar da haklı değil mi yazar?
Cumartesi günkü "vakit kaybı derbi!"nin ardından hala sevdiğimiz takımın peşinde koşabiliyorsak, seyircilikten taraftarlık mertebesine çoktan terfi etmemiş miyiz?


Tadsız, tuzsuz, kartsız, olaysız, tartışmasız, pozisyonsuz "yavan" bir derbi seyrettik Ali Sami Yen'de cumartesi gecesi... Bunda sahada sarı-kırmızılı parçalı forma ile mücadele eden topçuların katkısı olduğu kadar, dış etmenler de bu maçın böyle "kurak" geçmesini istemişlerdi. Haftalar evvelinden ajandaya yazılmıştı Galatasaray'ın iç sahada oynayacağı Fenerbahçe maçı ve ilk adım Galatasaray'ın "herşeyi" Fatih Terim'i takımdan koparmak olmuştu. "Niçini, nedeni, örneği gösterilemeden" Fatih Terim derbiyi kapsayacak şekilde 4 maç ( Sonra üçe indirildi ceza ama fark etmiyordu) tribüne yollanıyordu. Ali Koç'un da cezası ilginç bir şekilde maça günler kala birden "yok ediliveriyordu"... Hokus pokus, bir varmış, bir yokmuş... Ali Koç teşrif edecekti Ali Sami Yen'e...

Maçı "idare etmesi" için de memleket futbolunun en "profesyonel" hakemi görevlendirilmişti. UEFA'nın çok sevdiği Cüneyt Çakır, kendisinden tam da beklenilen şekilde yönetti karşılaşmayı; "inceden inceye" oya gibi işledi maçı. Galatasaray'ın tempoyu yükselttiği dakikalarda "müthiş" şekilde frene bastı, özellikle Galatasaray'ın Lemina ile ve ardından Nagatomo ile kaleci ile karşıya karşıya pozisyonlar bulmasının ardından takım ve taraftar bütünleşmiş, rakibin üstüne yüklenirken 33. dakikada Emre Belezoğlu'nun ceza sahası köşesinde Belhanda'yı düşürmesine göz yumuverdi. İlginçtir, Fenerbahçe'nin 5 numarasının  yer aldığı pozisyonlarda sürekli sarı-lacivertliler lehine düdük çalan Cüneyt Çakır,  sınıfta "kendisine bulaşmasın" diye sorunlu öğrencinin yaptıklarını görmezden gelen öğretmen gibiydi. 75 dakikada Emre'ye gösterdiği karttan sonra Emre'nin isyanını "Yok, yok bana yapmadı, arkadaşlarına isyan ediyor" diye Marcao'ya anlatması oldukça komikti...


Bu kadar dikkatli olmasına rağmen, "kural hatası" yapmaktan da kurutulamadı maçın hakemi. Galatasaray'ın geliştirdiği ani atakta ceza sahası içinde Lemina topla buluşacakken, Gustavo kendisini orantısız bir müdahale ile düşürmüşken, Cüneyt Çakır korneri gösteriyordu. Hakem korner kararı vermişti ama birden VAR'a gidildi ve Galatasaray maçlarında alışık olduğumuz üzere "pozisyonun sülalesi araştırıldı" ve çok çok geçmişinde Babel'in orta sahada elle teması görüldü ve top sarı-lacivertli takıma verildi. Oysa VAR protokolünde kornerde VAR'a gitmek yoktu, Cüneyt Çakır pozisyonda cesur davranıp penaltı vermiş olsaydı, pek haklı olarak VAR'a gidip, Babel'in pozisyonundan sonra topu Fenerbahçe'ye teslim edebilirdi. Ama kornerde VAR'a gitmek yok...  Eğer böyle bir kural olmuş olsaydı, bir hafta evvel Fenerbahçe-Ankaragücü maçında da Ozan'ın dağa taşa vurduğu şut sonrası verilen korner atışında da VAR'a gitmesi gerekmez miydi hakem?

GalatasarayFenerbahçe'den ayıran ve yıllar geçse de değişmeyecek olan bir kulüp geleneği vardır. Galatasaraylılar, çuvaldızı kendilerine batırmayı bilir, ufak tefek bahanelerin arkasına sığınmayı sevmezler. Yönetim kural hatasından dolayı "karşı yakadakiler" gibi itiraz dilekçesi vermeyecektir ama takımın arzu edilen oyununu neden oynamadığının nedenleri gözden geçirilecektir. Madalyonun bir tarafından bakılırsa, "derbide yere göğe sığdırılamayan" Fenerbahçe'nin Galatasaray kalesinde tek bir pozisyonu yokken, Galatasaray özellikle 15. dakikadan sonra sazı eline aldı ve maçın gidişini yönlendiren takım oldu. İlk yarıda Lemina ve Nagatomo ile pozisyonlar yarattı, ikinci devre Falcao ile golü de attı da ofsayt gerekçesi ile skor değişmedi. Oyun sonunda topa daha fazla sahip olan takım da ev sahibiydi de Galatasaray taraftarını üzen kaçan 2 puan ve sergilenen "coşkusuz" futboldu... Ama unutulan şu ki, Fatih Terim'in takımlarının en büyük özelliği oyunu sürekli rakip ceza sahası cıvarında oynaması ve "tutmaktan çok atan" bir takım olmasıdır. Ayrıca, takıma transfer edilen oyuncular henüz birlikte ikinci ya da üçüncü maçlarını oynamaktalar ve zamanla klaslarını göstereceklerdir...

Bu arada Fatih Terim de takımının başına dönüyor artık, kendisi saha kenarından yönetecek oyuncularını da, ne zamana kadar? Bir sonraki saçma sapan cezaya kadar? Belki de o Kadıköy'deki derbiye rastlar. Şaşırır mıyız? Şaşırmam...



STAT: Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Stadyumu
HAKEMLER: Cüneyt Çakır, Bahattin Duran, Tarık Ongun, Zorbay Küçük
VAR HAKEMLERİ: Koray Gençerler, Volkan Bayarslan, Mustafa Emre Eyisoy
GALATASARAY: Muslera, Mariano, Luyindama, Marcao, Mariano, Nzonzi, Lemina (Ömer 60’), Belhanda, Feghouli (Emre Mor 68’), Babel, Falcao (Adem 90+3’)
FENERBAHÇE: Altay, Isla (Deniz 46’, Tolgay 90+2’), Zanka, Jailson, Dirar, Gustavo, Emre, Ozan, Kruse, Tolga (Hasan Ali 90+6’), Vedat
SARI KARTLAR: (Emre Belözoğlu 75’), Marcao (78’), Mariano (82’)

Blog Widget by LinkWithin