Sorun milli formamızın renklerinde değil...
Dizaynında.
Dizayn çok sıradan.
Albenisi yok.
Özen gösterilmemiş.
Basmakalıp hazırlanmış.
* * *
Galatasaray'ın, Beşiktaş'ın, Fenerbahçe'nin klasik formaları da milli takımınkinden farklı değil.
Diğer takımlarınki de.
* * *
Kulüp başkanlarının, yöneticilerinin, genel giyim tarzına bakın...
Anlarsınız kulüplerinin formalarının niye bu kadar zevksiz olduğunu.
* * *
Türkiye'de 400 küsur futbol yorumcusu var.
Haftada, ortalama her biri bir yorum yazsa, eder 400 yorum.
52 haftada 20 küsur bin yorum...
Bir tane "bu forma şık" diyen bir yorum veya yorumcu var mı?
Yok.
Hem şık forma yok, hem de şıklığa önem veren.
Kadın yorumcular bile sistemlere, taktiklere takılıyorlar.
* * *
Forma sade olmalı.
Basit.
Renkler birbirinden bağımsız olmalı, iç içe geçmemeli.
Ama çarpıcı olmalı.
Çarpmalı.
"Beni al" demeli.
* * *
İtalya'nın modacıları 90'ların ortasında, milli takımlarının formasına el attılar.
En seksi forma seçildi 98 Dünya Kupası'ndaki forma.
Üst aynı mavi üsttü, şort da aynı beyaz şort...
Değişen dikimi, kesimi, kumaşıydı.
Özen gösterilmişti.
Vücudu sarıyordu.
* * *
Kadınların en çok ilgisini çeken takım, İtalya oldu o kupada.
Futbolları her zamanki gibi tatsız tuzsuzdu.
Forma çok şıktı.
* * *
Yüzlerce, binlerce, on binlerce jean markası var.
Uzaktan bakıldığında, hepsi birbirinin aynı gibi.
Altı üstü mavi kotlar.
Peki gerçekten öyle mi?
* * *
Her sene iki model çizdirip, iki milyon dolar verdikleri stilistleri var, önemli jean üreticilerinin.
Enayi mi onlar?
"Alt tarafı kot"a bu kadar para verilir mi?
Giyince diğerleriyle arasındaki farkı fark ediyorsunuz. Giyince fark ediliyorsunuz.
* * *
Sizi de belki yolda çevirip "bu jeani nereden aldınız?" diye soran olmuştur.
İşi biliyorsanız.
Beni çok çevirdiler.
İşi bilenler.
Yani...
Jean deyip geçmeyin.
Forma da öyle.
Ve...
Forma, sahadaki futbol kadar önemli, futbolcu kadar da.
İlk o fark ediliyor.
Forma, federasyon başkanının, teknik adamların, yöneticilerin, hatta üretici firmanın zevkine teslim edilemeyecek kadar önemli.
Formayı giyenler, en az birer milyon dolarlık oyuncular.
Bir forma için bir milyon dolar sokağa atılabilir.
Bir forma için, bir teknik direktöre verilen bir yıllık para, sokağa atılabilir.
Mesela Giorgio Armani'nin oturduğu sokağa...
* * *
Yıllardır, lacivert ve beyaz tişört giyiyor, dünyayı giydiren Giorgio...
Özel üretiyor o tişörtleri.
Onlardan bir tane giyin, anlarsınız farkını.
Ona hâlâ "terzi" diyorlar İtalyanlar.
Diğerlerine "modacı"...
Giorgio da "terzi" denmesiyle gurur duyuyor.
Ve...
Marcel Desailly'nin kitabında, Paolo Maldini'nin kast ettiği Milanolu terzi de Giorgio...
* * *
Laf formaya gelmişken ya da ben lafı formaya getirmişken...
Mesela Türk kahvesi (Levent Ciner'in kulakları çınlasın) ve Türk çayı...
İki sembolümüz, iki geleneğimiz, iki alışkanlığımız.
İki olmazsa olmazımız.
Mesela kahverengi de olabilir formamız, dem rengi de.
Türk kahvesinin, Türk çayının rengi.
Anlamlı da olur.
Pazarlamış da oluruz.
Korumuş da oluruz.
Üstelik...
İkisi de tat olarak 10 numara.
Ve...
Birisi içildikten sonra da para ediyor.
Falıyla.
Onu da satabiliriz.
* * *
Bağlayalım...
Eğer formanın rengi değişecekse, formayı mesela Giorgio Armani dizayn etsin.
Ama önce bu formayı bu renklerle dizayn etsin...
Görürsünüz "böyle kalsın, değiştirmeyelim" diyeceksiniz.
Ve...
Tabii bence.
28 Aralık 2007 Cuma
"Giorgio Armani, formalar, blucinler" Bilgin Gökberk
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder