1 Mayıs 2008 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Üzerine



İlk olarak şu son bir haftalık zaman diliminde benim gibi "futbol dilencisini" futbola fazlasıyla doyuran bütün takımlara teşekkür etmek istiyorum... Keşke her hafta salı-çarşamba günleri şampiyonlar ligi yarı final maçları olsa... Umarım yaklaşan Avrupa Şampiyonası da aynı lezzeti verir, yoksa yazın sıcağında izlemek işkence olur, izmeden de duramayacağımıza göre, eziyet olur, kabus olur... Galatasaray galibiyeti sonrası Ercan Saatçi'nin polemikleri yaşanırken, Manchester United-Barcelona maçı unutturdu herşeyi... İlk maçta Ronaldo penaltı kaçırmış ama yenilmeden dönmüştü evine İngilizler, umutluydular... Barcelona ise sezonu kupasız kapamayı istemiyordu, bir mucize olursa onu da Messi yapar, hayallerindeydi Rijkaard... Yapacaktı da, daha maçın başında ama düşürdüler, olmadı o mucize...

Sonra da Scholes'un o füzesi geldi, kesin Şampiyonlar Ligi Top10'unda yer alır... Gole sevinirken, ki Rijkaard'lı Barca'dan nefret eder oldum, maçın uzamayacağına da üzüldüm, güzel maçlar hiç bitmesin isterim, tabii mümkün mertebe tarafsız baktığım zamanlar... İlk yarı karşılıklı güzel hareketlerel geçti, bir yandan Messi, öbür tarafta Ronaldo... Bir de İlker Yasın vardı... Salı ve Çarşambanın tartışmasız en bomba ismi... İkinci devrede, Katalanlar, kaybedecek bir şeyleri olmadığı için, biraz daha gitmeye çalıştılar "kırmızı şeytanların" kalesine ama "bir adamla" olmuyor ki bu işler... Henry girdi, belki o stadı tanır-bilir, orada çok kez yuvarladı topu "kırmızılıların" kalesine diye ama, o da "fıs" çıktı ve Sir'un takımı finalin ilk biletini kaptı...

Çarşamba günü esas beklenen maç vardı, geçen hafta son dakikada yediği golle işi zora sokan Liverpool, kaç senedir Stamford Bridge'te yenemediği Chelsea'yi yenmeye gitmişti... Kızıl Moskova'da "kırmızı" bir final görmek arzusu vardı içimde... Premier ligi pek iplemeyen Benitez'in bir şekilde Londralıları yeneceğini düşünüyordum... Ama maç başlayıp dakikalar geçtikçe, Liverpool hiç de keyif verici oynamıyordu, bir kontra bulursam çakarım, düşüncesi var gibiydi... Öte tarafta Ballack ve Drogba oldukça "gaza" gelmiş gibiydiler... Drogba müsait pozisyonda kaçırınca, "derin bir uhhhh " çektik ama Fildişilinin, Kalou'nun vurup Reina'nın çıkardığı topa vuruşu da "yuh hayvan dedirtecek" cinstendi... Kalbimizde "Liverpool alsın" dilekleri, mantığımızda ise "Chelsea kazanır" düşüncesi çarpışırken, Torres'in golü ümitlerimi yeşertti... Bir tane daha atsalardı, final bileti alınacaktı ama olmadı ve o kalbe ziyan uzatmalar geldi... Hypia, neden o kadar dikkatsiz dalar, Liverpool defansı Anelka'dan neden bu kadar kolay çalım yer diye yenilen gollerden sonra kendi kendime kızarken, ikinci uzatma devresinde hakem faktörü çıkıverdi sahneye, Sami'yi düşürdükleri pozisyonda penaltı verse, Liverpool atardı, bir tane daha diyorum, dünden beri... Zaten Babel de attı, hem de sağlam attı... Kalan 3-5 dakika 3.gole yetmeyince bu sefer finale mavili takım çıktı... Lampard'ın penaltı golü sonrası ağlayışı ve Avram Grant'ın maç sonrası yere çöküşü duygusal anlardı... Cumartesi günü serbets atış pozisyonu için tartışan Ballack ile Drogba'nın dün gece aynı yerden kazanılan başka bir pozisyonda bir diğerine topu armağan etmesi de birlik beraberlik gösterisi...


Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin