"
Küstah Ronaldo'ya karşı sevimli Messi'nin yanındayız" demiştik maç öncesi yazımızda. Utandırmadı bizi Katalanlar, yanıltmadı bizi Ronaldo... İlker Yasin'in kendi öz geçmişini anlatarak başladığı final gecesinde, İngilizler de ilk on dakika maçta olduklarını gösterdiler, ama onlar için oyun sadece on dakikadan ibaretti. Sanki Barcelonalılar, "
çocuklar biraz oynasınlar, nasılsa sonra bizi izleyeckler" diye pek girmediler oyuna, uzaktan seyretmeyi yeğlediler, Messi'nin yokluğunda Ronaldo çıktı sahneye, üç top vurdu, curvadaki İngilizlere "
uuuuuuuu" çektirdi o kadar. Ve Messi ile arkadaşlarının sahneye çıkmaya vakti gelmişti. Her zaman yaptıkları gibi üçgenler, kısa ve isabetli paslarla en uygun pozisyondaki arkadaşlarını topla buluşturup, meşin yuvarlağı rakip filelere yollamayı becerdiler.
Bu kez Eto'o ya nasip oldu golün sevincini daha fazla yaşamak, ama sistem öyle işletiyordu ki çarklarını golü atan Henry de olurdu, Messi de olurdu, Iniesta da olurdu, Xavi de olurdu... Golün zevkini yaşarken, Rıdvan Dilmen'in "
pis burun mu vurdu, vurmalı mıydı, vurmamalaydı" monoloğu limon tadı bıraksa da biralanmış damaklarımızda, soğuk Efesten alınan bir yudum golün üzerine güzel bir cila oluverdi. Bu dünyanın dışından gelmişler gibi oynayan Barcelonalıları ancak Chelsea'nin yaptığı gibi "negatif futbol" oynarak durdurabilirdi belki Sir Alex Ferguson ama golü yedikten sonra bu da işe yaramayacaktı artık, zaten de aklında yoktu böyle bir şey gördüğümüz kadarıyla... Guardiola'nın takımı öyle işler yapıyordu ki, karşılarında her kim varsa, onları rezil, maskara ediyordu. Kendi liglerinde Real Madrid'e top göstermeyip, ezeli rakiplerini yerin dibine sokmuşlar, dün gece de İngilizler ile "kedinin fareyle oynadığı" gibi oynuyorlardı. Orta sahada Iniesta-Xavi kısa ve tek paslarla rakibi bozarken, ceza sahasi önünde Messi, Eto'o ve Henry'nin yapacakalrını bekleyen rakip, Puyol'un sürpriz baskını karşısında afallayabiliyordu. Yine böyle Barca ne yapacak diye seyrederken herkes, Xavi'nin ortasına zamanın büyüme sorunu yaşayan veledi, öyle bir uzadı ki kariyerinin en anlamlı gollerinden birini atıverdi.
Golü attı atmasına ama öyle bir ters düştü ki Messi, o ayakkabı çıkmasaydı ayağından, bugün gazeteler "Kupaya feda edilen bir ayak" türünde başlıklar atacaklardı, bereket futbolun ilahları sahadaki prensi korudular... Katalanlar bayram ederken, hani maçın başında biraz da olsa topla oynamalarına müsade edilen İngilizler onları seyretmekle yetiniyorlardı, aralarındaki "mızıkçı" Portekizli ise ağladı ağlayacak, kaybetmenin verdiği hırsı, etrafa saldırarak gidermeye çalışıyordu, kurbanı da Puyol oluyordu...
Ferguson'un "belki tutar" düşüncesiyle inançsızca değişiklikler, bir kaç cılız atak, amaçsızca bir kaç şut "makinnin işleyen çarklarını bozamıyor" ve sahada dolaşan İngilizlere maçın sonunda Avrupa'nın en büyüğünü tebrik etmek düşüyordu. Sir'ün de dediği gibi "Daha iyi olan kazandı", biz biraz daha genişletelim bu cümleyi, dünyanın en iyisi kazandı...