Arsenal:1-3:Manchester United
van Persie 76'/Park 8', Ronaldo 11' ve 61'
Dünkü maç çok erken kopmuştu Manchester United adına ki, daha televizyonun önüne oturma fırsatı olmadan, rakıya buz, bir de şalgam hazırlarken Ferguson'un oyuncuları "iki tane sıkıştırıverdiler" topçuların kalesine ki, ne zevki kaldı maçın ne de anlamı. Hele o Ronaldo'nun golden sonraki "jest ve mimikleri" iyice soğuttu beni kendisinden. İzlenecek başka bir maç bulsaydım, hiç tereddüt etmez, oraya "zaplardım" ama devam ettim izlemeye Manchester'li şeytanların Londralı topçulara çektirdiği eziyeti. İlk maçı 1-0 kaybetmiş ve rövanşı da kendi sahanda 2-0 yenik götürüyorsan, topçuların da anlamsız ve manasız yan toplar yapıp, rakibin kalesi önünde çoğalamıyorsa, Arsene Wenger gibi başını iki elin arasına alıp, kara kara düşünmekten başka ne yapabilir ki insan? Bir de gol atmaya giderken, "kontra"ya yakalanıp, üçüncü kez oyunu başlatmak zorunda kalırsan, önündeki sezon için planlar yapmaya başlarsın tabii. Torunlarını hastanede bırakan Ferguson ise meslektaşı maçı izleyemezken, özel hayatını bir kenara atmış, o doksan dakikayı yaşıyordu sadece... Bilmem kaçıncı kez çıkacağı bir final maçına, hayatının ilk basamağı olacakmış gibi asılıyordu, istiyordu finali tecrübeli hoca... Ferguson, Roma biletini alırken, van Persie'nin golü skoru belirlemekten öteye bir anlam taşımıyordu...
Cumartesi geceki "El Clasico"dan sonra bu akşam Barcelona'yı izlemek için televizyon karşısına geçen seyirci sayısında anormal bir artış olmuştur. Futbol sahilinin kıyısından geçmemiş olanlar bile hafta içi "Bi' Barcelona varmış, önüne gelene beş atıyormuş" dediklerine göre, Stamford Bridge'teki maçta da bol gollü bir galibiyet beklentisiyle açılmıştır televizyon ekranları... İlk maçın anti futbolunu bu maç da oynatmayı koymuş Hollandalı hoca kafasına ki, kendi sahasında rakibi bekleyip, Drogba ve Anelka ile "baskınlar" düzenlemeyi planlıyordu. Golü iki hızlı adamyıyla bulmayı düşlerken Hiddink, Essien'in uzaktan golüyle "borç harç içindeki esnafa piyango vurması" gibi sevindi. Ganalı oyuncu öyle bir vurdu ki önüne gelen topa, hani mahalle maçlarında gol mü değil mi tartışmlarına "gol değil, boru" deriz ya, öyle anlatılır ancak bu gol. ya da Ümit Aktan'ın deyimiyle "Valdez değil, Valdezlerle gelse, çıkaramazlardı bu topu"... Beklemediği anda gelen gol Londra ekibinin direncini daha da arttırırken, Katalanlar ise ısrarla o bildiğimiz ayağa bol pas oyununu oynamaya çalışıyorlardı. Hafta sonu derbide olduğu gibi, rakipleri de onların temposuna ayak uydurmaya çalışsaydı, devreye 3-1 üstün girerlerdi ama Chelsea'liler hocaların verdiği taktiği harfiyen uygulamakta ısrarlıydılar: Ceza sahası içinde alan markajından vaz geçilmeyecek, Messi ve İniesta'ya "tekte" basılmayacak, ilk hamle rakipten beklenecek ve topun olduğu yerde mümkün mertebe çoğalınacak... Bu anlayış karşısında Barcelonalı topçular ayaklarına her topu aldıklarında karşılarında birbirinin kademesinde olan bir "mavi formalıyla" karşılaşınca, istediklerini yapmaktan uzak kaldılar. Ara paslarla Cech'in kalesine gitmek zorlaşınca, Alvez'i denediler ama o da bize nedense Sabri Sarıoğlu'nu hatırlattı yaptığı ortalarla...
Maç ilerleyip, topu kontrol yüzdesi her geçen dakika Barcelona lehine artarken, gol pozisyonu sayısının hala bir ya da ikide kalması Guardiola'ya"Bi' şey yapmalı hey" şarkısını mırıldatırken, Anelka ve Drogba'nın Valdez'in önünde tehlikeler yaratması da Katalanlar için çarpan yüreklerin temposunu daha da arttırıyordu ki Drogba'nın karşı karşıya kaldığı pozisyonda "eyvah" diyerek gözlerini kapatmayan Barca taraftarı yoktur herhalde... O an topun Valdez'in ayaklarını çarpmasını sağlayan ise futbolun ilahlarıydı... 2009 senesinin en başarılı takımının Avrupa futbolun en zirvesinde olmaması adaletsizlik olacaktı... Bu heyecanlı maça adalet dağıtması için yetkilendirilimiş başka biri daha vardı ki, Ovrebo çaldığı ve çalmadığı düdüklerle Roma'daki finale kadar belki de konuşulmaya devam edecektir. Özellikle Barcelona'yı 10 kişi bırakırken, Anelka'nın kendi ayağına takıldığını göremedi, belki de Pique'nin elle ellediğni göremediği gibi!
Dakikalar 80lere geldiğinde Guardiola, Hiddink'e sarıldığında hiç düşlemiş miydi son dakika golünü? Yoksa "sabaha kadar oynasak biz bu savunmayı delemeyiz" mi diyordur kendince". Bence ikinci cevap maçı anlatan İlker Yasin'e "işte futbolun güzelliği budur" cümlelerini söyleten görüntüyü vermesine neden oldu genç teknik adamın... Ve üç-dört cümle önce bahsettiğimiz futbol ilahlarının sahneye çıkma vakti tekrar gelmişti 90+2de... Dakika 9'daki golde jeneriklere geçecek kadar sert ve isabetli vuran Essin, kendi ceza sahasında o kadar yavaş ve isabetsiz vurunca Messi, İniesta'nın önüne yuvarladı meşin yuvarlağı ve Katalan kulübüne babasının elinden tutarak ilk girdiği yıllarda düşlediği "Bu efsane kulübün tarihinde silinmez iz bırakmak" hayalini gerçekleştiriverdi Andreas İniesta... Sonrası mı? Katalanlar için bir rüya, Londralılar için hayal kırıklığı, öfke ve gözyaşı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder