Rakip Karadağ idi. Hiç yenilmemişlerdi, turnuvanın en skorer takımıydı, güçlülerdi, fizik yapıları biden daha üstündü, en skorer oyuncu onlardaydı. Bunların hiçbirinin bizim kızlar için ölçü olmadığı açık bir şekilde kanıtlandı. Çünkü kızlarımız, perilerimiz, öyle bir karakter gösterisi sergildiler ki kendilerine bir sürü ünvan sayılan Karadağ'ı bu karakterleri sayesinde devirmeyi başardılar. Evet, turnuvaya kötü başlamıştık. Ancak harika devam ediyoruz. Çizilen yolda önemli adımlar atıyoruz. Hedef ilk 5'e girip olimpiyat elemelerine katılmaktı ilk etapta ancak Karadağ galibiyeti ile iyiden iyiye madalya telaffuz eder olduk. Karadağ maçındaki anlayış sergilendiği sürece de madalyadan öte, final bile olabilir. Özellikle 3. periyodun tamamı ile 4. periyodun ilk 5 dakikasında yapılan savunma ile gelişen 15 dakikalık süreçte rakibe sadece ve sadece 9 sayıya izin vermek kızlarımızın gerçekten nasıl bir yürekle sahaya çıktıklarının en büyük göstergesi. Tarih yazdılar, kadın basketbolu tarihinde ilk defa yarı finale çıktılar ve bu başarıyı ortaya koyarken çok büyük bir karakter gösterisi sergilediler. Emeği geçen herkezin yüreğine sağlık. Yarı finalde rakip Litvanya-Fransa maçının galibi olacak ve maç daha bitmediği için bir şey söyleyemiyorum. Fransa turnuvanın favori ekiplerinden ancak Litvanya'yı herkes tercih edecektir. Litvanya gelmesini diliyorum ama bu saatten sonra pek de fark etmeyecektir. Yürüyedurun periler, Kalbimiz sizlerle...
30 Haziran 2011 Perşembe
Periler Yarı Finalde
29 Haziran 2011 Çarşamba
Trabzonspor 2011-2012 Formaları
Trabzonspor'un 2011-2012 sezonunda hem ligte hem de şampiyonlar ligi elemelerinde giyeceği formaların tanıtımı İstanbul'da yapılırken, dev boyutta formalar da şehrin çeşitli bölgelerine asılmış. Nike'ın masraftan kaçınmayıp, gazete, televizyon ya da billboardlara harcayacağı reklam masrafını dev forma üretimine harcaması olumlu bir hareketken, ki ilerde bu formaları tribünde de kareografilerde görebiliriz, Trabzonspor'un forma tanıtımı bana göre Trabzon'da olsaydı daha şık olurdu. Bu istek Nike firmasından mı geldi, Trabzon yönetimi mi bunu istedi bilemem lakin Trabzon kentinin takımı olan Trabzonspor'un bu forma lansmanı örneğinde olduğu gibi bir çok etkinliğinin İstanbul'da olması taraftarının da kanayan yarası...
İngiliz Futbolcular Korkak
Arsenal 2011-12 Deplasman Forması
28 Haziran 2011 Salı
Fabregas Barcelona'da mı?
En İyi Takım CSKA
Göbekliler
27 Haziran 2011 Pazartesi
Dirk Nowitzki
Günlerdir yayınlayacağım güya bu yazıyı. En sonunda unutmadım. NBA Final serisini okuldaki işlerin yoğunluğundan yorumlayamadık. Gönüllerin şampiyonu fiili olarak da şampiyonluğu aldı. En çok sevindiğim ise çalışma ve başarı sözcüklerinin karşılığında ismi yazan fotoğraftakibu sarı devin, Yiğiter Abi'nin(Yiğiter Uluğ) deyimiyle "çağımızın dervişi"nin kazanmış olmasıydı bir şeyleri. Bazılarına örnek olur inşallah.
-------------------------------------------------------------------------------------
Çağımızın Dervişi
Yenile yenile yenmesini öğrendi... Pes etmedi, çalışmayı hiç bırakmadı ve yaşı 33'e vardığında ligin durdurulması en zor adamı olup, şampiyonluk yüzüğünü parmağına taktı. Huzurlarınızda Dirk Nowitzki...
Dirk Nowitzki’yi en güzel anlatan hikâyeyi, 2001 Avrupa Şampiyonası organizasyonunda gönüllü olarak çalışan bir dostumdan duymuştum: O turnuvada Alman Milli Takımı ilk turu Antalya grubunda oynamıştı. Oradaki son maçı bitirip, otele döndüklerinde saatler gece yarısını mütecaviz... Ertesi sabah 10.00’da uçakları var İstanbul’a... Daha doğrusu, öyle sanıyorlar. Oyuncular yemek için sofraya otururken, organizasyondan birileri, kafile başkanına uçuşlarda bir sorun olduğunu, sabah 07.00 uçağıyla gitmek zorunda olduklarını söylüyor. Yani, yemek, uyku, dinlenme.. her şey için yedi saatten az var! Akreple yelkovanın mükemmel uyumu üzerine hayat kurmuş Almanlara yapılabilecek en büyük kötülük, son dakika sürprizidir herhalde... Kıyamet kopuyor tabii; oyuncular homurdanıyor, yöneticiler “Böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmeyiz” diyerek şikâyet tehditleri savuruyor... Ve herkese tepeden bakan 2.13’lük bir genç adam (Nowitzki 23 yaşında o zaman), ortamı sakinleştiriyor. “Fazla bir şey yemeyelim, hemen yatalım” deyip, arkadaşlarının eline birer elma tutuşturuyor. Takımı toparlayıp odalarına çıkarıyor. Sabah 06.00’da Antalya havalimanında gözünden uyku akan perişan oyuncular koltukların üzerinde pineklerken, o çıkarıyor gitarını, bir köşede ufak ufak tıngırdatmaya başlıyor. Az sonra herkes onun etrafında halka oluyor, beraberce söylemeye başlıyorlar. Böylece bütün kırgınlıklar, yorgunluklar unutuluyor ve neşe içinde uçağa biniliyor.
Şampiyonanın yarı finalinde Türkiye, Almanya’yı mucizevi bir geri dönüşle mağlup ederken, Nowitzki son saniyelerde hayati bir serbest atış kaçırmıştı. O gün çok sevinmiştim elbette ama sonradan bu hikâyeyi dinlediğimde, yüreğimin bir köşesinde bu büyük sporcu için ince bir sızı hissettim.
Çölde yaz tatili
Aynı sızı, 2006 NBA Finalleri’nde Nowitzki’nin ellerinde yükselen Dallas, 2-0 öne geçtikten ve üçüncü maçta son altı buçuk dakikaya 13 sayı farkla önde girmişken, hata yapmaz sandığımız Alman yıldız yine serbest atışlardan birini kaçırınca ve nihayetinde Miami, seriyi 4-2 kazanınca bir kez daha çaldı kapımı... “Yalnızca büyük bir acı olgunlaştırır insanı” derler ya... Nowitzki, sezonun sonunda acısını tek başına yaşamayı seçti. Vurdu çadırını sırtına, Avustralya çöllerinin ıssızlığında uzun bir tatile çıktı. Çılgın kalabalıktan uzakta, kendi içine doğru bir yolculuk...
Ustası, antrenörü, yaşam koçu Holger Geschwindner’in onu keşfettiği 15 yaşından beri bıkmadan usanmadan çalışmış, defalarca bireysel ödüllere layık görülmüş ama Würzburg’un 1998 yılındaki Alman İkinci Lig şampiyonluğunu saymazsak, bir türlü ‘kazanan’ bir takımın oyuncusu olamamıştı. Diğer NBA yıldızlarının aksine, sigorta primlerini cebinden ödeyerek katıldığı milli takımda da, Dallas Mavericks’te yolu hep yarı finallerde, finallerde kesilmişti.
Tam da bir Almana yakışır biçimde sürdürdü mücadelesini Dirk... Yenilgilerin zaferlerden daha öğretici olduğu tezine selam çakarak, her gün biraz daha geliştirdi kendini… Öyle ki, NBA’de Kerim Abdülcabbar’ın ‘sky-hook’undan bu yana ‘Durdurulması en zor şut’un sahibi oldu. Hep son çeyreklerde, maçın kırılma anlarında sahneye çıktı. Ama tevazuu elden bırakmadı; onu gelmiş geçmiş en iyiler arasında gösteren koçu Rick Carlisle’a katılmadığını söyledi mesela... Çevresindekiler de bu meşakkatli eğitim sürecinden paylarına düşeni aldılar. Örneğin, takımın patronu Mark Cuban... Önceleri hakemlerle uğraşan, saha kenarından onlara bağırıp çağıran Cuban, Nowitzki’nin nasihatleri sonucunda son dönemde kuzu gibi oldu.
Vurucu final
Bu modern sabreden derviş masalının nasıl bittiğini hepiniz biliyorsunuz... Senaryoyu yazan, finalde daha da vurucu olabilmek adına herhalde, Nowitzki’nin karşısına sabırsızlığın ve yeteneğine güvenerek kestirme yoldan gidebileceğini sananların en parlak temsilcisini koydu. Sporun hayata ne kadar çok benzediğini bir kez daha gördük. Nowitzki ve onun gibilerin uğradığı onca yenilginin, çektiği onca çilenin, döktüğü onca terin boşa gitmediğini anladık. Göğsümüzdeki umut çiçekleri yeniden tomurcuklandı. Bahtiyar olduk.
Peki, Nowitzki noktayı nasıl koydu, biliyor musunuz? Şu cümlelerle: “Kariyerimin ilk yıllarında bir şampiyonluk kazanmış olsam, muhtemelen bu kadar iyi bir oyuncu olamazdım. Kaybettikçe kendimi geliştirmek için daha çok çalıştım.”
Nasıl da değişiyor dünya!
“Sizler, Chicago kentinin insanları, yaşamınızı kazanmak için bütün gün, son derece zor koşullarda çalışıyorsunuz. Bizim yaptığımız ise, yorucu bir günün sonunda size yalnızca keyifli birkaç saat geçirtebilmek... Chicago’luların bir başka kente gittiklerinde gurur duyabilecekleri bir şeylere sahip olmalarını sağlamak... Bu yüzden bu şampiyonluğu size armağan etmek istiyorum. Bu kupa sizin hakkınız.”
(1997. Michael Jordan’ın kazanılan şampiyonluğu kutlamak için toplanan 200 bin Chicago taraftarına yaptığı konuşmadan)
“Benim kazanmamam için dua edenler şimdi sevinebilirler. Ama yarın sabah uyandıklarında hepsi yine aynı yaşamlara, bugün sahip oldukları aynı kişisel sorunlara geri dönmüş olacaklar. Bense bugünkü gibi yaşamayı sürdüreceğim, ailemle birlikte mutlu hayatıma devam edeceğim.” (2011. Miami Heat’in kaybettiği final serisinden sonra LeBron James’in yapmış olduğu basın toplantısından)
Yiğiter Uluğ-Radikal
River Plate'i Küme Düşüren Eşek!
26 Haziran 2011 Pazar
Arjantin'de Olaylar(Canlı)
River Plate Küme Düştü
1 Bira 500 Leva
25 Haziran 2011 Cumartesi
Daha 24...
Muz Maçı Bıraktırdı
24 Haziran 2011 Cuma
Hayırlı Uğurlu Olsun
İsmail İsa Türkiye'de
23 Haziran 2011 Perşembe
"Kanterlain" İçin Beklenen Gün Geldi
Nba'de draft heyecanı her yıl olduğu gibi tekrar edecek. Bizim açımızdan önemi malum. Enes Kanter'in ilk 5 sıra içinde seçilmeme olasılığı hakkında bahisler bile açılmış durumda. Hatta Enes'in 1. sıradan draft edilmesi bekleniyor. Ortaya çıkan tablo tabi ilginç. Enes bu kalitede bir oyuncu mu yoksa draft'e giren oyuncuların kalitesi mi düşük bunu sorgulamamız gerekiyor. Enes çok yönlü, fizikli, atletik, özellikle allah vergisi fiziği ve ribaunt sezgisi sayesinde alt yapılardan itiabren ön plandaydı. Enes'in bu popülaritesi sonrası Amerika macerasını zaten biliyorsunuz. Ancak şunu da söylemek lazım ki bu sene draft'e katılacak oyunculara bakıldığında bayağı sönük bir sene olduğunu söyleyebiliriz. Enes'in kalitesi de bu tabloda ön plana çıkmış oluyor haliyle.
Enes NBA TV'deki röportajında "Pau Gasol'un sırtı dönük oyunu ve ayak hareketlerine, biraz Dirk Novitzki'nin şutuna, Dwigt Howard'ın da deliciliği ve dominantlığına sahibim" demiş!!!... Yok artık demek geliyor içimden ama Enes'e bunu söyleten az önce bahsettiğim tablo. Hatta abartıp "beni seçen takımı playoff'a rahat sokarım" demiş ki bu bayağı hayalcilik gerçekten. Enes, evet çok kaliteli bir oyuncu ve bizim gururumuz, geleceğimiz, övünç kaynağımız olacak. Ancak şimdilik bu seviyede bir oyuncu olmadığını ve olması için daha çok zamanı olduğunu düşünüyorum. Enes'le ilgili faydalı bilgiler öğrenmek isteyene İsmail Şenol'un "Huzularınızda Kanterlain" yazısını öneririm, Enes'e başarılar dileyerek tabi.
Hakkını Helal Et Hocaların Hocası
22 Haziran 2011 Çarşamba
Gelelim Fasulyenin Faydalarına
Başlıkla çok alakasız bir giriş yapayım öncelikle.(gerçi yazı da öyle olacak) Bu TTNET denen kuruma önce lafım. Cuma akşamından beri kesik olan internetimi dün akşam üzeri geri getirmeyi başardılar. Fiber optik kablo muhabbetlerinin yapılmaya, reklamının çekilmeye başladığı dönemde bir internet bağlantısının 4 gün süre ile düzeltilememesi kadar saçma bir durum var mı acaba? Müşteri hizmetlerini arayıp kullanamadığım günlerin parasını iade edin o zaman dediğimde bizim öyle bir yetkimiz yok deyip sallıyorlar. Ulan 55 lira alırken güzel. Fiberoptik kablo reklamının paralarını neyden alıyorsunuz. Cem Yılmaz'a o paraları neyle ödüyorsunuz sanki. Ayrıca her yıldırım düştüğünde modem yanacaksa nasıl bir alt yapı var açıklamalılar. Hat geldi modem çalışmıyor diyorum. Cuma günü yakın yere yıldırım düştü modeminiz yanmıştır diyorlar. Gerçekten de yanmış ama bu nasıl bir alt yapıdır, nasıl bir hizmettir anlayamadım. Konuyu hukuki boyutlarda arayacağız artık. Blog okurlarının da bu konuda duyarlı olduğunu biliyorum. Haberi olsun böyle saçma durumlardan herkesin.
4 gün sanal alemden uzak kalınca tv'den takip ettik gündemi. Bildiğiniz gibi Fenerbahçe şampiyon oldu. Hakemler çok tartışıldı. Seri uzun uzadıya konuşuldu. Hem Fenerbahçe hem bizim takım transfere de hızlı girdi. Ardından bizim yapılanma olayı açığa çıktı. Yapılanma olayı adına daha sonra bir yazı yazacağım. Çünkü yemek daha pişme aşamasında. Ancak ortaya çıkan görüntü üzerine ilk sözüm Oktay Mahmuti'nin takımın başında kalması gereğidir. Taş yerinde ağırdır ve Galatasaray'ın bu sezonda kazandığı misyonu devam ettirecek tek kişi yine Oktay Hoca'nın kendisidir. Jure Zdovc çok kaliteli bir koç ama benim nacizane isteğim Oktay Mahmuti'nin devam etmesinden yanadır. Eğer Ceo koltuğuna oturur Zdovc getirilirse(ki 1-2 gün içinde kesinleşecek bu durum) zaten sezon değerlendirmesi ve gelecek başlıklı yaımızda yer alacaktır. Biz şimdilik transferlere ve final serisi sonrasına değinelim.
Final serisi belki de en istediğimiz ayrıca istemediğimiz şekilde bitti. İstediğimiz basitti: Seriyi bırakmamak ve son ana, hatta şampiyonluğa kadar gitmek. Seri başında zaten Fenerbahçe'nin zaten iyi bir kadro ve yapılanma olduğuna değinmiştik. Ayrıce onları saf dışı bırakabilecek noktaları da belirlemiştik. Ancak o noktalarda genelde kaybettiğimiz için seri 4-2 ile sonuçlandı. Fenerbahçe'yi tebrik ediyoruz. ama son yazımda da değinmiştim. Seri biteli neredeyse 1 hafta olmasına rağmen hala biz konuşuluyorsak bu serinin asıl kazananı biziz demektir. Ancak Şampiyon ibaresinin karşılığında Fenerbahçe yazıyor ve bize düşen onları alkışlamak.
Serinin bolca konuşulan bir diğer konusu hakemlerdi. Daha şimdiden yorumlarda size-bize muhabbetleri yapılıp çetereler tutulmuş. Konu hakemler olunca iş kısır döngüden öteye gidemiyor. Abdi İpekçi'deki maçlar baz alınmış ama ilk maçı kazanan biz olmamıza rağmen hakemlerden dert yanan ve canı acıyan bizdik. Serinin genelinde de bu böyleydi. Maçlar farklı bitince tabela zihniyetiyle hakemler konuşulmuyor. Zaten ben konuşulması taraftarı değilim. Basketbol, futboldan daha çok ayrıntısı olan bir spor. Anlık kararlar çoğu zaman maçın kaderini belirleyebiliyor. Mesela Jasikevicius'un kaşının açılmasında kasıtlı bir dirsek var mıydı onu göremedik. Belki de pozisyon içinde yaşanmış bir talihsizlik de olabilir. Ayrıca Ömer-Tutku gerginliğinde fitili yakan Ömer'in kendisiydi. Kasıtlı bir teknik faul aldı ki takımını gaza getirsin. Ama orada yanan Tutku oldu. Ancak Tutku ona kötü bir söz söyledi mi o da bilinmez. Tüm bunları düşünerek sağlıklı yorumlar yapabilmeliyiz. Gerçek şu ki bu final serisinde hakemler kötüydü. Özellikle sevgili Recep Ankaralı. Kendisi hakemlerin piridir. EuroLig 4'lü finalinden tutun, Avrupa ve dünya şampiyonaları dahil bir çok uluslar arası platformda bizi çok başarı ile temsil etmiştir. Dünyada ilk 10'a kesin girer kalitesiyle. Ancak formsuzluk her meslekte ve hayatın her aşamasında olan bir şeydir. Serinin bu denli değişken ve dinamik olması, atmosfer, mücadele, söylentiler vs vs. hepsinden etkilenmiş olabilir. Ancak Recep Ankaralı kalitesindeki bir hakemin bu acemiliklere düşmesi insanı bu tartışmalara sokuyor. Mutlaka kendini düzeltecektir. Benim yakından tanıdığım sevgili Erşan abi (Erşan Kartal)'nin de kötü yönettiği maçlar oldu. Kendisini tanımasam gerçekten kötü düşünebilirdim belki de. İşin özü; dediğim gibi bu bir kısır döngü ve hakemler hiçbir şartta taraftarı mutlu etmez. Ben mutlu olmadım takımım adıma verilen kararlardan, bu bir gerçek.
Transferler ise bütün bu konuşulanların üstünü örten, unutturan veya rafa kaldıran en ana etken ülkemizde. Galatasaray ortaya koyduğu bu harika görüntü üzerine önümüzdeki senenin çalışmlarına erken başladı. Gerçi erken sözcüğü yanlış. Çünkü sezon devam ederken yapılması gerekiyor sonraki sezonun planlaması. Öncelikle gidenlere değinelim. Gidenlerin içinde en şaşırdığım tabi ki Ermal Kurtoğlu. Evet anlaşması 1+1 yıllık idi ama takımı sahiplenişi, takıma katkısı, sistemdeki önemi ve işleyişi açısından önemli biriydi bizim için. Ayrıca kendisi Galatasaray formasını giymekten, taraftarın desteğini hissetmekten, sevdiği bir sistemde ve sevdiği bir koçla oynamaktan çok mutluydu. Tabi ki soru "ne oldu?" olacak. Sorunu cevabı yok gerçekten. Ermal yüksek bir bedel öneren Efes'e geri döndü. Hayırlı olsun ama en çok merak ettiğim şey "ne oldu?" sorusunun cevabı...
Ayrılan diğer isim "Rado" yani Radoslav Rancik oldu. Rado taraftarın gözdesiydi. 3'lü çektirmek bildiğiniz gibi onun göreviydi. Takıma katkısı gerçekten göz ardı edilecek cinste de değildi. Özellikle forma skandalı sonrası yaşanan süreçteki performansı, etkinliği ve duruşu muazzamdı. Final serisinde kendisini ne kadar aradığımız da ortada... Rado'nun gidişi tamamiyle teknik yönlerden. Bundan sonraki kariyerinde ben şahsım adına başarılar diliyorum.
Giden tarafında adı yazan son isim Jerry Johnson. Jerry'nin olmayacağı, tutmayacağı daha ilk günlerde belli olmuştu ancak akıllara zarar hızını kullandığı ve deliciliği ile takıma katkı verdiği her dakikada takıma çok katkısı oldu. En güzel performansını final serisine saklamış ama orada bile uzaya fırlatıldığı dakikalar ile ayaklarının yere bastığı dakikalar eşitti diye düşünüyorum.
Gelelim gelenlere... İlk söz Ender'in ve kendisini tanıtma gereği duymuyorum haliyle. Kariyerinin en olgun ve en başarıya ve basketbola aç döneminde takıma katılması kadar önemli bir durum yok. Jerry'nin hızına Ender'in aklı kesinlikle tercih sebebidir. Ender, sistem içinde de çok önemli bir parça olacaktır. Türkiyenin en iyi yerli oyun kurucusundan 2'sini kadroda bulundurmak kolay bir şey değil. Ender'in verdiği röportajlardan da ne kadar istekli olduğu görülüyor. Geride bıraktığımız sezonun devre arasında Tuncay Özilhan'a takılmıştı bize transferi. Kısmet bugüneymiş.
Furkan Aldemir resmi olarak açıklanmadı ama Sabri abi Karşıyaka'nın açıklamasını koymuş bloga ve en azından bir taraftan işin resmileştiğini göstermiş oldu bizlere. Furkan'da anlaştığını söylüyor. O zaman hayırlı olsun demek kalıyor bize. Geçtiğimiz yıl Oktay Mahmuti çok istemişti kendisini ancakKarşıyaka kulübü hiçbir oyuncusunu satmayacağını açıklamıştı. Furkan, 91 jenerasyonunun sunduğu cevherlerden biri basketbol adına. 2.10'luk boyu, fiziği, mücadeleci yapısı, ribaunt sezgisi, pota altı hakimiyeti ile şimdiden elit olacak seviyede. Kendini geliştirmesi gereken çok özelliği var.( özellikle şutu) Ama daha 20 yaşında olduğunu ve yolun başında olduğunu unutmamak lazım. Furkan'ın bir çok özelliği Mehmet okur'a çok benziyor. Mehmet Okur'un gelişimini takip edenler de bunu destekliyorlar. Dolayısıyla Furkan, Galatasaray'ın misyonu çerçevesinde kadroya katılması gereken çok önemli bir parçaydı ve bu parça da tabloya yerleştirilmiş oldu.
Son sözleri Cevher için söyleyelim. Cevher hem 3 hem 4 numara pozisyonlarında oynayabilen, güçlü, atletik ve son yıllarda kazandığı şutör sıfatıyla kendine çok önemli kariyer edinmiş bir oyuncu. Milli takımın da her zaman değişilmeyen isimlerinden. Ayrıca Beşiktaş'ta kaptanlığa kadar yükselip o yaşanan sıkıntılarda hep onurlu ve gurulu bir davranış sergilemesi bizim dinamiklerimiz açısından önemli argümanlar. Cevher, isim olarak Ender ve Furkan'ın gölgesinde kalsa da bu sezon yapılan en doğru hamle olarak bana göre kayatlara geçmeli. Çünkü uzun rotasyonunda üçlük tehdidi olan, sert, agresif ve bir o kadar da çalışkan başka bir tecrübe bulmanız imkansız...
( bu arada Luksa Andric sözleşmeyi uzatmış, yağılması çok önemli bir hamleydi. Hayılrı olsun...)
Furkan Aldemir Galatasaray'da
Yeni Transfer Nihat
Master Chef Ender
"Yaramaz. Biz Onu İzledik"
Pique Hacı Oldu
Soyundu ve Kovuldu
21 Haziran 2011 Salı
Ah Gençlik Ah
20 Haziran 2011 Pazartesi
19 Haziran 2011 Pazar
Bursa'da Oynamak Bir Rüya
18 Haziran 2011 Cumartesi
Karizmanın Çizildiği An
Dün gece oynanan Galatasaray-Fenerbahçe basketbol maçı özeli ve Oktay Hocanın sene boyunca oluşturduğu takımla ilgili genel bir yazıyı Gürkan bloga yazacaktır, yazarken Recep Ankaralı'ya da mutlaka değinecektir, bu seride ne kadar ön plana çıkmaya çalıştığını da yazacaktır, ben basketbol parkelerine hiç girmeyeceğim sadece maç sonrası yaşanılanlar hakkında bir kaç cümle etmek niyetindeyim.