21 Kasım 2009 Cumartesi

Mutfak Muhabbetleri/Onur Erdem



Mutfak Muhabbetlerinin ilk konuğu Onur Erdem oldu. Sizler sordunuz, bizler düzenledik, Onur da içtenlikle cevapladı ve u/M'nin ilk röportajı çıktı ortaya... Ben kendi adıma oldukça zevk aldım bu işten, tekrar teşekkürler Onur...

*u/M: Bizler seni tanıyoruz ama ultras/Movement blogu okuyucuları için kendini kısaca tanıtabilir misin?

1984/İzmir doğumluyum. Karşıyaka’da büyüdüm. Ortaokul ve liseyi Bornova Anadolu Lisesi’nde okudum. Ardından, üniversite için İstanbul’a geldim. Bilgi Üniversitesi-Uluslararası Finans bölümünden geçtiğimiz yıl mezun oldum. 1 yılı aşkın bir süredir de NTV Spor’da çalışıyorum.

*Adsız: Ntvspor'a geçiş hikayeni anlatabilir misin?

Dediğim gibi; yarı bilinçli bir tercih sonrası Uluslararası Finans bölümünü kazanmıştım. 1. ve 2. sınıfın ardından, aldığım eğitime uygun işlerde staj yaptım. O stajların katkısı, bölümümle ilgili bir işten hayatımı kazanamayacağımı –en azından istediğimin bu olmadığını- görmek oldu. Farklı bir şey yapmam gerektiğini anladım. En azından sabahları evden çıkarken ayaklarımın geri geri gitmeyeceği, kendimden bir şeyler katabileceğim -ilgi alanlarımı ve hobilerimi de kapsayan- bir işim olsun istedim. Sonrasında şansım da yaver gitti diyebilirim. 2006’da FourFourTwo’da 1 ay staj yaptım. Ardından, Radikal Gazetesi’nde muhabirlik yapan bir arkadaşım spor servisindeki stajyerin ayrıldığını söyledi ve beni Uğur Vardan’ın yanına götürdü. 2008 Mayıs’a kadar yarısı stajyer/yarısı part-time olmak üzere 1.5 yıl Radikal’de çalıştım. Okulu bitirmem gerektiğini fark edince –halihazırda 1 yıl uzamıştı zaten- finallere hazırlanmak için gazeteden iznimi istedim. O sırada, NTV ve Bilgi Üniversitesi ortak bir sertifika programı –TV Gazeteciliği- açtı. Yazılı ve sözlü sınavların ardından 20 kişilik bir grup oluşturdular. Üç haftalık ders programını takiben beş hafta staj yaptık. Sonunda da bazılarımıza iş teklif edildi. Orkun’la ikimiz NTV Spor’a girdik.


*u/M: Bildiğiniz üzere spor blogların bir çoğu, hayali gazetecilik olan fakat bu işin bir şekilde uzağında kalmış sporseverlerin, kendilerini ifade aracı. Hata, bloglar sayesinde kendilerini dışarıdan cazip gözüken medya dünyasına göstermek isteyenler de var… Bu mesleğin içinde olan biri olarak, üniversite sınavına giren bir gence tercihlerinde radyo televizyon yahut medya yazmasını önerir misin?

Açıkçası, medyada çalışan bir Uluslararası Finans mezunu olarak böyle bir tavsiyede bulunmak haddime midir bilmiyorum :) Tek söyleyebileceğim; üniversite sonrası, bölümünüzle ilgili bir işte çalışmak zorunda değilsiniz. Hangi işte başarılı olacağınıza inanıyorsanız o alanda staj yapın, bir şekilde kendinize yol açmaya çalışın. Aldığınız eğitim elbette öncelik taşıyacaktır ama okuyarak, araştırarak ve doğru yerlerde, doğru insanların yanında çalışarak da kendinizi geliştirebilirsiniz. “Tavsiye eder misin?” sorusuna ise net bir yanıt veremiyorum. Sonuçta, kişisel bir tercihten bahsediyoruz. İstediğim işte çalıştığımı ve mutlu olduğumu söylemekle yetineyim. Bir başkası benim kadar zevk alır mı bilmiyorum...


*u/M: Üstteki soruyla bağlantılı olarak da mesleğinizin zevkli yanları ve zorlukları nelerdir?

Dışarıdan bakıldığında oldukça eğlenceli bir iş gibi –hatta bir iş değilmiş gibi- göründüğünün farkındayım. Arkadaşlarım bile “Ne yani? Maç izliyorsun en nihayetinde!” şeklinde yaklaşabiliyor konuya. Ama gönül rahatlığıyla, tahmin edildiği gibi eğlenceden ibaret bir iş olmadığını söyleyebilirim. Avantajları; heyecanı ve aksiyonu fazla, monotonluk katsayısısı minimumda, içerik anlamında sürekli yenilenen, kişisel olarak baktığımda da sevdiğim, ilgilendiğim ve bilgi sahibi olduğum konulara ilişkin bir mesleğim var. Tabii, statlardan ve salonlardan takip edebileceğiniz simalara kısmen ya da zaman zaman yakın olabilmek, hatta yeri geldiğinde kendileriyle sohbet edebilmek de cabası... Dezavantajlarına gelirsek; -en başta- zaman kavramı olmayan bir işten bahsediyoruz. Şirkete geliş saati belliyken, çıkış saati için aynısını söyleyemiyorum. Şöyle bir periyot olabiliyor mesela; sabah 8’de işe gelip, gece 2’de çıkıyorsunuz. Eve dönüp, 2-3 saatlik uykunun ardından kalkıp havaalanına, oradan da Sivas’a gidiyorsunuz. Sivas’ta öğlen 2’de başlayan yayın, gece 11’de sona eriyor ve sabah 7’deki uçakla İstanbul’a dönüş yapıyorsunuz. Üstüne, hafta içinde de 14-15 saat çalıştığınız günler olabiliyor. Dediğim gibi; tempo yüksek ve yorucu ama yaptığım işi seviyorum. Bu da olumsuz yönleri göz ardı etmeme yardımcı oluyor.



*Adsız: Galatasaray fanatikliğini işine ne kadar yansıtıyor? Spor servisinde ön plana çıkan haberlerin, köşe yazılarının seçiminde tarafsız olduğuna inanıyor mu? Yayınlanacak fotoğrafları seçerken arkadaşlarının bloglarını mı tercih eder hep? İşini tamamıyla tarafsız olarak herkese eşit mesafede yaptığı söylenebilir mi? Ercan Saatçi mevzusu hakkındaki düşünceleri? Bir medya mensubu olarak kendisinin küfür kayıtları ortaya çıkarsa ne yapardı?

1- Tuzak bir soru sanki?! :) ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ dediğim takdirde, fanatik sıfatını kabul etmiş olacağım. O yüzden, bu soruyu pas geçiyorum. “Yansıtıyorum!” ya da “Yansıtmıyorum!” desem, sizi ne kadar inandırabilirim ki?

2- ‘Spor Servisi’nde istesem de taraflı olma gibi bir lüksüm yok. Öncelikle bunu belirtmem lazım. Zira, içeriğe tek başıma karar vermiyorum. İnternet mecrasından (blog-sözlük-yabancı siteler vs.) ve 7 gazeteden sorumluyum. Orkun ise 8 gazete ve dergilerden. Bununla da bitmiyor; Fuat Akdağ ve Mehmet Demirkol da her gün gazeteleri inceliyor ve yazılı basın dışında gözlerine çarpan haberleri not alıyor. Programdan 2 saat önce toplantı yapıyoruz. Biz hazırladığımız dosyaları paylaşıyoruz, onlar da not aldıkları haberleri söylüyor... Sonunda da yaklaşık 20-25 maddelik bir liste belirleniyor. Ardından Orkun’la, akışı hazırlayıp, teknik işleri hallediyoruz.

Böyle bir ortamda, işime gelen haberleri görüp, işime gelmeyenleri hasır altı etmek gibi bir lüksüm olduğuna inanmıyorum. Sonuçta, ben hariç üç kişi daha gündemi ve haberleri takip ediyor. Sizce, böylesi bilinçli bir çabaya girişmem durumunda, Fuat Akdağ ya da Mehmet Demirkol, sorumluluğumdaki gazetelerde yer alan haberleri öne çıkardığımı ya da göz ardı ettiğimi fark etmez miydi? Cevaba ulaşmak için bir de bu yönden bakalım.

3- Her gün, 150’den fazla Türkçe, 30’dan fazla yurt dışı kaynaklı siteyi takip ediyor, yüzlerce yazı okuyorum. En başta, bu emeğe saygı gösterilmesini beklerdim. Cevaba gelecek olursak; spor içerikli blog sahibi arkadaş sayım ‘0’. En azından bu işe başlarken böyleydi. ‘Yenilsen de Yensen de’ programıyla birlikte blog camiasından tanıdığım insanlar oldu elbette. Bir şekilde iletişime geçtiklerimi de katarsak bu sayı 25-30’u bulur diyelim. Bununla birlikte, dikkatli bir şekilde programı takip edenler, rahatça böyle bir ayrım yapılmadığının farkına varacaktır. En çok fotoğraf kullandığım sitelerden bazıları; ‘footballove’, ‘petitinyeri’, ‘jesusalmeyda’ ve ‘bumacevdeizlenir’... Ki bu sitelerin hiçbirinin sahibini tanımıyorum. (Not: Kendime dair bir notla bitireyim; programda bugüne kadar 1500’den fazla fotoğraf kullanılmış ve bunların sadece 7’si kendi blog’umdan.)

4- İtiraf ediyorum; Karşıyaka konusunda tarafsız değilim :) Fotoğraflarda –tabii içerik uygun ve değerli olduğu takdirde- Karşıyaka’ya ait fotoğraflara öncelik verdiğim oldu birkaç kez. Hoş; hepsinde de Fuat Akdağ ve Mehmet Demirkol’dan canlı yayında -şaka yollu da olsa- azarı yedim. Hatta en sonunda, Göztepe içerikli bir fotoğraf kullanmam konusunda baskı yaptıklarını da ekleyebilirim.

5- Ercan Saatçi konusunun iki boyutlu olduğunu düşünüyorum. Hemen hemen her taraftarın bu tarz görüntülerine ulaşabilirsiniz. Ancak, tribündeki bir taraftarla, toplumun algısına yön verebilecek mevkideki bir insanın bakış açılarının aynı olmaması gerektiğine inanıyorum. Ercan Saatçi birkaç sene önce bu sözleri sarf ettiğinde Hürriyet Spor Servisi’nde yönetici pozisyonunda değil, sıradan bir yazardı sadece. Şimdi ise Türkiye’nin en çok okunan spor sayfalarını hazırlayan kadronun başında. Geçen birkaç sene içinde farklı bir algı seviyesine gelmiş olma ihtimalini göz önünde bulundurduğumuzda, bugün dilediği özrün geçerli kabul edilmesi doğru, bundan sonraki icraatları ise samimiyeti hususunda belirleyici olacaktır. Bunun kararını da zaman içinde kamuoyu verecektir.

Konunun diğer boyutuna baktığımızda; bu görüntülerin basına sızdırılması –kim olursa olsun- kişisel haklara tecavüzdür. Zamanlaması da düşündürücüdür. Şahsen, Ercan Saatçi’nin temas ettiği sportif düzleme teğet bile geçmediğimi söyleyebilirim. Ancak, bunların hiçbiri özel görüntülerinin servis edilmesini haklı çıkarmıyor. Bunu da kabul etmek lazım.



u/M: Bizler seninle Fuat Akdağ’nın tasarladığı Yenilsen De Yensen De projesi kapsamında tanıştık. Bu programın ortaya çıkması ve senin projeye dahil olma sürecini anlatır mısın?

Fuat Akdağ, yaklaşık 1 yıl önce blog yazarlarıyla ilgili bir projesi olduğunu söylemişti. Kafasında oturttuğu konseptin detaylarının belirlenmesi 1-2 ayı buldu. Ardından, programa kimlerin katılacağı için araştırmalara başladık. Özgür Buzbaş’la birlikte blog’ları taradık ve söyleyecek sözü olan, eli kalem tutan, spor kültürünü özümsemiş ve belli bir algıya sahip insanlara ulaşmaya çalıştık. Mail yoluyla kendileriyle irtibata geçtik. Toplantılar yapıldı; kimileri çalıştığı, kimileri şehir dışında olduğu için katılamayacağını söyledi. Onay verenlerle birkaç kez daha görüşüldü. Deneme çekimleri vs. derken program başladı. Aslında, biraz da zorlamayla dahil oldum diyebilirim. Zira, proje aşamasında programın sorumlularının kim olacağı belli değildi. Dönüp baktığımda, “İyi ki bu projede rol almışım!” diyorum. Yeni ve değerli dostlar edindim. Üstüne, Bağış Erten ve Banu Yelkovan gibi şahane iki insan tanıdım, daha n’olsun...


Gerrard8: Yenilsen de Yensen de programına katılmak için neler yapmak gerekir? Ben bir Bursaspor taraftarı olarak ve tanıdığım bir çok blog yazarı bu programa katılmayı çok istiyor? Neler yapmalıyız?

Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray kadroları dolu. Anadolu takımlarına da elimizden geldiğince fırsat tanımaya çalışıyoruz. Katılmak için, bana ya da Orkun’a e-mail atabilirsiniz (onur.erdem@ntv.com.tr / orkun.yesim@ntv.com.tr) . Yolladığınız e-mail’e irtibat numaranız dışında, varsa blog’unuzdan, yoksa herhangi bir platformda yayınlanmış yazılarınızdan örnekler eklerseniz, Banu Yelkovan ve Bağış Erten’e ulaşmasını sağlayabiliriz. Onların da görüşleri doğrultusunda geri dönüş yapılacaktır.


Murat:Spor Servisi programında Fuat Akdağ ve Mehmet Demirkol ile çalışmak nasıl bir duygu? Dışardan oldukça sempatik gözüken bu ikili, program öncesi ve sonrası sizlere-kamera arkasındaki- çalışanlara yaklaşımı nasıl?

Fuat Akdağ ve Mehmet Demirkol’un çok yakın iki arkadaş olduğunu söyleyebilirim. Aralarındaki samimiyet ekrana da yansıyor. Programın başarıya ulaşmasındaki en büyük faktör de bu sanırım. Bizlere yaklaşımlarına gelince; toplantılarda gerek Orkun’a, gerek bana oldukça yakın davranıyorlar. Fikirlerimizi kendileriyle rahatça paylaşabiliyoruz. Onay verdikleri de oluyor, karşı çıktıkları da... Ama her zaman için düzeyli ve eğitici olduklarını söyleyebilirim. Sorumluluk almamıza, öneride bulunmamıza açıklar. Gerektiğinde de karşılarına alıp tecrübelerini paylaşmaktan, yol göstermekten kaçınmıyorlar.. Bu açıdan bir hayli şanslıyım.


sembolist: NTV'nin bu kadar Fenerbahçe yorumcusnu( Demirkol,Dilmen vb) ön plana çıkarması sizce doğru mu?

Kimlikler üstünden değil de fikirler ve söylemler üstünden konuşulmasını tercih ediyorum. Ayrıca, Galatasaray yorumcusu olarak kimi önerirsiniz? Malum; Galatasaray’ı yorumlayanların da –başta eski futbolcular olmak üzere- taraftar nezdinde pek sevilmediği ortada..


*Gerrard8: İstanbul takımlarına karşılık Bursaspor, Kayseri, Ankaragücü, Eskişehir gibi takımların da programlarda konuşulması gerektiği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bunun için Bursaspor, Kayserispor, Eskişehirspor gibi takımların kendi şehirleri dışında da ilgi görmesi gerekiyor. Bugün, Burdur’da oturan bir futbolsever Kayserispor’u ‘4 büyükler’ ile oynadığı maçlar dışında takip edemiyor. Federasyonun önce bunu çözmesi lazım. Zira, sadece Kayseri’deki futbolseverlere hitap eden bir Kayserispor’un medyada fazla yer bulmamasını doğal karşılamak gerekiyor. Bu biraz da arz-taleple ilgili. İzmir’de ya da Ordu'da oturan bir futbolseverin de Eskişehirspor maçlarını takip etme şansı bulduğu ve bu sayede Eskişehirspor’a ilgi göstermeye başladığı gün, medya da bu talebe kayıtsız kalamaz diye düşünüyorum. Ama önce lokal çerçeveden çıkmak lazım.


*futbol: En çok hangi takımı seviyorsunuz?

Dürüst olmakta sakınca yok; Galatasaray ve Karşıyaka taraftarıyım.


*Erhan: Mesleğiniz dolayısıyla futbol dünyasını en yakından takip edenlerden birisiniz, size göre henüz ismi medyaya yansımamış ama gelecek vaat eden Türk futbolcuları kimlerdir?

Bilgiye erişimin bu kadar kolay olduğu bir dönemde, yetenekli fakat henüz medyaya yansımamış bir isim bulmak açıkçası zor. Galatasaraylı Berkin Arslan, yavaş yavaş medyada adını duyuruyor. Ayrıca, 22 yaşında olmasına rağmen Karşıyakalı Taha Yalçıner’in ve Altay’ın ’89 doğumlu forveti Burak Çalık'ın da 1-2 sene içinde önemli aşama kaydedeceğine inandığımı söyleyebilirim.


*taraftar: Futbolda tek eşlilik mi çok eşlilikten mi yanasınız? Var mı Avrupa taraftarı olduğunuz bir takım? Varsa hangisi?

Türkiye sınırları dahilinde bile tek eşli olamamışken, çok eşliliği yadırgamam garip olur sanırım :) Batistuta etkisiyle Fiorentina’yı ve oyunculuk günlerinden bu yana süregelen Guardiola hayranlığı sonucu Barcelona’yı destekliyorum. Ayrıca, Fransa’da –Marco Simone’den ötürü- Monaco’ya, yeni yeni Bordeaux’ya, İngiltere’de Arsenal’a (ya da Bergkamp ve Overmars’a mı desem?), İskoçya’da Celtic’e, Arjantin’de de Boca Juniors’a gönül verdiğimi ekleyebilirim.



*sembolist:Bir efsane kadro say desek hangi kadroyu sayarsınız?

En iyi 11 mi isteniyor yoksa en iyi takım mı çözemediğim için ikisini de cevaplayayım;

Gianluigi Buffon (Gianluca Pagliuca)
Javier Zanetti (Maicon)
Franco Baresi (Marcel Desailly)
Roberto Fabian Ayala (Fabio Cannavaro)
Paolo Maldini (Roberto Carlos)

Fredrik Ljungberg (Nuno Capucho)
Marc Overmars (Harry Kewell)

Josep Guardiola (David Ginola & Zvonimir Boban)
Zinedine Zidane (Gheorghe Hagi & Alessandro Del Piero)
Gabriel Batistuta (-gerçek- Ronaldo)
Dennis Bergkamp (Davor Suker)


Takım olarak da; ’93- ’94 Milan / ’03-’04 Arsenal / ’08-’09 Barcelona



*talento: Futbol oynamayı seviyor mu? Hangi mevkide oynuyor? En son yaptığı maçın skoru?

Öncelikle, sevgili Talento’nun art niyetli sorusu için teşekkür ederim :)

1- Elbette.
2- Kaleci.
3- Kadrosunda Talento'nun da yer aldığı 'YDYD' ekibinin forması altında 11-2'lik ağır bir mağlubiyet yaşadım. 11 gol yemiş olabilirim ama karşımızdaki kadronun, Türkiye liglerinde bir sezonda en fazla gol atma rekorunu hala elinde bulundurduğunu da vurgulamak isterim :)


*Erhan: En zor şartlarda çalıştığınız stat neresi?

Statların hepsini görmediğim için çok sağlıklı bir cevap veremeyeceğim ama Atatürk Olimpiyat Stadı’nın fiziki koşulları gerçekten zorlayıcı. Yol uzun, trafik sorunlu, rüzgar fazla, soğuk dondurucu ve -genelde- insan yok.


Özgür: Adidas mı, Nike mi? Yoksa Puma mı?

Ayakkabıda Adidas, formada Nike.


u/M: Hagi mi Alex mi?

Hagi.


*u/M: Basketbol kenti olan İzmirli biri olarak basketboldan uzak değilsindir, hatta orta okul yıllarında basketbol takımlarında da oynadığını öğrendik. Basketbolun hayatında kapladığı yeri anlatır mısın?

Ortaokuldan itibaren 10 yılı aşkın süre lisanslı olarak basketbol oynadım. Hiçbir zaman üst düzey bir oyuncu olmadım ama ortalamanın da üstündeydim. İzmir’de 3 ayrı kulüpte, bir de okul takımında forma giydim. İstanbul’a geldiğimde Bilgi Üniversitesi’nin basketbol takımına girdim, ayrıca bölgesel ligde oynadım. Yine de bunların bir önemi olduğunu düşünmüyorum, zira basketbol oynarken her şeyden uzaklaşıyordum ki değerli olan da buydu bana göre. O yüzden, basketbolu her zaman futbolun önüne koyarım.


*Erhan: İlk gittiğin maç hangisi?

Gittiğim ilk maçı bilmiyorum ama ilk hatırladığım; Galatasaray’ın İzmir Atatürk Stadı’nda Altay’a ‘Kara Tren’ Ramazan’ın golüyle 1-0 yenildiği maçtı.(1992?)


*goalkeeper: Unutamadığın maç?

Galatasaray-Arsenal (2000 UEFA Kupası final maçı) ve İtalya-Hollanda (Euro 2000 yarı final karşılaşması).


*u/M: Hayat hep çalışmaktan ibaret değil, sizlerin de bizler kadar olmasa da kendinize ayırdığınız boş vakitler vardır, bu zamanları nasıl geçirirsin? İstanbul’un en sık gittiğin eğlence mekanı neresidir?

Evde vakit geçirmeyi seviyorum. Kafayı boşaltmak için kahve-müzik-kitap keyfinin üstüne tanımıyorum. Dışarıda ise dört duvar arasında kalmaktan hoşlanmıyorum. O yüzden, ilk tercihim Asmalımescit/Tünel civarı oluyor.



*Erhan: Röportajlarınla oldukça gündemdesin.En son Thomas Doll röportajını beğenerek izledim, en zevk aldığın röportajı kimle yaptın? Röportajlara nasıl hazırlanıyorsun?

Cristiano Lucarelli ve Thomas Doll ile yaptığım röportajlardan büyük keyif aldım. Hazırlanırken, önce kendi bildiklerimi not ediyor, sonra detaylı bir araştırma yapıyorum. Topladıklarım yetersiz geliyorsa, konuyla ilgili yardım alabileceğim, konuya benden daha hakim olduğuna inandığım kişilere danışıyorum. Tıpkı, Thomas Doll röportajı için ‘borges’in önerilerini aldığım gibi. Sonuçta, röportaj yaptığınız kişiyle ilgili dikkat çekici detayların hepsini bilmek gibi bir şansınız yok. Doll örneği üstünden bakarsak; röportajda yönelttiğim 25 sorunun nereden baksanız 10 tanesi ‘borges’in önerisi sonucu oluştu. Bunun da işi daha değerli kıldığını düşünüyorum. Ve tabii, -belki de en başta söylemem gerekirdi- şahsen ilginç bulmadığım ya da merak etmediğim bir soru sormamaya özen gösteriyorum.



*Semih: Avrupa’da en beğendiğin taraftar topluluğu hangisi?

Marsilya’nın Velodrome Stadı’nda Virage Sud’ün alt bölümüne konuşlanmış ‘Commando Ultra 84’ grubu ilk sırayı alır. -Sırf ‘Horto Magiko’ gibi bir şaheser yarattıkları için- Panathinaikos’un ‘Gate 13’ grubunu da ikinci sıraya yazıyorum.


*İzmirli: Onur’un İzmirli olduğunu biliyorum. İzmir takımlarının Süper Ligde yer almaması konusunda ne düşünüyor acaba?

İzmir takımlarının öncelikle ekonomik sorunlarından arınması gerekiyor. Bu, Karşıyaka için de geçerli, Altay için de, Göztepe için de. İzmir’e yapılan yatırımlar –çoğunlukla siyasi nedenlerden ötürü-, son 10 yılda büyük gerileme kaydetti. Endüstri zayıfladı, iş hacmi ve dolayısıyla ekonomi küçüldü. İzmir’deki arkadaşlarımın çoğu uzun süredir işsiz. Bu durum, doğal olarak spor kulüplerine de yansıyor. Buna rağmen son yıllarda, Karşıyaka ve Altay bir şekilde Süper Lig’in kapısına kadar yükselmeyi başardı. Hoş; mutlu sona ulaşsalardı da bir şey değişmeyecekti. Yine paralar ödenmeyecek, yine transfer yapılmayacak ve 'asansör takım' kimliğine geri dönülecekti. Zira, geçmişte sponsor desteğiyle TSL’ye yükselen Göztepe’nin birkaç sene içinde amatör kümeye kadar düşmesinin başka türlü bir izahı olamaz. Dediğim gibi; İzmir takımlarının eskisi gibi söz sahibi olması için ekonomik açıdan rahatlamaları ve kendi kaynaklarını yaratmaları gerekiyor. İzmir futbolunun kurtuluş reçetesi olarak ‘birleşme’yi önerenlere ise gülüyorum. Aksine, Karşıyaka-Altay-Göztepe üçlüsü ayrı ayrı ne kadar iyi olursa, rekabetin dozu da o kadar artacak ve bu enerji, üç takımı daha da yukarılara taşıyacaktır. Aksini iddia edenlere, “Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın Barcelona seviyesine gelmesi için birleşmesi mi gerekiyor?” diye sormak yeterlidir diye düşünüyorum.


Cool: Milli takımın başında kimi teknik direktör olarak görmek istersin? Neden?

Hoşuma gitmese de Türkiye’de sonuç odaklı çalışan teknik adamlar daha başarılı oluyor. Yıllarca burada kalacak, bir sistem oturtacak, felsefe yerleştirecek isimlerin bu topraklarda pek fazla şans yok. O yüzden, sonuç odaklı teknik adamlar arasından seçim yapmak gerekiyor ki bu işin dünya üstündeki en başarılı temsilcisi de –bana göre- Fabio Capello.


Polat: Edebiyatla aran nasıl? En son okuduğun futbol kitabı hangisi?

Kitap okumaktan büyük keyif alıyor, ara sıra kendim de bir şeyler karalıyorum. Yurt dışından; Paul Auster, Boris Vian, Jack Kerouac, Trevanian, Chuck Palahniuk isimlerini verebilirim. Yurt içinden ise Hakan Günday’ı ayrı bir yere koyuyorum. Yazar üstünden değil de kitap üstünden gidersek; ‘Aylak Adam’ ve ‘Kürk Mantolu Madonna’nın benim için ayrı bir yeri olduğunu söyleyebilirim. En son okuduğum futbol kitabı ise –aslında şu anda okuyorum- Alex Bellos’tan ‘Futebol’.


u/M: İşin gereği ve özellikle Spor Servisi programı için futbol bloglarını takip ediyorsun. En sık takip ettiklerin hangileri ve bizim blogumuz (ultras/Movement) hakkındaki görüşlerini alabilir miyim?

Sık sık takip ettiğim özel bir blog yok aslında, zira iş gereği hepsini sık sık takip etmek zorundayım :) Yine de ‘tardinibufe’, ‘Flying Dutchman’, ‘Lambuja’, ‘borges’, ‘Jesus Almeyda’, ‘konyaliportlandlilar’, ‘lovegametennis’, ‘arielortega’, ‘Total Futbol’, ‘bumacevdeizlenir’, ‘manilovefootball’ ve ‘Stereotypeball’ örneklerini verebilirim. Sahibini şahsen tanıdığım blog’ları saymadım, zira bir anlık unutkanlıkla herhangi birine haksızlık etmek istemiyorum.

‘Ultras/Movement’ takip ettiğim en eski blog’lardan biri. İçeriği bir yana, sırf bu istikrar için bile büyük bir tebriği hak ediyorsunuz. Ayrıca, Bulgar Ligi özelinde olduğu gibi belli başlı konularda referans noktası haline gelmek de kolay bir iş değil. Umuyorum, yolunuz uzun soluklu olur :)


Cartel: Blogu var mı? Varsa web adresini verebilir mi?

medreruno.blogspot.com


u/M: Genelde röportajlarda sık kullanılan,” tek kelime tek cevap” şeklinde gidelim biraz…

1-Futbol? /Onur Erdem: Oyun

2-Fuat Akdağ? /Onur Erdem: Öğretmen

3-İzmir? /Onur Erdem: Ev

4- Kızlar? /Onur Erdem: Kaos!

5-NTVSpor? /Onur Erdem: Renkli

6-Kanki? /Onur Erdem: Bu kelimenin kullanımı yasaklansın!

7-Müzik? /Onur Erdem: Thom Yorke

8-Mikrofon? /Onur Erdem: Mantar

9-Hayat? /Onur Erdem: Zevkli

10-Hedef? /Onur Erdem: Koymadım...


u/M: Son olarak senden sonra ikinci röportajı hangi muhabir arkadaşınla yapmamızı önerirsin?

Orkun Yeşim!


Teşekkürler…

1 yorum:

Anil dedi ki...

roportaj cok iyi olmus, tebrikler

Blog Widget by LinkWithin