31 Ağustos 2011 Çarşamba

Şenlik Başlıyor


Bizim gibi basketbolla yatıp kalkan, hasbelkader bu spor dalı hakkında fikri olanlar için bulunmaz bir nimet Avrupa şampiyonaları. 2 senede bir yapılan bu turnuva bizim neredeyse her yaz ayımızın basketbolla geçmesini sağlıyor. Hele ki araya dünya şampiyonası ve olimpiyatlar da girdiğinde tadından yenmiyor. O yüzden son 3 yıldır her yaz "12 dev" ismi ile lanse ettiğimiz şirin adamları izlemenin, bu ülkenin çocukları olarak ne kadar güzel bir duygu olduğu tarif edilemez. Hele ki Nba'de krize giren bir sezon vuku bulmuşken, Avrupa kıtasından turnuvaya katılan ülkelerin Nba'de oynayan oyuncuları yoğun bakımda geçecek sezonları öncesi, bu turnuvaya adeta "zor bulunan bir hastalık vakası" gözüyle yaklaştılar.( itiraf ediyorum, istemeden de olsa ramazanda doktorlara göz attım. günde 20 saat yayınlanınca!) Hatta, benim gibi birçok basketbolseverin de favori olan İspanya elindeki kadronun kalitesi yetmezmiş gibi, Oklahama City Thunder'ın Kongo'lu Pivotu Serge İbaka'yı İspanyol vatandaşı yaparak spor haberi söylemiyle devam edecek olursak "gücüne güç kattı." İsmini değiştirmeye gerek kalmaz sanırım, zaten ismini duyan İspanyol zannedebilir. Bu arada takımdaki tek siyahi olduğunu da hatırlatalım.

Biz son dünya ikincisi olarak "herkesin bilendiği takım" hüviyetinde görünüyoruz ki bu durum aslında dünya ikincisi olmasak da deşişmeyecekti. Ev sahibi Litvanya'da bildiğiniz gibi Dünya 3.sü sıfatıyla konuklarını ağırlayacak. Litvanya'lılar maç esnasında bizim gibi iyi ev sahibi değillerdir. Şeker, çikolata ikramında pek bulunmazlar ki bu 3 takımla aynı gurupta olduğumuz için özellikle bizi gözlerine kestirmiş durumdalar. Çünkü kendileri de biliyorlar ki İspanya'yı yenebilecek tek takım Türkiye. O yüzden yıpratma politikasına bizimle başlamış durumdalar. Bizim maça, ulusal görev gözüyle baktıkları için üst düzey alarm seviyesine geçmişler. Daha ilk günden aşçımıza izin vermeyip soluğu pizzacıda almamızı sağladırlar bile. Ayrıca antrenmanları da en dandik saatlere koydurup keyif kaçırma stratejisi uygulamaya çalışmışlar. Tabi bunların bizi hırslandıracağını bilmiyorlar.

Bunların dışında, organizasyonda büyük aksaklıkların olduğu söyleniyor. Kalınan oteller, antrenman yapılan salonlar, akreditasyon işlemleri, takım kadroları, yemekler vs. bir çoğunda hep sorunla karşılaşıldığı, takımlar ve meyda tarafından dile getiriliyor. Hatta hemen üstte Marc Gasol'un twitter hesabından paylaştığı, kaldıkları otel odasının fotoğrafı, tüm bu söylentileri gerçeğe çevirmiş durumda. Fotoğrafta gördüğünüz üzre, O yatağa 2.10'luk Marc Gasol'u sığdırmaya çalışmak ve böylesi büyük bir organizasyon için sıvası dökük otel odasında misafir ağırlamak da sanırım yıldırma politikasının bir parçası. Fiba organizasyon komitesi bu fotoğraf üzerine Marc Gasol'e kızmış ve ceza verilebileceği söylentileri ayyuka çıkmış durumda. Adam ne yapsın, paylaşacak tabi. Gasol'e kızmak yerine Litvanya Federasyonunu fırçalasınlar. Keşke geçen sene İzmir'de ve İstanbul'da kaldıkları otel odalarının fotoğrafını koyup öncesi-sonrası yapsaydı da kıymetimiz bir kez daha ortaya çıksaydı. İşin özü İspanya'da böyle ali-cengiz oyunlarına gelecek takım değil. Marc Gasol'ün yüzündeki gülümseme de bunu ifade ediyor sanırım.

Bize tekrar dönecek olursak; turnuva'da ilk günkü rakibimiz Portekiz... Kendilerini daha çok futbol'da ön plana çıkan bir spor piyasasına sahip olmasıyla biliyoruz. Ancak Futbol'da ne kadar ön plandaysalar, basketbolda da o kadar gerideler. Pek bilinmeyen, yıldız veya tanınmış oyuncusu pek olmayan, kendine bir yer edinmeye çalışan bir takım görüntüsü var. Bizim kendilerinden, fazlasıyla üst düzey bir takım olduğumuz ortada. Ancak Şampiyonaların ilk maçları her zaman zorlu geçer. Maçı 3. periyot itibari ile koparıp ilk çiziği organizasyon duvarına atmamız kuvvetle ihtimal. Bizim de içinde bulunduğumuz A grubu maçları, Litvanya'nın 5. büyük şehri olan ve Seramik sanatıyla ilgili yapılan çalışmalarla ünlü olan Panevezys'deki Cido Arena'da oynanacak. Türkiye-Portekiz maçı saat 17:45'de başlayacak ve Şampiyona boyunca olacağı gibi Ntvspor'dan naklen yayınlanacak.

Emir, Enes ve tam anlamıyla hazır olmayan Sinan için bu maç ve yarınki Büyük Biritanya maçı önem arz edecek havaya girebilmeleri için. Bu paragrafın da özeti; bu maçı rahat kazanırız(kazanmalıyız). Turnuvaya güzel bir başlangıç yapıp, adım adım ilerleyip bence asıl hedef olan 2. tura, yani ölüm gurubu maçlarına sağlam ve sistemli bir şekilde ulaşmak en doğrusu. Bir turnuva atasözü olan "Nasıl başladığınız değil, bitirdiğiniz önemlidir"i hatırlatır, Dünya Şampiyonasındaki Savunma ve takım anlayışının bu turnuvada da katlanarak artmasını diler, sakat oyuncuların takım içindeki rolleri gereği önemine rağmen, 8-10 şampiyonluk adayından biri olduğumuzu hatırlatır ve başarılı olacağımızı umut ederim. Yarı Finalin altındaki her derece başarısızlıktır ve o dereceler bizim karşımızda artık yazmamalıdır. Umarım şampiyonlukla süslü bir turnuva ve şenlik olur.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Sakin Ol Şampiyon!



Biz senin fiziksel özelliklerinden bile olsa, geç kalkıp önde bitirmeni sevdik. 9.58'in bakidir. İnsanlığın geldiği son nokta olman da öyle ama bizi de kendini de üzme. Geçmiş olsun...



28 Ağustos 2011 Pazar

EuroBasket 2011 İlk Tur Yayın Akışı


Şampiyonanın başlamasına an itibari ile 3 gün var. Futbol milli takım ile maçların aynı zamana gelmesi de ayrı bir güzellik ve aynı zamanda bahtsızlık. Çünkü maçlar çakışıyor. Çarşamba günü ise biz basketbolseverler için asıl bayram başlıyor. Maçlar Ntvspor'dan canlı yayınlanacak. Ayrıca görülüyor ki ntvspor bizim maçların dışındaki diğer maçlar içinde de güzel seçimler yapmış. Güzel günler görmek ve geçirmek dileğiyle...

EUROBASKET 2011 YAYIN AKIŞI

31 AĞUSTOS ÇARŞAMBA
15:15 İSPANYA - POLONYA CANLI
17:45 TÜRKİYE - PORTEKİZ CANLI
21:00 LİTVANYA - BRİTANYA CANLI

1 EYLÜL PERŞEMBE
15:15 PORTEKİZ – İSPANYA CANLI
17:45 BRİTANYA - TÜRKİYE CANLI
21:00 ALMANYA - İTALYA CANLI

2 EYLÜL CUMA
15:15 İSPANYA - BRİTANYA CANLI
21:00 TÜRKİYE - LİTVANYA CANLI

3 EYLÜL CUMARTESİ
18:00 YUNANİSTAN - MAKEDONYA CANLI
21:00 RUSYA - BELÇİA CANLI

4 EYLÜL PAZAR
17:45 POLONYA - TÜRKİYE CANLI
21:00 LİTVANYA - İSPANYA CANLI veya BANT
21:00 ALMANYA - SIRBİSTAN CANLI veya BANT

5 EYLÜL PAZARTESİ
17:45 İSPANYA - TÜRKİYE CANLI
21:00 SIRBİSTAN - FRANSA CANLI

26 Ağustos 2011 Cuma

Steaua Bükreş Taraftarı

İlk maçta deplasmanda CSKA taraftarı gövde gösterisi yapmıştı Romanya'da, dün gece de takımlarının oynadığı "sıkıcı" futbol sonrası, maçın 60. dakikasında Bulgarska Armia stadına gelen Steaua Bükreş taraftarı, ellerindeki meşaleler ve ses bombaları ile maçın durmasına neden oldular. O anlar yukarıdaki videoda, arka fonda da CSKA taraftarının da "Tsigani"(Çingeneler) diye bağırması yer alıyor...

Umbro A.R.P. Jacket

Umbro'nun ünlü dizayner Aitor Throup ile birlikte geliştirdiği yeni ürünler, geçmişle geleceği bir araya getirirken, topçuların idmanlarında kullanmalarından ziyade taraftarların ilgisini çekeceğe benziyor, malum zordur Türk tribünlerinde maç izlemek, yağmur altlarında kuyrukla beklersin, bilet bulmak adına teller çitler atlarsın, düşersin-kalkarsın ve boyle esnek giysiler, sana mutlaka lazım olur...
Bizim memlekette satılır mı bilmem ama bulursam hemen alırım...

Protesto

İtalya'da teknik direktörlük yapmak için seritifika ve lisans gerekmediği kararının alınması sonrası, bu durumu protesto etmek adına İtalyan Teknik Direktörler Birliği Başkanı Renzo Ulivieri, kendisini federasyon binasına zincirleyip, "Medya futbolcuların greviyle ilgileniyor ama bizim durumumuz görmezden geliniyor, belki bu şekilde dikkat çekip, aç kalacak binlerce hoca için birşeyler yapabilirim" diye konuşmuş...

Altın Kramponlar

Bu akşam oynanacak olan Barcelona-Porto Süper Kupa maçında Porto'lu Hulk için Mizuno firması tarafından yapılmış özel altın kramponlar. "Bir futbolcu için en önemlisi hafif, esnek ve rahat kramponlarla top oynamak ve Mizuno da bu benim için sağlıyor" diyerek Hulk, ayakkabı tedarikçisine teşekkür etmiş. Bakalım bu gece özel kramponları Valdez'i mağlup etmeye yardımcı olacak mı?

25 Ağustos 2011 Perşembe

İntihar Komandosu

CSKA Sofya'nın Steaua Bükreş ile oynayacağı UEFA Avrupa Ligi Play-Off rövanş karşılaşması öncesi son idmanını yaptığı Bulgarska Armia stadında, kırmızı-beyazlı taraftarlar takımlarını yaktıkları meşaleler ve sis bombaları ile desteklerken, karşı kale arkasında bir taraftarın el kol hareketleri ile beraber küfürleri duyulunca, mevzu orada "kopmuş". Olay yerine "intikal" eden iki taraftardan birinin salladığı tokadı yiyen taraftar yere yığılırken, diğer taraftarların olayı fark etmemesi ve güvenlik güçlerinin olaya müdahalesi sonrası işin büyümesi önlenmiş oldu. Bulgar polisinin göz altına aldığı taraftar, satad çeversinden uzaklaştırılırken, gazetecilerin bu eylemi neden yaptığı sorusuna:"CSKA'ya ölüm, sadece Levski" şeklinde isyanını belirtmiş Levski'li "intihar komandosu"

Aaa, Bak Kuş Geçiyor!

Çocukluk yıllarımın başına dair hatırladığım nadir anlardandır, annemin bana zorla mama yedirmeye çalışma uğraş ve gayretleri. İçinde ne olduğunu bilmiyorum, bazen süt, bazen hazır mama, bazen de çeşitli meyve-sebze püresi karışımları lakin o kaşık ve kaseyi gördükçe, basardım feryat figanı. Ve bu sevimsiz zamanlarda annemin geliştirmiş olduğu ve benim de manasızca her seferinde tuzağına düştüğüm taktik sorunu çözüverirdi: "Aaa bak, kuş geçiyor!" Ağzı açık bir şekilde, aval aval kuş ararken, o mama bizim ağzımıza giriveriyordu yıldırım hızıyla...

"Genç!" Semih'in "Biraz mamalansalar yenerler" sözüyle dahil olduğu ve Temmuz ayının başından beri futbol kamuoyunu meşgul eden şike ve teşvik soruşturması sona ermemiş, şampiyonun adı değişecek mi, kaç takım küme düşecek, yoksa ligler aynen oynanmaya devam edecek mi soruları muhataplarını memnun edecek cevaplar alamamış, UEFA ülkemize bir gözlemci göndermişken birden "Aaa bak, kuş geçiyor" taktiği ile Play-Off denilen sistem memleket futbol gündemine oturtuluverdi...

Öncelikle, şu Play-Off'un ne olduğuna kısaca bir bakalım derim. Normal lig 34 hafta üzerinden oynanacak ve sene sonunda ligi ilk dört arasında bitiren takımlar kendi aralarında ekstra maçlar yapacaklar ve kupayı kaldıracak takım ancak o zaman belli olacak. Futbolun lokomotifi olan İspanya, İngiltere, Almanya, İtalya'nın burun kıvırdığı bu sistem, Belçika, Yunanistan gibi ülkelerde uygulanmaya devam ediyor. "Biz de deneyelim, bakalım ve görelim. Olmzsa seneye değiştiririz" diyen futbolun ileri gelenlerine, ultras/Movement olarak denemeden, beyin jimnastiği yaparak yardımcı olmak istedik, bu satırları karalarken...

Bu senenin başında astronomik rakamlar vererek ligin yayın haklarını alan Digitürk, Galatasaray'ın ligde gösterdiği başarısız performans sonrası "şanssız" bir giriş yapmıştı 4 yıllık serüvene. Takımım kötü gitmesi sonrası sarı-kırmızılılar "Bu takımın neyini izleyeceğim ya" diyerek kutuları geri verirken, yeni müşteriler ise hiç de yanaşmamışlardı abonelik işine. İkinci sezonda bu zararı telafi etmeyi düşlerken, şike "bombası" ile soğuk duş alan yayıncı kuruluş, "amiral gemilerinden" olan Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalıverdi birden bire. Peki, bulunan çözüm neydi? Play-Off sistemi. Bunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz zira, Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören'in "Taraftarlarımızdan ricamız decoder alsınlar" sözü kaçıverdi ağzından Play-Off'u açıklarken... Oysa ki bu talep, Digitürk'e kardan çok zarar vereceği alenen açık seçik ortada. Öncelikle Play-Off sistemini istemeyen taraftarların tepkisi çığ gibi büyüyüyor ve sanal ortamda "Lig TV iptal" kampanyaları başlamış durumda. Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligine alınmaması sonrası, onlar da Federasyonu boykot etmeye hazırlanıyorlar, belki de lige katılmayacaklar... Kısaca bu şartlar altında kimse saha içindeki karşılaşmaları merak etmiyor, futbol memlekette yeşil alanı çoktan terketti. Ayrıca, yeni sistem sonrası, lig maçlarının önemi azalacak, zira Play-Off maçlarını kazanan şampiyon olacak, normal ligi önde bitirsen kaç yazar! Bunu anlamak için de Belçika'ymış, Yunanistan'mış, Andora'ymış gitmeye gerek, Digitürk kendi yayınladığı Beko Basketbol Ligine bir baksa yeter. Normal sezonda basketbol sahaları bomboş, televizyondan yayın olup olmadığını bilen ise 3-5 kişiyken, Play-Offa maçlarına geldiğinde sıra, heyecan artmakta. İşte futbolu da bu bahsettiğimiz acı son beklemekte, normal sezon taraftar ortalaması diplere düşecek ve heyecan son maçlara sarkacak. Peki, 5-6 maç için kim kutu satın alacak? Kahvehaneler daha cazip değil mi?

Yayıncı kuruluş bizden farklı düşünmüş olmalı ki, yeni sistemi desteklerken, futbol takımlarının bu işin arkasında durmasını anlamakta zorluk çekmekteyim, özellikle Anadolu kulüplerinin. Dünya ekonomisinin pek de iyi gitmedi bir dönemde, yöneticiler bir liranın dahi hesabını yapar olmuşken, Play-Off sisteminin kabulü sonrası oynanmak durumda kalacak ekstra maçlar neticesinde, topçularına ödeyecekleri ücret ve primleri hiç mi düşünmezler? Belki, İddaa'dan ve yayıncı kuruluştan bu maçlar karşılığında gelir beklemekteler ama sezon içi taraftarın boş bıraktığı stadyumlardan alamadıkları hasılatların eksi bakiyesini kapamaya dahi yetecek mi bu gelir, merak ediyorum doğrusu. Hem normal lig maçlarının öneminin azalmasından dolayı seyirciye cazip gelmeyecek lig karşılaşmaları, hem de bir çok maçın hafta içi günleri oynanma mecburiryeti neticesinde "iş çıkışı-ertesi gun iş olması" sebeplerle taraftar stadlardan uzak kalacak, kulüplerin kasası da "tam takır kuru bakır" kalacak. Tabii, işin sadece maddi boyutu yok, son senelerde ligin üst sıralarına yerleşmeye başlayan Anadolu kulüpleri ki, Bursaspor şampiyon dahi olmuştu, bu sistem sonrası böyle mutluluk tadacaklarını düşünüyorlarsa, hayal kırıklığına uğrayacaklardır, zira yapılacak dörtlü gruba kalma şansları oldukça az, kaldıkları zaman da İstanbul'un "büyükleri" arasından çıkmaları imkansız... Koca lig boyunca en yakın rakibine 10 puan atmış olan bir takımda , Play-Off'un ardından lig dördüncüsüne kaptırdığı şampiyonluk sonrası ortaya çıkacak travmayı ise düşünmek bile istemiyorum...

İşin kulüpler ve yayıncı kuruluş pencerelerinden baktığımızda, hava sisli ve bulutluyken, taraftar penceresinden bakacak olursak, ufukta gök gürültülü ve şimşekli bir gökyüzü görülmekte. 24 maçlık uzun maratonun belli haftaları arasına serpişen derbilerde tansiyon zirve yaparken, ertesi hafta oynanan daha zayif bir karşılaşmada ateş düşmeye ve kül olmaya yol alırken, normal sezonun bitip, Play-Off maçlarının başlaması ve arka arkaya derbilerin oynanması sonrası, etrafın güllük gülüstanlık olmasını beklemek saflık olmaz mı? Yine basketbola dönersek, bu sene Galatasaray-Fenerbahçe maçlarındaki tansiyon, üstelik rakip taraftar yokken, ne çabuk unutuluyor. Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ama, memleket ahalisinin eğitim durumu göz önüne alındığında, son çıkan Sporda Şiddet yasası ile PlayOff maçları öncesi ve sonrası olay çıkaran yüzlerce taraftarın göz altına alınacağını söylemek kahinlik midir?

Yaşımızın 30lara geldiği bu günlerde, "Aaa bak, kuş geçiyor" tuzağına düşmemek adına, Play-Off'u blogta yazmayı düşünmezken, dün UEFA'dan Türkiye Futbol Federasyonuna gelen "Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligine katılmaktan men edin" ihtarı sonrası, Göksel'in "Baba gündem böyle değiştirilir" kapağı ardından bu satırları karalayıverdik bloga...

23 Ağustos 2011 Salı

Bu Nasıl Gaftır Böyle?

"Olumsuz tarafları yaşanacaktır ama futbol ailesinin tek amacı vardır; yere düşmüş futbolumuzu ayağa kaldırmak. Bu her futbolseverin birinci vazifesidir. Maç fazlalığı, derbi maçların fazla oynanması, bu canlılığı tekrar geri getirecektir. Kişiler geçicidir, kulüpler kalıcıdır, herkesin decoder alarak kulüplerine sahip çıkması gerektiğine inanıyoruz''

Yıldırım Demirören
Beşiktaş JK Kulüp Başkanı
Play-Off sistemini savunurken

Biz seni Beşiktaş'ın başkanı sanırdık, sen Digitürk'ün pazarlama müdür gibi konuşmuşsun be başkan...
Eskiden "herkes kombine alarak kulüplerine sahip çıksın" derlerdi başkanlar, şimdi sarf ettikleri cümlere bakın...
Futbolumuzu kim yönetiyor sorusunu bilmeyen kaldı mı?

Galatasaray! O Daha Vefalı!


Bizler izleme şansına ulaşamadık, geçmişe dönme şansımız olsa, en önde isteyeceğim dileklerden biri olurdu Metin Oktay'ı Galatasaray forması ile Sami Yen'de seyretmek...
Onu seyretmeye kimse doyamamıştır ama her şeyin bir sonu olduğu gibi, Taçsız Kral da yeşil sahalara veda etme tarihini belirlemiş ve bir 23 Ağustos 1969 günü Fenerbahçe maçıyla o çok sevdiği meşin yuvarlağa güle güle demiş...

Ve bundan 42 sene önce yeşil sahalara veda eden Metin Oktay, bugünlerde dahi özleniyor, yeni yetişen gençlere örnek gösteriliyor. Peki, neden? Buyurun bir örnek:

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Kaliakra:1-2:CSKA Sofya


A Grupanın üçüncü haftasında CSKA Sofya, Kaliakra Kavarna'yı kartların havada uçuştuğu maçta 2-1 ile mağlup ederken, üçte üç yaparak ligde Cherno More'nin ardından averajla ikinci sıraya yükseldi. Hafta içi Romanya'da Steaua Bükreş'e 2-0 mağlup olduktan sonra, Kavarna Şehir Stadındaki maça iyi başlayan kırmızı-beyazlılar, Bandalovski'nin sağ kanattan ortasına kaptan Yanchev'in mükemmel volesiyle öne geçerken, sekiz dakika sonra Nelson'ın seri çalımlarla ceza sahasına girip kalecini uzanamayacağı köşeye topu yuvarlaması, bu haftanın jenerikleri arasına girerken, Radukanov'un takımı da deplasmanda 2-0 öne geçiyordu. Erken gelen goller CSKA'yı rahatlatacaken, ev sahibi orta sahasından atılan ve Zakov'u M'Bolhi ile karşı karşıya bırakan topa müdahale yerine, Ademar rakibine "dalınca" kartın rengi de kırmızı oluyordu. 10 kişi kalan CSKA, yine de rakibinin üzerine giderken, devrenin sonlarına doğru Delev, karşı karşıya olduğu pozisyonu çömertçe harcıyordu.

İkinci yarıya daha istekli başlayan Kaliakra, çok geçmeden de kornerden yarattığı karambolde Dimitrov ile farkı 1e indirirken, beraberlik için daha da arzulu bir oyun sergiliyorlardı. Rakip üzerlerine gelirken, CSKA'lı topçular da kontraya kalkarken, bu ataklardan birinde top boyunu aşınca, Delev "Tanrının eli"ne özenip elle kontrol etmeye çalışınca meşin yuvarlağı, hakem Stanislav Todorov elini cebine atıp, Delev'e ikinci sarıyı çıkarıp, kırmızı ile oyun dışına yolluyordu. Son 5 dakikayı 9 kişi oynamak zorunda kalan deplasman takımı, kalesinde gol görmeyip, skoru korumayı biliyor ve üçüncü galibiyetini alıyordu.
CSKA, maçı kazandı lakin önümüzdeki haftaki Montana maçı öncesi iki önemli yıldızını da kaybetmesinin yanında, kaptan Yanchev'in sakatlanıp devre sonunda oyundan çıkması, perşembe günkü Steaua karşılaşması için Radukanov'u kara kara düşündüren başka bir gelişme...

Калиакра - ЦСКА 1:2

0:1 Янчев - 23' 0:2 Нелсън - 31' 1:2 Д. Димитров - 65'

Директен червен картон: Адемар - 36'

Втори жълт (червен) картон: Делев - 85'

Калиакра: Димитров, Петров, Д. Димитров, Яшар, Раденцов, Байчев, Райчев (А. Димитров - 52'), Ковачев, Петков, Цв. Филипов (Г. Филипов - 57'), Заков (Чавдаров - 79')

ЦСКА: Мболи, Халилович, Бандаловски, Адемар, К. Стоянов, Трифонов, Янчев (П. Стоянов - 46'), Галчев, Делев, Нелсън (Крачунов - 92'), Зику (Дечев - 83')

21 Ağustos 2011 Pazar

LeBron James de Barca'lı


NBA yıldızlarından Kobe'nin "sağlam" bir Barcelona taraftarı olduğunu biliyorduk ama bugün LeBron'ın da Katalanlara sempati duyduğunu öğrenmiş olduk. Barcelona'da bir dizi reklam çekimi ve tanıtım organizasyonu için bulunan LeBron, işi biter bitmez soluğu Barcelona'nın Ciudad Deportiva Joan Gamper tesisilerinde almış. Ünlü basketbolcu özellikle Messi ve Guardiola ile fotoğraf çektirmeden tesislerden ayrılmamış...

Günahsız İnsan Yoktur


"Günahsız insan yoktur, bazen benim de hatalarım olabilir. Daha çok gencim ve hatalarımdan ders almayı öğreniyorum, zaten hiç hatasız olsaydım, Real Madrid teknik direktörü olurdum".

Milen Radukanov
CSKA Sofya teknik direktörü

2-0 kaybedilen Steaua Bükreş maçı sonrası açıklamalar yaparken

Neydim Ne Oldum#25

Cesc Fabregas

20 Ağustos 2011 Cumartesi

38 ! ?


Koca 40 dakikada, dakikanın karşılığına erişemeyen bir skor hanemizde yazınca, insan haliyle soruyor "Hayırdır Birader?" diye. İşi Yunanistan sorunsalı getirmeyeceğim ama şurada 10 gün kalmışken böyle kötü bir oyunla sahada yer almanın da mazareti olamaz diye düşünüyorum. Mübarek ramazan günlerini yaşıyoruz. Birçoğumuzun başından geçmiştir ramazana ayındaki anne-çoçuk polemiği. Hatta bir benzeri benim ergen kardeşim ile annem arasında da yaşınıyor an itibari ile. Çocuk oruç tutmak istemez; anne zorlar. Zorla orucunu tuttuğu için de başım, midem, karnım, acıktım, susadım gibi tepkilerle ortamı kızıştırır.

Dünkü maçın yansıması da aynen bu şekilde oldu tabir caiz ise. Oruç tutan kişide nasıl isteksizlik baş gösterirse milli takım da dünkü maçta öyle isteksiz ve ruhsuz bir görüntü içerisindeydi. Milli takım, geçtiğimiz yıl dünya 2.si olduğunda sahada gözlerinden adeta ateş fışkıran cin gibi bakışlı bir genç gibi sahada duruyordu. Çünkü bizim takımın en önemli varlığı, temposu. Hızlı olduğumuzda ve topu olabildiğince seri bir şekilde çevirdiğimizde, doğru sistemle oynadığımızda asıl kimliğimizi buluyoruz. Hücumda yavaşlama olunca da oyunumuz dip yapıyor. Ayrıca en önemli varlığımız, kimliğimiz dediğimiz savunma anlayışımız ise adeta oruç tutan çocuk görüntüsü veriyor. Hücümdaki performansın yarısını hatta daha fazlasını da savunmadaki anlayışımız oluşturuyor.

Sakatlıklar bir takımın görüntüsünde önemli etken tabi ancak başarının en önemli parçası da Kerem Gönlüm değil.Kerem, sistemde yer alan önemli bir dişliydi sadece. Yerine gelen gençler bu açığı tam anlamıyla kapatamasalar da orada o görevi bir şeklide yerine getirebilecek düzeydeler. İşin özeti; ortaya çıkan görüntü mental bir soruna işaret ediyor. Dünkü maçtan sonra hem yazılı hem de sanal basında "hayırdır" sorularının ayyuka çıkmaya başlamasının nedeni de bu. Bundan dolayı da biz gönül verenlerin artık bir kıpırdanma beklemesi normal. Yenilmek önemli değil ama atılan sayı 38! Ortaya çıkan görüntü ise tarif edilemez. Hatırlayanlar için; maçın 15-5'e geldiği pozisyondaki savunma anlayışımız ile hücumda sistem dışı işler yapmaya çalışan oyuncularımızın görüntüsü her şeyi özetliyor.

"Böyle giderse" ile başlayan ve bilmiş pozlarına yatmayı seven papağan rolünü sevmem ama bir an önce toparlanması gerek, takımın tüm üyeleriyle birlikte. İzmir'deki turnuvada yorgunlar dedik, oyuncularımız da ağız birliği etmişçesine turnuvadan büyük dersler çıakrdık dediler ama daha kötü bir görüntü gösterdiler dün itibari ile. İzmir'deki turnuvada daha çok ritim bulmaya çalışan, kadroya yeni katılan isimlerin adaptasyonun sağlanması nedeniyle bocalayan, yorucu Bormio maratonunun etkisi üzerinde olan bir takım görüntüsü vardı. Burada ise tamamiyle düzensiz bir takım var. Bir an önce toparlanmak gerek. Ayrıca benim çok saçma bulduğum 50 günlük kamp süresi de artık gözden geçirilmeli. Twitter'da bir vatandaş "2 sinemeya, konsere gitsinler" tarzında mizahla karışık eleştiri de bulunmuş.İşin sırrı bu da olabilir. Hala vakit varken ve sorumluluğumuz bu denli yüksekken toparlanma vaktidir. Sakatlığına, tüm olmsuzluklarına rağmen Final oynama veya başarılı olma kapasitemiz var. Ama bu görüntü bizi üzdü açıkçası. Yazının fotoğrafı Dünya şampiyonasından. Bizim, fotoğraftan yansıyan inanca, hırsa ve anlayışa ihtiyacımız var sanırım.

İlhan Cavcav'dan Utanıyoruz!

Gençlerbirliği taraftar gruplarından Alkaralar, Türkiye Futbol Federasyonunun şike ve teşvik ile ilgili en son açıklamaları sonrası web sitelerinden bir bildiri yayınlamış. Gençlerbirliği kulüp başkanı İlhan Cavcav, orda burda Federasyonu savunacağına, son cümleyi arka arkaya iyice okumalı: "İlhan Cavcav gibi bir başkanımız olduğu için utanıyoruz..."

Tek eğlencemiz yeşil sahada oynanan futboldu bizim... Onu da elimizden aldılar, yerine senaryosunu yazdıkları bir tiyatro koydular. İlk başlarda utanma duyguları vardı, artık onu da yitirdiler. Açık açık biz buyuz dediler; bundan sonra “güzel futbol”un bir şey ifade etmediği, başarıya giden her yolun mubah olduğu bu mide bulandırıcı senaryo sahnelenecek, beğeniyorsanız gelin, bu tiyatroyu bizim kurallarımızla izleyin dediler... Ve en kötüsü: bu pis oyunlara hiç de ihtiyacı olmayan Gençlerbirliğimiz’in 33 yıllık başkanı bu onursuzlukların altına imzasını atıverdi, hem de herkesten önce...

Gözünü para hırsı bürümüş canavarların yazdığı ve bugün TFF'nin resmen onayladığı bu kirli senaryoyu, her şeyin farkında olduğu halde menfaati için bu pisliğe sessiz kalanları, yapılanları temize çıkarmayı kendine görev bilen onursuzları lanetliyoruz. Herkesten önce bu kirli düzenin avukatlığına soyunan İlhan Cavcav gibi bir başkanımız olduğu için ise utanıyoruz...

Harry Kewell Melbourne Victory'de

Galatasaray'da futbolu bırakmasını istediğim adamdı Harry Kewell, adam gibi adamdı, parçalının yakıştığı o güzel adam, bundan sonra futbol kariyerini memleketinin Melbourne Victory takımında devam ettirecek. Bu sene kendisiyle sözleşme yapılmamasının ardından İngiltere'ye dönen ve gelen teklifleri değerlendiren "Büyücü", en nihayetinde Melbourne ile anlaşınca, Avustralya kulübü başkanın ağzı kulaklarına varmış: "Harry, memleket futbolu için bir idöl ve onu takıma kazandırmak, hem gücümüze güç kazandıracak, hem de daha çok taraftarı maçlarımıza çekecek" derken, Kewell da Avustralyalı olmaktan gurur duyduğunu ve ülke futbolu için bir şeyler yapabilmenin mutluluğunu yaşadığını belirtmiş. Transferler ilgili takımın teknik direktörü olan Mehmet Durakavoç'in bir cümlesi ise Harry Kewell'ı profesyonelliğini göstermesi adına çarpıcı: "Harry'i ligin ilk maçında oynatacağım, çünkü o gerçek bir profesyonel ve kendisini 17 yaşlından beri takip ediyorum, şunu rahatlıkla söyleyebilirim Harry vucuduna herkesten iyi bakar" Kewell'ın eşi Sheree Murphy de Avustralya'ya taşınma hazırlıklarına başlamış bile. Son olarak güzel bir haber, sözleşme 3 yıllık ve Harry'i üç sene daha seyretme şansımız olacak yeşil sahalarda...

Dimitar Ivankov Chernomorets'te

Anorthosis Famagusta takımından ayrıldıktan sonra Bulgaristan’a dönen ve Chernomorets Burgas tesislerinde birkaç gündür formunu korumak için idmanlarını devam ettiren Bursaspor’un eski kalecisi Dimitar Ivankov, mavi-beyazlı kulubun web sitesine bazı açıklamalarda bulunmuş, u/M okurları için biz de çevirdik röportajı:

Muhabir: Birkaç gündür Chernomorets tesislerinde idmanlara çıkıyorsun, kulüp hakkındaki izlenimlerin nelerdir?
Ivankov: Kulübün tesislerini çok beğendim, çalışmak için mükemmel bir ortam ve uygun şartlar var. Ayrıca genç ve istekli bir takım da görüyorum ki ligde başarılı işler yapabilirler bu sene.
Muhabir:Son olarak Kıbrıs’ta oynadın, oradaki tesisler nasıl? Bildiğin üzere Bulgaristan’da bu konuda sıkıntılarımız var.
Ivankov:Evet, tesis konusu Bulgar futbolunun eksilerindedir. Hepimiz biliyoruz ki genç yetenekler için antrenman yapacak yerler olmazsa olmazlardandır ve bu eksiklik ulusal takımı da etkilemektedir. Bununla birlikte, yine de şansımıza Chernomorets gibi takımlar var ki, Bulgar futboluna mükemmel imkanlar sunmaktalar.
Muhabir:Yeni onarımdan sonra Lazur stadını gördüğünü düşünüyorum?
Ivankov: Evet, orası Bulgaristan’daki birkaç yeni staddan birisi. Bulgaristan standartlarına göre oldukça iyi bir yer ve futbol maçı seyretmek isteyenler adına her türlü imkan ve olanaklar düşünülmüş.
Muhabir: Bir gün Chernomorets’in mavi formasını giyme arzun ve şansın var mı?
Ivankov: Hayır. Ben Bulgaristan’da sadece Levski takımında oynarım zira kalbimdeki tek takım da Levski…

19 Ağustos 2011 Cuma

Engin Baytar Mevzuya Geldi!

Mevzularıya ünlü Engin Baytar, Galatasaray kampına katılır katılmaz mevzunun ortasına düşmüş.
Fotoğraf galatasaray.org sitesinden, Fatih Terim ve yardımcıları Barcelona-Real Madrid maçını analiz ederken, Engin'in odaya girdiği sırada projeksiyonda El Clasiconun sonunda meydana gelen ve gündeme damga vuran mevzu görüntüleri yer alıyordu...
Tesadüfün böylesi...

Tanıl Bora da Bıraktıysa...

Taraftarlık kimliğimizin yanına futbol üzerine yazılar yazan blogger etiketinin yerleşmesini sağlayan kişilerin başında gelir Tanıl Bora. Ondan önce futbol izlerdik, ondan sonra futbol okumaya da başladık...
Bu alemin naif ve kendine has yazarlarından Tanıl Bora'nın son yazısının başlığı yukarıda, bizim ligi yazmayacağını belirtmiş son gelişmeler sonrası...
Futbol gün batımı kızıllığından gecenin karanlığına yol alırken, yolumuzu aydınlatan bir pırıltı da sönmüş oldu...
Geçmiş olsun...


Uğur Vardan’ın pazartesi sabah yazdığı gibi oldu. Federasyon, dağa sezaryenle fare doğurttu. Aktif sürüncemeye geçtiler.
Etik Kurul’un şikeye teşebbüsü tespit ettiğine ama teşebbüsün neticesinden emin olamadığına dair bir haber sızmış. Teşebbüsün şike demek olduğunu bir onlar kabul etmiyor herhalde. Zaten meselenin püf noktası burası değil mi? Futbolun hukuku, asliye ceza veya borçlar hukuku değildir. Şikeyle ilgili karar, mahkemeden çıkmaz. Futbol düzeninin etik ölçülerini gözeten, futbol-içi bir karar organından çıkar. Futbol Federasyonu’ndan beklenen: Türkiye’deki mevcut futbol rejimi aynen devam edecek mi etmeyecek mi? Bunun kararını vermesiydi. ‘Durmak yok, yola devam’ kararı verdi.
Futbolu yöneten kurulların mevcut yapısından başka bir şey beklenebilir miydi? Ceza Kurulu’na sevk edilmesine kızan Trabzonspor Başkanı Sadri Şener’in “Benim de federasyonda 4-5 adamım olsaydı böyle mi olurdu!” diye hayıflandığı bir yapıdan söz ediyoruz. ‘Büyük’ kulüplerin ve ‘ligin ekonomik değeri düşmesin’ derdindeki oligarkların markajı altında ses vermeye çalışan kamuoyu baskısı, statükoyu kırmaya yetmedi. ‘Statüko kırıcı’ sıfatıyla böbürlenen hükümet mi yapacaktı bunu? Karardan üç gün önce Başbakan’ın Fenerbahçe Başkanı’yla akçeli konularla ve Federasyon seçimleriyle ilgili ‘istişareleri’ hakkında telefon kayıtları yayımlanmışken? Ankaraspor’un Bank Asya 1. Lig’e geri alınışına dair pazarlıkların alenen cereyan ettiği bir etik ortamda? Daha ‘derine’ inelim: Yıllarca Diyarbakırspor’un ve Doğu-Güneydoğu takımlarının üst liglere terfilerinin resmen ‘teşvik edildiği’, yani basbayağı devlet eliyle şike yapılan bir düzende? İsmail Uyanık’ın Radikal’deki açıkladığı üzere, milli maçlar dahi ‘ayarlanırken’?
Bunları zaten bilen biliyordu, rivayeten, sezgi yoluyla veya aklederek pek çoğumuz biliyorduk. Fakat apaçık ortaya dökülmesi başka bir şeydir. Görmezden gelinen bir kabahatin yüzlenmesinin hayatı ve ilişkileri değiştirmesi gibi. Bazılarının daha eşit olduğunu hep bilirken, ‘sözde’ bir ilke olan ‘Herkes eşittir’ ilkesinin açıkça reddedilmesinin başka bir şey olması gibi. Şike bütün dünyada tipik bir ‘Herkesin bildiği sır’ vakasıdır; sır faş olduğu zaman, varsın sırf düzeni sürdürmek için olsun, bir onarım yapılması gerekir. Hiçbir şey yapmamak, insanları alenen hiçe saymaktır.
‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ filminde Erkan Can’ın çocuklara söylediği laf var ya: “Hayat futbola fena halde benzer.” Güzel yanından, ikisinin de takım oyunu olmasından hareketle söyler o bunu. Ama çirkin yanı da var: ‘Gücü gücü yetene helâl’ düzeni, paranın iktidarı, kolpa... Bunlarda da futbolla hayat fena halde birbirlerine benzemiyorlar mı? Taraftar milletinin kahir ekseriyeti, tıpkı hayattaki gibi, ‘öyle veya böyle’ kazanmayı istemiyor, saha dışı etkenleri de ulu kulübünün gücünü göstermesinin meşru bir aracı saymıyor mu?
Gazeteler, Federasyon’un eyyam kararını öngören yatırımcıların borsada voli vurduğunu yazıyor. Kulüplerin hisseleri yükselmiş. Borsa ‘bilmiş’ yani. Zaten: Şüphesiz o her şeyi bilendir. Ve malûm, borsanın memnuniyeti önemli.

Bu ligin sohbeti çekilmez
Hakan Kulaçoğlu 25 Haziran’da Fotomaç’ta, Trabzonspor’un Halil Altıntop transferi hakkındaki değerlendirmesini ‘Ayrıca, borsaya da bildiririm’ sözleriyle bağlamıştı. Kulüplerin transfer görüşmelerini ve neredeyse her meselelerini ‘borsaya bildirmeleri’ ‘söyleminin’ ironik bir taklidiydi bu. Ben de, 11 yıldır bu sütunlarda yazdığım haftalık lig değerlendirmelerini artık sürdürmeyeceğimi borsaya bildiririm. Bu ligin sohbetini yapmak içimden gelmeyecek. Lige verilen aralarda yazdığım yazılar var ya; gol sevinçleri üzerine, çirkin futbolcular üzerine, ‘fark attıkça atmak caiz midir yoksa bir noktada merhamet edip durmak mı gerekir?’ üzerine filan... En iyisi hep öyle şeylerden bahsetmek. Futbol hevesi benim için, lige verilmiş uzun bir aradadır artık.

Galatasaray'dan Açıklama

Türkiye Futbol Federasyonun hafta başında futboldaki şike ve teşvik soruşturması ile alakalı olarak yapmış olduğu açıklama sonrası en çok beklenen Galatasaray kulübünün tepkisiydi ve bugün kulüpten "şamar" gibi bir bildiri geldi. Buyurun:

Galatasaray Spor Kulübü'nden Kamuoyuna Açıklama

TFF’nin son kararından sonra Türk futbolunun geleceği açısından ciddi endişe duyduğumuzu belirttik. Bu endişenin nedenlerini açıklıkla dile getirmenin zamanı bugündür.

Futbol, dünyada bir çok ülkenin en önemli imaj unsurlarından biri haline gelmiştir. Globalleşen dünyada, oyunun tek bir kuralı vardır: Rekabet. Bu rekabet tabii ki uluslararası kurallar çerçevesinde yapılır. Aksi halde futbolun marka gücü, değeri ve evrenselliğinden söz edilemez. Herkes, kendi kurallarını uygulayacak olursa, başarının evrensel ölçüsü kalmaz.

Dünya çapında sıfır hata toleranslı bu rekabetin ardındaki neden, sadece imaj meselesi değildir. Bu rekabetin ekonomisi de son derece ciddi boyutlara ulaşmıştır. 2010-2011 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nde dağıtılan gelir tutarı 754 milyon Euro’ya ulaşmıştır. Ülkemiz, bu gelirin sadece 20 milyon Euro'sunu elde edebildi. Diğer uluslararası rekabet alanlarını ve dolaylı gelirleri hesaba kattığımızda Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip ve futbol aşkının son derece yaygın olduğu ülkemizin bu ekonomiden aldığı pay %2’nin altındadır. Önemli bır futbol ülkesi olan İngiltere'nin aldığı pay 200 milyon Euro'dur.

UEFA Kupası ve Süper Kupa almış kulübe, Dünya üçüncüsü ve Avrupa dördüncüsü olmuş bir Milli Takıma sahip ve nüfusunun yarısından fazlası 24 yaşın altında olan Türkiye’ye, yakın bir zamana kadar futbolun geleceğe damgasını vuracak yeni yıldızı olarak bakılmaktaydı. Son dönemde yaşadıklarımızdan sonra bu noktadan ne kadar uzaklaştığımız ortadadır.

Üstelik oluşan kararsızlık ortamının, daha geçtiğimiz günlerde Olimpiyatlara yeniden ve büyük bir şevkle aday olan, gün geçtikçe uluslararası organizasyon kabiliyeti ve kredibilitesi artan ülkemizin, tüm spor dünyasındaki imajı açısından da büyük bir olumsuzluk yarattığı ortadadır.

Türk futbolunun bugün verdiği sınav, yıllar sonra nice uğraş sonucu elde edilen özerklik konumuna rağmen kendini yönetme becerisine ve erkine sahip olup olmadığı sınavıdır.

Gelişmelerin ilk gününden beri son derece açıklıkla belirttik: Hiç kimsenin üzüntüsü, acısı, bizim sevincimiz olamaz. Hepimiz aynı gemideyiz ve geminin adı Türk Futbolu’dur. Gerçek şudur ki, gemimiz ağır bir yara almış, futbolumuz mahkemelere düşmüş, kişisel ve toplumsal dramlar ortaya çıkmıştır. Ancak alınan bu yara, her gün biraz daha büyürken, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak daha büyük maliyetlere yol açacaktır. Gün dövünme, tartışma, kavga günü değildir. Hep beraber oturup ortak bir akıl ve strateji oluşturma günüdür.

Bu strateji “zaman kazanma”ya dayandırılamaz. Kendimizi yönetme becerisi ve erkine sahip olduğumuzu kanıtlamamız için atılması gerekli adımlar bellidir. Geciktikçe bedel daha da ağırlaşacaktır. En kötüsü bu adımları biz zamanında atmaz isek, başkalarının bizim adımıza atması kaçınılmazdır. Kurallar çerçevesinde hatalarımızla yüzleşip gereğini biz yapmazsak dünyada bunu üst kuruluşlar yapar. Kendi kangrenli parmağımızı kendimiz kesmezsek, birileri gelir kolumuzu keser. “Biz yapamadık, onlar yaptı” diyemeyiz. Uygar dünyanın saygın bir üyesi olmak, öncelikle hatalarımızla yüzleşip, kendimize karşı dürüst olmaktan geçer.

Türk Futbol endüstrisinin yöneteni bellidir. Futbol tarihimizin en önemli problemi önlerine gelmiştir. Böyle bir meselede adaleti tam ve net olarak sağlamak çok zordur. Ancak onun görevidir. Bu görevi başkalarına bırakamaz, devredemez. Bizlere düşen ise kendilerine sonuna kadar destek vermek ve yardımcı olmaktır.

Futbolumuzdaki bazı şahsiyetlerin hırsları, bir an için akıllarının önüne geçmiş olabilir. Bu her bireyin, her an başına gelebilir. Bu durum bazı haksızlıklar ve adaletsizlikler yaratmış olabilir. Ancak dünyada barışın en büyük çimentosu olan spor dünyasında hiç kimsenin söz konusu rakibi de olsa bir tek gün bile özgürlüğünün sınırlanması istenemez.

Ama ne anlayış, ne acıma, ne dostluk duygularımız hataları ortadan kaldırmaz. Yapmamız gereken, FIFA ve UEFA'nın tüm kurallarını, uluslararası futbol camiasının örf ve adetlerini eksiksiz yerine getirmektir. Ne eksik ne fazla. Böyle bir uygulama hata yapan futbol yöneticilerimizi, spor insanlarımızı hapisten kurtaracağı gibi, Türk futbolunun kaderini kendimizin çizmesi demek olacaktır. Bu uygulamayı başkasına bırakmak, yapacağımız en büyük hata olur.

110 yıllık geçmişi olan, artık kültürümüzün bır parçası olmuş futbolumuzun kaderini, başkalarının çizmesini kabullenmek gibi bir tarihi hatayı yapma lüksümüz yoktur, olamaz.

Aksi takdirde tarih, hepimizden hesap sorar.

GALATASARAY SPOR KULÜBÜ

Bıyıklı Adam!


30 yıldır Nou Camp stadında futbolcuların sahaya çıktıkları çıkış tünelinden sorumlu olan Francesc Satorra, bir gün bu kadar ünlü olacağını hiç hayal etmiş midir acaba? Barcelona-Real Madrid maçının sonu yaklaşırken futbolcular arasında çıkan arbedeye Mourinho da dahil olup, Barcelona yardımcı hocası Vilanova'nın gözüne parmağını soktuğu fotoğrafta, Satorra arka fonda olayları izleyen kişi olarak yer alıyordu. Bu resim sanal alemdeki bloglar, facebook, twitter üzerinden o kadar paylaşıldı ki, "bıyıklı adam" dünyaca meşhur oldu. Twitter üzerinden #eldelbigote hashtagı ile artarken popularitesi Satorra'nın, facebook üzerinden de "Mourinho ve Vilanova'nın arkasındaki bıyıklı adam" adıyla 2 bini aşkın takipçisi olan grup kurulmuş. Bu populariteyi paraya çevirmeyi düşünen bir grup da "The Observer" adıyla Satorra'nın t-shirtlerini de satışa çıkarmış...

Çok Güzel Hareketler Bunlar


Beşiktaş-Alania maçında gol atan Guti Türk bayrağını öperken, Almeida, asker selam vermiş...
Bu acılı günlerde iki yabancının göstermiş olduğu hassasiyet oldukça anlamlı...
Gracias Guti, obrigado Almeida...

18 Ağustos 2011 Perşembe

Steaua Bükreş:2-0:CSKA Sofya


Başlıktaki maç skorunu görenler, Rumenlerin iç sahada oynadıkları UEFA Avrupa Ligi Play Off turu ilk maçında rahat bir oyun sonrası, turu alacak skoru kazandıklarını düşünebilirler ki, oldukça normaldir, fakat Cluj'un Constantin Radulescu stadında oynanan karşılaşmanın baş rollerinde deplasman takımı ve taraftarı yer alıyordu.
Steaua Bükreş'in kendi sahasına lisans alamaması sonrası bu karşılaşma için Bulgaristan sınırına en uzak yerlerden biri olan Cluj'u seçmesine rağmen, kırmızı-beyazlı taraftarlar kendilerine ayrılan tribünü doldururken, maç öncesi de yol parası kadar kara borsaya bilet için para dökmek zorunda kaldılar. 20 bin kişilik stad tamamen ev sahibi taraftarlar tarafından doldurulurken, meşaleler yakan, ses bombası atan, tribünde görsel şovlar ve tezahürat yapan ise CSKA'lı ultraslar oluyordu. Özellikle de "kardeşlik diyalogları" olan Steaua'lı ultraslara destek için açmış oldukları "Becali, paralarını al ve git! Steaua'yı bırak" pankartı, ev sahibi tribünlerden alkış alıyordu.
Taraftar deplasmanı nasıl "Bulgarska Armia" stadına çevirdiyse, Radukanov'un takımı da evde oynar gibi baskılı başlamıştı oyuna, zaten hoca da takımı bozmamış, deplasmanda oynamasına rağmen Platini, Zicu ve Delev'den oluşan üçlü forvetini muhafaza etmişti. İlk 15 dakikada oyun CSKA'nın hakimiyetindeyken, sonrasında ev sahibi Tatu ve Tanase ile M'Bolhi'nin kalesinde tehlikeler yaratma uğraşı veriyordu. Bu ataklardan birinde CSKA defansı "uyukuda" yakalanınca Costea'nın iki adımdan vuruşunu M'Bolhi klas bir şekilde çizgi üzerinde kurtarıyor ama dönen topta CSKA'lı savunmacılar ikinci kez aynı hatayı yapınca bu kez Galamaz takımı öne geçiriyordu. Golün şaşkınlığını atan kırmızı-beyazlılar, ki maçta siyah formayı tercih etmişti, Steaua kalesine Bandalovski ve Ademar'ın kanat bindirmeleriyle giderken, kahramanımız Delev, 30. dakikada topu beraberlik fırsatı yerine kale arkasındaki taraftarına yolluyordu. Devrenin bitmesine yakın ise futbol dilencilerinin "ağzının sularını akıtacak" pozisyonlar gerçekleşiyor, bir tarafta Tatu, penaltı noktasının 5 adım ilerisinden boş pozisyonda topu M'Bolhi'ye nişanlıyor, dönen atakta Ademar'ın vuruşunu Tatarushanu kornere çeliyordu.
İlk yarıyı geride bitiren Radukanov, ikinci devreye Nelson'ı oyuna sokarak başlıyor ve iyice ablukaya alıyordu Steaua kalesini lakin aradıkları gol bir türlü gelmiyordu. Platini vuruyor, Yanchev plaseliyor, Bandalovski Messileşiyor ama CSKA'lılar aradıkları golü kaydetme becerisi gösteremezken, ilk yarı iki adımdan topu kaleye sokamayan Tatu, takımının ikinci yarıdaki tek pozisyonunda, ceza sahası dışından yerden sert vuruyor ve Steaua taraftarının maç boyunca ilk defa tezahürat yapmasını sağlıyordu. İki farklı geriye düşen CSKA Sofya'lı topçular, kendilerine avantaj getirecek gol için bastırdıkça bastırıyor ama "olmayınca olmuyor" kuralı da devreye çoktan girmiş gözüküyordu: 89. dakikada Zicu'nun topu boş kaleye sokamamasına başka ne denir ki?
Deplasmanda belki de gruplara kalmayı garantileyeceken CSKA Sofya, şimdi bir hafta sonra Vasil Levski stadındaki rövanş maçına 2-0lık bir dezavantaj ile başlayacak, ama bu geceki oyunu sergilemeleri halinde taraftarlarının da desteği ile iki gol atmaları imkansız da değil, yeter ki kalelerinde gol görmesinler, zira böyle bir talihsizlik durumunda 4 gol atmaları gerekecek ki, bu da hiç kolay değil...

Adını Siz Koyun


Bir otobüs dolusu City'liye karşı tek başına bu hareketi yapabilmenin adı nedir?
Siz söyleyin...

Mourinho'nun Yarası

Aşağıda Mourinho'nun kaybetmeye dayanmayıp, Barcelona yardımcı antrenörü Tito Vilanova'ya yaptığı terbiyesizliğin fotoğrafını kullandık, videosu burada. Portekizli sadece bununla kalmamış, maç sonunda Vilanova'yı tanımadığını söyleyip, "Pito Vilanova mı? O da kim" diyerek aklınca da dalga geçmiş.
Maçı seyrederken de Mourinho'nun ağzı, burnu, eli, kolu nedense hiç durmuyor, sürekli birilerine "salça olma"nın derdindeydi...
Peki neydi hocanın yarası?
Buyrun istatistikler aşağıda...
Barcelona'ya karşı 7 El Clasico'ya çıkan Jose Mourinho, bunlardan sadece birini kazanabilmiş. Üstelik kalesinde 14 gol görürken, Messi'den yediğinin bir fazlasını yollamış Valdez'in kalesine...
İstatistiklerde açık ara geriyken, sahada oynadıkları futbolda da Pep'in takımı Mourinho'nun on birininden hep daha fazlasını yapmış...

Hal böyleyken, Mourinho çıldırmakta haklı galiba!?

29 Ekim 2010/Barcelona:5-0:Real Madrid/Gol:Xavi,Pedro,Villa(2),Jeffren
16 Nisan 2011/Real Madrid:1-1:Barcelona/Gol:Ronaldo-Messi
20 Nisan 2011/Barcelona:0-1:Real Madrid/Gol:Ronaldo
27 Nisan 2011/Real Madrid:0-2:Barcelona/Gol:Messi(2)
3 Mayıs 2011/Barcelona:1-1:Real Madrid/Gol:Pedro-Marcello
14 Ağustos 2011/Real Madrid:2-2:Barcelona:Gol:Mesut,Alonso-Villa,Messi
17 Ağustos 2011/Barcelona:3-2:Real Madrid/Gol:Iniesta, Messi(2)-Ronaldo,Benzema

Hazımsız!


Kaybetmeye mahkümsun zira adam değilsin!


17 Ağustos 2011 Çarşamba

Galatasaray'ın Kaptanı Sabri

Arda Turan'ın Atletico Madrid'e transferi sonrası ilk akla gelen sorulardan biriydi Galatasaray'da kaptanlık pazu bandını kimin takacağı. Kulüp şimdiye kadar herhangi bir açıklama yapmazken, Fatih Terim, takımın en tecrübelilerinden ve zaten ikinci kaptan olan Ayhan'ın takımın başında sahaya çıkacağını belirten bir açıklama yapmıştı. ultras/Movement blog olarak Arda'nın gidişatı sonrası başlatmış olduğumuz ve bir hafta süren anket sona erdi ve takipçilerimiz Galatasaray'ın yeni kaptanı olarak Sabri Sarıoğlu'nu belirledi. Sabri en fazla oyu alırken, Baroş ikinci ve yeni transfer Selçuk üçüncü oldu. ultras/Movement takipçileri ise Ayhan'ı pek desteklememiş gözüküyor, Fatih Terim'in aksine...

Aaron Biber


Aaron Biber, bu blogta anlatmaya alışık olduğumuz üzere bir futbolcu ismi değil, o Tottenham'da yıllardır berberlik yapan 89 yaşında biri. Geçtiğimiz hafta Londra'da başlayan isyan hareketleri sırasında, yağmacılar bu yaşlı adamın dükkanını da hedef almışlar ve camlarını kırıp, dükkana girip, içindekileri yağmalamışlar, arkalarında sadece Peter Crouch'un imzalı resmini bırakmışlardı... Yukarıdaki fotoyu gördüğümüzde içimiz acımış, üstelik Biber'in söyledikleri sonrası yağmacı veletlere sağlam bir küfür de sallamıştık: "Büyük ihtimal dükkanı kapatacağım, zira ne sigortam var ne de bu hasarı tamir ettirecek param"

Sosyal medyada bu fotoğraflar paylaşılınca, İngilizler Aaron Biber'e yardım için bir kampanya başlatmış ve şimdiye kadar 35 bin pound para toplamışlar. Dükkanı toparlayacak paraya sevinen Aaron'a, bir de sürpriz yapılmış ve imzalı resmini dükkanında bulundurduğu, en sevdiği topçu olan Peter Crouch, bu yaşlı berberi ziyaret edip, saç traşı olmuş... Sabah sabah dünyada güzel şeylerin olduğunu görmek de güzel...


16 Ağustos 2011 Salı

Aslanlar Sezonu Açtı


Özlemiştik kendilerini. Harika ve hikayelerle süslü epik bir sezondan sonra tatillerini yapıp yorgunluklarını attı oyuncularımız. Yazın bizim açımızdan çok hareketli geçti. Transferlerle ve yeni yapılanmayla ilgili ayrıca bir sezon değerlendirmesi yapacağız. Hamle açısından geçen olumlu 2 aylık dönemden sonra açıkçası heyecanla bekliyorduk yeni sezonu. Sezon açılışına milli takımlarında bulunan oyuncularımız Ender, Furkan, Andric, Songaila ve Lakovic katılamadılar. Ayrıca yine yeni transferimiz genç oyuncu Doğukan Sönmez'de izinli olduğu için yer almadı. Bunların dışında yeni transferler Jamon Gordon ve Cevher Özer, sezonun ilk antrenmanında yer aldı.


Yeni yüzleri takımda görmenin güzelliği dışında yeni gelişmeler de yaşandı geçen süre zarfında. Cafe Crown ile yapılan isim sponsorluğu bitti ve bir çok kurumun isim sponsorluğu için teklifde bulunduğu dile getirildi. Ancak şimdilik herhengi bir kurumsal anlaşma yapılmış değil. Benim temennim ismin bu şekilde kalması ancak sponsor spor çağının en önemli unsuru. Dolayısıyla yeni bir sözleşmeye imza atılacağını düşünüyorum. Ayrıca yeni forma sponsorumuz kulübün Adidas ile sözleşmesi bittiği için Basketbol'da(voleybolda da) Ünlü italyan Errea markası oldu. Bize yeni sezonda bol şans getirmelerini diliyorum. Bunların dışında Maçlarımız yine adeta mademiz olan ve bizi fazlasıyla yansıttığını ve bütünleştiğimizi düşündüğüm Abdi İpekçi Arena'da oynanacak. Antrenmanlarımız da yine Darüşşafaka Ayhan Şahenk Spor Salonunda gerçekleştirilecek.

Geride bıraktığımız sezon her açıdan takımımız açısından olağanüstüydü. Herkes yeni sezonu merak ediyor haliyle. Galatasaray geçtiğimiz sezon karakter olarak çıtayı en yükseğe koydu. Bu sezon için sorulacak en kritik soru bence o karakteri tekrar yakalayıp yakalamamak oalcaktır. Çünkü kadro, kağıt üstünde zaten üst düzey. Şampiyonluk ve başarılarla süslü bir sezon olması dileğiyle...




Agüero'nun Gazabı

"Eğer dikkatli olmazlarsa bu Agüero takımlara çim yedirecek. Tanrı bizi Agüero'nun gazabından korusun, bazı takımlar için haydi dua edelim."
Emmanuel Eboue
Futbolcu
Agüero'nun Swansea maçında attığı 2 gol sonrası twitterda yorumda bulunurken

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Ultras Muslera


Lazio forması giydiği dönemde AS Roma Merda pankartı ile kendi taraftarının önünde poz veren ultras Muslera...

Fenerbahçe derbisinde buna benzer bir pankartla dolaşırsa Galatasaray tribünlerini, "bayrak" adam olur, ultrAslan Muslera olur...

CSKA Sofya:1-0:Chernomorets


Bulgaristan A Grupanın ilk haftasında Lokomotif Sofya'yı mağlup ettikten sonra, kritik Steaua Bükreş maçı öncesi ligin ikinci haftasında Chernomorets önüne çıkan CSKA Sofya, rakibini Zicu'nun 79. dakikada attığı golle mağlup ederek geçen yıldan farklı olarak lige "sağlam" bir başlangıç yapmış oldu. Kırmızılılar galip gelirken, ligin iddialı ekiplerinden Litex, Vidima Rakovski ile 1-1 berabere kalırken, Levski Sofya ise "karadeniz" deplasmanında Cherno More'ye 3-1 kaybedince kulüpte başta hocanın olmak üzere, bazı topçuların da suyu ısınmış oldu...



ЦСКА - Черноморец 1:0
1:0 Зику - 79'
ЦСКА: Мболи, К. Стоянов, Попов, Трифонов, Бандаловски, Янчев, Галчев (Адемар - 75'), Зику, Платини, Нелсън (Живец - 85'), Делев (П. Стоянов - 90')
Черноморец: Колев, Дянков, Бонев, Николов, Кишишев, Фо-Поре, Балджийски (Христов - 83'), Дяков (Кики - 87'), Цонков, Хамрун (Крумов - 77'), Андонов

Blog Widget by LinkWithin