17 Ekim 2017 Salı

Holigancılık Oynayan Veletler


"İçindeki benim olsun, para verdim, abi, öğrenciyim" diye Galatasaray formasını kaptırmamak isterken, ana avrat küfürler ve yediği tokatlarla tanıdık Muğla'dan Konya'ya üniversite okumaya gelen Hakan Karaoğlu'nu. Saldırıya uğradığı yer de manidardı, "İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol, gel!.. Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!" diyen Mevlana'nın memleketiydi... Saldırganlar da  "tüy sikletti", liseli veletlerdi ama sırtlanlar gibi dört beş kişi çullanmışlardı Hakan'ın üzerine... Yaptıkları "kahpeliği" de sözüm ona "tribüncülük" adına yapıyorlar, "Support Your Local Team" felsefesini de instagram ya da facebooktaki bir kaç "yabancı tribün"fotoğrafından ibaret zannetikleri kesindi... Ama işte bu sosyal medya hastalığı, "klavye delikanlılığı"bu veletleri kendi silahları ile vurulmasını sağladı. Çekmiş oldukları videoyu kendi sosyal medya hesaplarından yayınlayınca, böbürlenmeye fırsat bulamadan işledikleri suçun faali olarak göz altına alındılar. Dedik ya "holigancılık" oynayan veletler diye, başlarında bir abileri olsa, zaten böyle bir saldırı gerçekleşmezdi de, hadi "şeytana uydular", kendi reklamlarını yapmazlardı. Boşuna demiyordu rahmetli Alpaslan Dikmen gitmiş olduğumuz deplasmanlarda vakti evvelinde bizlere, ki o vakitler ne twitter ne de instagram vardı, "Çocuklar, burda yediğiniz her halt, bu otobüsün içinde kalacak, öyle fotum sayfalarında filan yazılar istemiyorum" diye, gerçi bir halt ettiğimiz yoktu, üniversiteli "pırıl pırıl" çocuklardık, sokakta değil, tribün içinde beste, pankart ve koreografilerle rekabet etmekti amacımız...

Ama memleketin tribün "potporisi"nde maalesef böyle çakallıklar öncede yaşandı, şimdi de yaşanıyor... Bağdat Caddesinde Galatasaray'ın şampiyonluk kutlamalarında genç kızların formalarının çıkarıldığını da duyduk, Çarşı'dan geçen arabaların taşlandığını da... "Beyoğlu sadece Cim Bom Bom'undur" diye bağırarak Fenerbahçeli de kovalamıştır İstiklal caddesinde sarı-kırmızı taraftarlar da, yerde yatana, çoluk çocuğa saldıranı duymadık...

İstanbul'da bu tip vakalar nispetten az yaşanırken, Anadolu'da "şehr-i müdafa" bahanesiyle "Kahpe Bizans İstanbul" diyerek neredeyse her şehirde buna benzer saldırılar gerçekleşiyor. Bu işleri yapanlar da genellikle "veletler" oluyor, kendi şehri dışına çıkmamış, deplasman havası solumamış, tribün ruhu nedir bilmeyen "holigancıklar"... Amatör liglerde de görüyoruz, bölgesel lig karşılaşmalarında da, kendi sahasında oynarken rakibe ağız dolusu sinkaflar saydıran gençler, vakit deplasmana gelince "sırra kıdem basıyorlar", onların yaptığının cezasını sahada top oynayan futbolcular ile mecburen rakip sahaya giden yöneticiler çekiyor... Tribünleri ve camiaları birbirine düşürenler "kendi çöplüklerinin horozu" oluyor...

Bu yazıyı yazarken Beyaz TV ekranlarına yansıdı Konyalı bu "veletler"in maçtan önce çekmiş oldukları görüntüler, "Beşiktaş'la oynadığımız Süper Kupa maçında bilerek sahaya girdik, isteyerek meşale attık " diyorlardı yaptıkları suçun ciddiyetini hala anlamamış olarak ve sırıtarak, bir de Anadolu'ya şehir takımı tutmanın önemini anlatan Bursa taraftarını aşağılayarak "Bursalıları şurda dövdük" gibi gerçekle alakası olmayan lakırtılar da etmekteydiler. Oysa, "kıyısından köşesinden" taraftarlığı bilseler, giydikleri ultras t-shirtlerin manasını anlamış olsalar, şehirlerine tuttuğu takımın peşinden gelmiş taraftara saldırmak yerine saygı duyarlardı, ama nerede... Gerçi, onlar saldırdı Hakan'a ama o hareket Galatasaray taraftarını ayağa kaldırdı, bütünleştirdi, ne kadar güçlü olabileceklerini de gösterdi. Hatta, Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı taraftar gruplarından gelen destek mesajlarını gördükçe, bir üniversiteli genç ezeli rakipleri Galatasaray-Fenerbahçe derbisi öncesi inanılmaz bir şekilde bir araya getirdi...

Konya'ya üniversite okumaya gelen Hakan'ın yaşadıklarından Bursaspor-Ankaragücü kardeşliğinin tohumlarını eken başka bir üniversiteli rahmetli Abdül'ün hikayesiyle sonlandıralım yazımızı. Bursaspor Supporters Club'un kurucularından Tarkan anlatıyor hikayeyi, buyurun:

"yıllardan 1990 olması lazım, yaşım 18. iç sahada dış sahada bursasporun bütün maçlarına gidiyoruz. texas isim yapmış, yaşatmak bize düşmüş. yaşıyoruz, yaşatıyoruz. o zamanlar bir abdül abimiz vardı. tribünlerin görüp görebileceği en fantastik kahramanlardan insanlardan biri. bütün tribüne jargonuna hakim, sevilen, sayılan, tam bir lider, gel dese öl dese peşinden 1000 kişinin öleceği bir insan. bir texas efsanesi. abdül abi kardeşiyle birlikte ankaraya üniversiteye gitmişti. ama tribüncülük kanına işlediği için orada da rahat durmadı, üniversitedeki çevresiyle birlikte başladı ankaragücü maçlarına gitmeye. ankaragücü tribünün kafa adamlarıyla tanışması böyle başladı. zaten delikanlılığı kendisinden önce gelen biri olduğu için orada da hemen sevildi, sayıldı. ankaragücü tribünüyle birlikte istanbul takımlarına karşı kavgalara da onlarla beraber girdi. bursalı olduğu kadar ankaralı oldu. çevresinde ki ankaragüçlülerde bursasporu onunla tanıdılar, sevdiler. sonra abdül abi üniversiteden mezun oldu ve asteğmen olarak mardin'e gitti. mardin'de şehit düştü abdül abi. haber bursa tribünlerine ulaştı. herkesin canı yandı. abdül abi ölmüş dediler. tam ertesinde bursa'nın sezon açılışı vardı, adını hatırlayamadım şimdi, yabancı bir takımlaydı. maçın başından önce sahanın içinde sarı lacivert formalı, atkılı bir grup göründü. texas tribünlerinin karşısına geçtiler ve ellerindeki pankartı açtılar, pankartta "abdül ölmedi kalbimizde yaşıyor" yazılıydı. ankaragücü tribününün önde gelen isimlerinin bu hareketi hafızalara kazındı"...


Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin