26 Temmuz 2010 Pazartesi

Dünya Basketbol Şampiyonası Yaklaşırken


ultras/Movement blogun basketbol üstadı Gürkan, Türkiye'de yapılacak olan Dünya Basketbol Şampiyonsı öncesi siftahı yaptı ve Türkiye'nin durumunu geçmişten alıp, günümüze getiren bir giriş yazısı hazırladı. Devamı da gelecektir elbet diyerek biz de yayınlıyoruz:

Japonya, 2006… O yıl düzenlenen şampiyonanın final maçında Turgay Demirel’in bayrağı devralmasının üzerinde neredeyse 4 sene geçti ve Şampiyona’ya bir ay gibi kısa bir süre kaldı. Her anlamda turnuvaya hazırız. Takımımız Bormio’da (yıllardan beri) hazırlıklarını sürdürüyor, salonlar tamamlandı, biletler satıldı. Fiba genel sekreteri Patrick BaumannSon yıllardaki en iyi turnuva” olarak tarihe geçebileceğini söyledi. Gerçekten organizasyon anlamında en iyisi olacağına yürekten inanıyorum. Bundan önce 2001’de Avrupa Şampiyonası’nda ev sahibiydik ve bütün imkansızlıklara rağmen çok iyi bir organizasyonla alnımızın akıyla turnuvayı tamamlamıştık Ulusal takımımızın Final oynaması da işin lezzet kısmıydı. Sonrasında 2005’de şampiyonlar ligi finali İstanbul’daydı. Olimpiyat Stadı ilk defa bizim için anlamlı oldu. (hele ki bir de hikayesi var ki o finalin) Ondan da alnımızın akıyla çıktık. Her ne kadar UEFA bize EURO 2016’yı vermese de yine en iyisini bizim yapabileceğimizi biliyoruz. Bizim asırlardan gelen müthiş bir misafirperverlik anlayışımız var, kültürümüz var ve bir duruşumuz var. Bunların hepsi bu şampiyonaya yansıyacak bundan adım gibi eminim. Biz eksiklerimizi bu farklılıklarımızla kapatıyoruz. Sonrasında herkes bizi Türk Lokumu olarak hatırlıyor.

Evet şampiyonaya bir ay kaldı. 2005’de(yanlış hatırlamıyorsam) bu turnuvanın bize verildiğini duyduğumda içim kıpır kıpır etmişti. Çünkü bu harika duygu bize 1 ay boyunca basketbolla yatıp kalkma, sokaklarda festival havası yaratma Amerika gibi bir takımı izleme ve basketbol severler için bol malzeme dolu hayatımız boyunca unutamayacağımız bir turnuva vaat ediyordu. Görülen geçmiş zamanla bitirdim çünkü şu ana kadar süreç öyle gelişmedi. Gerçi festival havası ve basketbolla yatıp kalkma devam edecek yanlış anlaşılmasın 2001’deki o muazzam başarının ardından 2002’de İndianapolis’deki Dünya Şampiyonasında, saçlarımızı sarıya boyatarak takım olduğumuzu düşündüğümüz bir dünya şampiyonası geçirdik ve dokuzunculukla yetindik. (Sağ olsun Machado bütün hayallerimizi yıkmıştı) 2003 de oyuncularımız yerine egoları sahadaydı hiç hatırlamak istemediğimiz görüntüler çıktı ve elimiz boş döndük ve 2004 Atina olimpiyatlarına da katılamadık. 2004’de milli takımın başına “Kurt Hoca Tanjevic” getirildi. Elimizde harika bir jenerasyon olmasına rağmen bir türlü başarı sağlayamıyorduk. Dedik ki Tanjevic gel bizi kurtar. Tanjevic’in kariyerine diyecek sözümüz yok ancak onu bu jenerasyonu kurtarıp, bir takım hüviyetine sokması istendi. Sonrası şu şekilde gelişti. Tanjevic’in ilk turnuvası olan 2005 Avrupa Şampiyonasında başında bulunduğu Ulusal takımımız 12. olarak turnuvayı tamamladı. Bu turnuva sonunda ilk fireler NBA’de oynayan yıldızlarımız Memo ve Hido 2006 Dünya şampiyonasında olmayacaklarını açıkladılar. Çünkü Tanjevic’le anlaşamamışlardı bir türlü. O kadar sistem arasında onları bir arada oynatacak sistemi bulamadık ne yazık ki. 2006 Dünya şampiyonasından adeta hiç beklentimiz yokken 6.’lıkla eve dönüyorduk Japonya’dan. Uzak doğunun havasından mı suyundan mıdır bilinmez Futbol milli takımımız da oradan üçüncülükle dönmüştü. Bu turnuva öncesinde “2010’un takımını yaratma” düşüncesi ileri atıldı. Bu bağlamda sezonun en iyi 3 oyuncusu Cüneyt, Ömer ve Hüseyin kadroya alınmayıp turnuva öncesi İzmir’de düzenlenen Ümitler Avrupa Şampiyonasında çok iyi bir turnuva geçiren ve Finalde Sırbistan’a kaybeden bu jenerasyonun oyuncuları kadroya dahil edildi. Bir değişim süreci yaşanacağını düşünüyorduk biz de ama tarihler 2007 yılını gösterdiğinde kazın ayağının öyle olmadığını gördük. 2007 de Memo ve Hido yine takımdaydı ama bir türlü istediklerimizi gerçekleştiremedik. Oynadığımız 6 maçta 1 galibiyet alarak turnuvayı tamamladık. Son maç sonrası Eurobasket’in resmi sitesinde Türkiye sayfasını açtığımızda, karşımıza çıkan “France Complete Turkey’s Misery” başlığı her şeyi anlatmaya yetiyordu. 2009 da ise yine pek bir beklentimiz yokken gruplarda olağanüstü bir performans gösterip 3 maçı da kazandık, ikinci turda İspanya'yı devirdik yeni grubumuzda ama 2. tur sonunda pilimiz bitti. Bir stratejimiz yoktu ve çeyrek finalde Yunanistan malubiyeti bizi dokuzunculuğa kadar itti. Harika başlayan turnuva adeta hüsranla sonuçlandı. Bu da bize “Turnuvaya nasıl başladığın değil nasıl bitirdiğin önemlidir” dersini bir kez daha almamıza neden oldu.

Buraya kadar bayağı sevimsiz ve sıkıcı bir yazı oldu farkındayım. Bir iyi turnuvanın ardından 2 tane kötü turnuva oynuyoruz genelde. Hep can sıkıcı şeylerden bahsettim ama bizdeki süreç İspanya’daki gibi gelişmiyor ki kardeşim. Bir sevinip 3 üzülüyoruz. Ardından olumsuzun ardından edebiyat yapma hakkını üstümüze vazife olarak görüyoruz. Geçenler de İbrahim Altınsay bir yazısında buna değinmişti. Yazısında “olumsuz üzerinden otorite sağlayacaksın ki herkes sende bir keramet var sansın” diyordu. Benim yazı da biraz böyle başladı. Şu ana kadar da anlatadurduk basketbolumuzun geçmişini. Evet bir çok turnuvada takım olmayı beceremedik son on yılda 2001 ve 2006’dan başka başarımız da yok. Hatta hiç hatırlamak istemediklerimiz turnuvalar mevcut. Hepsinin dışında beni en çok 2005’te verilen karar etkilemişti: “2010’un takımını yaratmak”… Bu uğurda önce bazı oyuncular küstürüldü milli takıma. Hamle doğruydu evet ama uygulama yanlıştı. Biz takımımızı gençleştirip 2010’a damga vurmayı düşünürken basketbolumuzu yaraladık. Kulübünde süre bulamayan oyuncuları milli takımda ilk beş oynatıp en kritik maçta 30 dakika sahada tuttuk. Fakat aynı oyuncuya aynı antrenör kulübünde tekrar havlu sallama ve maç koptuğunda oyuna sokma görevi verdi. Yaşıtları Euroleague finallerinde cirit atıp damga vururken ümit milli takımlarda yenildikleri rakipleri olan Türkler onları hayranlıkla izliyordu televizyonun karşısında. Halbuki 1 yaz önce ümit milli seviyede kök söktürüyordu izlediği oyuncuya. Kulüplerimizde de bir stratejimiz olmadı bu gençleri kazanmak için, Allah’ı var gençlerimizin de bu yolda hiç çabası olmadı. Amacını basketbolunu geliştirip bol antrenman yapmak çalışmak mücadele etmek yerine “en kolay yoldan nasıl Mercedes alırım” olarak belirledi. Aslında Ömer Onan 2006 Dünya Şampiyonası kadrosuna alınmaması üzerine sorulan bir soruya verdiği cevapla her şeyi özetlemişti. “Gençlerin önünü açmak diye bir anlayışı kabul etmiyorum. Genç oyuncu gerçekten iyiyse ve iyi çalışırsa önünü kendi açar”.

2006’da alınan o karar her şeye rağmen beni ve birçok basketbol severi kızdırsa da yapılması gereken radikal bir hamleydi. O zaman için günü kurtarmak istemeyen yöneticilerimiz ve antrenörümüz böyle bir karar almıştı. Kızsak da bir yandan destekledik çünkü gelecek bizim için her zaman önemli olmuştu ve bir ay önce İzmir’de yapılan Ümitler Avrupa Şampiyonasında oyuncularımız Final’de Sırbistan’a kaybetmiş ve oyunlarıyla göz doldurmuştu. Hatta göz doldurmanın da ötesinde birçok takımın iştahını kabartmıştı. Çünkü bu oyuncular bir potansiyeldi. Ancak yukarıda anlattığım gelişmeler ve faktörler bugüne bu şekilde gelmemizi sağladı. O gün beğenilmeyen Ömer Onan bugün takımımızın savunmasının omurgası adeta. Aynı radikal hamleyi yapan bizim gibi bir takım daha vardı. Evet finalde Ümitlerimizin yenildiği Sırplardı. Onlar da 2005’te çok kötü bir turnuva geçirmişlerdi ve değişime ihtiyaçları vardı. Değişimin ilk faturası 2007 de 13.lüktü onlar adına. Ancak 2009 da onları finalde gördük. 2006’da ümitler şampiyonasında oynayan Pekovic, Raduljica, Teodosic ve adını saymadığım birçok oyuncu bugün Avrupa’nın en iyi takımlarında çok değerli yıldızlar oldular. Biz ise Ersan dışında bir üretim yapamadık ki Ersan’ın özel bir oyuncu olduğunu unutmamalıyız. Bizim o kadrodan istikrar sağlayarak adını duyuran bir Oğuz Savaş bir de Ömer Aşık var ki Ömer o kadroda en süre alan 3. oyuncuydu(maç başına 10 dak. civarı).

Özetleyecek olursak, şu ya da bu şekilde ister ego deyin ister strateji yanlışlığı deyin istediğiniz şeyi söyleyin biz bir arpa boyu yol ilerleyemedik. Her iki taraftan da (oyuncu-yönetici) yeterli istek ve destek gelmedi. Yukarıda saydığım nedenlerden dolayı arabanın benzini yarı yolda bitti ve 2010 yolunda hayaller suya düştü. O mükemmel 12 Dev Adam şarkısı bir ara kabak tadı vermeye bile başlamıştı.“2010’a hazırlanmak” adı altında bir olimpiyatın dışında kaldık ve 2 Avrupa şampiyonasından boynu bükük ayrılmak faturaya yansıdı. Tüm bunların dışında “Bize ne kaldı” dersek, elimizde direk katılacağımız bir şampiyona ve değiştiremesek de dönüştürdüğümüz, bir önceki turnuvada çok iyi sinyaller veren, yardımlaşan, gücünü savunmadan alan, her topun değerini bilen, klasman maçlarına kadar bizi yerimize oturtmayan, şampiyona sonunda ders olarak gücünü ekonomik kullanmasını öğrenen, her takımı yenebilecek bir takımımız var şu an. Mehmet Okur’un olmamasına rağmen çok iyi bir aday kadro açıklandı. Mehmet çok istiyordu katılmayı ancak aşil tendonu izin vermedi. Belki bazı yorumcular ve basketbol severler Kaya’nın olmaması konusunda görüş belirteceklerdir. Kaya zaten 2007’de canlı yayında NTV mikrofonlarına “Maçın hangi anında, hangi beşle sahada olacağımız belli değil. Oturmuş bir düzenimiz yok” mealinde bir şeyler söylediği günden bu yana bu kadroda bulunmuyor. Az olan bulunma ihtimalini de BBL final serisindeki oyunu sonrası yitirdiğini düşünüyorum. Yoklardan bahsetmişken yokları varlarından daha çok olan bir turnuva olacak. Sakatlıktan, koç tercihinden, yatmayan sigortalardan, Nba takımlarından izin alamayan oyunculardan derken bayağı bir oyuncu havuzu oldu. Tabi en büyük hayal kırıklığı ABD idi bu konuda. Kobe Bryant, Dwight Howard, Miami’nin yeni üçlüsü (Wade, Bosh ve James) David Lee, Amare Stoudemire, Deron Williams, Chris Paul kadroda yoklar. Ayrıca Almanya’dan Dirk Nowitzki ve Dirk olmazsa gelmem diyen Chris Kaman, İspanya’da sezonu çok yoğun geçirdiğini ve yorulduğunu belirten ve İstanbul’da ülkesine yorumcu olarak katkı verecek Pau Gasol, Yunanistan’da koç Kazlauskas’ın hışmına uğrayan Avrupa’nın bana göre hala en iyi oyun kurucusu Papaloukas, Koç’la kavga eden Beno Udrih, sigortası ödenmeyen Kirilenko ve eşi Eva ile tatil planları yapan Tony Parker’ı izleyemeyeceğiz bu turnuvada. Şu an aklıma gelmeyen oyuncular da var mutlaka o yüzden kusuruma bakmayın. Biz basketbol severlerin en çok merak ettiği Amerika açısından hayal kırıklığı oldu yadsınamaz bir gerçek. Gelmeyen oyuncuların hiçbirinin dünya şampiyonluğu yok ve özellikle Kobe’nin bunu çok istediğini biliyorduk. Ama hepsi çamura yattı. Kobe de bu sabah diz ameliyatını oluvermiş. Amerikalılar ve gelmeyecek diğer yıldızlar basketbol sever olarak üzüntü verici belki ama bardağın dolu tarafından da bakmak lazım. Açıklanan Amerika kadrosuna nereden bakarsam bakayım Şampiyonluk adayı gibi gelmiyor bana. İspanya daha ağır basıyor bu yüzden. Ayrıca bizim hedefimiz olan madalya şansını da daha bir kuvvetlendiriyor bu ihtimaller. Her şeye rağmen ben 2009’dan ders çıkarmış bir takım ve kenar yönetim olduğunu düşünmek istiyorum. Ev sahibi avantajı, Hidayet’in geçtiğimiz sezonu kötü geçirmesi üzerine hem basketbol oynama isteği hem de Şampiyona öncesi istediği bir takıma takas olmasının getirdiği mental güç, Kerem Gönlüm’ü tekrar kazanmamız, Ersan’ın çok iyi durumda olması, iki Ömer’in savunmadaki arzusu ve diğer oyuncuların rollerini yerine getirmek için elinden geleni yapacak olmalarına şüphemizin olmamamsı bizi yine 12 dev adam şarkılarını söyletmeye ve madalya yolunda umutlu olmamıza yol açıyor. Burada noktayı koyalım ve uzatmayalım çünkü kadro yapısı, niteliği ve şampiyona yolu bir başka yazı konusu. Son söz olarak Athena’nın 12 Dev adam şarkısını, Kıraç’ın şampiyona için bestelediği şarkıya tercih ettiğimi belirteyim. Kalan bir ayın çabuk geçmesi dileğiyle, iyi tatiller.

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin