4 Temmuz 2010 Pazar

Paraguay:0-1:İspanya

Güney Amerikalılar büyük bir sükse yapıp çeyrek finale dört takımla kalınca "Acaba yarı finalde sadece Güney Amerika'lı takımlar izler miyiz?" sorusu pek çok futbolseverin kafasından geçmiştir. Brezilya favori, Arjantin Messi'li, Uruguay da tecrübesiz Gana ile oynarken, bu dörtlü içinde işi en zor olan Avrupa şampiyonu ile karşılaşacak olan Paraguay'du lakin bu gece şans biraz yanlarında olsa Arjantin ve Brezilya evine dönerken onlar ilk dördün içinde olacaklardı...

Şili'nin grup maçlarında İspanyollara yaptığı gibi, Paraguay teknik direktörü Martino da takımına rakip yarı alanda pres yapma emri vermişti maç öncesi ve oyuncular da bu taktiği öyle uyguladılar ki ilk 20 dakikada, kaleci Casillas'tan bile top çalacaklardı neredeyse. Tabii "deli danalar gibi koşarken" Şili'nin düştüğü tuzağa düşmüyorlar, Villar'ın önünde dört savunmacı sürekli sabit kalıyordu... Kendi yarı sahalarından itibaren baskı yiyen İspanyollar, top çevirerek Paraguay'ın üstüne gitmeye gayret gösteriyor ama orta sahayı geçtiklerinde karşılarında 5+4 futbolcudan oluşmuş iki katmanlı bir sete çarpıyorlardı... Gol atmasını beklediğimiz İspanyollar, rakiplerini açamazken, Paraguay takımı, Arjantinli hocasının taktik tahtasında maç öncesi anlattığı gibi golü de bir kontra atakla buluyor lakin turnuvaya damga vuran hakem hatalarından bir başkası da bu sefer Casillas lehine çalışıyor ve Güney Amerikalıların "buz" gibi golü geçersiz sayılıyordu...

İspanya'nın kalecisinden bahsetmişken, Casillas bir pozisyonda eliyle orta yuvarlağın ilerisine bir top yolladı ki, hemen aklıma bir zamanlar Galatasaray kalesini de koruyan Gintaras Stauce geldi. Litvanyalı kalecinin bırak elle top atmasını, ayakla yaptığı degajlar orta sahaya zor geliyordu...

İlk yarı başarıyla kalesini koruyan bir Paraguay ve onları pek zorlamayan bir İspanya seyrettikten sonra kalan 45 dakikada Del Bosque'nin oyuna müdahalesi sonrası daha heyecanlı bir maç izlemeyi bekliyorduk ki maçın hakemi Pique'nin Cardozo'yu ceza sahsında "yağlı güreşçi" misali çekmesine penaltı vererek bize büyük bir heyecanla izlenecek 4-5 dakikalık unutulmaz bir zaman dilimini de hazırlamış oluyordu. Paraguay, maç boyunca kullandığı ilk korner atışından penaltı kazanmışken, topun başına Cardozo geçiyordu, oysa bu ayak topunun yazılı olmayan bir kuralı der ki; "Hey hoca, penaltı yapılan oyuncuya attırma penaltıyı..." Arjantinli Gerardo Martino bu kuralı pek tabii ki biliyordu ama hurafelere inanmayınca, Cardozo'nun belki de hayatının bundan sonrasını cehenneme çevirecek bir vuruşu Casillas kurtarıyordu. Paraguay'lı futbolcu topa vurmadan ise ceza sahası içi İspanyol futbolcuların akınına uğrarken, hakem Carlos Batres bunu fark edemiyordu. Altın tepsiyle sunulan ikramı geri çevirmenin şakınlığındaki Paraguaylılar, ilk defa savunmayı eksik bırakıyorlar ve Alcaraz, gole giden Villa'yı yere indiriyordu. Bu defa ceza atışını kullananların rolü değişiyordu, cellat Alonso, idam mahkumu ise Villar'dı... Real Madrid'li topçu kaleci ters köşeye yatırıp sevinirken, hakem vuruştan evvel ceza sahasına giren oyuncuları bahane edip golü geçersiz sayıyordu. Tekrardan topu beyaz noktaya diken Xabi Alonso yine plase vuruyor ama bu sefer Paraguay'lı Villar doğru köşeye atlıyor, dönen topu kurtarmak için can havliyle de rakibinin ayağına "dalınca" hakem penaltı noktasını değil de korneri işaret ediyordu...

İki yanlış, iki kurtarış, iki kaçırış derken maç hala golsüz sürmekte ve Del Bosque'nin, Torres'i çıkarıp Fabregas'ı oyuna alıp saha içinde taktik değişiklik yapması ya da orta sahadan Alonso'yu eksiltip golcü Pedro ile forveti çeşitlemesi de işe yaramayınca, tecrübeli hoca turnuvadaki "en büyük! silahını" devreye sokmaya hazırlanıyordu... Marchena taç çizgisi kenarında oyuna girmeye hazırlanırken, Iniesta'nın Barcelona günlerini hatırlatır bir slalomla Paraguay ceza sahası önünde boş pozisyondaki Pedro'ya topu yuvarlması ve Jabulani'nin direkten dönip, Villa'nın vuruşunda bu sefer iki direğe de dokunup nazlana nazlana kale çizgisini geçmesiyle İspanyollar yarı finale cıkıyordu...
Maç sonu ise ülkesini yarı final sevinci yaşamaktan mahrum bıraktığını düşünüp, göz yaşlarına boğulan Cardozo'yu izlerken, Amerika 94'te kendi kalesine gol atan ve memlekete döndüğünde öldürülen Escobar gözümde canlanıyor, futbolun asla sadece futbol olmadığını bir kez daha hatırlarken, Claudio Morel'i yarın bizim spor basının hangi güzide kulübe yakıştıracağını da merak etmeden duramıyorum...

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin