5 Ocak 2008 Cumartesi

Futbolumuzun Tavanındaki En Güzel Avize



Altaki yazıda Hakan Dilek'ten alıntı yaptık, kaynak yazıyı da koyalım dedim... Taçsız Kral'ı bir kez daha anarız böylece...

Futbolumuzun Tavanındaki En Güzel Avize
Hakan Dilek

Eylül’dü hüzündü indimizde. Bir yaprak düşüp bir yan bakışın içimizin bayraklarını yarıya indirdiği aydı. Hazandı. Telefonlarımız susmamıştı o gün; ‘Metin Oktay’ı bir trafik kazasında...’ Gerisini duyamamıştık...

Dudağımızın kenarına bir kan çizgisi gibi oturmuştu ölüm haberi. Futbol sahasındaki ‘en güzel duruşların ustası’nı yitirmiştik. Çiçek Bar’daki anason duyarlığı gecenin gizine çekmeye başladığında etrafındakilere; “Beni bana bırakın! I Love You!” deyip ayrılırmış Kral. O gece Galatasaray Adası’ndan ayrılırken öyle yapmamış. Kimse görmeden çıkmış. Otomobiline atlamış, basmış gaz pedalına.


Boğaz Köprüsü’nün üzerinde bariyerlere çarpmış. Orada duruvermiş kalbi. Bu kadar. Oldu mu be usta? demişim telefonun öbür ucunda. Cemal Süreya; “Ensesiyle bile top alır. Baldırıyla, oyluğuyla, hatta bademciğiyle!” diye yazmıştı ustanın ustalığını anlatmak için. Böyle yürek burkan bir acıyı sevdalıları futbolu bıraktığında yaşamıştı. Zamanın en iyi futbol dergisi Fotospor kapağını Metin’in futbolu bırakışına ayırmış içeriden yine onu geçiyordu başlıklarında; ‘Futbolumuzun tavanındaki en güzel avize sönüyor!’ Kristal gecelerimizin ışığıydı o...

İzmirli Metin Galatasaraylı Kral
Galatasaray’la tanışması bir sürprize uzanır aslında. Önce Beşiktaş’ın kapısını çalan Metin Oktay olumsuz yanıt alınca Baba Gündüz’ün eliyle yeniden hayata döndürülmüştü. ‘Hemen!’ demişti Baba Gündüz ‘Hemen alalım bu çocuğu!’ Hasnun Galip Sokak’taki Galatasaray Klübü’nün önünde frenleyen Buick marka otomobilin içinden koyu renk kruvaze ceketli, ütüsüz bej pantolonlu ve etrafındakilerin ilgisinden yeni transfer olacağı izlenimi veren bir genç iniyordu. Yıllar sonra İslam Çupi’nin; ‘O zamanın Metin’i ile -İzmir’deki gençlik dönemlerinden söz ediyor usta- İstiklal Caddesi’nin şimdiki Metin’i arasında insanı mukayese çılgını yapacak bir uçurum vardı. Ama o rıhtımın kabuğuna çekilmiş delikanlısı sözünde durmuş ve bir zaman sonra Türkiye’nin en çok tanınınan beş adamının arasına girmeye muvaffak olmuştu!’

O delikanlının, İzmir’li suskun delikanlının İstanbul’a gelişi tribünler kadar basının ve dolayısıyla güzel kadınların da ilgisini çekmişti. Sahadaki duruşlarının en şık hallerinden birini gösteren fotoğrafının üzerinde başparmağıyla hafif bir yay çizerek anlatıyordu bir çizer arkadaşım; ‘Şundaki güzelliğe bak!’ O güzelliğin etrafına toplandı kadınlar. Efsaneleşen kimliği başındaki altın taç gibi dokunulmaz yapmıştı onu. İslam Çupi’nin dediği gibi ‘mukayase çılgınlığı’ yaşatacak denli farklılaşmıştı yaşantısı. Sosyete barlarında meraklılarıyla futbol sohbetleri! Yapıyordu; ‘Ne kadar güzel vuruyorsunuz?’ ‘Düşüp kalktıkça canınız acımıyor mu?’ gibi derin futbol sorularına maruz kalıyordu.

Önce İzmir’de bıraktığı ve gençlik/yoksulluk yıllarının güzel Oya’sının sızısını duyacaktı yüreğinde. Bir tek düşüncesi vardı; ‘Ya ben ya Galatasaray’ diyen Oya’sını da İstanbul’a gelmesi için ikna etmek. Oya bir ‘Oya gibi’ işlemişti içine. Kampta bulundukları bir gün resepsiyondan çağırıldı. Telefonda Oya’nın hasret dolu sesini duyunca ilk uçakla ‘uçarak’ İzmir’e gitti Metin Oktay. Oradan telefon açmayı da ihmal etmedi. Panik yapmamalarını, geleceğini söyledi telefonun ucundaki Turgan Ece’ye. Turgan Ece de takım arkadaşlarına bildirdi mesajı; ‘Merak etmeyin çocuklar Metin gelecekmiş. Traş olmaya gitmiş!’ Döndüğünde İzmirspor başkanının kolejli güzel kızından ayrılmıştı Metin.

Gece sefaları...
Yeditepe’nin bütün “gecegüzelleri” peşindeydi Metin’in. Hiç birini kıramadı Kral. Kral’dı, ‘centilmendi’... Dahası hepsiyle aşk yaşadı içlerinden geçen Aahhşk! nidalarına aldırmadan. Bu aşkların ilki 1950’li yılların sonlarında isim yapan sinema ve tiyatronun vamplarından Mualla Kaynak’tı. Kaynak, Şehir Tiyatroları’nda ünlenmiş önce sahnelere oradan da “Bir Aşk Hikayesi” adlı filmle beyazperdeye transfer olmuştu.

Devrin popüler magazini “Ayda Bir” dergisi ünlü vampı tanıtırken bir yandan da Metin’e olan hayranlığına dokunduruyordu; ‘Vücudunun güzelliğini tenasübünü her gün yaptığı spor hareketlerine medyun olduğunu söylemektedir. Deniz sporlarını ve bilhassa futbolu çok sevmektedir. Galatasaray’a fazla! Sempatisi olduğu söylenir!’ Kaynak’ın ‘Galatasaray tutkusu’ çiçek ömrü kadar kısa sürdü. Çünkü dayanılmaz bir güzelle karşılaşmıştı Kral; 1953 Türkiye Güzeli Yarışması üçüncüsü Ceylan Ece. O bir paşa kızıydı.

Yüzme, binicilik ve teniste şampiyonluklar almış bir sporcuydu ve Türkiye’nin en güzel üç kızından biriydi. Ece, ‘Ece’ gibiydi dahası. Sipahi Ocağı’nın bu güzel binicisine çılgınca vurulmuştu Kral. Bu kez başka bir güzel girdi gönlünün melodisine takılıp. Fıkır fıkır türküler söylüyordu Feriha Şen. Sahnelerin popüler ismi Kral’ı çemberine almakta gecikmedi. Geceler maçlardan sonra anason duyarlığına çekiyordu Metin’i.

Maria Maria Mariaaa...
Sırada ünlü şarkıcı Dario Moreno’nun Türkiye’ye hediyesi sayılan Maria Vincent vardı. Kral onun limanında doyumsuz zamanlar geçirdi bu kez. Ama bir gün sırra kadem bastı Vincent. Zaten o sıralar ortalıkta silah tacirleriyle düşüp kalktığı! rivayet ediliyordu. Arkasından bakakaldı Kral bu eski zaman efsanesinin. Teselli hemşehrisi Ayfer Feray’dan geldi. Kral ilk defa bir kadına sığınıyordu. Yaşadıkları ve aşklarının baş döndüren yorgunlyuğunu Feray’ın ‘işbilir’ kollarında giderdi bir süre.

Takvim 1962’leri gösteriyor. Metin henüz 26 yaşında. Ama biraz durulmak gerekiyordu. Eski aşkı Oya’sı düştü aklına. Kavgalarını unutup bir İzmir deplasmanında evlilik teklif etti. Kabul gördü ve evlendi. İlk evliliği İzmirli güzelin inadı yüzünden çabuk bitti. Kral İstanbul’a, Galatasaray’a aitti. Sığındığı limanları saymazsak.Tam da bunlar olurken Menderes dönemi sosyetesinin sansasyonel kadını Ayfer Tatari Metin’in sularında yüzmeye başlıyordu. Beyoğlu’ndaki Rebul Eczanesi’nin yanındaki apartman Tatariler’indi.

Ayfer Adanalı eşi Uğur Terzioğlu’ndan yeni boşanmıştı. Kral’la Ayfer’in gözlerinden yürüyordu beraberlikleri. Doludizgin bir aşk yaşadılar. Taa ki bir başka İzmirli güzel, Gönül Yazar aralarına girene kadar. Kral’ın aşkları sınır içinde ünlüydü henüz. İtalyanlar gollerine ‘hastaydılar!’ Palermo takımı transferi ‘bağladığında’ Metin Oktay-Ayfer Tatari aşkı da magazinin tozlu raflarına kalkıyordu.

İtalya, İstanbul ve Galatasaray özlemiyle geçti Kral’ın. Hayal kırıklıklarıyla dolu bir sezonun ardından Türkiye’de yarım bıraktığı tarihi yazmaya geri döndü ve fileleri yırtan golüyle futbolseverlerin gönlündeki hükümranlığını ilan etti. Bu sıralarda hayatının ilk ve tek filminde rol aldı; “Gol Kralı” Gündüz Kılıç, Turgay Şeren, Necmi Tanyolaç, Ajda Pekkan, Ayten Gökçer, Karıncaezmez Şevki rol arkadaşları oldular.

O filmden bir kare aklımda. Ayten Gökçer İzmir’deki yoksulluk günlerinin aşkı. Bir idman dönüşü köfte ekmek yiyeceklerini söylüyor Metin. Elindeki paketi açıyor ve; “Aa bak köfteler krampon olmuş. Demek ki biz bu köfteleri bu ayakkabılardan yiyeceğiz!’

Aynı filmin kötü kadınını oynayan Gönül Yazar’la senaryoda olanları ciddiye alıp gerçek yaşamlarına taşıdılar. Kral futbol yaşamının sonlarına geldiği hissettiğinde yaşamının da yorgunluklar yumağı olduğundan dem vurmaya başlamıştı. Kendi deyimiyle bu hayat onun değildi. Dahası başkalarının hayatlarını yaşamak ona göjre değildi. Bir evlilik hikayesi o ‘Servet’ini bulduğunda başlamıştı. Gönül Yazar aradan çekildi. Servet Oktay Kral’ın Oya Sarı’dan sonra en çok sevdiği ve bağlandığı kadın oldu.

Efsane oluşunun gerekçeleri çok yazıldı çizildi. Mahallenin En Şık ve En Kral Abisi’ydi Metin Oktay. ‘Sahadan atıldığı zaman kendisine küfür eden rakip tribünlerinin önüne gidip belinden eğilerek selam verişini, arkadaşlarının hakkını korumak için kendini siper edişini, fileleri şutuyla yırtışını izleyenler-ve o yırtık görünmesin diye gidip şemsiye takışını-, başını hafif yana düşürüp gidişini bilenler’ bilir.

Kral’ın ’9’ aşkı
Bir de dokuz aşkı vardı Metin’in. ‘Metin Gol Yap Metin’ şarkıları eşliğinde sürdürdüğü futbol yaşantısında hep ’9’ numarayı taşıdı parçalı sarı-kırmızılı formada. O zamanlar 10 numara için lüzumsuz kavgalar çıkarmıyordu futbolcular. Onun rüyalarını süslüyordu ’9’. Metin demek ’9’ numara demekti. Sadece o değil tabi. ‘Galatasaray’sız Fenerbahçe, Fenerbahçe’siz Galatasaray olamaz!’ deyişi var elbette. Lefter’siz Metin olmazdı, Metin’siz Lefter’in olamayacağı gibi. -Bir de Baba Hakkı vardı ki o olmadan ikisi de olamazdı- Hatta Cemal Süreya’nın deyişiyle; “Metin Oktay jimnastikçi, Lefter sanatçı. Metin’de destan, Lefter’de roman. Fenerlilerin Metin Oktay’ı, Galatasaraylıların Can’ı ve Lefter’i, ayrımsız bütün takım taraftarlarının Beşiktaşlı Yusuf Tunaoğlu’nu izlemeye gittiği yıllardı...

Eylül’dü hüzündü indimizde. Değil mi Yüksel Işık, o bilerek bıraktı bize başının yastıktaki çukurunu... 13 Eylül 1991’de yitirdik onu. Büyük usta; İnce bir kan çizgisi gibi oturdu yüzümüze gülümseyişin, “Beni bana bırakın! I Love You!’ deyişin. Yırtılan filelere astığın şemsiye orada duruyormuş hâlâ.

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin