30 Kasım 2011 Çarşamba

Somebody Loves You


Crystal Gayle
"Somebody Loves You"

It's been a long time since you went away
I stop to think of you most ev'ry day
With all my heart, I'm hopin' you're okay
Guess who loves you
Somebody loves you

I couldn't reach you by the U.S. Mail
You didn't leave a very easy trail
I've tried the telephone to no avail
Guess who loves you
Somebody loves you
I do

Na, na, na...
Someone loves you
Somebody loves you

Mind over matter is the game I play
I'll never reach you any other way
So I send you this one thought to you ev'ry day
Guess who loves you
Somebody loves you
I do

Na, na, na...
Someone loves you
Somebody loves you
I do

Na, na, na...
Someone loves you
Somebody loves you
I do

Efsanenin Kalbinde





Barcelona'nın en müthiş anlarını yaşadığı 2010-2011 sezonundan özel fotoğraflardan oluşan "Barca. In the Heart of the Legend" adlı kitap, Katalanca, İspanyolca ve İngilizce olarak yarından itibaren kitabevlerinde yerini alacak. Soyunma odalarından, deplasman yolculuklarından, kutlamalardan fotoğrafların yer aldığı kitap, Barçalı topçuların beğenisini toplarken, dünya çapında da büyük satış rakamlarına ulaşması bekleniyor. Satış ve para demişken, gelirin %10 da Barcelona'nın "Temiz Futbol Projesine" aktarılacak. "Eski Açık Sarı Desene" ile Galatasaray, bir sezonunu kaydettirmiş ve sinema filmi olarak sinema salonlarında yerini almıştı, gişe hasılatı ne oldu bilemiyorum lakin ben ve etrafımdakiler oldukça benemiş, DVD'si çıktığında da arşive katmıştık ama devamı gelmedi. "Paranın konuştuğu" futbol dünyasında umarım Barcelona'nın bu projesi tutar, kulup iyi paralar kazanır da bizimkiler de sezon sonları filimler ve kitaplar hazırlarlar... Bekliyoruz...

Potacast


Orkun Çolakoğlu ve Kaan Kural normal hayatta sıkça yaptıkları basketbol konuşma işini, kayıt altına almayı uygun görmüşler. İnternet aleminde "Podcast" adını verdiğimiz ses kayıt sistemi ile saklama modunu düşünmüşler. Bunu da bir adım daha geliştirip bir blog açtılar. İsmi başlıktan tahmin edeceğiniz gibi Potacast. Kayıtları burada yayınlıyorlar ve yayınlamaya da devam edecekler. Ne konuşuyorlar derseniz; Nba'den, EuroLeague'e, Beko Basketbol ligine varana kadar aklınıza gelebilecek, basketbolun içinde olan her şeyi. Bu leziz ve kaliteli sohbetler kaçırılmamalı. Sabri Abi'nin zamanında buna benzer bir Video düşüncesi vardı ama bir türlü bir araya gelemedik. En kısa zamanda yaparız inşallah.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Sadece Para Yetmez

Sadece para ve tesis yetmez,
taraftar ve tarih lazım...

CSKA Sofya taraftarının, bu gece oynadıkları Ludogorets maçında açtıkları pankart.

27 Kasım 2011 Pazar

Galatasaray:2-1:Sivasspor

Ortaokul yıllarım aklıma geldi dün gece. Türkçe dersinin üç sınavından biri Kompozisyondan yapılırdı. Öğretmen tahtaya bir atasözü ya da deyim yazar ve bizden bir beyaz kağıt dolusu bunu açıklamamızı beklerdi, tabii kurallar dahilinde: giriş-gelişme-sonuç. Bu bazen "ağaç yaşken eğilir", bazen "üzüm üzüme baka baka kararır", bazen de "bir çuval inciri berbat etmek" olurdu... Girişi yapardım da, gelişmede örnek bulmakta zorlanırdım, düşün düşün, kafayı kaşı, kalemi kemir, ilginç bir örnek bulamazdım sınıftaki diğer arkadaşlarımdan farklı...
Oysa Engin o yıllarda Galatasaray kadrosunda olsaymış, Engin Baytar'ı yazardım gelişme bölümünde, tam da hocanın istediği "orjinal" örnek olurdu konusu "bir çuval inciri berbat etmek" olan kompozisyon sınavına...
Çocukluk yıllarımızdan devam edelim, Türk yönetmenlerinin sevdiği konuydu pavyondan kızı kurtaran "köylü" delikanlısının hikayesi. "Teşbihte hata olmaz" derler ya, bizim Adanalı da Trabzon'da lakabı "kötü adama" çıkan Engin Baytar'ı, "kaderin" elinden kurtarıp, bir şans vermişti, çevresinin baskısına göğüs gererek. "Düzelecek, değişecek, ben ondaki yeteneğe inanıyorum" demişti Fatih Terim sene başında, "Bu adamı neden transfer ediyorsun?" diyenlere. Engin de hocasını haklı çıkarıyordu aslında göstermiş olduğu üstün performans, sahaya koyduğu mücadele ile. Forma giydiği maçlarda "dili çıkana, dalağı şişene kadar" koşuyor, taraftarın alkışını alıyor, hocanın beğenisini topluyordu. Dün gece de oyuna iyi başladı Engin, istekliliğini golle de taçlandırdı, penaltı asisti yaptı, oynattı arkadaşlarını. Baroş'un penaltı golü sonrası Çek golcüden de çok sevindi, kompleksi bıraktı ayakkabısını sildi arkadaşının. Toplamıştı "incirleri" ağaçtan sepete, bir tanesini bile düşürmeden, ezmeden, bozmadan doldurmuştu çuvala, taa ki son 10 dakikaya kadar. Zidane'ın Materazzi'ye attığı kafa sonrası ne hikayeler yazıldı, ne romanlar okundu ya, Engin'in o "kafası" için sadece "bir çuval inciri berbat etti" denilebilir dün gece... Sabri'nin siniri, Mustafa Sarp'ın formayı yırtması, Cana'nın Konya'da arkadaşını koruması sonrası gördüğü "kırmızı kartları" hiç yermem, aksine severim, bir anlamı vardır ama Engin'in dünkü kafası nedir? Bir ihanet ve aptallık... Kime ve neden? Başta kendisine, hocasına, taraftara... En formda olduğu dönemde iki hafta tribünde yer alacak olması...
Peki Engin giderken, ona "çıkışan" Elmander'e ne demeli? Çok mu gerekliydi rakibine basmak? Hem de son dakikada...
Oldukça gerekli bir dönemde alınan temiz bir üç puan rahatlatacakken Fatih hocayı, sakatların bolluğu yanında cezalıların da çokluğu yoracak önümüzdeki günlerde kendisini. Bir de yaklaşan derbi var tabii? Şimdi işin yoksa düşün? Bir maç mı iki maç mı ceza gelecek?...

Son haftalardaki performansı ile sözleşmeyi hak eden Semih için de bir kaç cümle etmeden sonlandırmayalım yazıyı. 60-65 dakika top oynamayan, son dakikalarda kıpırdayan Sivasspor'un maç sonu bahsettiği iki pozisyonda da adı geçiyor Semih Kaya'nın: Erman'ın golü ve Pedriel'in penaltı arzusu... Alt yapıda beraber oynadığı Murat Akça, takımla ilişiği kesip Sivasspor'da oynarken, Semih bir kaç kiralık gel gitten sonra Fatih Terim şansıyla kaldı takımda. Forma bulur muyum bulmaz mıyım derken, Gökhan Zan'ın sakatlığı ve Servet'in formsuzluğu sonrası "denendi" hoca tarafından ve de beğenildi, kaptı formayı. Sonra da malum, methiyeler düzüldü, gelecekte Galatasaray'ın efsanesi olacağı yazıldı, çizildi, takımdan yollayan hocaların "kulakları çınlatıldı". Kimse de sormadı, bugüne kadar neden hep kiralık yollandı diye? Semih ne çok iyidir, ne de çok kötüdür, Semih ne bir Vidic, ne bir Maldini olacaktır. Semih iki maç canını dişine takarak oynayacak, bir maçta "basitçe hata" yaparak puan kaybettirecektir takıma... Bu final maçı da olur, Avrupa kupası da... İşte o an sahip mi çıkılacak Semih'e, "günah keçisi mi" ilan edilecek? Kararı şimdiden vermek lazım, zira Semih dün geceki zamanlama hatalarını daha önce de yaptı, şimdi de yapıyor, ilerde de yapacaktır...
"Çuvaldaki incirler berbat oldu" ama Hakan Balta'nın geçen yılı unutturan performansı, Baros'un istekli oyunu ve "skor" yazarlarına"Bu mu Galatasaray'ı peşinden koşturan Arsenallı yıldız?" dedirten Eboue'nin cevabı da zararın karı olarak bir yere not edilmelidir...

Stat: Türk Telekom Arena
Hakemler: Bülent Yıldırım, Cem Satman, Erdinç Sezertam
Galatasaray: Muslera, Eboue, Semih Kaya, Ujfalusi, Hakan Balta, Kazım Kazım (Dk. 76 Sercan Yıldırım-Dk 84 Servet Çetin), Engin Baytar, Selçuk İnan, Riera, Elmander, Baros (Dk. 76 Ayhan Akman)
Sivasspor: Borjan, Uğur Kavuk, Navratil, Faty, Hayrettin Yerlikaya, Erman Kılıç, Kıvanç Karakaş (Dk. 64 Mehmet Nas), Kadir Bekmezci, Grosicki (Dk. 87 Kerim Zengin), Rasmussen (Dk. 64 Cerny), Pedriel
Goller: Dk. 45+1 Engin Baytar, Dk. 59 Baros (Penaltıdan)(Galatasaray), Dk. 71 Erman Kılıç (Sivasspor)
Kırmızı kartlar: Dk. 81 Engin Baytar, Dk. 89 Elmander (Galatasaray)
Sarı kartlar: Dk. 10 Kıvanç Karakaş, Dk. 58 Borjan, Dk. 90+2 Faty (Sivasspor), Dk. 40 Ujfalusi (Galatasaray)

Takke Düştü, Kel Göründü (mü?)


Dünün en sevimsiz haberi olarak sabah sabah son dakika kapsamında geçiyordu kanallar NBA'de Lokavtın bittiğini. Bundan 150 gün önce NBA'in internet sitesinden tutun da bütün NBA ile ilgili organizasyonlar durdurulmuştu. Eğer NBA takımları ile sözleşme yapmış bir oyuncu iseniz, salonlara turist sıfatıyla bile yaklaşamıyordunuz. Daha ilk günden Avrupa'da oynayabilir mi acaba bu oyuncular minvalindeki sorular türemiş, NBA radyosunda Hasan Mutlucan 'ın sesi duyulmaya başlamıştı bile. İlk etapta oyuncular birliği ile takım sahiplerinin anlaşmaları beklendi bu soruların cevap bulması için. Sonra milyar dolarların döndüğü bu piyasada 0.00001 'lik bir oranın bile ne kadar önemli olduğunu idrak ettik. Sonuç olarak anlaşamadılar. NBA oyuncularının Avrupa ve özelllikle Asya'da pazarlama stratejisi özelinde oynama istekleri ayyuka çıktı.İlk taşı atanın günahı olmazmış ya; İlk taşı atan hiç beklemediğimiz ama son yıllarda yıldız transferlerin odak noktası olan, ismini bu şekilde duyurup, reklamını bu şekilde yapan Beşiktaş oldu. Deron Williams'la görüşmelere başlandığı artık kabak tadı veren borsaya "bildirme başlığıyla" duyurulurken, kısa sürede anlaşmanın sağlandığı da yine aynı kanalla iletilmişti. Artık gözler Fiba'nın vereceği kararda idi. Çünkü bu tarz bir durumda Fiba'nın vereceği geçici lisans ile oyuncular diğer altı kıtaya yolculuk yapabileceklerdi. Fiba, bizleri fazla bekletmeden kararını açıkladı ve Dünyadaki en iyi 2-3 oyun kurucudan biri olarak kabul edilen Deron Williams, AHL pistine sorunsuz bir iniş yaptı. Hava alanındaki atmosferi anlatmama gerek yok sanırım.

Bu ilk örnekten sonra Avrupa ve Asya'daki bir çok takım, Lokavt bitene kadarki süreç için oyuncularla anlaşma yoluna gitti. Gasol kardeşler biraz daha bekleyelim modunda Barcelona ile antrenmanlara çıktılar, Dirk Nowitzki kesin olarak sezon iptal edilirse ve Almanya'da olmak şartıyla sezonu devam ettiririm dedi. Lebron James umrumda bile olmaz nasılsa başlar modundaydı, Garnett, Duncan, Pierce, Wade, C. Paul gibi bir çok iyi aile babası da, çocukları ve eşleri ile vakit geçirme olayını daha kaliteli hale getirmek için Lokavtı fırsat bildi. Bu arada Beşiktaş yine gündemi fazlasıyla meşgul etmeyi, ismini tüm Dünya'da duyurmayı başardı. Nasıl mı? Tabi ki Kobe Bryant ile.

Kobe başlıklı transfer görüşmeleri, bana ilk etapta bir pazarlama stratejisi olarak görünmüştü. Düşünsenize reklam için daha önemli bir figür bulunabilir mi? Aktif sporcular içinde Dünyadaki en iyi oyuncudan bahsediyoruz. İlk etapta menajeri ile görüşüldü, Deron'dan sonra Yıldırım Demirören bir kez daha Amerika'ya uçurdu özel uçağını. Kobe, yüksek fiyat isteyince anlaşma sağlanamadı ancak neredeyse 1 ay boyunca dünyada gündemi Beşiktaş ve Kobe sözcüklerinin bir arada geçtiği başlıklar süsledi. Bu süreçte oyuncular birliği ve takım sahipleri bilmem kaçıncı kez görüşüp "küstük, oynamıyoruz" modunda takılmaya devam etmişlerdi. Nba komisyoneri David Stern de sorunu önce izleme ve analiz etme taraftarı olan aile babası olma rolünü bırakıp soruna el atmış ancak kardeşler arasındaki bu sorunun çözümü gerçekleşmeyince "harçlıklarınızdan keserim" deyip ilk iki haftayı iptal etmişti. Oyuncuların reklam stratejisi nedeniyle tercih etmek istedikleri Çin ligi yönetimi "gidin kendi bahçenizde oynayın" tarzında bir yaklaşımla burayı geçici olarak kullanamazsınız deyip, yapılacak olan sözleşmelerin en az 1 sezonluk olması gerektiği yönünde karar alınca da, oyuncuların rotası tekrar Avrupa'ya çevrilmişti. Avrupa'da bir çok takım bu oyuncularla sözleşme imzalarken, imzalamayıp kadro yapısını bozmak istemeyen takımlar da çoğunluktaydı. Bu arada Amare Stoudemire ve Carmelo Anhony, boşluğu değerlendirip Susam Sokağına konuk olmuşlardı. İki hafta öncesinde NBA oyuncularını takımlarına katan kulüplerin yüzü daha fazla gülmeye başladı. Birlik ile takım sahipleri arasındaki son görüşme ipleri koparmış ve bu ipleriDavid Stern'in ellerine verip bağlaması istenmişti. Stern'de hiç bir adım atılmadığını, iplerin bağlanmasının imkansız olduğunu, son bir defa konuşulması gerektiğini belirtmişti. Bu son söylediklerinin gerçekliğine eminim Stern'ün kendisi bile inanmamış, can havli ile bu açıklamayı yapmıştı ve ardından da anlaşma sağlanmazsa sezonun tamamının iptal olacağını söylemişti.

Ta ki dün sabaha kadar. Son görüşmede ne yapıldı, nasıl anlaşıldı bilinmez ancak Hafta sonunu basketbol ve sporseverler açısından kararmasına yol açtıkları bir gerçek. Dün Sabri abi Lokavtın ilanı üzerine oyuncuların durumu üzerine hoş bir yazı kaleme almıştı. Olayın gerçekliği orada da anlatıldığı gibi ortada, açık ve net. Şimdi ilk söylenen söz için denilebilir ki "takımlar tercih etmeseydi kardeşim" olacaktır. Haklılık payı fazlasıyla var. Çünkü bir oyuncunun bile takım için fazlsıyla önemli bir konuma erişebileceği kadar hava teneffüs edilmişti bu süreçte. Gelen oyuncular tam şimdi bu takımın oyuncuları olmuşken bu karar çıktı ve bir çok takım da haliyle bundan fazlasıyla etkilenecek. Biz şimdi bizim ligdeki kulüpler adına bu etkilenme nasıl olacak kısaca onlara değinelim:

Bu süreçte en sağlıklı adımları atan takımlardan biriydi Galatasaray. Öncelikle suya sabuna dokunmadı Oktay Mahmuti ve ekibi. Kar topunun biraz büyümesini ve olayın olgu boyutuna erişmesini beklediler. Bu zaman zarfında Galatasaray, Avrupa Ligi'ne kalmayı garantiledi ve hemen arkasından sürecin olgunlaşmaya başlamasıyla en eksik olduğu bölgeye Zaza Pachulia'yı ekledi. Zaza geldiği ilk günden itibaren takıma önemli katkılar verdi. Arada 2 haftalık bir sakatlık süreci geçirse de son 3 maçta ciddi katkılar yapmıştı. Oktay Mahmuti'nin deyimiyle takımın düzenini bozmayan, sisteme katkıda bulunan bir oyuncu ve yıldız olarak her maç elinden geleni fazlasıyla ortaya koydu. Bizim önemli bir açığımızı kapatmıştı. Hatta Sertaç daha fazla süre bulması için Tofaş'a kiraya verilmişti. Şimdi geri çağırmışlar kendisini haliyle. Ancak şu su götürmez gerçeği unutmamak lazım ki Galatasaray'ın o bölgede Zaza kalitesinde olması imkansız olan ancak savunmada en azından sağlam durabilen, ribauntlara yardım eden bir oyuncuya ihtiyacı var. Bununla birlikte dediğimiz gibi Galatasaray takımının yola zaten bu eksikle yola çıktığı ve Oktay Mahmuti'nin Furkan ve Sertaç'a güvenip yola çıktık açıklamasıyla sezona başladığı bir gerçekti. Avrupa ligi ve olası top 16 düşünüldüğünde bir oyuncu eksikliği şimdiden mevcut durumda.

Fenerbahçe de bu süreçte bekleyip takım düzenini bozmama yolunda karar alan takımlardandı. Tabo Sefolosha'yı transfer etme nedenleri de Marko Tomas'ın uzun sürecek sakatlığı sonucu olmasıydı. Çünkü Oktay Mahmuti gibi Neven Spahija'da bu pazardan oyuncu almayı düşünmeyenler arasındaydı. Fenerbahçe oyun düzeni düşünüldüğünde biçilmiş kaftandı o bölgede İsviçre'li oyuncu. Ancak bu denli iyi katkı vereceği ve geldiği günden itibaren takımın en faydalı ve en skorer oyuncusu olacağını kimse tahmin etmemişti. Fenerbahçe'nin Avrupa ligindeki durumunun kritikliği düşünüldüğünde, kalan maçlar öncesinde önemli eksiklik olacak Sefolosha. Takım bu durumdan olumlu etkilenip kenetlenirse sorun olmayabilir. Lakin gelişecek süreç tam anlamıyla bir muammadan ibaret. Tüm bunlar düşünüldüğünde Fenerbahçe'nin de pek bir şey kaybetmediğinin ayan beyan ortada olduğunu söyleyebiliriz.

Lokavt deyince akla gelen takım Beşiktaş'a geçelim şimdi de. Ergin Ataman'a lokavtın olası erken bitme senaryoları üzerine sorulan soruya verdiği cevap: "herkes bana Lokavtın bitmesi durumunda ne yapacağımı soruyor. Ben de ya bitmez de sezon iptal edilirse diye cevap veriyorum. Sanırım rakiplerimiz bitmesi için dua edecek biz de bitmemesi için dua edeceğiz. Ancak ya bitmezse..." idi. Alınan ilk isim Deron Williams olunca olaya ayrı bir gözden bakıyor insan. İstanbul'da olsam bir Galatasaray'lı olarak her açına giderdim Beşiktaş'ın. Sonuçta dünya üzerindeki en iyi 2-3 oyun kurucudan biri olan adamdan söz ediyoruz. Deron'un popülaritesi profesyonelliği ile bir araya gelip, Ergin Ataman'ın son anda bir araya getirdiği oyuncularla birleşince( çünkü Deron geldiğinde takım denen şey Beşiktaş adıan ilk beş'ten ve alt yapı oyuncularından ibaretti) zamanla ortaya Deron'a endeksli, hızlı ve akıcı bir oyun oynayan, Geçiş oyunlarının(Transition) niteliğini açan ve özetleyen bir takım ortaya çıkmıştı. Beşiktaş'ı izlemek gerçekten büyük bir zevkti. Deron'un açık alanda yaptıkları, meziyetleri zaten Nba'den bildiğimiz özellikleri. Buna takım oyuncusu ve kazanan özelliğini de ekleyince daha başka bir takım olmuştu Beşiktaş. Geçtiğimiz haftalarda bir Telekom-Beşiktaş maçı izledik ki gözlerimiz yoruldu adeta hızdan. Savunma anlamında yerlerde olsalar da hücum anlamında tüm zenginlikler ortadaydı. Ancak rüya erken bitti ve yazının başlığında söylediğim gibi takke düştüğünde bence bir tek Beşiktaş'ın kel olduğu görüldü. (görülecek) Deron'dan sonra Semih Erden'i kadrosuna katan Beşiktaş kendisinden önemli ölçüde faydalanmışken elinin kırılmasıyla Lamar Odom'u transfer etmişti 2 gün öncesinde. Ancak Odom, daha uçak piste inmeden rotayı Los Angeles'a çevirmek zorunda kaldı. Şimdi Beşiktaş'da hem Semih hem de Deron kalitesinde 2 eksik var. Deron bu takımın hem kalbi hem de beyniydi. Kalp nakli yapabilmeniz bir ölçüde gerçekleşebilecek bir olay. Tıpta da kalp nakilleri başarılı bir şekilde gerçekleştirilebiliyor. Ancak beyin nakli imkansız bildiğiniz gibi. Beşiktaş özelinde düşündüğümüzde ise asıl sorun burada zaten. Şimdi takımı Dünya'daki en iyi oyunculardan birinin elinden almak zorunda kalıp Türkiye liginde bile vasat seviyede olan iki oyuncunun eline bırakacaksınız. Bu değişimi kolay kaldıramayacak Beşiktaş kesinlikle. Ayrıca Semih'in pota altındaki caydırıcılığı ve katkısını sağalayabilecek başka bir uzun da yok piyasada. Takımın uzun rotasyonunun geçirgenliği düşünüldüğünde daha da bir kriz boyutunda bu nokta. Bunlar ciddi kan kayıpları. Ruh ve kalp olarak kendini yerden yere atan Kemp daha fazla ön plana çıkacaktır ancak takım olgusunun fazlasıyla zara göreceği de olası senaryolar içinde. Ergin Ataman, şampiyonluk parolamızda bir sapma yok dese de Beşiktaş, takımındaki en önemli 2 parçayı kaybedip Şampiyonluk adayı takımdan Playoff adayı takım boyutuna geçiş yapmış oldu. Boşlukları doldurulması zor olan iki oyuncudan bahsediyoruz.

Kadrosunu ve teknik ekibini yenileme yoluna giden ve yıllar sonra bu yeni yapılanmayla ilk defa Avrupa ligi için iddialı konuma gelen Anadolu Efes de Nba takımları ile sözleşmesi bulunan oyuncuları almayı tercih etmişti. Ersan'ın meziyetleri, kalitesi ortada. Lakin Efes'e gelince bambaşka bir oyuncu olmuştu Ersan ve belki de uzun yıllardır bu kadar verimli oynamıyordu. Ersan'ın gelmesiyle de Avrupa'nın en yetkin uzun rotasyonu portföyüne sahip takımı olma ünvanını da ele geçirmişti Efes. Ersan, Milwakue'ye dönemek istemiyor. Hatta sözleşmesi gereği ödemesi gereken tazminatı ödeme yolunda anlaşma yapmak için Amerika'ya gidecek en kısa zamanda. Eğer takımı çok yüksek fiyatta bir tazminatta diretmezse Ersan, Efes'de kalıcı olacak. Ya da takasını isteyip Milwakuee'den ayrılacak. Ersan'ın formu ve Efes'e katkısı düşünüldüğünde 4'lü finalin adaylarından biri olduğunu dile getiren bir ekip için önemli bir eksiklik olacaktır. Ufuk Sarıca'nın da sisteminde önemli bir parça olduğunu biliyoruz. Ersan'ın dönebilme ihtimali nedir bilinmez. Bilinen tek şey Efes'in de olumsuz bir durumda, kan kaybedeceği.

Telekom bildiğiniz gibi garip bir takım. Bir sene harika bir takım kuruyor, koçla oyuncular sorun yaşıyor sezon güme gidiyor. bir sene kurum küçülme kararı alıyor hedef play-off oluyor. Bir sene Şampiyonluğa oynayıp sonraki sene lige zor tutunuyorlar. Bu sene de öyle oyuncular aldılar ki yine ip üstünde yürüyen jonglör görevi görüyordu Timuçin Meriç. Jasaitis, Kambala, Darius Washington, Michael Wright(nam-ı diğer Ali Karadeniz), Nedim Yücel, Bekir Yarangüme ve son olarak Mehmet Okur geldi takıma. Bu harçtan düzgün bir yapı ortaya çıkardı Timuçin Meriç ve binanın ince işleri kısmında Memo önemli bir figürdü. Memo'nun eksikliğini savunam anlamında pek hissetmeyeceklerdir. Ancak hücum, takım kimyası, tecrübe gibi konularda pek meziyetli bir isimdi Mehmet Okur. Sadece ligde mücadele eden bir takım için eksiklği ilk etapta hissedilmeyebilir ancak Nisan ayı geldiğinde Memo'ya kartpostal yollama girişiminde bulunmaları fazlasıyla söz konusu. Memo'nun Ankara'yı tercih etmesi bir çok açıdan alkışa değer. İnşallah ilerleyen zamanlarda da kendisini ligimizde izleriz.

Yukarıda ismini zikrettiğimiğiz isimlerin meziyetleri, karakterleri, bu kısa süre zarfında ortaya koydukları alkışlanacak boyutta. ligimize gelip ayrılmak zorunda kalanlar gerçekten örnek profesyoneller. (Semih şüpheli tabi bu durumda)Tüm takımların ve Antrenörlerin ne kadar titiz davrandıkları ve oyuncu tercihleri ile takımlarına ne ölçüde fayda sağladıkları da açık bir şekilde bu süreçte karşımıza çıktı. Artık onlarla vedalaşma ve takkeyi önüne alıp düşünme zamanıdır. Bu süreci kimin daha akıllı bir şekilde yönettiğini ise zaman gösterecek. Biz Galatasaray taraftarları olarak Zaza Pachulia'ya şükranlarımızı sunalım ve 13 numaralı parçalı formasının, yerinin her zaman baki olduğu, burada bir takımı olduğunu ve kariyerinin ilerleyen bölümünde yerinin hazır bulunduğunu hatırlatarak kendisini uğurlayalım.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Lokavt Biterken


Beşiktaş Milangaz yönetimi ve taraftarı büyük bir heyecan ve ümitle Los Angeles Lakers'tan Lamar Odom'un İstanbul'a gelmesini beklerken, Amerika'dan gelen lokavtın sona erdiği haberiyle adeta yıkıldı. Bu sene başında Deron Williams ve Semih Erden'i NBA'den getirip, "çıtayı yukarılara" koyan Ergin Ataman şimdi kara kara ne yapacağını düşünürken, Galatasaray, Fenerbahçe, Efes, Telekom coach"ları da hesapları yeniden yapmak zorunda kalacaklar. Amerika'da lokavtın başlamasıyla kimler gelmişti, kimler gidecek bir bakalım kısaca:

Galatasaray:
NBA sezonun bitmesiyle Phidelphia 76'la sözleşmesi de sona eren Litvanyalı Darius Songalia, serbest kalmış ve Galatasaray ile 1 yıllık sözleşme imzalamıştı. Takımın Euroleague'e kalması sonrası da pota altını güçlendirmek adına Atlanta'dan Zaza lokav bitene kadar takıma kazandırılmıştı. Lokavt bittiğine göre ne olacak?
Songalia kalacak, Zaza gidecek...

Beşiktaş:
Sene başında New Jersey Nets'ten 5 milyon dolar karşılığında "lokavt bittiğinde NBA'e dönecek" maddesi konularak Beşiktaş'la bir yıllık sözleşme imzalayan Deron Williams, 10-15 gun sonra Amerika'daki potaları sarsmaya devam ederken, Clevelend'tan gelen Semih Erden de sakatlık sürecini ve sonrasını Amerika'da geçirecek.


Fenerbahçe:
Lokavt bittiğinde yarı yolda kalmamak adına NBA'den oyuncu getirmeye soğuk bakan Fenerbahçe, sezon başında Galatasaray'a Cumhurbaşkanlığı kupasında kaybedip, Avrupa'da da istediği sonuçları alamayınca Oklahoma City'den Thabo Sefalosha'yı katmıştı kadrosuna. Sefalosha oynadığı oyunla takıma güç katıp, taraftarın da sevgilisi olmaya doğru giderken, bugün Amerika'dan gelen haberle o da bavullarını toplamak durumunda kaldı...

Türk Telekom:
İstanbullular, takımlarını NBA'den "batan geminin malları" misali güçlendirirken, Ankaralı Telekom da Mehmet Okur'u getirmişti başkente. Memo, daha memleket özlemi gidermeden, o da dönmek zorunda kalacak Utah'a...

Anadolu Efes:
Geçen sene kötü bir sezon geçiren Efes Pilsen, Anadolu ismini aldıktan sonra kadroyu da güçlendirmek adına Sasha Vujacic ve Ersan İlyasova'yı getirmişti Merter tesislerine. Bugün gelen haber sonrası onların taraftarı da kim gidecek, kim kalacak telaşına kapıldı. Sasha, New Jersey Nets ile olan sözleşmesi bittiği için Efes'le 1 yıllık sözleşme yapmıştı ve geri dönmesi söz konusu değil. Öte yandan Ersan, "lokavt bittiğinde geri döner" maddesi koydurarak sözleşmesine Efes'le bir senelik anlaşma imzalamıştı ve dönmesi gerekiyor ama Ersan "tazminatı" verip Milwaukee Bucks ile sözleşmeyi feshedip İstanbul'da kalmak istiyor.

Maskeliler

İki eski takım arkadaşı Cech ve Ballack maç öncesi birbirlerine başarı dilemek için yan yana gelince, böyle de ilginç bir görüntü ortaya çıkmış...

Hiddink Gelirse Giderim

"Ben kendi problemlerimi kendi ekibimle ve kendi seçtiğim futbolcularla çözerim ve kariyerim boyunca da bu hep böyle olmuştur. Eğer daha tecrübeli diye başımıza Hiddink gelirse çeker giderim"
Yukarıdaki sözler Chelsea'nin hocası Andre Villas-Boas'a ait. Yeni Mourinho olacağı beklentisiyle Chelsea'nin başına getirilen ama takımı Premier Ligde 12 maçta topladığı 22 puanla lider Manchester City'nin 12 puan gerisinde kalan Boas ilk defa bırakma sinyalleri verdi. Chelsea'yi olduğum olası sevmem, bu belki "paranın gücünü temsil etmelerinden", belki kırmızı-mavi rekabetinde mavi renkli tarafta olmalarındandır ve sürekli başarısız olmalarını istemişimdir ama ilk defa kazanmalarını istiyorum Andre Villas-Boas'tan "ötürü"... Bir gün Fatih Terim bırakırsa, AVB yazmasını isterim Galatasaray teknik direktörünün kartvizitinde...

25 Kasım 2011 Cuma

Twitter da Neymiş?


"Twitter'ı hiç duymadım. Facebook hesabım da yok. Genç oyuncular her gün idman yapıp, futbol yeteneklerini nasıl geliştirmeleri gerektiğini düşünmeliler. Böyle saçmalıklarla vakit öldürmemeliler."

Hristo Stoichkov
Efsane Bulgar oyuncu
Sosyal alemi eleştirirken

21 Kasım 2011 Pazartesi

Iniesta'yı Özlemek


Barcelona'lı Victor Valdez, deplasman yolculuklarında koltuk arkadaşı Iniesta'yı özleyince böyle de bir çözüm bulmuş...

Kadınlar'dan Taraftara Çağrı


Şunu itiraf etmek gerekir ki Kadın takımına gerekli desteği bu sene vermiyoruz. Hem biz sosyal medya yazarları hem de taraftalar vermiyor. Cumhurbaşkanlığı Kupası'ndan sonra oynanan her maç 150-200 kişiye oynandı. Halbuki takım inanılmaz kaliteli ve formda. Ligde ve Avrupa'da daha yenilgi yüzü görmedi. Daha da önemlisi Kadınlar Avrupa Liginin önemli şampiyonluk adaylarından biriyiz. Taurasi yıllarıdır bu kadar formda olduğu bir yıl geçirmedi. Takım belki de hiç bu kadar iyi bir hüviyette karşımıza çıkmadı. Hatta Fowles hala oynayamıyor skatlığı sebebiyle. Onun da dönmesiyle daha da güç kazanacak takımımız, bizlere bir çağrıda bulundu. Neden bu maç için diye soracak olursanız: Rakip Ros Casares işlerin yolunda gitmesi durumunda belki de İstanbul'daki finalde rakibimiz olacak. Bir anlamda Avrupa ligi final maçının provası olacak bu maç. İşte bu noktada takımın desteğe ihtiyacı var. Takımın ivmesini daha da artırması ve mesaj verme açısından son derece önemli bir mücadele olacak. Bu boktada taraftara çok iş düşüyor. Salonu kadınlar içn de doldurma zamanıdır. Çağrının detaylarını da yayınlayarak yazıyı bitirelim.


TARAFTARA ÇAĞRI

23 Kasım Çarşamba günü saat 20.00'de Abdi İpekçi Spor Salonu'nda İspanya'nın Ros Casares takımıyla karşı karşıya gelecek.

Gruptaki ilk altı maçını kazanan ve lider olan takımımız, beş galibiyet ile ikinci sırada yer alan Ros Casares ile bir anlamda liderliğini koruma maçına çıkacak.

Galatasaray Medical Park, bu sezon oynadığı 12 resmi maçın tamamını kazanma başarısı gösterdi. Takımımız 17 Eylül'den bu yana oynadığı 18 maçın hiçbirinde yenilgi yüzü görmedi. TKBL'de beş maç sonunda yenilgisiz lider olan Ceyhun Yıldızoğlu'nun takımı, 16 Ekim'de ezeli rakibi Fenerbahçe'yi Ankara'da yenip 8. Cumhurbaşkanlığı Kupası'na uzanmış ve bu kupayı en çok kazanan takım unvanını elde etmişti. Takımımız ayrıca İstanbul'da düzenlenen Uluslararası GSStore Cup organizasyonunu da birincilikle bitirdi.

Antrenörümüz Ceyhun Yıldızoğlu taraftarlarımızı bu kritik maça davet edip "Bu seneki en önemli maçımıza çıkıyoruz. Karşımızda son derece donanımlı bir takım var. En iyi basketbolumuzu, hem hücumda, hem savunmada oynamak zorunda olduğumuz bir maç, seyircimizin oluşturacağı ortamda gerçekleştirebiliriz diye düşünüyorum. Dolayısıyıla bu maçı seyircimizle, onların sinerjisiyle kazanmak istiyoruz. Önceki maçlarda bizi desteklediler, yine onları yanımızda görmek arzusundayız. Alba Torrens sakatlığı sebebiyle oynayamayacak ama gruptaki liderliğimizi ve yenilgisizliğimizi devam ettirmek için sahaya çıkacağız. Tüm taraftarlarımızı bu karşılaşmaya bekliyoruz" şeklinde konuştu.

Takım kaptanı Işıl Alben de "Biz bu sene hem TKBL'ye hem de Euroleague organizasyonuna çok iyi bir başlangıç yaptık. Kuralar çekildiğinde zorlu bir grup olduğu konusunda bizler ve kamuoyu aynı düşünceyi paylaştık. Çarşamba günü de Euroleague'in en iddialı kadrolarından biriyle karşı karşıya geleceğiz. Bildiğiniz gibi haftasonu da ligde Fenerbahçe maçı var. Bu maç öncesinde iyi bir oyunla galibiyete ve morale ihtiyacımız olacak. Umuyoruz ki taraftarımız Erkek Takımı maçlarında yaratılan güzel atmosferi Çarşamba günü Ros Casares maçında da sergileyecekler" dedi.

Oyuncumuz Bahar Çağlar da karşılaşmayla ilgili olarak "12 maçlık galibiyet serisini sürdürmek amacıyla Ros Casares'i ağırlayacağız. Grubun ve organizasyonun en heyecan verici takımlardan biri ve ikinci sırada yer alıyor rakibimiz, psikolojik üstünlüğümüzü sonraki turlara taşımak için liderliğimizi korumalıyız. Alba'nın yokluğunda daha çok mücadele etmemiz ve yokluğunu hissettirmememiz gerekiyor. Taraftarlarımızın da bu önemli maça gelip bizlere destek vereceklerine inanıyorum" diyerek taraftarlara çağrıda bulundu.

Ofanziva








CSKA Sofya'nın Ofanziva taraftar grubunun Litex Lovech maçındaki sopalı pankartları ve meşale gösterisi...

Barcelona ve Tofaş Maçları Üzerine


Önce, Perşembe günü oynanan harika Barcelona maçı; sonra lige dönüş ve Tofaş deplasmanı. Babamın Tofaş maçını izlerken ağızından dökülen "bizim uefa takımı gibi oldular. perşembe-pazar oynuyorlar, helal olsun, bu tempoda kolay değil" sözleri o kadar yerinde ki... Uzun bir süredir haftada 3 maç çıkaran takımına, bu denli destek çıkan taraftara öncelikle teşekkürleri yollamak lazım. Perşembe günü İpekçi tribünlerinde resmi 11.300, gayri resmi 13.000 civarında sarı krımızılı takımını, parçalısıyla desteklemeye gelen tarafatr vardı. Maç öncesinde sopalı - bayraklı şovu ile ön plana çıktı önce taraftar. Sonra da maç içindeki inanılmaz desteğiyle. 11.300 seyirci Galatasaray takımı için gerçekten tarifi zor bir görüntünün en güzel yansıması. Avrupa liginin kurmay kadrosu, artık neden Galatasaray'ı bu lige almaları gerektiğine karar vermiştir. Sezon başından beri bu sayfalarda Avrupa Ligini en renkli takımı olacağımızı dile getirdik. Bunun en bariz yansıması Sabri Abi'nin paylaştığı yazıdaki Navarro'nun sözleri. Navarro'yu öyle kolay kolay konuşturamazsınız. Atmosferden fazlasıyla etkilenmiş olduğu aşikar ancak "böylesini görmedim" sözleri, bir gurur Galatasaray taraftarı için. Öyle dedi ama maç öncesinde ısınırken 14/15 3'lük atmayı da ihmal etmemiş.

11.300 seyirci Avrupa Liginde bu sezon oynanan maçlardaki seyirci sıralaamsında 3. sırada bulunuyor. Bunda İpekçi'nin kapasitesinin o kadar olmasının payı büyük. Belki de daha fazla olabilirdi. Fakat biz salonumuzdan son derece memnunuz. gelen seyircini 2 katı hava yarattığı ortada. Ayrıca bu sezon %100 doluluk oranıyla oynanan ilk Avrupa ligi maçı olması da bir başka veri. Tüm bunlar Galatasaray basketbol takımının değerini artıran unsurlar. Eğer bu yolda tepeye oynamak istiyorsak bunları alışkanlık haline getirmeliyiz. Oktay hoca'nın deyimiyle: "takımın bu mağlubiyeti, şerefli mağlubiyetler arasında görülse ve ayakta alkışlanan bir takımımız olsa da bu mağlubiyetlerle övünen bir takım olmamalıyız." Galatasaray'ın kimliği ve karakteri bu. Takımın ve tarafatrın bu tarz yenilgileri kabullenmediği günlerin gelmesi gerçekten çok yakın ve o günler geldiğinde biz bir tarihin yayılmasına tanıklık ettiğimiz için kendimizi şanslı görme hissiyatına erişeceğiz.

Pazar'ın gelişi Perşembe'den belliydi tabiki. Takım doğru düzgün dinlenmeden Bursa yolculuğunun çalışmalrına başlamalıydı. Tofaş, ligin genç ve mücadeleci ekiplerin. En son Sertaç'ı oraya göndermiştik tecrübe kazanması için. Sertaç da ciddi süreler buldu Nihat iziç'ten bu süre zarfında. Onlar da bu genç kadro ile mücadeleci olmayı taraftarın baskısı(o tribünlerin havasını fazlasıyla solumuş biri olarak)ve evlerinde geçit vermeme anlayışıyla sahadaki yerini almışlardı. Galatasaray savunmayı daha maçın başında baskılı tutup ilk periyodun sonunda farkı 15'e çıkardı. Hem maça hem de skora rakibini bir daha ortak etmedi. Galatasaray'da 12 oyuncu da süre aldı ve özellikle Oktay Hoca'nın Barcelona maçında süre alan oyuncularını aktif dinlendirdiğine tanık olduk. Barca maçındaki anlayışın daha maçın başında olduğunu görmek ayrıca mutlu etti bizleri. Çünkü bu tarz maçalrdan sonra rehavetin sık görüldüğü maçlara tanık oluruz. Neyse ki takım artık belirli bir noktaya kendini sabitledi ve o seviyeden aşağı inmiyor. Tofaş maçı, önemi bir hayli yüksek olan Perşembe günkü Prokom maçı öncesi bir rahatlama maçı oldu. Tofaş etkili bir takım ve ligde bir çok takımı yenebilcek seviyede. Bir parantez de Tofaş'ın genç oyuncusu Kenan Sipahi'ye açalım: Bursa'daki öğrencilik yıllarımda Nilüfer Belediye takımında çalışırken çok defa bize karşı izleme olanağı bulmuştum kendisini. Ayrıca Tofaş tesislerine sık gittiğimiz için antrenmanlardaki performansına da şahit oldum. Daha 13-14 yaşındayken 30 sayı civarı ortalamalarla yıkıp geçerdi bizi. Onun bu sıçrayışını ve yükselişini görmek benim adıma ayrı bir keyif. Kim bilir belki bir gün onun da Furkan gibi yolu Florya'ya düşer.

Harry Baba


Bizden uzak memlekette çocuklarıyla huzur içinde...
Yakışır...
Ama özledik be...


Beşiktaş:0-0:Galatasaray


Beşiktaş derbisinde, gerçeği söylemek gerekirse pek de "kalbimin çarpma ritmi" değişmiyor, maç günü sabah tarif edilmez bir heyecanla uyanmıyorum, gün içi saniyeler saat ağırlığı ile geçmiyor, zaten Federasyon yetkilileri ve Kulüp temsilcileri sağ olsun o heyecanı azaltmak adına elinden geleni de yapıyor (Bkz. Deplasman yasağı). Hal böyle olunca maçın havasını yakalamak için bloga eski maçlardan "anlar" da taşısak, televizyon karşısında saatler evvel "çilingir sofrası" da kursak, sıradan bir maçtan öteye gidemedi Beşiktaş deplasmanı bu gece. Bu yavanlığa arttıran da beklenilen gollerin gelmemesi, derbinin "alamet-i farikası" kırmızı kartın olmaması ve hepsinden önemlisi karşılıklı seyirci "atışmalarını" duyamamış olmamdır. Öyle ya da böyle İnönü'de 11. hafta karşılaşması yapıldı ve ligin tepesinde kalıcı olup ( Federasyonun Play-Off saçmalığı sonrası"şampiyonluk" diyorum ne kadar acı) play-off bileti kapmak isteyen iki takım da birbirlerini incitmeden sahadan ayrıldılar.
Maça "sağlamcı" başlayıp, orta sahada kaybetmek istemeyen Fatih Terim, Selçuk, Ayhan ve Melo ile sahne alırken İnönü deplasmanında, "evdeki hesap çarşıda şaşınca" 90. dakikada hakem son düdüğü çaldığında elde tek Selçuk kalmıştı "zor işleri" yapacak. Milli maç aralığının getirdiği gevşeme mi desek, Beşiktaş taraftarıyla arasındaki süregelen sıkıntı mı desek, Ayhan, son haftaların aksine verimsiz bir 45 dakika geçirince, Beşiktaş'ın eline geçen orta sahayı Fatih hoca Sabri'nin inadı ve çalışkan karakteri ile tekrar ele geçirmeyi planlasa da "sakatlık belası" bir çizik atıvermişti "taktik tahtasına". Bunlar yetmezmiş gibi hakem Melo'ya daha 16. dakikada sarı kart gösterince, "pitbullun" ısırganlığı bitti ve iyice yumuşadı Galatasaray'ın "karnı". Bu durumda ev sahibi topa daha çok hükmetti, ortadan başlayan sağlı sollu ataklarla geldi ama Muslera'yı geçemedi, tabela değişmedi...
Uruguay'lı kaleci Başkan Aysal'ın "Dünyaca tanınmış bir kaleci alacağız" vaadi sonrası transfer edilince, kendisinden beklentiler de büyük olmuştu doğal olarak. Bir de "çuval yükü" ile para verilince, kaleye kilit vurması beklenmişti Muslera'dan ama sezon başı maçları pek de öyle olmamış, yediği gollerin yanında, hanesine bir de kırımızı kart yazdırmıştı. Büyük turnuvaların başarılı oyuncuları, liglere dönünce 1-2 ay bir "rahatlama" sendromu yaşarlar, Muslera da bu "hastalıktan müzdaripti" geçtiğimiz aylarda, bir de kaleci önünde oynayanların dilini-karakterini-futbol stilini en iyi bilen oyuncu olmalıdır, bu süreci de yavaş yavaş atlatıyor Uruguaylı. Bu gece Galatasaray adına 5 yıldızlık bir performans sergilerken, önünde oynayan "çaylak" Semih ile "tecrübeli" Ujfalusi'ye de güven verdi duruşuyla. Muslera kurtarışlarıyla 1 puanı kurtarırken, ilk derbisine çıkan Semih de yerinde müdahaleleriyle hocasını verdiği karardan dolayı pişman etmedi. Florya havasını solumuş, Galatasaraylılığı bilen topçuların sahada olması taraftara büyük haz verir, Semih'i de yıllarca "parçalı" ile görmek istiyoruz ama bu yolda kendisine çok iş düşüyor. Fatih Terim gibi forma dağıtırken "adalete" önem veren bir hocanın yanında çalışmaktan usanmayacak Semih, toplu idman dışında, bireysel antrenman da yaparak eksiklerini giderecek zira spor yazarlarının çok sevdiği o deyimi kullanacak olursak hala "fandımentıl" eksikliği var.
Ev sahibi gol için Muslera'ya takılırken, Galatasaray ise ilk yarıda Ayhan ve Kazım, ikinci yarıda da Hakan Balta ile skoru değiştirecek pozisyon buldu ama bunlarda da "bireysel beceri" eksikliği ön plana çıktı. Özellikle Hakan'ın Melo'nun ara pasıyla Cenk'le karşı karşıya kaldığı pozisyonda, biraz cesaret, biraz da yetenek, gol sevinci yaşatabilirdi İnönü'deki konuk takıma. Selçuk'un serbest vuruş plasesi ise pastanın kreması niteliğinde olacaktı ama ...
Misavirlikten söz açmışken, Van için soyunup, "acınız acımızdır" diyen Beşiktaş taraftarı, pek de konuksever davranmadı sahada mücadele eden Galatasaraylılara. Soğuk kış günlerinde çadırlarda yaşamak zorunda kalan Van'lı vatandaşlarımızla empati kuran tribünler doğuya güneşi yollarken, Eboue'ye de taş, çakmak ve koltuk parçası yolluyordu. Fiziksel saldırı yetmemiş olacak ki, bir zamanlar "Hepimiz Eto'oyuz" pankartı açanlar, küfürlerle uğurladı Fil Dişili topçuyu...
Stat: Fiyapı İnönü
Hakemler: Cüneyt Çakır, Bahattin Duran, Tarık Ongun
Beşiktaş: Cenk Gönen, Hilbert, Sivok, Egemen Korkmaz, İsmail Köybaşı, Quaresma, Ernst, Mehmet Aurelio, Veli Kavlak (Dk. 60 Necip Uysal (Dk. 66 Mustafa Pektemek)), Simao, Almeida
Galatasaray: Muslera, Eboue, Ujfalusi, Semih Kaya, Hakan Balta, Melo (Dk. 64 Baros), Kazım Kazım, Selçuk İnan, Ayhan Akman (Dk. 46 Sabri Sarıoğlu (Dk. 57 Riera), Engin Baytar, Elmander
Sarı Kartlar: Dk. 8 Semih Kaya, Dk. 17 Melo (Galatasaray), Dk. 50 Almeida (Beşiktaş)

20 Kasım 2011 Pazar

Beşiktaş Derbisi Denince

akla önce Hasan,

sonra Fleurquin gelir...


Dövme Kültürü#7



Levski Sofya taraftarı ve dövmeleri

Deplasmanıma Dokunma#1




Fenerbahçe tribünlerinden deplasman yasağına tepki...

Blog Widget by LinkWithin