7 Kasım 2011 Pazartesi

Job's & Messına & Mahmuti...


"Kimi zaman başarılı olmanın ağırlığıyla, yeniden başlamanın hafifliği yer değiştirmelidir." diyor Steve Jobs, ünlü Stanford Üniversitesindeki konuşmasında. Manası fazlasıyla derin ve bir o kadar kallavi... Hayatımı, yaptıklarımı, sorguladığım şu günlerde Steve Jobs'un selamıyla karşılaşmak çok güzel. Bu karmaşanın içinde bir de basketbola yer ayırmayı istemek bir hayli önemli bir istek. Sonuçta basketbol benim yaşamımı biçimlendiren önemli bir unsur. Bazen yazı yazma konusunda yeniden başlamanın hafifliğini unuttuğumu düşünüyorum. Son 10 günde işim gereği çeşitli şekillerde yoğunluğum mevcut. Yoğunluğun perşembe günü sonuç alacak olması güzel. Ancak bu süre zarfında bazı şeylere vakit ayırmak gerçekten zor oluyor. Bu bir serzeniş değil; bir eksikliğin itirafı aslında. İş gereği yapılanların en çok zarar verdiği nokta, sizi siz yapan unsurlar oluyor. Belli bir süre sonra kendinize zarar veriyorsunuz yani. Hepsini düzenli ve sistemli bir şekilde yürütmek büyük işmiş baktığımda. Bir bakımdan da sıradan bir iş kimine göre. Bu konuda blogun sahibi, sevgili Sabri abimin önünde eğilmek gerek. Benim ne demek istediğimi anladınız sanırım. "Yazma"yı, diğer işlerimle aldatmak...
Steve Jobs'un bu sözünü biraz bizim erkek takımını düşündüğümde daha da derinleştirdim. "Bizde bir değişim söz konusu." sözünü, sslında son zamanlarda benden bunu çok fazla duyuyorsunuz. Hani bir şeyin olmasını çok istersiniz de bir süre daha beklemeniz ve sabretmeniz gerekir ya... İŞte, tam o noktadayız.

Hafta arasında, zamanında bunu yaşamış ve fazlasıyla iyi bilen bir ekiple karşılaştık. Futbol dünyasının "Artemio Franchi" ile tanıdığı, basketbolseverlerin de belki de ismini Ergin Ataman ile ilk defa duyduğu, Unesco'nun himayesine aldığı küçük ve rönesans havasını sonuna kadar ciğerlerine çekmiş, İtalyan şehri Siena'nın, mütevazi ekibi Montepaschi idi bu takım. Ergin Ataman'ın 2002'de Saporta'yı almasıyla ünlenmiş, Montepaschi banka gurubunun desteği ve önemli basketbol akıllarıyla sistemli bir şekilde büyüyen bir kurum aslında bu ekip. Şu anki antrenörleri Pianigiani, Ergin hocanın yardımcısıydı o zamanlarda. 2007'de takımın başına geldi ve günden güne takımı Avrupa Liginin elit 5-6 takımından biri ve bana göre en imrenilesi ekibi konumuna getirdi. Yolları aslında bize o kadar benziyor ki, bizim gibi sabırsız bir ülkenin vatandaşları(ben de dahil) bazen bunun farkına varmakta sıkıntı yaşıyoruz. Bu seviyeye gelene kadar adeta 5 yıl patırdandılar. Bir çok yara aldılar ve çıktıkların yolun ne boyutta zorlu olduğunu bilmelerine rağmen yılmadılar. O kadar çok çalıştılar ve o kadar çok sabır gösterdiler ki bizim etimolojimiz içerisinde yer alan "sabır taşı" sözcüğünün kendilerine söylenmiş olabileceğini bizlere hissettirdiler. Sonuçta ortada bir başarı var. Ancak başarı onlar için sadece bir sonuçtan ibaret. Çünkü adlarından bahsettirmeye başladıklarında asıl keyfi sürmeye başlamışlardı. 4'lü final oynamanın sadece yolda aldıkları bir yara olduğunu, asıl başarının orada kalmakla sağlanacağını bilecek kadar büyük beyinler vardı bu yapıyı oluşturanlar içinde. Bir anlamda Jobs'un yazının başında belirttiğim sözünü kendilerine hayat felsefesi addetmişlerdi. Her başarıyı bir yeniden başlayış olarak görüp bugünlere geldiler. Başarılı olmanın ağırlığını o güne güçlenip gelerek, son noktada yeniden başlamanın hafifliğiyle değiştirmişlerdi. O yüzden Pianigiani yıllardır orada, Stonerook da, Lavrinovic de, Kaukenas da. Bu vatandaşlar hallerinde memnun ve her güne, her çıkılan yeni yola, her yıla veya sezona farklı bakarak başlıyorlar bu yüzden. O yüzden oradalar. Gidenler çok oldu, içlerinden ayrılanlar oldu 2-3 düzine kadar belki de. Ama hala oradalar ve hala yaptıklarından inanılmaz zevk alıyorlar.

Tabi zafer yolunda çekilen çileler olan yaralar, onları zamanla iyileştiren birer panzehir oldu. Çünkü yer yer durup geriye baktıklarında, bedenlerindeki yaralara rağmen hala dimdik ayakta durduklarını gördüklerinde, daha da güçlendiklerini far ettiler ve bugünlere geldiler. Adeta bir "yurolig duvarı" oldular. Hatta çarşamba günü karşılarında, kendi geçtikleri yolu, kendilerine görev bilmiş bir takım gördüler. Yine duvar oldular daha önce bilmem kaç defa oldukları gibi. Ve biz de o duvara çarptık haliyle. Maç içinde bir çok şey yapmaya çalıştık ancak asıl yaptığımız şey başka bir şeye bürünmeye çalışmamaktı. Oktay Mahmuti'nin de istediği buydu bir bakıma. Çünkü bizi biz yapan değerler var ve Siena ekibiyle hiç benzeşmeyen değerler. Sadece akıl aynı akıl, yol aynı yol... Dolayısıyla yolun başında olan bizim takımın belki de kendine örnek bellediği bir takımdan ders alması kadar güzel bir argüman yok. O yüzden bu yenilgi çok değerli ve bir o kadar da kışkırtıcı. Bu kışkırtıcılık bizi mutlaka daha da iyi bir yöne itecek ve yolun aydınlanmasında bir ışık olacaktır. Dün GSTV'de "Aslanlar İtalya'da" adında Siena yolculuğunu anlatan harika bir program izledim. Programda en çok dikkatimi çeken Yurolig'in belki de gelmiş geçmiş en iyi 3-4 koçundan biri olan Ettore Messina'nın sözleriydi. Messina, kısaca Galalatasaray'ın daha yolun çok başında olduğunu, burada kalıcı olup önemli bir organizasyon olacağına inandığını, bunu sağlama noktasında önemli bir kulüp kimliği ve yapısının olduğunu ve en önemlisi bir basketbol aklının(Oktay Mahmuti) dümende olduğunu belirtti ve sabretmek lazım dedi. Aslına bakarsanız Oktay Mahmuti bunları geldiğinden beri bir çok defa dile getirdi. Bu ayki Galatasaray dergisini alın Oktay Mahmuti röportajını okuyun. Farklı bir şey yok, inanın. Galatasaray'ın gitmek istediği yolu, su yoluna çevirmiş bir adam Messina sadece. O yüzden onun söylediklerini değerli addedip, belki de takımımıza daha fazla inanıp destek vermemiz gerekiyor. Böyle güzel bir program hazırlayan Veli Yiğit, Eray Sözen ve ismin bilmediğim ama emiğini tahmin ettiğim isimlere teşekkür etmek de gerektiğini unutmadan.

Takımın bu yolda hala yaşadığı ve ileride de yaşayacağı sıkntılar tam da bu anlatılanlar noktasında berraklaşıyor. Montepaschi yenilgisi mutlaka bize önemli bir ders ve bu dersten gelecek adına notlar çıkarmak günün özeti konumunda. Sonrasında Hacettepe maçında benim gibi bir çoğunuzun da maçı hemen kopup antrenman havasında geçmesini beklemesi de düştüğümüz hatalardan biri. Bu hataya bizim çocuklar da düştü ve Oktay Mahmuti'yi belki de uzun süre sonra bu kadar sinerlendirdiler. Ancak bu düşünce de bize bir şeyler katacak. Çünkü hiçbir maç kafada oynandığı gibi oynanmıyor. Kapıyı erkenden kapatmak bazen çok kolay olmuyor. İçeri biraz soğuk hava girmesine neden olmak, bazen "sağlamak" sağlamak sözcüğü ile yer değiştitip olaya olumlu olumlu bakmamızı sağlayabiliyor. Maçının kırılma anını son periyodun ortalarında görmemizin nedeni biraz da bu. Sabırsızlanmak ve sabırısızlığın getirdi duygusal yoğunlukta yanlış kararlar vermek...

Bunların hepsi zamanla aşıalcak ve inanıyorum ki ileride bizim için birer hikayecik olarak belleklerimizde yer edecek. Geçmişe fazla takılmadan, dersleri çıkarıp ileri bakmaya devam etmek gerek. Hep söylüyorum ama; bu sıkıntılar devam edecek ve bizi olgunlaştıracak. Önemli olan yapılan işin değerini unutmamak ve aslında her günün yepyeni bir gün olduğunu unutmamak. Aslına bakarsanız, Steve Jobs'da Messina'da Pianigiani'de Oktay Mahmuti' de çevrelerine aynı şeyleri söylüyorlar.

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin