12 Temmuz 2010 Pazartesi

Hollanda:0-1:İspanya


"Herkesin beni tanıdığını düşünmeyin. Şampiyonlar Ligini kazandıktan kısa bir süre sonra başıma gelen bir şeyi anlatacağım. Bir restaurantta sevgilim ve kız kardeşimle, bize bir masa ayarlaması için garsonun gelmesini bekliyorduk. Yanıma gelen bir kadın, "Sen garson musun?" diye sordu. Şaka yaptığını düşünerek, "Evet, hanımefendi" dedim. "Bana bir Fanta verir misin?" dedi. Sevgilim ve kız kardeşimle birlikte ağzımız açık kaldı. Ona garson olmadığımı, şaka yaptığımı söylemekle yetindim. Özür dileyerek masasına gitti. Arkadaşlarının gülmelerini ve kadıncağızın şaşkınlığını izledik. Sanırım arkadaşları beni tanıyorlardı. Hepimiz çok eğlendik. saçlarımı boyasaydım ya da türlü tuhaflıklar yapsaydım kadın beni tanırdı. Ama ben öyle biri değilim. Dikkat çekmeyi sevmem."

Böyle diyordu Andres Iniesta "Cennette Bir Yıl" adlı kitabının kapağının arkasındaki yazısında.... Barcelona'nın fırtına gibi estiği ve önüne gelen kupaları aldığı dönemden sonra başına gelen bu tuhaf olayı anlattıktan sonra, şöyle bitiriyordu yazısını: "Benimle gurur duymanız için çalışmaya ve kendimi zorlamaya devam edeceğim. Benim için önemli şeylere sadık kalacağım: çalışmak, çalışmak, çalışmak ve elimdeki nimetin farkında olmak. İpin ucunu bırakmamak gerek. Yarın için bugünden çalışmalıyım... "

İşte, o günden beri çalışan Iniesta'ya futbolun tanrıları da yardım ediyor ve bugün dünyada herkesin tanıdığı bir futbolcu haline geliyordu 116. dakikada attığı golle. Kitapta Iniesta, Stamford Bridge'de maçın 90+3. dakikasında attığı golü hayatı boyunca unutamayacağını belirtirken, dün geceki golü kim nasıl unutabilir ki? Özellikle, Hollandalılar, unutamayacak İspanyol futbolcuyu, Chelsea'yi Şampiyonla Ligi dışına iterken saha kenarındaki Hollandalı Hiddink'i üzerken, dün gece de bütün bir Hollanda ülkesini göz yaşlarına boğuyordu Andreas Iniesta...

Final aslında beklendiği gibi başladı, iki takım da rakibine sağlam bir yumruk atmaktan ziyade, karşı tarafın açığını bekleyip, kendisini sıkı sıkıya koruyan boksör gibiydi, dakikalar ilerlesin, sonrasına bakarız havasında oynuyorlarlardı. İspanya her zamanki sabırla pas yapma işini sürdürürken, Hollanda takımı da biraz "can" acıtarak onları yıldırıp, Casillas'ın kalesine gelmeyi planlıyor gibiydi... İlk devre böyle geçince, ikinci kırkbeş dakikada İspanya daha da geldi rakibinin üzerine ama onlar gol ararken, Robben'in bitime yakın kaçırdığı pozisyon belki de kupayı bir ülkeden alıp, bir diğerine veriyordu...

Normal süresi golsüz biten karşılaşmada, ilk uzatma da iki takımı üzmeyince, penaltı atışlarının Dünyanın En Büyüğünü belirleyeceğini beklerken, Iniesta sahneye çıkıyor ve Stamford Bridge'den sonra ikinci kez formasını çıkararak gol sevinci yaşıyordu. "O kadar çılgına dönmüştüm ki, kornere koştuğum zaman hiç yapmadığım bir şeyi yaparak formamı çıkardım. Sahada üzerimde formamın olmadığı fotoğrafım yoktur. Böyle kutlama yapma alışkanlığım yoktur ama o gün çıkardım." diye Chelsea'ye attığı golü anlatan Iniesta, dün gece de bütün İspanya halkı gibi zafer sarhoşluğundan yine de formasını çıkardı, lakin bu sefer planlıydı, mesaj verme amacı güdüyordu...
Zaten, kupayı alacaklarına o kadar inanmış ki İspanyollar, her biri formalarıyla,t-shirtleriyle, atkılarıyla birilerine saygı ve sevgileri yolluyordu. Yıldızlı formaları çoktan hazırlanmış ve törende sırtlarına geçirilmişken, Ramos, 2008'de Avrupa şampiyonluğu kupasını kaldırırken giydiği Puerta resimli t-shirtünü, dün gece de giyip arkadaşını unutmadığını gösterirken, David Villa, CD Tuilla atkısıyla ilk kulübüne vefa gösteriyordu...

Tarihlerinde ilk kez kupayı kazanan İspanyollar sevinirken, bir kez daha finalde kaybeden Hollandalıların ruh hallerini anlatmaya bile gerek yokken, şampiyon takım elinde kupayla tribünden inerken, onları alkışlamaları ve ellerini sıkmaları ise başka bir güzellik katıyordu kupanın son maçına...
Bir aya yakın süren uzun maratonun sonunda şampiyon İspanya olurken, üçüncü ise cumartesi gecesi Uruguay'ı yenen Almanya olmuştu. Philip Lahm "Çocukken üçüncülük maçlarını hiç izlemezdim, şimdi de pek sevmiyorum ama FIFA'nın düzenlediği bir müsabakayı da oynamak durumundayız" demişti, Löw de kendisine şans vermedi, sakatlık bahane tabii. Esas oynamasını istediğim Klose'ydi ama o da grip sebebiyle kadroya giremedi, rekor kırma şansını kaçırdı. Yarı final maçının en üzgünü Schweinsteiger'e teselli olurken üçüncülük kupası, Forlan da kariyerinin golünü atarak hafızalara kazındı...
İleriki yıllarda bu turnuvadan bahsederken, Maradona, Messi, Forlan, Suares, Klose, Iniesta, Robben, Elano, Dunga, Keita, Kaka ve bir çok futbolcu ile teknik direktörün yanında Paul isimli bir ahtapotun da ismini asla unutmayacağız... Şampiyonu da bildi ya Paul, daha neyi bilsin ki...


2 yorum:

R-J dedi ki...

The best team won the tournament. Holland played with a very hard style
Regards,
http://transfersaqueneutral.blogspot.com/
(a blog about Football and NBA transfers)

Adsız dedi ki...

Tatilemi ciktiniz ? Nerede yazilaaar :)?

Blog Widget by LinkWithin