6 Eylül 2010 Pazartesi

Adım adım hedefe... Türkiye:95 - Fransa:77


Yukarıdaki fotoğrafı görenler “bu adamı bir yerden tanıyorum” diyebilirler. Hemen yardımcı olalım, kendisi Basketbol milli takımın yeni oyun kurucusu “Sabri Sarıoğlu”… Fotoğraf “malianoblog”dan. Kazakistan’a üçlük yollayan Futbol Milli takımımız, dün kendileri gibi ay yıldız mücadelesi veren arkadaşlarına destek olmak için tam kadro tribünlerdeki, daha doğrusu salonun en güzel yerindeki yerlerini almışlardı. Sevgili Sabri’de bu arada bir atış denemesinde bulunmuş sanırım. Kendisi her ne kadar Galatasaray’da bol bol olmak üzere(hatta son milli maçta da) uzaktan şutlarla kaleyi yoklar. Dün gece de yarı sahadan atılan bir son saniye basketi hissiyatı içinde bulunmuş olacak ki böyle güzel karelerde kendisini görebiliyoruz. Fotoğrafın niteliği dışında genele bakacak olursak, topçuların basketçilere verdiği destek çok güzel ve anlamlı.

Futbol Milli takımımızın yarın oynayacağı Belçika maçında basketçilerden de bir iade-i ziyaret görebilme ihtimalimiz de yüksek. Benzerlerini ilk turda Kayseri’de bulunan Arjantin milli takımına Kayserispor oyuncusu Cangele’den, Abdi İpekçi’de oynanan ABD-Brezilya maçında da Fb’li Alex ve “Ünlü eşi”(Galatasaray maçlarındaki akıl ermeyecek boyuttaki sevinçleri ile ünlü olmuştur), Mert Nobre ve ailesi ile bizim yıldızımız Elano’yu tribünlerde görmüştük. Hatta Sabri abi, Elano’nun içinde bulunduğu, bununla ilgili hoş bir ileti paylaşmış. O iletiyi görmek isteyenleri şuraya alalım. Gerçi o maçta tribünde yine Brezilyalı ünlü top model Alessandro Ambrosio’da vardı ama o kısmını fazla kurcalamadan “tribünlere kattığı güzellik”ten dolayı teşekkür ederek artık maç yorumuna kanalize olalım.
Fransa milli takımı her zaman bize ters gelen, atletik yapısı, takım olgusu ve özellikle son yıllarda yıldızları Tony Parker’ın da muazzam oyun tarzıyla bizi zorlayan ve kazanmakta güçlük çektiğimiz, maçlarda hep kazanan tarafında adı yazan bir takım oldu. Bir önceki dünya şampiyonasında da 5.liği onlara kaptırmıştık mesela. Ancak dün gece rakibimiz olan Fransa’yı görüp “ulan yıllardır bunlar mı zorluyor bizi” diyebilirsiniz. Haklı bir gerekçe olur ancak bu Fransa takımı son yılların en kötü takımı ve Tony Parker dahil 4 tane daha önemli oyuncusu turnuva listesinde adları bulunmamakta. Hoş onlar da olsa bizim galibiyetimizi engelleyemezlerdi de dünkü kadar kolay da olmayabilirdi galibiyet.
Maç öncesinde yapılan yorumlarda, haliyle temkinli konuşmalar çoğunluktaydı. Bu yorumların satır aralarında İlk turda guruplarında bulunan şampiyonluk adayı İspanya’yı yenmiş olmaları ve atletik yapılarının bize ters gelebilecek olmaları saklıydı. Bu faktörlerin dışında bende bize rakip olamayacaklarını düşünüyordum, hatta bunlar bile benim için bir kriter niteliği taşımıyordu. Bir tutam turnuvanın havası, yarım ölçek rakibin durumu ve baharat olarak da basketçilerimizin ilk turda gösterdiği performans sonrası “bu yemeği yapmaya ne var” dedim ve öyle de oldu. Rakibin bize kafa tutabilecek tek pozisyonu şutör garddan devşirme oyun kurucuları ve atletik yapısıydı. Bizim buna cevabımız değişmedi: Ön alanda baskı, sertliğe sertlikle cevap ve tabiî ki Alan savunması… Tony Parker yokken yönetmekten daha ziyade üretmek üzerine kanalize edilmiş De Colo ve Batum'a baskı yapıp, alan savunmasıyla Fransa'yı dış şutlara zorlayıp hücum potansiyellerini düşürmek, savunmada da onlardan daha hızlı geriye koşup, atletik yapılarıyla zorlayacakları pota altında savunma ribaundlarına dikkat etmek gerekiyordu. Bunu uygulayarak maça başladık ve ilk 5 dakikanın dışında bize direnç gösteremediler bile. Özellikle günden güne daha bir takım hüviyetine bürünmemiz ve pota altında sertliğe aynı ölçüde hatta daha fazlasıyla cevap vermemiz dün adına bizleri çok sevindirdi. Fransa gibi savunma kaynaklı bir takıma 95 sayı atmak (her ne kadar son çeyrekte maçı bırakmış olsalar da) sadece işin savunma boyutuyla anlatılacak bir iş değil. Burada müthiş bir kimya, uyum, takım olgusu, dizginlenmemin ötesinde adeta toprağa gömülmüş egolar, seyirci desteği ve Tanjevic’in akıllıca tercihleri (evet yiğidi zamanında çok öldürdük yeri geldiğinde hakkını teslim edelim) ön plana çıkıyor. Bütün bunlar bir arada olunca da sonuç tabiî ki tadından yenmez oluyor. Dünkü maç sonrası Fransa’nın “lö parizyen” gazetesi “Türk hamamında Fransa haşlandı” mealinde bir başlık atmış ki, maçın vaziyeti ile ilgili son sözümüz olsun bu anekdot.

Takım hüviyeti demişken dünkü maçta Sinan’ın performansı’na, kenardan gelenlerin müthiş enerjisine, Hido’nun dönüşüne değinmemek olmaz. Sinan dün belki de hayatının en iyi maçını oynadı. 8/10 isabetle 18 dakikada 17 sayı atıp 3 asist yaptı. Rakibin her geri dönme isteğine bir karşılık verdi. Sinan oyuna girdiği her maçta müthiş bir enerji ortaya koyuyor ve İhsan Bayülken’in deyimiyle “5 dakika da 15 dakikalık performans ortaya koyuyor.” Zaten bu enerji ve yetenekleri onu eleme turunun top çalma kralı yapmıştı turnuva bazında. Sinan atletik yapısı olan rakibe, atletikliği ile cevap verdi. Bulduğu her boşluğa müthiş çabukluğu ile girip oradan ekmek çıkarmayı bildi. Sinan’dan yola çıkarak takımın diğer elemanları da bu noktada aynı sinerjiyi yaratıyorlar. Dün ilk yarıda üretilen 43 sayının 24’ü kenardan oyuna giren Sinan, Kerem Gönlüm, Semih, Oğuz ve Ender’den geldi. Bu da bizde ilk 5, yedek vb. kavramların bulunmadığını, herkesin bir rolü olduğunu ve bu rol çerçevesinde her maç birinin ön plana çıktığını gösteriyor. Yukarıda değindiğim gibi ego denen olguyu biz unutmuş durumdayız. Yunanistan maçında Ersan ön plandaydı, Porto Riko maçında Ömer Onan, bazı maçlarda uzunlar, dün ise Sinan ve Hido. Hidayet demişken dün onun geri dönüşüne tanık olmak son derece mutlu etti bizleri. Takımdaki aksayan tek yönümüz belki de oydu. Tabi hücum yönünden. Onun ritmini bulması bizim için çok önemliydi. Çünkü telafisi olmayan maçlar yolundayız ve Hido’nun tecrübesine oyununa artık daha fazla ihtiyacımız var. Hido’nun dünkü performansı, üst düzey şut performansı ve özellikle şampiyona öncesi belirttiğim içeri penetreleri ve asist özelliği sonrası yarattığı sayılar ve asistleri dün tamamen gözlerimizin önüne sermiş oldu. Özlemişiz Hido seni…

Birkaç cümle de Alan savunmasına değineyim. Uyguladığımız ve çok başarılı olduğumuz bu alan savunması sonrası artık internet aleminde, forumlarda şu yorumları okumaya başladım. “yahu bu alan savunması b kadar iyiydi de niye yıllardır uygulamıyorduk, Alan savunması unutulmuştu yeniden ön plana çıktı, vb.” Alan savunması unutulacak bir savunma anlayışı değildir. Alt yapılarda çocukların ilk öğrendiği ilk savunma sistemidir alan savunması. Özellikle Avrupa takımlarının savunma sistemleri içerisinde yer alan bir anlayıştır. Hatta Amerika milli takımının en çok zorlandığı ve hem uygulamakta hem de ceza kesmekte en çok zorlandığı sistemdir. Ancak onu uygulamak için hem takımınız hem de anlayışınız uygun olmalı. Önceki turnuvalarda Tanjevic daha önce de 1-3-1 alan savunmasını( bu turnuvada 2-1-2 ve 2-3 zone uyguluyoruz genellikle) deneyip yine tam saha baskı ile bunu denemişti ancak o zamanlar tam anlamıyla takımımız buna hazır olmadığı için Alan savunmasının zaafı olan “üçlük” cezası kesiveriyordu takımlar. Bu turnuvada bu seviyede bir performans göstermemizin sebebi ise ön alanda kurduğumuz baskı ve uzun kollu oyuncularımızın kaymalardaki hem el hem de ayak çabukluğu. Bu faktörler bizim bu savunmayı muazzam yapmamızı sağlıyor. Ancak bu anlayış her takıma tutmaz. Özellikle geçtiğimiz yıl 2. turda yenildiğimiz, bu sene de çeyrek finaldeki rakibimiz olan Slovenya’ya tutmamıştı alan savunması. O yüzden biz kendi doğrularımızı, anlayışımızı sahaya uygulayıp maça göre konsantre olduğumuzda ve maçın gidişatına göre anlayışımızı sahaya uyguladığımızda zor geçecek olan Slovenya maçında kazan taraf biz olacağımızdan şüphem yok. Şunu kabul edelim ki EuroBasket 2009’da çeyrek final’e kadar çok iyi oynamış, final oynayan iki takım İspanya ve Sırbistan’ı guruplarda yenmiş ve çeyrek finalde aldığımız Yunanistan yenilgisi sonrası tepetaklak olmuş, bütün güzellikleri unutmuştuk. Bu açıdan seyircinin desteği ve o zamandan aldığımız derslerle birlikte, bu turnuvadaki kimliğimizi ortaya koyduğumuzda bu maçı da kazanacağımıza eminim. Kolay olmayacak, zaten bu saatten sonra da kolay maç yok böylesi bir arenada...

İlgilenenler için:
SALON: Sinan Erdem Spor Salonu
HAKEMLER: Pablo Alberto Estevez – Jorge Vazquez – Luigi Lamonica

TÜRKİYE (95): Cenk Akyol 5 (1 asist), Sinan Güler 17 (3 asist), Barış Ermiş 2, Ömer Onan 7 (1 ribaund- 2 asist), Ersan İlyasova 9 (5 ribaund), Kerem Tunçeri (1 ribaund- 3 asist), Semih Erden 5 (2 ribaund- 1 asist), Oğuz Savaş 9 (2 ribaund- 1 asist), Kerem Gönlüm 2, Ender Arslan 9, Ömer Aşık 10 (5 ribaund- 1 asist), Hidayet Türkoğlu 20 (4 ribaund- 3 asist)

FRANSA (77): Andrew Albicy 3 (2 ribaund- 1 asist), Nicolas Batum 11, Fabien Causeur 3 (1 ribaund- 1 asist), Alain Koffi 5 (3 ribaund- 1 asist), Ian Mahinmi 2, Edwin Jackson (1 ribaund), Yannick Bokolo 4 (3 asist), Florent Pietrus 6 (1 ribaund- 4 asist), Nando de Colo 15 (3 ribaund- 1 asist), Boris Diaw 21 (5 ribaund- 4 asist), Mickael Gelabale 3 (3 asist), Ali Traore 4 (4 ribaund)

1.PERİYOT: 19-14
2.PERİYOT: 24-14
3.PERİYOT: 28-17
4.PERİYOT: 24-32

2 yorum:

yiğitcan dedi ki...

abd-brezilya maçında andre santos, cristian, bilica ve aykut kocaman da vardı =) bobo'yu da görmüş arkadaşlar fakat ben denk gelmedim =)

gürkonas dedi ki...

evet onlar da varmış. hatta bir brezilya çıkarması olmuş. :D ben yazarken ilk etapta hatırladıklarımı yazdım ;)

Blog Widget by LinkWithin