31 Aralık 2011 Cumartesi
"Real Madrid Oldukça Şanssız"
Nereye Gidiyoruz!
Kazandık ya da kaybettik çok önemi yok. "Saha içinde" harika maç oldu. Kritiğini de yaparız. Şimdi, şu an önemli olan Oktay Mahmuti'yi anlamak, "Oktay Mahmuti" olabilmek. Belli bir kesimi, takımı suçlamadan, içine kendisini ve takımının taraftarını da katarak herkesi eleştirebilen,sorgulaya, gerçeklerin dünyasında yaşayan ve onu anlatmayı kendine ilke edinmiş bir adam Oktay Mahmuti. Eleştiren istediği şekilde elştirsin. 2011 yılına nokta böyle konur. 2012 için en güzel dilek böyle verilir.
Oktay Mahmuti: "İnsanlara Ne Verirseniz Onu Alırsınız"
Galatasaray Medical Park Antrenörü Oktay Mahmuti, Fenerbahçe Ülker maçının ardından Galatasaray Televizyonu’nun canlı yayınına katılarak karşılaşmada yaşananlarla ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı.
Türk sporunda nefretin, taraftarlığın önüne geçtiğini vurgulayan Mahmuti, “Benim söylediklerim unutulur ama yarın yine aynı şekilde küfürler edilir, şişeler atılır, kavgalar edilir ve hayat devam edebildiği yere kadar devam eder ama biz Türk sporunu bu şekilde bir yere götüremeyiz” ifadelerini kullandı.
Bir sayı farkla kaybedilen maçların ardından konuşmanın çok da kolay olmadığını belirten başarılı antrenör, “Uzun süre önde götürdüğümüz bir maç oldu. Son dakikada geriye düştük ve kaybettik. Söylenecek çok fazla bir şey yok. Son topu kullanamadık ve kaybettik. Bir sayıyla kaybedilen maçın ardından taktik olarak çok fazla açıklama yapamam ama çocukların mücadelesi ve isteği üst düzeydeydi. Sporun içinde var olan şeyler. Yapacak bir şey yok” diye konuştu.
Üçüncü çeyrekte Galatasaray'ın dokuz sayı farkla önde olduğu bölümde ev sahibi ekip taraftarlarının çıkardıkları olaylar nedeniyle maçın 20 dakika durmasına ilişkin yorumu alınan Mahmuti, “Anons sonrası oyunun durduğu bölümde neyin değiştiği hakkında yorumlar yapılabilir. Ama tabii bunlar oluyor Türk sporunda. Ondan sonra kimin nasıl etkilendiği açıkçası çok da önemli değil. Bence bugün Galatasaray’ın kaybetmesi veya kazanması da şu aşamada çok önemli değil” sözleriyle konuşmasına başladı.
Oktay Mahmuti, daha sonra görüşlerini şu sözlerle paylaşmayı sürdürdü:
* “Şunu söylemek istiyorum; ne yazık ki, bir spor adamı olarak söylüyorum bunu şu an, Galatasaray antrenörü kimliğiyle söylemiyorum, Türk sporunda nefret, taraftarlığın çook çok önüne geçti. Bu, herkesin suçu. Benim, sizin… Herkesin suçu. İnsanlara ne verirseniz, onu geri alırsınız. Gazeteleri açın, bir bakın, her taraftan nefret, kavga kopuyor. Televizyonlara bakın, her tarafta nefret, kin ve kavga… Bunun devamında burada şölen bekleyemezsiniz. Burada şölen beklemek çok zordur. Ben bu işi biliyorum ve seviyorum. Ben bir basketbol antrenörüyüm ve bu durum çok üzüntü verici bir durum.”
* “Biz ne yazık ki bunu veriyoruz ve çok sayıda insan bundan besleniyor. Şu an geldiğimiz nokta bence çok iç açıcı bir nokta değil. Dilerdim ki; ben haksız olayım ama ne yazık ki benim düşüncelerim bu yönde ve ne yazık ki Türk sporu olarak iyi yolda gitmiyoruz, bu çok net ortada. Hangi gazeteyi açarsanız açın rakibe bir nefret var. Demin de söylediğim gibi bu durumda maçlarda bir şölen bekleyemezsiniz. Bu her şeyden önce bizim suçumuz ondan sonra buradaki insanların suçu.”
* “Neticede ben bir şahısım söylediklerim unutulur; ama yarın yine aynı şekilde küfürler edilir, şişeler atılır, kavgalar edilir ve hayat devam edebildiği yere kadar devam eder. Ama biz Türk sporunu bu şekilde bir yere götüremeyiz.”
* “Ben Türk sporunda bir yöneticiyim ve sadece üstüme düşeni yaparım. Ben bir şahısım, Taksim Meydanı’na çıkıp insanlara bunu anlatamam. Daha önce de dediğim gibi insanlara verdiğinizi alırsınız ve kavga ile şiddet verdiğiniz sürece hep kavga, şiddet alırsınız. Aslında bunları benim değil, bu işte daha yetkili daha akıllı olması gereken kişilerin anlatması lazım ama ne yazık ki o noktada değiliz.”
* “Farkında mısınız, birçok insan korktuğu için artık spor müsabakalarına gelmiyor. Ben artık futbol maçlarını izlemiyorum. Ne önemi var, deyip konuyu burada kapatabiliriz, bence de önemi yok aslında. Artık futbol maçı izlemenin bir önemi yok ve ben izlemiyorum. O kadar küçük bir dünyada yaşıyoruz ki insanlar artık Galatasaray taraftarı, Fenerbahçe taraftarı, Beşiktaş taraftarı olmayı tercih edebilir ama o spor müsabakalarında olmayı istemiyor. Bir iki tuşa basıp bir Manchester United, bir Manchester City taraftarı olabiliyor. Bir Barcelona ya da bir Real Madrid taraftarı olabiliyor. Artık dünya o noktada ama biz bunu kaybediyoruz. Sporumuzu kaybediyoruz, bu güzelliği ve şöleni kaybediyoruz. Yapacak bir şey yok.”
* “Bana bugün burada küfür edildi ama neden küfür edildiğini anlamış değilim. Ben bunu bir insan olarak nasıl hak ederim, anlamış değilim. Sadece bana değil, birçok insana küfür ediliyor ve onlara da neden küfür edildiğini ben anlamış değilim. Bana küfür edersiniz bu önemli değil. Oktay buradan çıkar gider ve bunu unutur. Gerçekten bu Oktay için önemli bir şey değil. Bu hepimizi nereye götürüyor ki? Hepimiz aslında kafa sallıyoruz, onaylıyoruz, hak veriyoruz ama araba hâlâ aşağı doğru gitmeye devam ediyor.”
Oktay Mahmuti, konuşmasını, “Her ne kadar iyi şeyler olmasını umsak da benim bu açıklamalarıma popülist yaklaşıp kendine pay çıkarmak isteyenler de olacaktır buna emin olabilirsiniz” sözleriyle noktaladı.
Ultras Project Winter
29 Aralık 2011 Perşembe
Galatasaray'dan Kamuoyuna
Söylenmek istenilen zaten söylenmiş. Bize yorumsuz yayınlamak düşer...
KAMUOYUNA DUYURU
3 Temmuz'dan bu yana Türk futboluna hakim olan kargaşa içerisinde Türk sporunun en önemli ve köklü camiası olarak sürekli yapıcı, uluslararası kurallara uygunluğa, ahlaka, etik kurallar ve prensiplere davet edici anlayışımızı, gerek kamuoyu önünde gerekse kapalı toplantılarda ısrarla dile getirdik. Tabii bu arada hiçbir şahıs veya camiayı kırıcı, rencide edici, suçlayıcı bir söylemde bulunmamaya hassasiyet ve titizlik gösterdik. Kulübümüzün adı, tasvip edemeyeceğimiz şekilde suçlamalara, söylemlere karıştırılsa da Türk Spor Tarihi'nin en karanlık günlerinin yaşandığı bu donemde, sükûnetimizi korumasını bildik.
Yaratılan suni gündemler, tartışmalar, konuyu etik kurallardan, ilkesiz ve prensipsiz bir şekilde hâl ve üstünü örtme çabalarının karsısında, Türk futbolunun değerini, potansiyelini ve geleceğini gözeten adil ve yapıcı bir duruşla cevap vermeye çalıştık.
Sporun etik kurallar çerçevesinde, mert ve dürüst bir rekabet ortamında yapılmasını söylerken, kamuoyunun dikkatine sunulmaya başlayan ve artık gizliliği olmayan ve herkesçe aşikâr olan, hiçbir şekilde Türk insanımızın kabul edemeyeceği söylem ve yaklaşımların hakkında da yorum yapmadık.
Gerek Kulüpler Birliği toplantılarında gerekse TFF toplantılarında konunun insani boyut taşıyan ceza kanunu kısmında, cezaların uluslararası normlara inmesi için, "hiç kimsenin acısı, üzüntüsü bizi mutlu etmez" diyerek, kulübümüzün hiçbir üyesinin problemi yokken sonuna kadar destek verdik. Ama her seferinde ısrarla, sportif cezaların uluslararası normda olanlarının dokunulmasına müsaade etmeyeceğimizi de açıkça ifade ettik. Türk futbolunun ekonomik konularını adeta tehdit olarak ortaya koyanlara da çok net bir şekilde ahlak, prensip, ilke ve kuralların tartışılamayacağını defalarca teyit ettik.
Galatasaray, bütün bu süreçte, hiçbir tahrike kapılmadan, kimseyi hedef almadan kendisine, kültürüne yakışır bir duruş göstermeye özen göstermiştir. Galatasaray’ın bir hatasında, resmî internet sayfalarını "sonuna kadar takipçisiyiz" diye açanlara, her türlü tahrike rağmen cevap vermemeyi yeğlemiştir.
Türkiye Futbol Federasyonu'nu, sürekli olarak, Türk futbolunun önünü açacak, evrensel kuralları uygulayacak, Avrupa ve dünya futbolunda hak ettiği şekilde yer alacak kararları uygulaması için sürekli ikaz ettik. Ancak bugün görüyoruz ki, TFF, nedeni çok iyi anlaşılan ama dillendirilmeyen bir şekilde, yetkilerini kullanmaktan imtina ederek, kararı, daha önceden senaryosu hazırlanmış bir şekilde, genel kurula devretmektedir. Adeta genel kurulu, adaleti yerine getirmesi için, dünya hukuk tarihinde konuya taraf olanların oy kullandığı ilk jüri olacak şekilde bir role soyundurmuştur. TFF Yönetim Kurulu ve Başkanı, bu kararla, genel kurulu, uluslararası normlarda ve TFF'nin talimatnamesinde açıkça tarif edilen cezaları, içinde etik, ilke ve prensiplerin ve tabii en önemlisi, adalet duygusunu, bir kez de olsa yok sayarak, ileride hiçbir şekilde tamiri olmayacak bir şekilde, saygınlığının tartışılacağı bir karar ortamına sokmaktadır.
Türkiye Futbol Federasyonu özerktir. Genel Kurulu'nun seçtiği başkan ve yönetim kurulunun yetkileri ve sorumlulukları bellidir. Bu yetki ve sorumluluklar, başkasına devredilemez, sorgulanamaz. Kuralları esnetmek ve çarpıtmak, ciddi hiçbir kurumda olmayacağı gibi, futbol kurumunda da tartışılamaz. Yetkisini kullanmayıp genel kurulu göreve çağırmanın tarifi tek kelime ile yetersizliktir ve sebebi de kamuoyunca malumdur.
Hiçbir ceza, bir defaya mahsus olarak geri bırakılamaz, iptal edilemez. Böyle bir durumun tarifi, kurum veya kurumlara özel uygulamadan başka bir tarif olamaz. Yapılan hataların ceza ve müeyyideleri bellidir. Hem Türkiye’de, hem Avrupa'da, hem de dünyada bellidir. İkame müeyyide ve ceza yaratmaya çalışmak, kamuoyunun futbola bakış acısını ciddi anlamda bir kez daha sarsması bir yana, toplumun adalet duygusunu da rencide edecektir. Bu noktadan hareketle “geçici”, “bir defalık” uygulamalar yerine sürdürülebilir ve adil kararlar alınması zaruridir.
Avrupa futbolunun yöneteni bellidir. Kısa bir zaman önce ortada gizlilik kararı olmasına rağmen, sert bir müeyyide uygulamaktan imtina etmeyen UEFA’nın, korkarız ki, bu yeni yaklaşım ile Türk futboluna müeyyide uygulama riskiyle karşı karşıya kalınabilecektir. Bunun aksini iddia edenlerin de, bu kararlar alınırken, bağlı olduğumuz uluslararası organizasyonlarla tam bir uyum içinde hareket edildiği konusunda, ilerde değişebilecek sözlü açıklamalarla değil, mutlaka yazılı teminatlarla hareket etmesi zarureti vardır.
Galatasaray Spor Kulübü ve camiası olarak, bugüne kadar, kimsenin eleştiremeyeceği, akılcı, barışçı, Türk futbolunun bugününü değil; yarınlarını düşünen ikazlarımızın yeteri kadar net ve açık olduğunu düşünüyoruz. Ortaya konulan stratejinin Türk futboluna vereceği zararın sorumluluğu bugün de, yarın da ve tarih önünde bugünkü stratejileri yapanların, şu andan itibaren hukuksal olarak yapılması zorunlu, ancak yanlış olan Genel Kurul'da, umarız açık oylama ile Türk spor kamuoyunun gözleri önünde, bu doğrultuda oy verenlerin olacaktır.
Galatasaray Spor Kulübü, Türk sporunun ancak rekabetçi bir ortamda gelişebileceğini bilir ve bu ortamın varlığını destekler.
Ancak bu desteği verirken yukarıda dile getirdiğimiz tehlikeler ve ilkeler konusunda tavizsiz duruşunu sergilemeyi gerek camiasına gerek Türk Sporu'na karşı en temel sorumluluklarından biri olarak görür.
Saygılarımızla,
Galatasaray Spor Kulübü
NTVSpor.Net Haberciliği
NTVSpor.net haberciliği yukarıda... Ana sayfada 5 haber vermişler, 3ü Fenerbahçe ile ilgili... Federasyonun genel kurul çağrısı da, Galatasaray'ın resmi siteden yaptığı zehir zemberek açıklamalar pek önemli değilmiş meğerse Stoch ve Cristian'ın açıklamalarının yanında... Bir de transfer haberi koymuşlar... Zannedersin Fenerbahçe.org...
Biz Malımızı Biliriz
Dün yine iş arasında gazete turu atarken, Hagi'nin resmine takıldı gözüm ve haberin içeriğine baktım, alıntı yukarıda, ben yine de yazılanları kopyalayayım:"
Aslan’ın eski hocası Gheorghe Hagi, G.Saray’daki 2. dönemini yorumladı: Ben de bazı hatalar yaptım. Kulübün yaşadığı sefaleti gördüm ama kendimi zorunlu hissettim. Çoktan iş işten geçmişti.Tabii, oltaya atlayan da çok, haberin altında hemen Hagi hakkında başlamış küfür-kıyamet. Dedik ya malımızı biliriz diye, medyamızı da tanırız, Hagi'yi de tanırız, Galatasaray'ı ne kadar sevdiğini de biliriz... Haberin kaynağına dönüp baktığımda, beni hiç de şaşırtmayan açıklamalar okudum. Hagi'nin röportajı Gazeta Spoturilor'da yer almış ve bakın bakalım ne demiş Karpatların Maradonası:
Galatasaray’ın bir dönemine imzasını atan, kazandığı kupalarda büyük payı bulunan unutulmaz futbolcu ve 2 dönem de Cimbom’un teknik direktörlüğünü üstlenen Gheorghe Hagi, hocalık kariyeri hakkında şok itiraflarda bulundu. ‘Karpatlar’ın Maradona’sı lakaplı ünlü Rumen teknik adam, ülkesinin medyasına gerçekleştirdiği açıklamada “Sarı-Kırmızılı kulüpte yaşadığım ikinci dönem, benim ve takımım açısından son derece başarısız ve kötüydü. Ben de bazı hatalar yaptım” şeklinde konuştu.
‘HAKLILIĞIMI ANLADIM AMA...’
İnsanların hayatlarında bazen yanlış tercihlerde bulunabileceğini ama ders alması gerektiğini de söyleyen Hagi, şöyle devam etti: “Türkiye’de garip şeyler olabiliyor. G.Saray’ın içinde bulunduğu sefaleti önceden hissetmiştim. Buna rağmen kendimi dönmek zorunda hissettim. Oraya gittiğimde de yüzde 100 haklı olduğumu farkettim. Ama artık iş işten geçmişti.”
"Galatasaray'daki dönemim başarısızlık değildi. İyi ile kötünün birbirinin içine girdiği, herkes için zor bir yıldı. Yüzde yüz farkındayız ki Türkiye'de kötü şeyler meydana geldi. Oraya geldiğimde bunu hissettim. Ve hayat böyle, insan bazen hatalar yapabiliyor. Galatasaray'daki dönemimi başarısızlık olarak algılamıyorum, tecrübe edindim bu yaşadıklarımdan. İlerde tekrar Galatasaray'da çalışabilirim, hatta kesinlikle Galatasaray'a bir gün geri döneceğim. Orası benim kulübüm.Galatasaray'dan ayrıldım çünkü yönetime de çok baskı vardı ve onlar da beni yollamak zorundaydı. Benim farkında olmadığım yeşil saha dışında bir çok kötü şeyler oldu ve başkanla karşılıklı anlaşarak Galatasaray'dan ayrıldım."
Eee, hani Galatasaray "acizlik" içinde, hani "Galatasaray'da yaşadığım ikinci dönem başarısızılık" sözleri... Biz bu renklere gönül verenleri çok iyi biliriz, lafla dedikoduyla da gaza gelip saldırmayız... Gürkan yazmıştı bir kaç gün evvel Oktay Mahmuti'ye yapılan saldırıları, şimdi Hagi'nin arkasından sallamış yine bazıları... Hatta Hagi'ye vururken, Emre Belözoğlu'nun Galatasaray'ı övdüğü!? haberlerine de yer verilmiş... Siz hiç merak etmeyin, biz Hagi'yi de, Mahmuti'yi de, Emre'yi de çok iyi biliriz, hem de çok...
27 Aralık 2011 Salı
Tutmayın Küçük Enişteyi
26 Aralık 2011 Pazartesi
Ana Bacı Yapmayın!
Çehov "İnsanın İki Yüzü" adlı öyküsünde bukalemun tipli insanların tavırlarına kızıp şöyle der: " Çağımızda insanın inançlarını yitirmesi eski eldivenini yitirmesi kadar kolaydır."
Basketbol takımı olarak bir süredir kazanamıyorduk biliyorsunuz. Ligde son iki maçtaki yenilgi, Barça deplasmanındaki kayıp derken bu sezon ilk defa dinlenme fırsatı bulduğumuz bir haftadan sonra Telekom maçı geldi çattı. Takım çıktı takır takır basketbolunu oynadı. Yeri geldi tecrübeli oyuncuları ile farkı 20 baremine çekti; yeri geldi genç oyuncularını daha da tecrübeli olmaları için sahaya girdiklerinde fark kapandı. Galatasaray'ın dünkü maçtaki dalgalanmasının benzeri sezonun geri kalan sürecinde yaşanmadı desek yalan söylemiş oluruz. Her profesyonle organizasyon, her takım, her şirket vs. hayatın her kademesindeki kurum ya da kişilik bu dalgalanmayı yaşar. Normaldir. Bazen bir nefes alıp dinlenmek, geriye bakmak ancak takılmadan ders çıkarıp ileriye kafayı çevirmek gerekir. Bu süreçte çevrenizde bukalemun gibi renk değiştiren tipler görmeniz de doğaldır.
Bu tipler kraldan çok kralcıdır, ben merkezcidir, iyi bir şey gördüler mi akbaba gibi çöreklenip sahiplenir, düşen birini gördüler mi de "bir tekme de benden" söylemini eyleme çevirmek için var gücü ile hazırlık yaparlar. Velhasıl bunlardan çok var memlekette. Özellikle spor basınında, spor bloglarında, çevrelerinde... Her fırsatta Oktay Mahmuti'ye, oyunculara saldırıp takımı yıpratmaya çalışıyorlar. Eleştiri yapıyorlar kendilerince ancak eleştirinin iki yönlü yapılabildiğini farkında bile değiller. Her şeyden önce gündem yaratıp ilgiyi kendilerinde toplamaya çalışıyorlar. Kendi anlayışlarına yakın olan takımlara, kulüplere ise her fırsatta methiyeler düzüp subjektifliğin dibine vuruyorlar. En önemlisi ise bu tarz insanlara kanıyor olmamız.
Mesela son örnek Songaila meselesi... Songaila'nın form durumu, katkısı, takım içindeki yeri ve önemi tartışılır. Tartışılamayacak tek konu ise Galatasaray oyuncusu olduğudur. Teknik heyetin iyi niyeti sonucu sonrası Barça maçında oynatılmamış olması sonrası hemen gidiyor haberleri atıverdiler ortaya. Yahu bu kadar çabuk mu başladınız terbiyesizliğe. Oktay Mahmuti ile kavga ettiğinden tutun da takım arkadaşları ile arasının kötü olduğuna dair bir sürü haber gördük sağda solda. Bu haberler, haberi yapanları Galatasaray'ı görmek istedikleri durumun dışa yansımasından başka bir şey değil. Ancak takıma gönül verenlerin de buna çanak tutması noktasında ise yazının başında verdiğim Çehov'un sözü ön plana çıkıyor.
Bu takım 1,5 sene içinde dipten zirveye koşar adım çıktı. Önce bir plan düşünüldü, yönetim tarafından Oktay Mahmuti'ye anlatıldı. Takımını kurdu, yarattı. Günden güne daha iyi duruma gelip, koçun o "her oyuncunun da maksimum verim verebileceği takımlar yarattığı" sisteminin içinde takım önce BBL'de finale kaldı. Sonra bu sezon Avrupa ligine kaldı. Herkes o kadar inanmıştı ki tribünler dolup taşarken oyuncular kaybedilen final serisi sonrası sahada ağlıyordu. Çünkü bir emek vardı ortada. İnancın, çalışmanın, birlikteliğin, emeğin olduğu her yerde başarı vardır ve olacaktır. Bu çocuklar bu takımın bekası için her şeylerini ortaya koyuyorlar. Taraftar da onlara inanıyor. Galatasaray'ın Fenerbahçe'ye yenildiği bir maç sonrası mutlu olduğu kaç maç hatırlıyorsunuz? Tribünü terk etmeyip oyuncusunu bağrına bastığı maç sayısı iki elin parmakları kadar var mıdır? Ya da daha çarpıcı olan basketbol takımının futbol takımından daha üstün tuttulduğu bir süreç hiç gördünüz mü? Oktay Mahmuti yaptıkları ile şu an Fatih Terim'den daha popüler ve inanılası geldiği için mi bu emeğe karşı leke çalma ve linç girişimi? Yanlış anlaşılmasın, Fatih Terim tekrar futbol takımına zirveyi gösterdi ve inanılmaz işler başarıyor yine 15 yıl önce olduğu gibi. Ancak o da her fırsatta basketbol takımını tebrik etmeyi sürdürdü ve onlara destek vermeyi bırakmadı. Oktay Mahmuti, maliyeti takım dengelerini bozacağından Pekovic'i transfer etmediği için mi kötü antrenör peki? Ya da şu an ayyuka çıkan "transfer yapması lazım" tespitlerine, kötü bir uzun almaktansa Furkan'ı daha fazla ön plana çıkartmaya çalışmasıyla ve Sertaç'a, Göksenin'e daha fazla süre vermek istemesiyle cevap verdiği için mi bu ülkenin spor adamı olamıyor?
Soruları istediğiniz kadar artırın, sonuç hep emeğe saygısızlığa çıkıyor. Bu ülkede emeğe her zaman köstek olunmuştur, şimdi Emek Sinemasına yaptıkları gibi. Adında emek geçen her şeye "ana-bacı" muhabbeti yapıyorlar artık. Takımın performansıyla mücadelesi apayrı iki unsur. Neticede insanlar, basketbol takımı ne zaman fark açılıp 20'ye dayansa bile "Galatasaray farkı bir şekilde kapatır geri döner" diye düşünüyor. Takımın antrenörü gençleri önemseyip onları ön plana çıkarmaya çalışıyor. Taraftar Avrupa maçlarına %100 doluluk oranına oynuyor. Dünkü maçta olduğu gibi 32 basketi 29 asist ile karşılıyor. Doğru yapıyor ya da yanlış yapıyor. Her şey tartışılır. Oktay Mahmuti'de tartışılır, tercihleri de. Jaka Lakovic de, Haluk Yıldırım da Hakan Üstünberk de. Ancak Oktay Mahmuti'nin antrenörlüğü, Jaka Lakovic'in oyunculuğu, Songaila'nın kariyeri ve profesyonelliği, Hakan Üstünberk'in yöneticiliği tartışılmaz. Hepsini geçtim, bu insanların bu kulüp için, bu takım için sarf ettikleri emek tartışılmaz. Çehov'un dediği gibi inancı kaybetmek çok basit. Önemli olan onu korumak ve bukalemun gibi her girdiği ortama göre, renge bürünen papağanlardan uzak durmaktır.
25 Aralık 2011 Pazar
30 Sene Ceza
Çatalcaspor:2-0:Bağlarbaşıspor
Soğuk havada güneşin aydınlattığı ve pek tercih edilmeyen beton tribün maça gelen seyircilere ev sahipliği yaparken, sürekli müptelası olan kırmızı koltuklu karşı tribün ise bu gün pek tercih edilmiyordu, şeref tribününde oturan başkan Gökçe ve bir kaç dostu dışında.
Çatalcaspor teknik direktörü Kadir Akbulut maça gençlerden oluşan bir kadroyla çıkarken, ilk onbirin değişmezleri Evren, Mahmut, Harun, kaleci Bülent yedek kulübesini "ısıtıyordu"... Gençlerdeki enerji ve kazanma hırsından yararlanamayı düşünse de Kadir hoca, sarı formalı topçular ilk devrede hocalarının istediği pozisyonları bulmakta sıkıntı çekerken, rakip kale önünde pek akılda kalacak pozisyon yaşatamadı. Taraftarı "hoplatacak" anları yaratamasa da, lider Bağlarbaşıspor'lu topçulara rakip yarı sahada iyi baskı kurup, onların da kaleci Serhat'ı zorlamasına fırsat vermediler.
Deyim yerindeyse "orta saha mücadelesi" olarak geçen ilk yarının ardından, ikinci yarıya başlarken, güneşin semaya veda etmesiyle hava soğurken, Çatalcalı futbolcuların mücadelesi taraftarın içini ısıttı. İlk devreye göre daha arzulu olan ve sağlı sollu rakip yarı alana gelmeye çalışan sarı-kırmızılılar 65te Önder'le arzuladığı golü bulunca, maçı kendi yarı alanında kabul edip, 9 numaralı golcüleri Cihan ile "kontra" arayan deplasman ekibi, çok adamla gitmeye çalıştı Çatalca kalesine ve direkten dönen bir top olmak üzere bir kaç tehlikeli pozisyon da yarattı ama arzuladıkları golü bulamadılar. Oyunun son 10 dakikasında tecrübesiyle oyun kontrolünü rakibe vermemek üzere sahaya giren "kaptan" Evren'in ceza sahası dışından yatarak vurduğu vuruş, skoru da belirliyor, lider Bağlarbaşıspor ile Çatalcaspor arasındaki puan farkını dörde indirirken, maç esnasında yakılan gazete ve çerçöp ile ısınmaya çalışan taraftara, "güneşli günler"i de müjdeliyordu...
Metin Kurt Yalnızlığı
Fazlalık var atalım
Denizciler, havacılar yaptı bunu
Sardunya kırmızı bir yüzün var
Yola çıkalım desem
Yolsuzuz o başka
Haydutlar ölmeden son bir dans
Ne dersin
Sen mi güzeldin yoksa hayat mı güzel
Kula kulluk etmezdin
Çok yanlış biriydin
Sen mi güzeldin yoksa hayat mı güzel?
Yani iki şişe ucuz şarap
Bir tarih yazabilir
Verdiğim tüm sözler
Bir anda uçabilir
Sıcak bir bira
Aşk sendikasında
Metin kurt gibi yalnızız
Ceza sahasında
Ne güzel,ne güzel..
Gördüm seni cebinde
Kuşku bombasıyla
Salı pazarı ihtişamıyla bir sofrada
İnandığın her şeyi attığın kalbinde
İnanmadığın her şey yedek kulübende
Haydutlar ölmeden son bir dans
Ne dersin?
Sen mi güzeldin yoksa hayat mı güzel
Kula kulluk etmezdin
Çok yanlış biriydin
Sen mi güzeldin yoksa hayat mı güzel?
Yani ki şişe ucuz şarap
Bir tarih yazabilir
Verdiğim tüm sözler
Bir anda uçabilir
Sıcak bir bira
Patlak bir sigara
Metin kurt gibi yalnızız
Ceza sahasında
Ne güzel,ne güzel
Ne güzel,ne güzel.
Kesmeşeker
Kaledeki Yalnızlık
Almancı kimliğinden dolayı Ümit Karan filme dahil edilmiş olabilir lakin, Beşiktaş taraftarı olan ve oğluna Feyyaz ismini koyan kaleci Nurettin'in, tanışmak isteyeceği kişi Feyyaz Uçar en mantıklı cevapken, o olmasa bile Sarı Fırtına Metin yahut Sergen Yalçın rol alabilirdi pek ala...
Kısaca konuya girecek olursak, ikinci lige transfer olacağı günlerde, kendisine hediye edilen arabayla geçirdiği trafik kazası sonrası eşini kaybeden kaleci Nurettin, oğlunu futboldan kazandığı para ile yetiştirmiş lakin yaşının ilerlemesiyle birlikte eski çevikliği azalınca, yıllarca formasını giydiği amatör takımın "yuhalanan" oyuncusu olmuştur. Yönetmen Volga Sorgu, daha filmin başında bunu çarpıcı bir şekilde dile getirmesini de bilmiş 8-0 biten maçın sonundaki taraftar tepkisini kayda alırken : "Biz saydık Nurettin, hesapta yanlış yok" Toprak sahalardaki yalnızlığı, günlük yaşantısında da devam eden ve oğluyla frekansları tutmayan Nurettin'in hayatı, eşinin kardeşi Zenoş'un Almanya'dan Türkiye'ye gelmesiyle değişir. Baba oğul arasında gün be gün kopmaya doğru giden ilişkiyi teyze onaracak ve Nurettin uzun bir aradan sonra gülecektir. Ama Albert Camus'nun da belirttiği gibi "top hiç bir zaman beklediği köşeden gelmeyecek", yıllardır kalesini koruduğu takıma başkan halı sahadan beğendiği Lagos'lu siyahi bir kaleci transfer edecek ve Nurettin'i kulübeye çekecektir. Futbolu bırakmaya karar veren tecrübeli file bekçisi oğlunun "saha dışı oyunlarıyla" son bir maç oynama şansı bulacaktır ama orada yönetmen o kritik soruyu sormadan edemez : Beş parasız bir hayat ve kazanılan bir maç mı, 15 milyar ve yenilecek bir kaç gol mu?
Kalecinin lanetini anlatırken, "onun bastığı yerde bir daha çim çıkmadığı söylenir" der Galeano, bizim kalecimiz de yalnızlığını kale direği yanında büyüttüğü bir tutam yeşil çimenle paylaşırken, Volga Sorgu, Uruguay'lı yazarın "O gol atmaz, onun varoluş nedeni gol atılmasını engellemektir" düsturunu taca çıkarıp, Nurettin'e maçı kazandıran golü attırır. Ve sonrası amatör sahalarda sık sık rastladığımız olaylar, seyirci sahada, futbolcu ve hakem can derdinde...
Amerikan seyircisi mutlu sonları sevedursun, bizim yönetmen de "Kaledeki Yalnızlk"ı bize özgür bir sonla bitiriverir... Nasıl mı? Seyredeniz efendim...
24 Aralık 2011 Cumartesi
Güle Güle Nevzat Hoca
Bloga yazdığın son şiirin ilk cümlesiydi... Yağmur yağmıştı dün Çatalca'ya, hem de gökyüzü parçalanmış, yukarıda ne varsa yere düşer gibi. Bugün o yağmur, seninle beraber durdu, dindi ve yerini insanın içini ürperten bir soğukluğa bırakarak gitti. Şimdi ne yağmur var, ne de sen varsın Çatalca'da... O yağmur belki yine düşecek mavi gökyüzünden Çatalca'nın yeşil ormanlarına, Arnavut kaldırımlı sokaklarına, ama biliyorum ki artık öksüz yağmayacak, sen yağacaksın, dokunacaksın başımıza, süzüleceksin yanaklarımızdan, bugün dökülen yaşlar gibi... Güle güle Nevzat Hoca, güle güle güzel insan, şiir sevdalısı, iyi Galatasaray'lı... Selam söyle çok sevdiğin Nazım'a, aynı tribünde bayrak salladığın Alpaslan Abiye... N'olur burayı bir an olsun düşünme... Senin yetiştirdiğin öğrencilerin, akıllarında senin sözlerin, emanetini yaşatmaya, seni tanımayanlara anlatmaya devam edeceklerdir... Mekanın cennet olsun...
Sert Adamların da Tatlı Bir Tarafı Vardır
23 Aralık 2011 Cuma
Zicu Pohang Steelers'ta
Babadan Oğula Mihaylov'lar
Bir Şişe Şampuan Uğruna
22 Aralık 2011 Perşembe
Ismarlama Habercilik
Bizler amatör olarak spor haberciliğine merak salan blog yazarları bile bir haber yazmadan önce kendi imkanlarımızla bir kaç kez doğrulatıp, mümkün olduğunca en doğru şekilde bilgi vermeye çalışırken takipçilerimize, bu işi profesyonel seviyede yapan ve "gazeteci" sıfatı taşıyanlar neler neler yapıyorlarmış. Bir Galatasaray'lı olarak zaten pek "tıklamadığım" Sporx sitesine bundan sonra da girmeyerek kendimce bu "ısmarlama" haberleri protesto edeceğim ama esas tepki göstermesi gereken bu meslekten ekmek yiyen, ailesini geçindirenler değil mi? Ben henüz onların sesini duymadım... İlginç...
Cennet vs Cehennem
Galatasaray:1-0:Manisaspor
Tarih 7 Eylül 1994. A Milli takımın başına yeni geçmiş Fatih Terim, Avrupa Şampiyonası elemelerinde Macaristan karşısında. "Klasik bir Türkiye Milli Takımı" gibi oynayıp, 2-0 geride soyunma odasına giden bizim topçular, ikinci yarıya öyle bir başlangıç yapıyor, ev sahibi Macarlar neye uğradıklarını şaşırıyor ve maç 2-2 sona eriyordu. Ertesi gün medyada en çok konuşulan ise Fatih Terim'in soyunma odasında takımı nasıl motive ettiğiydi...
Bu geceki Manisaspor karşılaşmasını seyrederken de aklıma bu maç geliverdi birden. Arka arkaya oynanan ve de her maç temponun daha yukarıya çıktığı bir galibiyet serisinin devamında, ligin ilk yarısının son maçında Galatasaray'lı topçular "bitse de gitsek" havasında bir ilk yarı çıkardılar. Kafalarda belki de erken golü bulup, rahat bir maç çıkarmak varken, o gol az kalsın Manisa'dan geliyordu daha 2. dakikada. Dış sahalarda yaptıkları savunma ile maç kaybetme alışkanlığı olmayan "Tarzanlar", Arena'da da iyi kapandılar, Galatasaray'a istediği pozisyonları vermediler, tempoyu düşürdüler ve "uyku getiren" bir havada, akıllarda bir tek Selçuk'un mükemmel pasında Emre'nin "çaylakça" vuruşu olan pozisyon kalacak şekilde soyunma odasına gittiler.
Bu tür "sevimsiz" ilk yarıların ardından soyunma odalarında olup, o ortamı hep yaşamak istemişimdir. Fatih Hoca da 15 dakikalık süreyi kendine özgü "hal ve tavırlarla" geçirmiş olmalı ki, Galatasaray ikinci yarıya azgın boğalar gibi başladı. Sağlı sollu ataklarla Manisaspor kalesini ablukaya alırken, "geldi gelecek" sinyalleri veren gol, Selçuk'un serbest vuruşundan geliverdi. 64. dakikada gelen golün de bir çok yönden hikayesi yazılabilir: Kariyerinde Çanakkale Dardanelspor, Manisaspor ve Trabzonspor'da oynayan Selçuk İnan, iki hafta evvel Trabzonspor'a "free kick" golü atarken, bu gece de bir diğer eski takımı Manisa'ya aynı golü atıyordu, sırada Dardanel mi var acaba? Peki onlar nerede? Türk futboluna bir çok oyuncu kazandırmış Çanakkale Dardanelspor'un durumu da ayrı bir yazı konusu aslında. Golün bir diğer anlamı da Prekazi'ye ödül verilen bir gecede, Galatasaray'a galibiyet serbest vuruştan geliyordu. Selçuk'un Prekazi'ye selam yolladığını düşünürken, genç oyuncu "Prekazi gibi olmak için bi' fırın ekmek yemek lazım" minvalinde açıklama yapıverdi... Gol Galatasaray'ı rahatlatırken, maç içinde "saçma sapan" kartlar gösteren hakemin Yiğit İncedemir'e gösterdiği ikinci sarı, Manisa'nın bütün planlarını alt üst ediyordu, zira Kemal Özdeş, forvet Makakula'yı hazırlıyordu saha kenarında maçı çevirmek adına.
Daha önceki maç yazılarında Galatasaray'ın gerçek manada çalıştığını yazmıştık, bu gece Riera'nın Eboue'e ters köşeye attığı ara pas ile Baros'un Orduspor maçında Kazım'a yaptığı asistin "fotokopi" misali aynı olması tesadüfle açıklanabilir mi? Ya da Eboue'nin sürekli topun olmadığı bölgelerde bulunması şans mıdır? Fatih Terim ve yardımcıları sadece Florya'nın yeşil zemininde değil, bilgisayar, televizyon, DVD, CD ne buldularsa, üzerinde kafa patlatıyorlar geceleri toplantı odasında...
Fatih Terim'in yeni takımında her oynanan maç kendi kahramanını çıkarıyor ama Melo gün be gün Galatasaray'ın bayrak adamı olmaya gidiyor, benim kahramanım değişmiyor. Brezilyalının her başarılı oyunu sonrası, bir yanım sevinirken, diğer tarafım sene sonunda İtalya'ya dönecek olmasına üzülüyor. Galatasaray yönetimi, ne yapıp edip, Melo'nun bonservisini almalı ve kendisiyle uzun süreli bir mukavele yapmalı, çünkü Felipe Melo bu takımın ruhu, bu takımın pes etmeyen sembolü. Bazen düşünüyorum İtalya'da "başarısız" topçulara verilen Altın Bidon'u 2009'dan sonra bu sene de keşke alsaydı da piyasası az daha düşseydi...
3 gün evvel Gökhan Gönül'ün hakeme rakibinin kendisine faul yapmadığını itiraf etmesi medyada "fair play" rüzgarlarını başlatmış, Fenerbahçeli oyuncuya methiyeler düzen spor yorumcuları, umarım bu gece Yiğit'in korneri Muslera teslim etmesini es geçmezler...
Stat: Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena
Hakemler: Özgür Yankaya, İsmail Şencan, Mehmet Cem Hanoğlu
Galatasaray: Muslera, Eboue, Ujfalusi, Servet Çetin, Hakan Balta, Kazım Kazım (Dk. 86 Ayhan Akman), Melo, Selçuk İnan, Emre Çolak (Dk. 57 Engin Baytar), Elmander, Baros (Dk. 67 Riera)
Manisaspor: İlker Avcıbay, Akaminko, Dixon, Hüseyin Tok, Klukowski, Yiğit Gökoğlan (Dk. 71 Bekir Yılmaz), Yiğit İncedemir, Mehmet Güven (Dk. 66 Murat Erdoğan), Nizamettin Çalışkan, Simpson (Dk. 46 Ahmet Özek), İsaac
Gol: Dk. 64 Selçuk İnan (Galatasaray)
Kırmızı kart: Dk. 68 Yiğit İncedemir (Manisaspor)
Sarı Kartlar: Dk. 20 Simpson, Dk. 39 Klukowski (Manisaspor), Dk. 27 Ujfalusi, Dk. 57 Melo (Galatasaray)
21 Aralık 2011 Çarşamba
Eusebio Hastanede
20 Aralık 2011 Salı
Dönülmez Akşamın Ufkundayız
Meşhur Chris Paul takası sonrası mağdur olanlar tarafında, ismi yazan vatandaşlar bunlar. Her ne kadar Hornets , Paul'ün takasında iyi bir üçlüyü takımına katmış olsa da onlar bu fotoğraftan da belli olduğu gibi pek mutlu değiller. Eric Gordon'un tavrı bir nebze anlaşılabilir ancak Aminu ve Kaman'ı üzen tek şeyin Melekler şehrinden ayrılmaktan fazla bir şey olmaması gerekli. Takasın tek karlı tarafı ise kesinlikle Clippers cephesi.
18 Aralık 2011 Pazar
Tigana Shanghai'ın Çiçeklerinde
Kaç Araba Oldu, Kaç Kupa?
17 Aralık 2011 Cumartesi
Gol Yememe Rekoru
Bu geceki Orduspor-Galatasaray maçını anlatan spikerler bol bol bahsedince, gazeteler de yarınki sayılarına dev puntolarla yazınca, şu "gol yememe" rekoru hakkında ben de bir kaç satır karalayayım bloga istedim, hele ki Bulgar futbolu üzerine kalem oynatan biri olarak, Chernomorets Burgaz ismi de geçince bu rekorun içinde. Galatasaray, en son Karabükspor deplasmanında Muslera'nın kırmızı kart gördüğü maçta yediği gol sonrası, dış sahada oynadığı Ankaragücü, Antalyaspor, Kayserispor, Beşiktaş, Gençlerbirliği, Trabzonspor ve bu geceki Orduspor maçlarında olmak üzere 7 maç kalesinden top çıkarmak zorunda kalmadı. Dışarda 7 maç gol yemezken, içerde 2 maç önce Fenerbahçe'den son dakika golü yemişti Muslera. Galatasaray'ı bu "ilginç rekor" için takip eden Chernomorets takımına baktığımızda ise Karadeniz ekibi Bulgaristan A Grupanın dördüncü haftası Beroe deplasmanında yediği gol sonrası, 5 maç boyunca evinden uzakta gol yemeden döndü Burgaz'a. Şu an Bulgar Ligi devre arasında ve ikinci yarıda Chernomorets, 16 takımlı ligin 15. sırasında bulunan Kaliakra ile oynayacak. "Top yuvarlaktır", ne olacağı bilinmez lakin deplasmancılar sıfıra karşı kazanırlar ve Galatasaray'ın rekoruna ortak olmaya doğru koşarlar ama karşılarına şimdiye kadar 22 gol atan Lokomotiv Plovdiv çıkacaktır ki oradan gol yemeden ayrılmaları zor. Eğer Plovdiv'den gol yememeyi de başarabilirlerse, yine zayıf Vidima Rakovski deplasmanına gidecekler ki, rekora koşma şansları bulunuyor... Öte yandan Chernomorets sadece dışarda kalesini kapatmıyor rakip forvetlere, yedinci haftada oynadığı Slavia maçından beri kalesinde hiç gol görmüyor, kısaca 8 haftadır meşin yuvarlak Kolev'in koruduğu kaleden içeri girmiyor. Bu da Avrupa'da başka bir rekor olsa gerek. Peki, kaçıncı sırada bu Chernomorets? A Grupada lider Ludogorets'in 3 puan gerisinde 3. sırada.