Beşiktaşlı yönetmen Zeki Demirkubuz'un Tam Saha dergisine verdiği röportajı Tribun Dergi'nib twitterda yolladığı ileti sayesinde okudum, iyi ki de okumuşum, futbol ve hayata dair o kadar çarpıcı sözler sarf etmiş ki, dikkatimi çekenleri u/M blog okurları için aşağıda derledik. Röportajın tamamı burada, buyurun...
- Ama Beşiktaş bir insanın hayatında derdini, çocuklarını, sevdiklerini, ülkesini düşünmesi gibi bir boyuta geldi.
- Ben Beşiktaş’ı bizim ülkemize benzetiyorum. Bir sürü şeyiyle, karakteriyle, ruhuyla, akıldışı yanlarıyla, kaderiyle filan böyle bir bağ var.
- O yüzden Beşiktaş’la ilgili günümüz futbolunda insanların beklentileri üzerinden bir ilişkim yok. Beşiktaş ikinci lige düşse, ben bundan herhangi bir şey kaybetmem. Zaten skorları yenmesi, yenilmesi, benim için neredeyse aynı değerde. Hatta yenilgileri ve sorunları bütün bu süreçte onunla daha büyük bağlar kurmama sebep oldu.
- Futbol, ki benim için futbol demek Beşiktaş demektir, tek başına aslında çok da özel bir değer taşımıyor. Ancak Beşiktaş söz konusu olursa bir anlamı oluyor. Bunu bir film ismi olarak düşünürsek bu bir hayat duygusu demektir. Söyleyebileceğim, indirgeyebileceğim tek kelime “hayat”tır.
- Yıllardır Anadolu takımlarının maç sonu röportajlarını dinlerim, oradaki ikiüç cümleleriyle futbolcuların, teknik direktörlerin kişiliğine, onların hayatına dair bir şeyler düşünme şansı yakalarım. Onların evlerine, nasıl bir yaşam sürdürdüklerine, hayallerine kadar bir yığın şey okuyabiliyorum.
- Futbolcuları yakından tanımak için bir olanağımız daha vardı; çikletlerden çıkan resimleri. Kimse bana “Beşiktaşlı ol” demedi, Isparta’da öyle bir gelenek de yoktur zaten. Herkes ya Fenerliydi ya Galatasaraylı. Ben, o resimden o futbolculardan, özellikle de Kör Tuğrul’dan, Kör Tuğrul’un o tipsizliğinden etkilendim. Bazı insanların içinde doğal olarak var bu demek ki: Ben hayatta da güzelleri, yakışıklıları merak etmedim hiç. Bugün filmlerimde de bu var, hep daha karanlık şeyleri merak ettim.
- Bir gün Beşiktaş çevresini, içindeki kötü durumları, yanları, sorunları iyi bilen arkadaşlarım bana bunu anlatmaya başladılar. Bugün Beşiktaş yönetiminde, ki sadece bugün de değil, benim nefret edebileceğim, sevmeyeceğim bir sürü şey olduğunu çok iyi biliyorum. Onlara şöyle dedim “Bana bunları anlatmayın. Ben kendimi tanıyorum, bunlara kayıtsız kalmam. Benim hayatta sahip olduğum yegâne iyi şey bu. Zedelenmez, ama yine de bana bunları anlatmayın.“ Hayatın her alanında bu kadar gerçekçi olmayı seçmiş biri olarak bunu korumaya çalışıyorum.
- Bütün suçlarına, günahlarına, kabahatlerine rağmen bence futbol olgusundaki en masum kitle hâlâ taraftarlardır. Diyelim ki bunlar çok kötü adamlar ama en kötüsünden bedel ödedikleri, göze aldıkları bir şey var. Bilet alıyorlar, işini bırakıp, saatlerini harcayıp, stata gelip, o yağmurun altında saatlerce bağırıp, eve gidip, yenildiyse günlerce acı çekiyorlar. Hiç olmazsa böyle bir bedel ödüyorlar.
- Beşiktaş Şampiyonlar Ligi şampiyonu olsun ben bunun belgeselini yapmam ama 2.Lige düşerse onun belgeselini yapabilirim. Beşiktaş’ın küme düşme, düşmeme maçı olan o Zonguldakspor maçına 67 bin seyircinin gelmesini, ne bileyim 12 Eylül döneminde şampiyon olduğumuz yılki o sokağa çıkma yasağına rağmen Trabzonspor maçından sonraki kutlamaları. Fakat bir hayat duygusu bulamayınca bırakın belgeseli, filmi, fotoğrafını bile çekmem o şeyin.
- O işte bize dayatılan bu temaşadır, şovdur laflarıyla bugüne kadar bizim varolmamıza, ayakta durmamıza katkıda bulunan birçok yüksek değer gibi, mesela arkadaşlık gibi, yoldaşlık gibi, komşuluk gibi, hemşehrilik gibi bir sürü olgu nasıl hayatımızdan çıktıysa ve biz bunun eksikliğini hissetmiyorsak ama sonuçlarını çok sert yaşamak zorunda kalıyorsak futbol da hayatımızdan bu şekilde çıkacak ve bu hayat biraz daha kötüleşecek
- Beşiktaş’ın şu anda onur duyulacak en önemli ögesi olan taraftarların bile Lucescu ve Pascal olayını yutmasını ben hâlâ kabul edebilmiş değilim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder