20 Mart 2011 Pazar

Galatasaray:1-2:Fenerbahçe


Bir sezonda yaşanılacak ne kadar aksilik varsa, hepsini yaşayan Galatasaray için, İstanbul derbisinde Fenerbahçe ile oynanacak karşılaşma sezon finali anlamı taşıyordu ki önde götürülen Ankaragücü maçının kaybedilmesi çabucak unutulup, herkes Arena'daki derbiye konsantre olmuştu. Maça ilgi o kadar fazlaydı ki, kale arkası biletleri daha GS Bonus sahiplerine açılan özel satış başlar başlamaz bitmiş, diğer tribün biletleri ki fiyatları 200 liradan fazla olmakla beraber bir kaç gün içinde tükenmişti. Ali Sami Yen'de son maç oynanıp, Türk Telekom Arena'da da bir çok maç oynanmasına rağmen Cuma gecesi derbiye gelenlerin bir çoğu ilk kez ayak basıyordu yeni mabede. Metro girişindeki heyecandan tutun da, metro yolculuğu sırasında yapılan "acemice" tezahüratlar ve aktarma sırasında gidilecek yönün toplu halde şaşırılması "çaylaklığın" belirtisi olarak gözüme çarparken, metro çıkışı sonra tam heybetiyle karşılarına çıkan Türk Telekom Arena'nın büyüsünü yakalamak isteyenlerin fotoğraf makinelerinin flaşları aydınlatıyordu geceyi...


Stada kolay girmemizin sebebinin erken gelmemizde yattığını maç çıkışı girdiğimiz metro "hengamesinde" anlayacaktır 3-4 saat sonrası. Biletlerin erken tükenmesinin sebeplerinden biri olan sponsor biletlerine yüklüce bir miktar bayılarak elde ettiğimiz Pegasus Loca Yanı biletimizle stadın Loca kısmına giriş yaptığımızda karşılaşmaya 2 saate yakın bir süre vardı ve locaları gezme fırsatı bulduk ki, bu esnada Başkan Polat ile de bir restorant bölümünde karşılaştık. Galatasaray'ın içinde bulunduğu durumu açık seçik özetliyordu Adnan Polat'ın fiziksel görünümü: Etrafındakilere imza ve fotoğraf vermeye çalışırken, zoraki gülümsüyordu başkan, yaşadığı sıkıntı her yanından belli oluyordu... Lakin, benim garipsediğim, tüm camianın "sezon finali" adına kenetlendiği böyle bir gecede yanındaki 3-5 kişiyle turistik seyahate gelmişçesine "umarsızca" yemek yemesiydi. Yemek demişken, bardak suların kale arkası tribünde 2.5 liraya da satılması neyin nesidir sayın yönetim?


Kareografi alanında Türkiye'de bir ilkin yapılacağını ultrAslan Genel Koordinatörü Oğuz Altay çok önceden açıklamıştı lakin yapılacak şovun görselleri internet sitelerine de "sızdırılınca", havası kaçmış gazoz tadındaydı maç öncesi Türkiye'de ilk defa yapılan dört tribünün aynı anda oluşturduğu "kompozisyon". Yine de bu gösteri için gecesini gündüzüne verenlerin emeği unutulmasın, lakin bu tip organizasyonlarda görev alacak kişilerin seçimi konusunda bundan sonra daha dikkatli olunması gerekir, olunacaktır da.
Tribünsel açıdan derbide beni en çok etkileyen ise rakip tribün altına asılan pankarttı: "Daha iyisini yapamadık, Souness'ı unutamadık"... Küfürsüz, hakaretsiz, rakibe yapılan "göndermeler" derbilerdeki "saha dışında değil saha içindeki rekabete" katkı sağlayan en önemli unsurlardır. 55 bin kişilik stadın küçük bir bölümüne konuşlandırılmış Fenerbahçe tribünleri ise kendi sahalarındaki maçlarda rakiplerinin yaşadıklarını hissetmiş oldular, ne kadar bağırmak isteseler de sesleri çıkmadı, sarı atkılarla yapmaya çalıştıkları gösteri tek akılda kalandı... Onların sesi pek çıkmadı lakin Kazım'ın attığı golden sonra Galatasaray tribünün sevinç coşkusu ve ardından rakibi ıslıklaması ile de Türk Telekom Arena'da bir rekor kırılıverdi:131.76 desibel ile tezahürat rekoru dalında Guiness Rekorlar Kitabına girmiş oldu Galatasaray taraftarı...
Maçın öneminin farkında olan Galatasaray'lı futbolcuların ne kadar motive olduklarını daha ilk sahaya ayak bastıklarında görmemiz mümkündü ve maçın başlangıç düdüğü ile beraber baskıyı kurdular Fenerbahçe üzerine. Taraftarın da desteği her geçen dakika artan baskı, meyvesini 15. dakikada verdi ve Galatasaray, öne geçiverdi Kazım ile. Golün ardından devamını getirmek için Volkan'ın kalesine yüklenen Galatasaray'lı topçular, Kazım attığı golden daha kolay pozisyonda önüne gelen topu filelere gönderemeyince, maçı koparamayıp, koca sezon destekçilerine yaşattıkları üzüntüleri, tarihi bir skorla affetirme şansını da kaybettiler. Fenerbahçe'ye rakip sahada basan ve atak başlatma yollarını kesen Galatasaray forvet ve orta saha elemanlarına, defanstaki arkadaşları da katkı sağlayınca, koca 45 dakikada sarı-lacivertli takım bir kez gelebildi Zapata'nın kalesine... İkinci yarı Hagi, aynı sitemi sürdürürken, Galatasaray orta saha elemanları arasında kaybolan Selçuk'un yerine Semih'i alıp, Servet ve Gökhan arasında "yokları" oynayan Niang'ı rahatlatmayı düşündü lakin oyun Galatasaray'ın hakimiyeti altında devam ediyordu ve sarı-kırmızılılar skoru rahatlatacak golleri kaçırırken, Fenerbahçe bir duran topla beraberliği yakalıyor ve ardından da Alex ile galibiyet golünü maç biterken buluyordu...


Kaybedilen maç sonrası "fatura çıkarma" sevdası, eleştirilerin yönünü Hagi'ye çevirirken, hocanın Pino'yu oyuna almaması en sık dillendirilen konu oluyordu Türk Telekom Arena tribünlerinde. Oysa, Kazım'ın 50. dakika sonrası nedensiz oyunu bırakması sonrası oyuna Arda'nın girmesi isabetli bir karar iken, Arda oyuna hareketlilik getirip, bir çok pozisyonun başlangıcında yer alıyordu. Stancu'nun yerine oynadığı dakikalarda istenileni veremeyen Kewell'ın alınması en fazla eleştirilen konuydu ama Kewell'ın derbi tecrübesi ve daha önceki maçlarda ortaya koyduğu başarılı performanstan yararlanmak istemesini Hagi'nin çok doğal karşılamak gerekmiyor mu? 85 dakika boyunca "körük gibi ciğeri varmış" dedirten Yekta'nın yerine orta alana Ayhan'ın alınmasını sadece Ayhan sevmeyenler yadırgayacaktır. Peki, neden Galatasaray kaybetti? Tek kelime "kısmetsizlik"

Koca sezon boyunca "barut fıçısı" gibi patlamaya hazır olan tribünlerin maç sonu herhangi bir protestoda bulunmayıp, sessiz sedasız tribünü terk etmesi de saha içindeki herkesin elinden geleni yaptığının bir göstergesiydi aslında. Var bi' "uğursuzluk" bu takımın üstünde, ve çözümü benim için artık mantık sınrıları içinde değil. Afrika ve Güney Amerika'da sık sık yapıldığı gibi "tanrısal" yollara başvurup kurban mı kesilir, kurşun mu döktürülür, ya da topçulara psikolojik terapi seansları mı yapılır, yapılsın bir şeyler...

Maç çıkışı yaşanılan ulaşım rezaleti de Olimpiyat stadı günlerini hatırlatırken, bu stadları yaparken, neden hala yolları en son yapmayı düşünüyoruz sorusunu akıllara getirdi. Son olarak metro yolculuğu sırasında takımından utandığını sayıklayanlara, İstiklal'deki Galatasaray müzesini ziyaret etmelerini önereceğim... Dün ben öyle yaptım, kapıdaki görevliye "Bugün burası boş galiba?" diye sorduğumda "Aksine, bugün normalin üzerinde ziyaretçi var" cevabı gelince, bir kez daha "Dayan Galatasaray" demeden edemedim...


Galatasaray
Zapata, Neill, Servet Çetin, Gökhan Zan, Hakan Balta, Culio, Cana, Kazım Kazım, (Arda Turan Dk. 61), Yekta Kurtuluş, ( Ayhan Akman Dk. 85), Milan Baros, Bogdan Stancu (Kewell Dk. 68)

Yedekler
Ufuk Ceylan, Aydın Yılmaz, Barış Özbek, Arda Turan, Ayhan Akman, Kewell, Pino

Fenerbahçe
Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Lugano, Yobo, Santos, Özer Hurmacı, Mehmet Topuz, Selçuk Şahin, (Semih Şentürk Dk.45) Baroni, Alex, (Bekir İrtegün Dk. 89), Niang (Stoch Dk. 73)

Yedekler
Bekir İrtegün, Stoch, Semih Şentürk, Uğur Boral, Caner Erkin, Dia, Fehmi Günok

Sarı Kartlar:
Kazım (Dk. 14), Selçuk (Dk. 30), Servet (Dk. 32), Gökhan (Dk. 33), Özer (Dk. 42), Baros (Dk. 70), Culio (Dk. 71)

Goller: Kazım Dk. 14, Semih Dk. 75, Alex Dk. 88

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin