Taraftar için biten bir sezonun iç sahada oynanacak olan son maçı anlamı taşırken Galatasaray-Antalyaspor maçı, futbolcular için daha fazla önemi olması gerekti, zira önümüzdeki yılın yapılanmasında yer alıp almayacakları ya da bu sezon olduğu gibi temmuzda mesaiye başlayıp başlamayacakları bu gece belli olacaktı, kısaca kendi adlarına "kritik" bir maçtı ve her "hayati" maçta olduğu gibi maalesef yine çuvalladı Galatasaraylı topçular... Aslında, öyle bir duruma düştüler ki dün gece, iki hafta evvel Bursa'ya çelme takarken medyanın gazıyla hırslı bir oyun sergilemişler ve yeşil-beyazlıları liderlikten etmişlerdi, şimdi ise o Bursa'dan son haftada Beşiktaş'ı yenip kendilerini üçüncü yapmasını beklemek durumunda kalacaklar Gençlerbirliği karşısında alınacak kötü bir sonuçta... İşte böyle garip bir oyun bu futbol...
Bu garip oyunun içinde birileri de çıkıp enteresan işler yapmakta, bu sefer zaten maç öncesi "çakır keyif" olan kafalar, iyice dönmeye başlıyor sebep-sonuç sorularını sorarak bünyeye... Tribüne adım atarken koca yıl boyunca şans bulamamış topçuların ve gelecek vaat edenlerden oluşan bir kadroyu izleyeceğimizi beklerken, Rijkaard hoca sınavın en kazık sorusunu soruyordu: "Jo'nun ilk onbirde ne işi var?" En mantıklı cevap, "Üçüncülük için kazanmak gerekiyor ve Baroş sakatken eldeki tek forvet Jo" gibi gelirken, Brezilyalının oynadığı maçlarda sergilediği oyun bu planın tutmayacağını gösteriyordu, lakin kafayı patlatırcasına rahatsız eden başka bir cevap da virüs misali dolaşıyordu beynin içinde: "Yoksa seneye Jo kalacak mı?"... Mide bulantısına soda etkisini ise genç Emre'yi sahada görmek oluyorken, keşke son maçına çıkan Emre Aşık da sahada olsaydı ve onurlandırılsaydı diye de diliyorduk yüksek sesle...
Futbol adına ne oynandığı belli olmayan oyunun ilk devresi, zaten son maçlarda performans adına diplere düşen Galatasaray tribünlerini lodos misali uyuturken, maç öncesi beklediğimiz o nostaljik hava da olmuyordu ve bizlere tek eğlence Ömer'i ıslıklamak kalırken, Antalyaspor kalecisi de garip bir şekilde bundan zevk alıyordu...
Devre arasının eğlencesi Servet ile Uğur'un ısınmasını izlemek yerine çekirdek bulma telaşı olunca, bir çok defa görmezden geldiğimiz eli sepetli "abileri" de bu gece "kaybolunca", istikamet stad büfesi oluyor ama duvarda asılı duran fiyatları görünce "dudaklar uçukluyordu"... Su 1 lira, çekirdek 3 lira, hamburger 7 lira... Maç bileti 20 lira... İki oğlunu maça getiren baba eve gittiğinde yapacağı hesapta ayın beşinde almış olduğu 500 liralık maaştan 100 lirasının eksildiğini görecek, izlediği futbola değer mi? Ben bilmem, o bilecek...
İkinci devre takımdan farklı bir hava beklerken, tribünler aldı mesajı ve bıraktılar kendini... "Tayfa"nın Eski Açık tribüne gitmesiyle sezon boyunca tezahüratlarda yaşanan ikilik, bu sefer bütün tribüne yayıldı, Eski Açık başka bağırırken, Kapalı değişik telden açılıyordu, Yeni Açık ise kendi alemindeydi... Sonrası ise post modern sanatçılara ilham olacak bir tablo ortaya çıkarıverdi, bu üç tribün bir de kendi aralarında yarıya bölünerek karşılıklı bağırmaya başladı ki ortaya bir "karmaşa harmonisi" çıkıverdi... Ve beklediğimiz "naftalin kokulu" besteler gün ışığında olmasa da stad ışıklarının altında söylendi, Alpaslan Dilmen anıldı, Metin Oktay ruhu çağrıldı... Bu sırada sahada oynanan oyunda kayda değer bir gelişme yer almazken, Yalçın eski takımı adına bir gol atıyor, sonrası Tita durumu eşitliyordu... Futbolun en değerli ürünü gol iken, benim pek de umurumda olmuyor, esas takıldığım Rijkaard'ın 90 dakika oynaması gereken genç Emre'yı oyundan alması ve Jo'nun sahada gezinmesi oluyordu... "Yoksa" diye başlayan o virüs tekrar başımın etini yemeye başlamıştı... Tadsız tuzsuz bu maç öyle bitecek derken, Süper Ligin iki "göbekli minübüs şoförü" tipli golcüsünden biri olan Veysel yine kendi has "kafa göz yararak" bir gol atıp, Galatasaray adına sezonun röntgenini çekiyordu...
"Bi' halt anlamadık maçtan" derken, maç sonu hoparlörlerden çalınan Yalın'ın "Ah be kardeşim başına ne geldi" şarkısı bizi deplasman tribününde bulunma havasına sokuyordu, Allah'tan Antalya'da değildik, bu futbol ve skordan sonra 12 saat İstanbul yolu çekilmezdi... Antalyalı taraftarlar belki de maç öncesi böyle düşünmüş olmalılar ki, maçı tribünden izlemek yerine televizyon başında oturmayı tercih etmişlerdi. Peki boş muydu deplasman tribünü derseniz, kardeş takım Kocaeli'den gelen ve maç öncesi bizler biramızı yudumlarken yanımızdan "28 sene mi oldu, oha Fenerbahçe" tezahüratı yaparak geçen 7 yeşil-siyah formalı genç o tribünün büyük çoğunluğunu oluşturuyordu diye cevap veririm...
Bol mesajlı geçmesini beklediğim gecenin en büyük iki mesajı, maç bitiminde çalınan şarkı ile futbolu bıraktıktan sonra "ağız ishali" olmuş gibi konuşan eski topçulara yönelik kapalı tribünde asılan pankarttı:"Konuştukça batıyorsunuz, kalbimizden çıkıyorsunuz."
Stat: Ali Sami Yen
Hakemler: Tolga Özkalfa, Selçuk Kaya, Adil Sinem
Galatasaray: Aykut, Sabri, Neill, Hakan (Dk. 90+3 Emre Aşık), Caner, Mehmet Topal, Barış, Keita, Emre Çolak (Dk. 59 Mustafa), Arda (Dk. 79 Giovani), Jo
Antalyaspor: Ömer, Kerim, Yalçın, Erhan, Şenol, Zitouni (Dk. 90 Veysel), Jedinak, Sedat, Ertuğrul (Dk. 79 Korhan), Tita (Dk. 90+4 Fatih), Necati
Goller: Dk. 64 Yalçın (Kendi Kalesine), Dk. 66 Tita, Dk. 90 Veysel (Antalyaspor)
Sarı Kartlar: Dk. 32 Yalçın (Antalyaspor), Dk. 74 Sabri, Dk. 90+5 Mehmet Topal (Galatasaray)
1 yorum:
- Yaz sezonunda öyle ahım şahım transfer yapıl(a)maz; servet gider arda kalır. Kiralıklar geri gönderilir yerlerine alman ligi orta sıralardan 2 orta saha alınır. Kaleye Aykut geçer,forvet allahlık olur. Elano seneye de uyur.
- Rijkaard sezon sonunu çıkaramadan şutlanır.
- Yeni stad yetişmez sezonu ASY'de kapatırız. Para verenler cazlar.
- Ağabeyler ayaklanır, Adnan Polat mecburen yönetime liselileri alır, seçim zamanı da gider.
Yorum Gönder