"Edirne'yi nasıl tanırsınız?" sorusunun cevabı ilk etapta Koca Sinan'ın eşsiz eseri ve ustalık eserim dediği Selimiye Camii ve Ciğer olsa gerek. Selimiye'yi bilmekle birlikte, Ara Güler'le tanımıştım. Ciğeri zaten sevmem ve geçen sene başıma gelen bir olay yüzünden sonra iyice soğudum. Bir de üniversiteden arkadaşım var Gökay, Edirne'li. Süper içerdi ve süper arkadaştır gerçekten. Edirne bu tanınmışlıklarının yanına bir de basketbolunu ekleyecek gibi görünüyor. Olin yağ gurubunun katkısı sonrası bu sezon ligimize adım atan ve çok renk veren bir ekip oldu Edirne ekibi. 2. ligden gelen bir ekipte, birinci ligdeki ilk sezonunuzda ligdeki pozisyonunuz için kısa vadede hedefiniz ligde kalmak olur. Ancak Koç Gökhan Taştimur takımını BBL'ye öyle bir hazırladı ki 8 maçtır yenilmeyen takımımızı bile yenmeyi başardılar. Tabi sadece bu yenilgiyi onların iyi oyununa bağlamamak lazım. Bizimkiler de çok formsuzdu dün. Ancak Seibutis önderliğinde çok iyi bir kimya yakalamış Olin takımı ve aldıkları galibiyetin tesadüf olmadığını bir kez daha hatırlatıılar dün itibariyle.
Hazır futbolda devre arasındayken iyi bir taraftar desteği beklediğimizi söylemiştik. Taraftar da bunun farkındaydı ve Bu sezon belki de derbi dışında ilk defa bir maç bu kadar yüksek bir doluluk oranını yakaladı. Böyle bir ortamda galip gelmek gerçekten güzel olacaktı tabi ama koç Mahmuti'nin de dediği gibi "bu bir lig maçı ve ne bir galibiyet ne de bir malubiyet dünyanın sonu." Galatasaray takımı sezon başından beri gösterdiği yüksek ivme sayesinde, özgüveni de günden güne artarak çok üst bir seviyeye ulaşmıştı. Takımın görüntüsü, hücumda topu olabildiğince çok dolaştırmak, Koçun sistemine göre oyunu oynamak ve boş adamı bulmak yönündeydi. Ayrıca neredeyse tamamı penetre edebilen bir kardonuz da olunca hücumda kilitler çok çabuk açılıveriyordu. Savunmada ise yarı sahada ön alanda baskı ve pas kanallarına, her topa ciddi şekilde baskı uygulayıp savunmayı üst düzeye çekmekti. Galatasaray'ın sezon başından beri aksayan tek noktası ribaunt konusundaydı. Onu da bu sekiz maçlık periyotta çözmüşlerdi. Yani Galatasaray son yıllarda ortaya koyduğu oyun anlaayışından kurtulmuş ve yepyeni bir basketbol ve ekol yaratacağının sinyallerini vermişti.
Buraya kadar tamam ve bundan sonra da değişecek bir şey olduğunu düşünmüyorum bile. Bazen iyi takımların başına yolda böyle ufak kazalar gelir. Önemli olan, onu iyi tamir edip, o kazadan ders çıkarabilmekte. NBA'de San Antonio Spurs'un en iyi olduğu dönemlerde hep gelirdi başına böyle durumlar. Hiçbir takımı küçümsememelerine rağmen 8-10 maçlık galibiyet serileri, hep ligin dibine demir atmış takımların galibiyetiyle noktalanırdı. Koç Popovic de bu maçlardan ders çıkarılması gerektiğini her fırsatta vurgulardı. Tabi ki Olin Edirne'yi bu sınıfa sokmamak lazım. Hem çok iyi bir takımlar hem de dünkü maçın 2. yarısında muazzam bir savunma ve hücum ortaya koydular, akabinde de maçı kazandılar. Galatasaray ilk yarıda çok iyi bir görüntü ortaya koymuş ve beklediğimiz gibi 2. periyotta vidaları sıkıp devreyi 8 sayı farkla 37-29 önde kapamıştı. Birkaç dişlinin dışında aksayan bir oyun yoktu ve makina tıkır tıkır işliyordu adeta.
3. periyot itibariyle ise maç çok ilginç bir şekil aldı. Galatasaray takımı hücumda aksadığı gibi savunmada da yumrukları yiyen taraf olmuştu. Edirne ekibi üst üste sayılarla farkı kapayıp öne geçmeyi başarmıştı. Oktay Mahmuti'nin molaları da işe yaramadı ve takımımız çok şuursuzca oynadığı 3. periyodu 47-56 geride tamamlayan taraf olmuştu. 22 dakikada 41-31 lehimize olan skor 30. dakikanın sonunda 47-56'ya ulaşmıştı. Minik bir matematik hesabı sonucunda 27-10'luk Edirne galibiyeti 3. periyoda yansımıştı. Galatasaray'ın bu sene 1-2 maçında dışında hepsini izledim ve takımımızı bu periyotta olduğu kadar şuursuz ve akıl dışı oynadığına şahit olmamıştım. Her ne kadar böyle bir periyot sonucu olsa da 4. periyoda taraftarın da etkisiyle, tekrar maça ortak olma ve galip gelme temennisiyle girmiştim. Çünkü takımın bu sezon birçok maçta, maçın belli bölümünde savunmayı en üst düzeye çıkarıp son noktayı koyduğuna çokca şahit olmuştuk. Ancak son periyotta buna da şahit olamadık. Maçı kaybedeceğimiz son 3 dakika kala üç aşağı beş yuları belli olmuştu. Maçın son bölümünde ilk etapta ufak, sonradan büyük çaplı bir mucize olma ihtimali doğdu. Olin'in rehavet üzerine kaybettiği üst üste 2 top kaybı farkın 3 sayıya kadar inmesini sağlasa da son bölümü yine çok kötü oynayıp maçı kaybeden taraf olduk.
Bugünkü kötü görüntünün ilk neticesi 19 top kaybı olsa gerek. İkinici yarıda 10 top kaybı yapmışız ve bizim bu seneki maç başına top kaybı ortalamamıza(10,4) eşit. Ayrıca ikinci yarıda yapılan 5 asist, 8 maçlık galibiyet serisinin 5'indeki 20 asist ortalamasını düşündüğümüzde bizim sistemin dünkü maç özelinde ne kadar bozuk işlediğinin önemli göstergelerinden biri. En önemlisi ise hücumumuz düzensiz olsa bile bunu savunmaya yansıtamayıp, panik atışlar ve düzen dışı oyun anlayışı ile sahada yer almamızdı. Şut yüzdelerini işin içine katmıyorum bile. Hazır şut yüzdesi demişken sezon başından beri ilk defa iyi bir şutörün eksikliği hissedildi takımımızda. Maçın sonunda o eksikliği kapama yönünde adım atıldı( veya atılmıştı) ve Lietuvos Rytas'dan Jerry Johnson transfer edildi. Sonuçta ise maçın özeti; ilk yarı ile ikinci yarısı arasında gece ile gündüz arasındaki fark kadar ayrı duran Galatasaray'ın oyun anlayışı karşısında, işler kötü gitse de yılmayan ve düzenini bozmayan bir Edirne ekibi. Yukarıda da sözylediğim gibi; bu maçlar nefes alma, ders çıkartma, kritik etme maçlarıdır. İyi giden serilerin arkasından gelen böyle yenilgilerde her zaman hayır vardır. Herkes takımın iyi olduğunun farkında ve bu yenilgi de nazar boncuğumuz olsun. "Yenilmez Armada"yı yaratma yolunda alınan her yara bizi ve takımımızı büyütür. Onlar yeter ki yürüyedursunlar.
Hazır futbolda devre arasındayken iyi bir taraftar desteği beklediğimizi söylemiştik. Taraftar da bunun farkındaydı ve Bu sezon belki de derbi dışında ilk defa bir maç bu kadar yüksek bir doluluk oranını yakaladı. Böyle bir ortamda galip gelmek gerçekten güzel olacaktı tabi ama koç Mahmuti'nin de dediği gibi "bu bir lig maçı ve ne bir galibiyet ne de bir malubiyet dünyanın sonu." Galatasaray takımı sezon başından beri gösterdiği yüksek ivme sayesinde, özgüveni de günden güne artarak çok üst bir seviyeye ulaşmıştı. Takımın görüntüsü, hücumda topu olabildiğince çok dolaştırmak, Koçun sistemine göre oyunu oynamak ve boş adamı bulmak yönündeydi. Ayrıca neredeyse tamamı penetre edebilen bir kardonuz da olunca hücumda kilitler çok çabuk açılıveriyordu. Savunmada ise yarı sahada ön alanda baskı ve pas kanallarına, her topa ciddi şekilde baskı uygulayıp savunmayı üst düzeye çekmekti. Galatasaray'ın sezon başından beri aksayan tek noktası ribaunt konusundaydı. Onu da bu sekiz maçlık periyotta çözmüşlerdi. Yani Galatasaray son yıllarda ortaya koyduğu oyun anlaayışından kurtulmuş ve yepyeni bir basketbol ve ekol yaratacağının sinyallerini vermişti.
Buraya kadar tamam ve bundan sonra da değişecek bir şey olduğunu düşünmüyorum bile. Bazen iyi takımların başına yolda böyle ufak kazalar gelir. Önemli olan, onu iyi tamir edip, o kazadan ders çıkarabilmekte. NBA'de San Antonio Spurs'un en iyi olduğu dönemlerde hep gelirdi başına böyle durumlar. Hiçbir takımı küçümsememelerine rağmen 8-10 maçlık galibiyet serileri, hep ligin dibine demir atmış takımların galibiyetiyle noktalanırdı. Koç Popovic de bu maçlardan ders çıkarılması gerektiğini her fırsatta vurgulardı. Tabi ki Olin Edirne'yi bu sınıfa sokmamak lazım. Hem çok iyi bir takımlar hem de dünkü maçın 2. yarısında muazzam bir savunma ve hücum ortaya koydular, akabinde de maçı kazandılar. Galatasaray ilk yarıda çok iyi bir görüntü ortaya koymuş ve beklediğimiz gibi 2. periyotta vidaları sıkıp devreyi 8 sayı farkla 37-29 önde kapamıştı. Birkaç dişlinin dışında aksayan bir oyun yoktu ve makina tıkır tıkır işliyordu adeta.
3. periyot itibariyle ise maç çok ilginç bir şekil aldı. Galatasaray takımı hücumda aksadığı gibi savunmada da yumrukları yiyen taraf olmuştu. Edirne ekibi üst üste sayılarla farkı kapayıp öne geçmeyi başarmıştı. Oktay Mahmuti'nin molaları da işe yaramadı ve takımımız çok şuursuzca oynadığı 3. periyodu 47-56 geride tamamlayan taraf olmuştu. 22 dakikada 41-31 lehimize olan skor 30. dakikanın sonunda 47-56'ya ulaşmıştı. Minik bir matematik hesabı sonucunda 27-10'luk Edirne galibiyeti 3. periyoda yansımıştı. Galatasaray'ın bu sene 1-2 maçında dışında hepsini izledim ve takımımızı bu periyotta olduğu kadar şuursuz ve akıl dışı oynadığına şahit olmamıştım. Her ne kadar böyle bir periyot sonucu olsa da 4. periyoda taraftarın da etkisiyle, tekrar maça ortak olma ve galip gelme temennisiyle girmiştim. Çünkü takımın bu sezon birçok maçta, maçın belli bölümünde savunmayı en üst düzeye çıkarıp son noktayı koyduğuna çokca şahit olmuştuk. Ancak son periyotta buna da şahit olamadık. Maçı kaybedeceğimiz son 3 dakika kala üç aşağı beş yuları belli olmuştu. Maçın son bölümünde ilk etapta ufak, sonradan büyük çaplı bir mucize olma ihtimali doğdu. Olin'in rehavet üzerine kaybettiği üst üste 2 top kaybı farkın 3 sayıya kadar inmesini sağlasa da son bölümü yine çok kötü oynayıp maçı kaybeden taraf olduk.
Bugünkü kötü görüntünün ilk neticesi 19 top kaybı olsa gerek. İkinici yarıda 10 top kaybı yapmışız ve bizim bu seneki maç başına top kaybı ortalamamıza(10,4) eşit. Ayrıca ikinci yarıda yapılan 5 asist, 8 maçlık galibiyet serisinin 5'indeki 20 asist ortalamasını düşündüğümüzde bizim sistemin dünkü maç özelinde ne kadar bozuk işlediğinin önemli göstergelerinden biri. En önemlisi ise hücumumuz düzensiz olsa bile bunu savunmaya yansıtamayıp, panik atışlar ve düzen dışı oyun anlayışı ile sahada yer almamızdı. Şut yüzdelerini işin içine katmıyorum bile. Hazır şut yüzdesi demişken sezon başından beri ilk defa iyi bir şutörün eksikliği hissedildi takımımızda. Maçın sonunda o eksikliği kapama yönünde adım atıldı( veya atılmıştı) ve Lietuvos Rytas'dan Jerry Johnson transfer edildi. Sonuçta ise maçın özeti; ilk yarı ile ikinci yarısı arasında gece ile gündüz arasındaki fark kadar ayrı duran Galatasaray'ın oyun anlayışı karşısında, işler kötü gitse de yılmayan ve düzenini bozmayan bir Edirne ekibi. Yukarıda da sözylediğim gibi; bu maçlar nefes alma, ders çıkartma, kritik etme maçlarıdır. İyi giden serilerin arkasından gelen böyle yenilgilerde her zaman hayır vardır. Herkes takımın iyi olduğunun farkında ve bu yenilgi de nazar boncuğumuz olsun. "Yenilmez Armada"yı yaratma yolunda alınan her yara bizi ve takımımızı büyütür. Onlar yeter ki yürüyedursunlar.
SALON: Abdi İpekçi
HAKEMLER: Erşan Kartal, İsmail Aydın, Can Atsüren
GALATASARAY CAFE CROWN (63): Josh Shipp 2 (6 ribaund- 2 asist), Göksenin Köksal, Preston Shumpert 11 (1 ribaund- 2 asist), Taylor Rocheste 6 (5 ribaund- 2 asist), Tutku Açık 14 (1 ribaund- 5 asist), Luksa Andric 7 (4 ribaund), Radoslav Rancik 4 (2 asist), Haluk Yıldırım 2 (5 ribaund- 2 asist), Evren Büker 3 (2 ribaund- 1 asist), Sertaç Şanlı 2 (2 ribaund), Ermal Kurtoğlu 12 (3 ribaund)
OLİN EDİRNE (70): Can Akın 7 (1 ribaund- 4 asist), Erdal Bibo 8 (1 ribaund- 1 asist), Vidas Ginevicius 4 (1 ribaund- 2 asist), Renaldas Seibutis 18 (5 ribaund- 4 asist), Caner Ercan 5 (1 ribaund), Ahmet Kaplan, Predrag Samardjiski 10 (8 ribaund- 2 asist), Reha Öz 3 (1 ribaund), Seth Doliboa 15 (11 ribaund- 1 asist), Davud Kamer (2 ribaund)
1.PERİYOT: 18-18
2.PERİYOT: 19-11
3.PERİYOT: 10-27
4.PERİYOT: 16-14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder