Stephen King’in birçok romanını severek okumama rağmen Kara Kule serisine başlamaya bir türlü cesaret edememiştim. Seriye esin kaynağı olan Yüzüklerin Efendisi kitapları da aşırı fantastik unsurlar nedeniyle, okurken bana bir noktadan sonra afakanlar basmasına neden olduğu için, asıl tarzının dışına çıkarak bu dalda yazılan bir Stephen King eserinde de benzer hisleri yaşayacağımı düşünürdüm. Öte yandan, Stephen King okuyanların yorumlarına baktığımda bu seriden de benzer keyifler aldığını görmem, bir şekilde bu ön yargımı aşmamı sağladı. Lakin, ilk kitabı bitirdikten sonra 1–0 önde olanın ben olduğumu söylemem gerekiyor.
Yazarın bu kitabı yazış serüveni, seriye ara vermesi, geçirdiği kaza ve neden kendini seriyi bitirmek zorunda hissetmesi ile ilgili yazdığı sunuş ve önsöz kısmı, beni hikâye kısmından daha fazla etkiledi. Stephen King, ara ara diğer kitaplarında da yazdığı, yaşadıkları ve gençlik anıları ile örnekler verdiği bu tür yazılar ile kendini sanal bir öğe olmaktan çıkararak okurla samimiyet kurmayı başarıyor.
Bu güzel sohbetten sonra hikâyemiz isminin sonradan Roland olduğunu öğrendiğimiz silahşorun, çölde bir Siyahlı Adam'ı aradığı sahne ile başlıyor. Roland’ın, çölde bulduğu bir kulübenin sahibi olan delikanlıya anlattığı Tull adlı kasabada yaşadıkları ve tüm kasabayı silahtan geçirmek zorunda kaldığı bölüm kitabın en hareketli ve etkileyici kısmıydı.
Roland, çölde ilerlerken bu sefer bir bina içerisine oraya nasıl geldiğini hatırlamayan Jake isimli bir çocukla karşılaşıyor. Buradaki muhabbetlerden, anlatılan zamanın günümüz zamanlarında yaşanan büyük bir felaketten sonraki bir zaman dilimi, mekânın da Amerika olduğu sonucuna gidiyoruz. Ara ara Roland’ın çocukluk zamanlarının anlatıldığı kısımlardan da Kara Kule denilen bir yapıyı aradığı çıkarıyoruz. Bu sefer Siyahlı Adam'ın peşine çocukla birlikte gitmeye başlıyorlar. İşte bu kısımdan sonra beni yine afakanlar basmaya başladı. Diğer okurlar ne düşünür bilemem ama bir yağmurun yağmasının üç sayfa boyunca betimlendiği, beş sayfa sürekli çöldeki ortamın anlatıldığı, herhangi bir olayın olmadığı yazılar kesinlikle bana göre değil. Romanın türü de fantastik olunca, hiçbir abartı mantıksız olarak değerlendirilemiyor doğal olarak ve yazar da bu hakkını bolca kullanıyor.
Gel zaman git zaman derken Siyahlı Adam sonunda karşılarına çıkıyor. Bu karşılaşma anında Siyahlı Adam ile yaptığı pazarlık sonucunda Roland çocuğu satışa getirip terk ediyor ve Siyahlı Adamla tek başına görüşmeye başlıyor. Bu görüşme de tahmin edeceğiniz gibi bolca fantastik terim içeren, yavaş tempoda giden bir bölüm. Siyahlı Adam, kılık değiştirebilen büyücü türü bir şey olduğunu anlattıktan sonra kule ile ilgili bazı ipuçları veriyor ve ilk kitap bitiyor.
İlk kitap serinin en ince kitabı olarak bu durumdaysa, kitaplar kalınlaştıkça bir yağmurun yağması kaç sayfada anlatılır acaba diye endişe ediyorum. Fakat genel yorumlar bu kitabın başlangıç kitabı olmasından dolayı yavaş gittiği, diğerlerinin daha ilgi çekici olduğu yönünde. Seriye devam edebilecek miyim henüz bilmiyorum ama bir süre, daha günümüze özgü şeyler okuyup kafayı toparlamaya ihtiyacım olduğu kesin.
Kitabın bomba kısmı: Kara Kule’nin ilk dört öyküsünü yazma ve yayınlatma dönemleri arasındaki uzun duraklamalarımda (…) bir mektup daha geldi: “82 yaşında bir büyükanneyim. Seni dertlerimde üzmek istemem! AMA! Bugünlerde pek hastayım (…) Lütfen, lütfen” diyerek öykünün nasıl sonuçlanacağını kendisine özel olarak bildirmemi istiyordu. (…) Bu iki okuruma istediklerini (Roland’ın sonraki serüvenlerinin özetini) becerebilsem hemen verirdim. Ama ne yazıktır veremedim. Silahşor ve arkadaşlarının başına gelenlerin ne yolda gelişeceğine ilişkin o günlerde hiçbir fikrim yoktu. Bunu öğrenebilmek için yazmak zorundaydım.
Etiket fiyatı: 15 TLOrjinal adı: The Dark Tower The Gunslinger
Toplam sayfa: 271
İlk baskı: 1982 (ABD), 1993 (TR)
Not: 5/10
5 yorum:
Bu seriyi 5 yıl önce bitirmiştim. ssenin de yazdığın gibi serinin diğer kitapları ilkine nazaran daha akışkan ama serinin sonu bende hayal kırıklığı bıraktı.biterken ne yani bunun için mi okudum ben bu seriyi dedim falan:) Bir de bu seriden bağımsız fakat serinin konusuyla ilgili bi tane daha kitabı vardı King'in ama adını hatırlayamadım
Seri bitince umarım yazısını gene yazarsın da senin düşünceni öğrenirim. iyi okumalar;)
"Buradaki muhabbetlerden, anlatılan zamanın günümüz zamanlarında yaşanan büyük bir felaketten sonraki bir zaman dilimi, mekânın da Amerika olduğu sonucuna gidiyoruz."
Sen olayı bayaa bi yanlış anlamışın hocam :)
Siyahlı Adam'ın sözleriyle;
"It's all a matter of size, Gunslinger"
Bu arada eğer bu seriyi okuyup bitirirsen görürsün ki Stephen King'in neredeyse tüm eski kitaplarında Kara Kule'ye atıflar ya da karakter olarak benzerlikler vardır.
Kitaplar kalınlaştıkça öyküde karakter ve aksiyon sayısı da artıyor o yüzden betimleme hususunda bir sıkıntın olmasın.
Seriyi belki en güzel anlatan iki şeyden biri Stephen King'in "Roland'ın geneleve gittiği gece ve onun sabahında babasının genelevde Roland'ı bastığı peşpeşe sahneleri 25-30 yıl arayla yazdım" demesi ve 5. kitaptan itibaren ayyuka çıkan Stephen King'in "Bu benim yazdığım bir hikaye değil ben sadece olmuş bir olayın aracısıyım" iddaası. Öyle ki King hayatını ikiye ayırmıştır "İçki içtiğim dönemler ve alkolden uzaklaşıp Kara Kule'yi yazdığım dönemler" diye...adam şizofreniye bağlamış bazı güçlerin ona alkol aldırarak ROland'ın öyküsünü anlatmasını engellediğine inanıyo felan...acayip yane
Jake sürekli metro, TV gibi aletlerden eskiye ait gibi şeyler olarak anlatınca sanki bir felaket olmuş da insanlık geçmişini unutmuş gibi geldi, ileride mi anlayabileceğiz zaman ve mekanı acaba?
Bu kitabı yazış süreci de dediğin gibi kitap kadar enteresan gerçekten, ilk 4 kitabı yazma biçimiyle sonrakileri yazma biçiminde zamanın da etkisiyle ciddi farklılıklar varmış sanırım.
Amerikalı okuyucular da sanki bir mürit gibi seriye bağlanmış görünüyor.
ne diyor jake düşmeden önce..
"then go gunslinger, there are other worlds then these..."
"o halde git silahşör, bunlardan başka dünyalar da var..."
çoğula dikkat
Yorum Gönder