26 Mayıs 2013 Pazar

Ludogorets Şampiyon


Son haftaya lider girip, kendi sahanda kendi elleriyle şampiyonluğu teslim etmek kadar taraftarı yıkan bir duygu var mıdır? Levski Sofya, dün sevenlerine böyle bir travma yaşattı işte. Bulgaristan A Grupanın bitimine 3 hafta kala kendi evinde lider Ludogorets'i yenen Levski Sofya, finişe 2 maç kala öne geçmiş ve dün taraftarıyla birlikte şampiyonluğu kutlamayı düşünmekteydi. Bütün hazırlıklar, kareografiler, pankartlar bu amaca yönelik yapılmıştı ki oyuna da iyi başlayan mavi-beyazlılar Bulgraistan A Grupayı 17 golle gol kralı tamamlayan De Carvalho'nun golüyle öne de geçtiler ama bitime 16 dakika kala Slavia atağında Levski Sofya'lı Vezalov topu kendi ağlarına yollayınca radyoları başında Sofya'dan müjdeli haber bekleyen yeşil-beyazlılar muradlarına ermiş oldu. İşte o andan itibaren, 2006 Mayısında Galatasaray taraftarının Denizli'den gelecek son düdüğü beklediği 16 dakikada ettiği duaları, yaptığı tezahüratları, totemleri denemeye başladı Ludogorets taraftarı ve futbolun ilahları Razgradlıların yüzüne güldü, yeşil-beyazlılar 3-0 kazandıkları Montana maçının ardından geçen yıldan sonra bu sene de şampiyon olarak Bulgaristan tarihine isimlerini yazdırmış oldular.

24 Mayıs 2013 Cuma

Bayrak Adam Tolga Zengin

 "Bizim sevinçlerimizi çalanlara hakkımı helal etmiyorum. Bir taraftan bununla uğraşıp diğer taraftan haksız yere eleştiriliyorsunuz. Gerçekten çok yoruldum, yıprandım. Artık gitmek istiyorum. Teklifler var. Türkiye'den de var ama yurtdışında oynamak istiyorum. Burak, Yılmaz kulübe para kazandırdı. Gittiği her yerde hakkımızın çalındığını söyledi. Bir hafta unuttu, hemen asılıp kesildi. Ona 'Şampiyonluğumuzu inkar etme, onu beraber kazandık' dedim. Sonra gayet güzel bir şekilde bunu söyledi. Keşke herkes Burak kadar cesaretli konuşabilse. "
  
"Şeref tribününde TFF Başkan Vekili Ufuk Özerten ve F.Bahçe Başkan Vekili Abdullah Kığılı oturuyordu. Maç yeni bitmiş ve bize bakıp gülüyorlardı. Biz orada üzülürken orada onların gülerek oturmalarına kızdım. Evet, şeref tribününe doğru bir tepkim oldu. Bize doğru bakıp gülüyorlardı. Ben de elimle işaret ederek 'Gülün gülün işte sizin eseriniz. Futbolu bu hale siz getirdiniz' dedim. Aynen bunları söyledim. Bu sözlerimin de tamamen arkasındayım. Ancak bazı art niyetli gazeteciler benim sözlerime ekleme yapıp küfür ettiğimi iddia ediyorlar. Kesinlikle kimseye küfür etmedim" 
  
"Benim yeri geldiğinde ne kadar saygılı, yeri geldiğinde ne kadar dobra bir insan olduğumu herkes bilir. Küfür etmiş olsam da 'Ettim' derdim. Ama bana böyle davranışlar yakışmaz. Şeref tribününe doğru ne bir el-kol hareketi, ne de küfür şeklinde bir tavır sergiledim. Sadece tepki gösterdim. Küfür ettiğimi kanıtlasınlar, bugün futbolu bırakırım"
 
"Burak, Selçuk ve Engin'e gittiler diye tepkim olamaz. Onlara, 'Trabzon'un hakkını yiyen F.Bahçe, Eskişehir ve Sivas dışında hangi takıma giderseniz gidin. Yoksa hakkımı helal etmem' demiştim. Selçuk'a ilk teklif F.Bahçe'den geldi ama o, 'Hakkımızı yiyen bir takıma gidemem' diyerek geri çevirdi. Şenol Güneş Trabzon için bir efsanedir. Onu o şekilde gönderemezsiniz. Onu güzelce uğurlamamız gerekirdi. Yönetim yanlış yaptı. Bunu yönetime de söyledim."
 
Tolga Zengin
Trabzonspor Kalecisi

 Böyle "dobra" bir oyuncuyui adam gibi adamı Trabzonspor seyircisi-taraftarı demiyorum- eleştiriyor, yeriyor. Oysa "bayrak adamdır" Tolga Zengin. Sadece bu söyledikleriyle değil, sakatlığı nedeniyle oynamadığı aylarda kulüpten hak etmediği parayı istemeyecek kadar da "adam"... Keşke herkes Tolga'nın yukarıdaki demecine benzer şekilde korkmadan, çekinmeden, çıkar kaygısı düşünmeden kısaca "kıvırmadan" dosdoğru konuşabilse, onun davranışı örnek alabilse... O zaman işte memleket futbolu bir yerlere gelir...

Danke Drogba!

Drogba sevgisi sınır tanımıyor.
 Bayern Münih tesislerinin duvarında da "teşekkür etmişler" bizim Mavi Fil'e...

23 Mayıs 2013 Perşembe

Galatasaray:2-0:Trabzonspor

Göksel'in kartıyla maça gidince Göksel tarzı bol fotoğraflı bir maç analiz yazısı yazmak gerekir diye düşünerek ligin son maçını öyle yazmak istedim. Bu arada yazıyı daha pazar günü hazırladık da yayınlaması bugüne (Çarşamba) kaldı, blog takipçileri bağışlasınlar artık...


Federasyon mu, kulüpler mi, dört büyüklerin maçlarındaki "deplasman yasağına" kim karar veriyorsa, bu kararlarını bir kez daha gözden geçirmelerinde fayda var, ya da Galatasaray-Trabzonspor maçlarında iki tribün de takımlarını desteklesinler, ne olur ki? Cumartesi gecesi maç öncesi ve maç içinde çok sayıda bordo-mavi formalı taraftar sarı-kırmızılıların arasında yer alıyordu. Ne oldu? Kavga? Olay? Hiç biri. Dostça muhabbet edildi, tezahürat yapıldı kol kola...


Dostluk demişken, sadece tribünler değil, saha içindekiler de maç öncesi el ele tribünleri selamladılar ki, "sahalarımızda görmek istediğimiz" türden hareketlerdi. Futbolda şiddeti düzeltmeye karar vermiş!? medya nedense bu görüntüleri jet hızıyla geçerken, kendilerince yine polemik ve provakasyon yaratacak mevzular bulmaktan geri kalmadı: Seremoniye neden Fenerbahçe formalı çocuk çıkmadı?


Galatasaray kulübünü Fenerbahçe formalı bir çocuğa tahammül edememekle suçlayanların, Galatasaray taraftarının Burak Yıldırım için açtığı pankartı görmezden gelmeleri doğaldır. Hatta, Fenerbahçe'ye transfer olduktan sonra Emre Belözoğlu'nun CV'sinden Galatasaray'ı silen karşı yakanın kulübüne karşı, Galatasaray stadyuma astığı dev bayraklarda eski oyuncusunu onurlandırmıştır. Olsaydı kalplerde "art niyet" o isim 3-4 bayrakta yer almazdı, kesin...


Yüzlerce sayfalık iddanameler, ortaya dökülen tapeler, medyada yayınlanan fotoğraflar, mahkemenin vermiş olduğu kararlara rağmen, Federasyon Fenerbahçe'yi 2010-11 sezonun şampiyonu ilan ederken, tribünlerin şampiyonu Trabzonspor'du. Daha önce Bursa'da böyle bir pankart açılmıştı, cumartesi gecesi saat 19.05'te Arena'da da hak ettiği tacı elinden alınmış halkın sevgilisi kral gibi karşılandı Trabzonspor. 



Maçın puan olarak herhangi bir önemi olmamasına rağmen, iki takım da başlangıç düdüğü öncesi kümelendiler ve "galibiyet yemini "ettiler. Aslında, yemin yerine veda konuşması belki de daha doğru tabir olacaktır, zira dedik ya "unlar elenmiş, elekler asılmıştı"...

Riera'nın golü sonrası Muslera'nın bir kaleden ötekine yaptığı koşu görülmeye değerdi. Hatta, en çok sevinenin de Melo olduğunu belirtelim. Bu takım neden  iki sene ardı sıra şampiyon oluyor diye merak edenler, bu fotoya baksın dursun...


Sakatlık sonrası Melo, sahayı öyle bir terk etti ki, taraftara veda eder gibiydi. Zaman geçmeden bonservisi alınmalı Juventus'tan ve pitbull rahatça tatilini yapıp, hazır olarak katılmalı kampa zira bu takım için değeri tartışılmaz. Geçen seneki performansını aratan bir sezonun son çeyreğinde bir kımıldadı, Galatasaray Schalke, Real demeden galip geldi, şampiyonluğu kazandı içerde...

Kaç aydır U-20 Dünya Kupasının tanıtımı yapılıyor, bilet satışı teşvik edilmeye çalışılıyor ama anladığım kadarıyla bizim "futbolseverlerden" bu turnuvaya talep yok. ultras/Movement blog olarak biz de yukarıdaki afişi yayınlayarak destek olalım turnuvaya. Biletler hala indirimli olarak tff.org'da satılıyor, yapın programınızı, edinin bir kaç bilet, yazı futbolsuz geçirmeyin...


Maç sonu stadın her köşesinde meşale vardı, nasıl girdi, nasıl yakıldı, araştırmak bizim işimiz değil de, ilginç olan stada gelirken metro içinde 10 adımda bir seyyar satıcıların meşale satıyor oluşuydu. Bunları alenen satmak yasal mı değil mi,? Var mı bilen?

Kırmızı halı, podyum, kupa töreni, konfetiler... Bir hafta evvel hayatını kaybeden Fenerbahçe taraftarı ve Reyhanlı'da yaşamını yitiren vatandaşlarımız için abartılı şampiyonluk kutlaması yapmayacağını belirtmişti Galatasaray yönetimi, yapmadı da, sade ve şık bir tören yaptı. Ama işin arka planında "karıncalar" gibi zamanla yarışarak o podyumu hazırlayan "sarı t-shirtlü" arkadaşların hakkı teslim edilmeli, hem maddi hem manevi yönden. Onlar koşturdu, halı serdi, halı gerdi, podyum taşıdı, monte etti, vida taktı, ayar çekti, onlar çalıştı biz seyrederken yorulduk...

Kupalar hep saha içindekilere verilir de, Galatasaray'ın perde arkasındaki kahramanları-masör,tercüman,malzemeci,basın danışmanı,doktor,vb...- podyuma çıkartıp, taraftara alkışlatması oldukça şıktı... Fatih Terim'in olduğu yerde böyle güzellikler de oluyor, onu sadece kavgayla, tartışmayla itibarsızlaştırmaya çalışanlara hatırlatalım...

Ve şampiyon. Sevinmek en çok onların hakkı... Kutlu olsun... Seneye de dördüncü yıldız takarız umarım...



Stat: Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena
Hakemler: Hüseyin Göçek, Selçuk Kaya, Erdem Bayık
Galatasaray: Muslera, Eboue, Semih Kaya, Dany, Riera, Hamit Altıntop (Dk. 82 Umut Bulut), Selçuk İnan, Melo (Dk. 41 Amrabat), Emre Çolak, Burak Yılmaz, Drogba (Dk. 82 Elmander)
Trabzonspor: Tolga Zengin, Zeki Yavru, Giray Kaçar (Dk. 46 Cech), Mustafa Yumlu, Celustka, Aykut Akgün, Zokora, Adrian (Dk. 46 Olcan Adın), Sapara (Dk. 64 Soner Aydoğdu), Yasin Öztekin, Henrique
Goller: Dk. 34 Riera, Dk. 52 Burak Yılmaz (Galatasaray)
Sarı kartlar: Dk. 64 Zokora, Dk. 68 Cech, Dk. 84 Yasin Öztekin (Trabzonspor)

20 Mayıs 2013 Pazartesi

19 Mayıs

19 Mayıs
Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı Kutlu Olsun

17 Mayıs 2013 Cuma

Theofanis Gekas Bestesi



Elazığspor taraftarının Yılmaz Vural'a yaptığı marşı yayınladıktan sonra Akhisarlıların Theofanis Gekas için yaptığı uyarlamayı blog sayfalarında paylaşmazsak ayıp olur. Buyurun bakalım:



Yunan golcü theofanis
Çakar her maçta
Diğerlerine benzemez
Bu adam başka
Gekas bizde
Ölünceye dek
Oynasın varsın
Akhisar onun
Golleriyle
Kümede kalsın
Ne zeus ne perseus
Asıl tanrı bu deyyus
Her hafta gollerini
Coşarak izliyoruz
Ne zeus ne perseus
Asıl tanrı bu deyyus
Ne sow ne burak yılmaz
Theofanis Gekas

Yılmaz Vural Marşı




Efsanesin bu ülkede,
Bir masal kahramanısın,
Robin Hood gibi şovalye,
Zorda olana koşarsın.
Evliya Çelebi gibi,
Doğu - batı dolaşırsın.
Bir yürektir ki taş gibi,
Allah nazardan saklasın,

Cümleâlemin sevgisi,
Kimselere nasip olmaz,
Duruşunla bir fenomen,
Adamın hasısın sen Yılmaz,
Dolu dolu altmış sene,
Taht kurdun tüm gönüllere,
Ne imparator, ne sultan,
Gerçek kral: Yılmaz Vural.


15 Mayıs 2013 Çarşamba

Dokunanı Yakarım


Banu Yelkovan'dan yine çarpıcı bir yazı. Blog arşivine hemen katıyoruz...


Ülkemizdeki şiddet ortamı çocukluğumuzdan itibaren bizi sarıp sarmalıyor. Ama 'ebeveyn' olunca insan etrafa farklı bakıyor. Artık tarafımı açıklama zamanı geldi.


Kaç yaşındaydım tam hatırlamıyorum ama küçüktüm... Sokaktan pat pat bir gürültüler bağrışmalar geldi, balkona fırladık.. Tam karşı apartmanın altında, vesikalık fotoğraflarımızı çektirdiğimiz, tatil fotoğraflarımızı bastırdığımız Foto Mehmet’in kapısından iki genç çıktı, koşarak uzaklaştılar... “Allah Allah ne oldu” derken Mehmet abi kanlar içinde sürünerek kapı ağzına geldi... Kapı komşusu bakkal göklere yükselen bir çığlık attı, yoldan geçenler kaçıştı, biz iki küçük kız çocuğu balkonda bakakaldık... Annem, “Çabuk içeri girin” diye bağırdı... Perde aralığından bakmamıza da izin vermedi. Sonra komşulardan öğrendik ki Mehmet Abi o öğleden sonra hastanede ölmüş... Zaten solcuymuş. Solcu ne demek bilmiyorduk. “Zaten solcuymuş” ne demek hiç anlamadık. Ebru solak olduğu için bir süre tırstı. O görüntü gözümün önünden hiç gitmedi.
Sonra 12 Eylül oldu. Annem evdeki Ruhi Su, Cem Karaca, Edip Akbayram plaklarını kırdı. Plaklardan geriye iki Seyyal Taner, bir Füsun Önal kaldı.. Biz hala küçüktük, Ruhi Su’yu pek dinlemezdik de Cem Karaca’nın ‘Düştük Mahpus Damlarına’ plağının kırılmasına çok ağladık. Favori dans şarkımızdı..
Annem o furyada albümlerden babamın sendikacı arkadaşlarıyla çektirdiği resimleri ayıkladı, ortadan kesti, babamsız yarıları küvette yaktı. Annemin fotoğraf operasyonu sonrası albümler çok komik oldu; Babam kolunu olmayan birinin omzuna atmış gülüyor, olmayan birileriyle karşılıklı göbek atıyor, bedeni olmayan kollarla kadeh tokuşturuyor.. Bakıp bakıp gülerdik: “Bak İlhan Amcanın koluyla babam düğünde!”
Babam banka müdürüydü ama sendikacıydı da... Her yeri geldiğinde, diyelim kardeşimle ben misafir çocuklarla oyuncuklarımızı paylaşmadığımızda BİLE, eşitlikten, adaletten, kardeşlikten bahsederdi. Kendi çocukken sopadan yaptığı oyuncağı anlatırdı, hiç oyuncağı olmayan çocukların hikâyelerini, biri bize aynısını yapsa hoşumuza gidip gitmeyeceğini... Uzun uzun anlatırdı, acayip sıkılırdık. Oyuncağı değil paylaşmak, hediye edip kurtulasımız gelirdi. Ama etmezdik, nitekim bizim de öyle çok oyuncağımız yoktu.
Ben işte o yıllarda bir ara, belki Mehmet Abi öldüğü için, belki dans ettiğim plaklar kırıldığı için ya da annemin bütün önlemlerine rağmen babam yine de tutuklandığı için, işte tamamen böyle apolitik sebepler yüzünden apolitik oldum... Başkası çok benzer sebeplerden koyu militan olmuştur, olabilir. Bünye. Benimki böyle tepki verdi. Nasıl sen aynı benzer ve anlamsız sebeplerden Fenerbahçeli oldun, ben aynı ve anlamsız sebeplerden Galatasaraylı oldum, onun gibi. Anladın?
Sonra büyüdüm. Çocuğum oldu. Eskiden yine bir göz atardım ama çocuktan sonra (tanıdığım pek çok anne gibi) gazetelerin 3. sayfa haberlerini pas geçmeye başladım. İnsan, başka bir insanı koşulsuz ve sonsuz sevebilme kapasitesini ilk elden deneyimlerken, kalbi bu kadar nefreti kaldırmıyor. Başka annelerin çocuklarının, başka annelerin çocuklarına reva gördükleri şiddeti bilmek istemiyor. Küçük kutulara sığan bunca hayat, bunca ölüm, bunca şiddet, bunca vahşet, bunca tecavüz ağır geliyor.
Sen yaşı daha küçük üzülmesin diye klasik masalların sonunu değiştirirken “Yok yavrum, Pamuk Prenses’in annesi ölmedi, tatile gitti... Aa kurt babaannesini neden yesin? O dolaba saklandı” diye saçmalarken, çocuğa elinden geldiğince dostluğu, kardeşliği, spor sevgisini aşılamaya çalışırken televizyona bakıp “Volkan, Sabri’yi neden boğuyor?” diye sorunca afallıyorsun... El kadar çocukların gözüne sıkılan biber gazını seninkine sıkılmış gibi hissediyorsun... Onların gözyaşları, seninkinin gözünden akıyor...
Volkan Sabri’yi neden boğuyor bilmiyorum oğlum. Sabri Volkan’ı neden tırmaladı bilmiyorum. O muzu sallayanın, o şişeyi atanın, o küfrü edenin, o gazı sıkanın ruh halini anlamıyorum. Ama günün birinde biri, “Senin oğlunu bıçakladılar, öldü, Emre Melo’yu tahrik etmiş de” diye karşıma gelirse ona ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Yeter be... Sizin erkek egemen kültürünüzden de, futbolunuzdan da, şiddetinizden de, sahte söylemlerinizden de... Siz kimin oğlunu öldürüyorsunuz? Bu böyle bilinsin, artık tarafım... Siz nerede duruyorsanız, tam karşınızdayım... Oğluma dokunanın elini kırarım...

Aptal İnsanlar Dünyanın Her Yerinde

"Türkiye'de geçirdiğim son 5 ay, benim kariyerimde yaşadığım en güzel anlardır. Türkiye'yi ve Türk insanlarını çok seviyorum ve bu hiç değişmeyecek. Galatasaray forması ile yurt içinde ve yurt dışında gittiğim her yerde saygı gördüm. Bu güzel ülke hakkındaki görüşlerim hiç değişmeyecek. Aptal insanlar dünyanın her yerinde ve bu insanları eğitmek bizim elimizde. Ben Türk futbolunu dünyanın her yerinde teşvik etmek için mücadeleme devam edeceğim ve takımımı en iyi şekilde temsil etmeye devam edeceğim."

Didier Drogba
Galatasaray'lı Futbolcu

14 Mayıs 2013 Salı

Bana Maymun Diyorsun Ama



Bana maymun diyorsun çünkü 2008'de Chelsea ile Fenerbahçe'yi elediğimizde ağladın. 

Bana maymun diyorsun çünkü ben Şampiyonlar Ligi'ni kazandığımda sen televizyon önünde hoplayıp, zıpladın. 

Bana maymun diyorsun çünkü Galatasaray ile şampiyonluk yaşamam seni çıldırttı. 

En üzücü olanı ise bana maymun diyorsun ama benim "maymun" kardeşim Webo dün 2 gol attığında havalara sıçradığını unuttun...

Didier Drogba
Galatasaray'lı Futbolcu
Kendisine yapılan ırkçı tacizlere instagram üzerinden cevap verirken

Fenerbahçe:2-1:Galatasaray

Fatih Terim'in beklenmedik Elmander tercihini de yazacaktım çuvaldızı kendimizi batırarak, Galatasaraylı topçuların erken tatile girme rehavetini de. Sonra da iğneyi batıracaktım en sağlamından Türkiye'nin "en iyi hakemi!?" denilen Cüneyt Çakır'a, yönettiği rezilce maçtan sonra. Sabri ile Volkan'ın kavgasını Semih'le Arda'nın yumruklaşmasıyla karşılaştıracak, Emre'nin bitmeyen Galatasaray nefretinin nedenini araştıracaktık. Hatta uzun uzun yazacaktım Fenerbahçe'li futbolcuların tribünleri teker teker dolaşıp Galatasaray'a ettikleri sinkaflı küfürlere. Onunla da kalmayıp, Taffarel'in açıklamaları sonrası Aykut'un nasıl bir karakterde olduğunu da bıkmadan usanmadan anlatacaktım blog okurlarına lakin gecenin bir yarısı sanal aleme düşen o can yakan haberden sonra, bunların ne önemi, ne anlamı, ne değeri kalıyor ki? Hangi sorun, hangi tartışma, hangi kupa bir candan daha değerlidir ki? Maç içinde tribünde, stad girişinde yahut çıkışında küfürleşmelere de şahit olduk, tartışmalar da gördük, kavgalara da rastladık ama iş can almaya geldiğinde bizim için futbol orada biter... Biz o tarafta değiliz...
Allah Burak Yıldırım kardeşimizin mekanını cennet eylesin, futbol camiasının başı sağ olsun... Renklerimiz farklı olsa da, acımız aynı... Keşke Ali Kırca'nın aşağıdaki yazısını bütün statlara, tribünlere, antrenman tesislerine, taraftarların buluşma noktalarına asabilsek, belki bazı şeyleri düzeltme şansımız olur...




Karşı tribünde olmak
İnsanoğlu bireysel özgürlüklerine ne kadar değer verirse versin, grup psikolojisi de önemini hiç yitirmiyor.
Kimi zaman, salt başkalarıyla 'hayatı paylaşmak' karşılığında bireysel özgürlüklerinden kendiliğinden feragat ediyor, vazgeçiyor... Ödüle bedeller ödeniyor.
Evlilik kurumu içinde yer almak, bir partide üye olmak, bir dernekte görev almak gibi..
Ya da; serbest meslekte çalışmak yerine ,bir işyerinin parçası olmak gibi..
Hemen tümünde sahip olduğunuz özgürlüklerin bir parçası veriliyor; karşılığında bir parça güven, şefkat, ilgi ve risklere karşı koruganlar satın alınıyor.
Alışverişin faturası kimi zaman ağır geliyor, 'ben' ya da 'birey' gidiyor; 'biz'in bir parçası olarak yaşamak kalıyor geride..
Ama buna rağmen, bir grubun içinde yer almanın güvenli bağlarına sığınılıyor, grup psikolojisi ağır basıyor.
***
Futbol taraftarlığı da, grup psikolojisinin çok fazla yaşandığı kurumlardan biri..
Çok farklı toplum kesimlerinden; çıkarları çatışan sınıf ve zümrelerden; ayrı dünya görüşleri ve ideolojilerden; liderleri kan davalı partilerden insanlar aynı takımın taraftarlığı kimliğinde buluşuyor.
Bir maçın öncesindeki, sonrasındaki ve 90 dakika süresindeki heyecanları, acıları, sevinçleri paylaşıyorlar.
Lumpen sayılabilecek bir taraftarla bir profesörün söylemi aynı boyutta ve düzlemde buluşabiliyor.
Futbol taraftarlığı grup psikolojisi kavramının belki de en ilginç örneği.
Tuttuğunuz takımın tribünlerinde otururken, görüşleriyle, inançlarıyla hiç uyuşmadığınız bir insanla kol kola girip kucaklaşabiliyorsunuz.
Bu kadarla kalsa iyi; karşı tribünde, aynı inanç, aynı dava, aynı amaçlar uğruna belki birlikte ölüme bile gidebileceğiniz insana ya da insanlara düşman kesiliyorsunuz.
Buraya kadar olanları herkes az-çok biliyor. Ama ya yerler değişirse?
Evet... Ben yerimi değiştirdim, taraftarlığını deklare etmiş biri olarak ben, bir deplasman maçında zorunlu olarak karşı takımın tribününde oturdum.
Karşı takımın taraftarları arasında yer aldım.
Oturduğum yerden bizim tribündekileri görüyordum.
Tek tek yüzleri seçmek mümkün değildi. Birey değildiler... Ama, onlar 'grup' olarak tam karşı cephede bağırıp duruyorlardı. Elleri birlikte havaya kalkıyor, birlikte sloganlar atıyor, birlikte şarkı söylüyorlardı. Benim yerim aslında onların arasında olmalıydı.. Zaman zaman 'Ben burada ne arıyorum?' sorusunu kendime sormuyor değildim.. Ama, ne yazık ki değildim.
Bir süre sonra, durumuma alışınca sağa-sola bakınmaya başladım. Yanı başımda, kulağımın dibinde yapılan konuşmalara kulak verdim.
Hayret!.. Tek bir kelimesi bile farklı değildi.
Bu takımın taraftarlarını, bizim takımın taraftarlarından ayıran tek bir özgün yorum, tek bir özgün slogan, tek bir özgün küfür, tek bir özgün el hareketine rastlamak mümkün değildi.
Aslında, birbirlerini ne kadar düşman görürlerse görsünler beraber yürüyorlardı bu yollarda, beraber ıslanıyorlardı yağan yağmurda.. Çünkü üstlerine yağan yağmur, tribün ve taraftar ayırmıyordu.. Onları ayırdığı sanılan şey, aslında onların ortak paydasıydı: Taraftar olmak.. (Üstümüze yağan yağmur gibi; altımızdan kayan toprak, yani "deprem" de ayırmamıştı ki bizi; ekonomik krizin sancıları da...)
***
Kaç asırdır, kaç on yıldır, kaç yıldır kavga edip duruyor insanlar bu toprakların üzerinde...
Türk-Kürt, Alevi-Sünni, İslamci-Laik, Sağcı-Solcu...
Bir süre, sadece bir süre karşı tribüne geçip söylenenlere kulak verilse her şey keşfedilecek ayan-beyan..
Ayıran sloganlar birleştirecek ayrılanları..
Bir matemetik denklemi gibi, benzerler birbirini götürecek ayrıldığımız 'pay'larda..
Bir tek sözcük kalacak ortak paydada: insan.
Onu da hiç kimse bölemeyecek..
***
3 Kasım Pazar günü sandık başına gitti milyonlarca insan..
Bu akşam da ekran başında toplanacak yine milyonlarca insan..
Galatasaraylılar başka başka partilere oy verdiler o gün, Fenerbahçeliler de..
Bu akşam da farklı partilere oy verenler aynı takımın bayrağını sallayacak yüreklerinde..
Aynı tribünde buluşacaklar..
Gün, bugündür...
Tam zamanıdır karşı tribünde olmanın bir kez daha.. Ya da karşı tribünü anlamanın..
Tam zamanı....

12 Mayıs 2013 Pazar

Olympique Lyon 2013/14 Forması

Şimdiye bir çok modelde, bir çok renkte, bir çok değişik üründen yapılmış forma gördük ama böylesine ilk defa rastlıyoruz. Fransızların Lyon'u için adidas gece parlayan forma yapmış ve önümüzdeki sezon taraftarların beğenisine, topçuların kullanımına sunmak üzere tanıtımını yapmış bile. Formanın gündüz görülen şekli yukarıda, gece fosforlu parlayan hali ise aşağıda... Tek formanın uzun yıllar giyildiği yıllardan bu yana endüstriyel futbol almış başını gidiyor, bakalım daha neler göreceğiz...

Hak Ettiler...


Lig şampiyonluğunu haftalar öncesinden garantilediler, Barcelona'ya Şampiyonlar Ligi yarı finalinde içeride 4 (yazıyla dört) dışarıda üç (yazıyla üç) attılar ve çocuklar gibi eğlenmeyi hak ettiler...
Tebrikler Bayern...






8 Mayıs 2013 Çarşamba

İbrahim Yazıcı


 Renk sevdası uğruna yitirilen canlardan biri de İbrahim Yazıcı oldu. Bursaspor'un Antalya ile yaptığı karşılaşmada fenalaştığı haberinin Maraton programına gelmesi sonrası Şansal Büyüka'nın "Başkan bırak artık bu işleri, canından değerli mi?" nasihatini kim bilir kaç kişi yapmıştır İbrahim başkana ama o Bursaspor'un peşinden yine deplasmana gitmiş ve dönüş yolunda fenalaşarak hastanedye kaldırılmış, ve dün itibarı ile "duymak istemediğimiz haber" verildi. Fenaşalması sonrası hastane önüne gelen Bursaspor taraftarlarının açtığı : "Kalk ayağa dik dur, Onurlu Başkan" pankartı da aslında İbrahim Yazıcı'yı ne kadar da iyi tarif ediyordu, zira şike süreci sonrası yapılan Federasyon seçimlerinde Yıldırım Demirören'e karşı tek direnen Başkan olmuştu, Galatasaray dahi sessiz kalırken, Bursaspor "hayır" oyu kullanmıştı.
Orduspor maçı öncesi Hikmet Karaman'la aralarında geçen şu diyalog da manidardır:

"Maça gelmeyecekti. Takım uçağa bindi, bir baktık başkan da binmiş. Gece saat 03.00 gibi uçaktan indik. Ben, O ve takımın yardımcı hocası bir çay bahçesine gittik. Başkan kola aldı. Ben de 'Başkan bırak şu kolayı, zararlı' dedim. 'Ya boşver hocam' dedi. Sonra takım ve gelecek hakkında konuşuyorduk. Bir ara ben 'Başkanım' dedim... 'Önümüzdeki sene Avrupa'ya gidersek inşallah, bu başarının mimarı sen olacaksın.'

Bunun üzerine başkanın sözleri beni duygulandırdı. 'Ya boşver hocam' dedi. 'Bunlar benim kıymetimi, şampiyon yaptığımda anlamadılar. Ne zaman anlarlar biliyor musun? Ancak ben ölünce...' Bu sözlerden sonra ayrıldık..."


Evet, hep olduğu gibi, kaybettiklerimizin ardından anlıyoruz kıymetlerini, Bursa da İbrahim başkanın değerini anlayacak zamanla...

Yaşamını Bursaspor için adayan İbrahim Yazıcı'dan Bursaspor taraftarı son bir dilekte bulunmuş:
"Başkanım şampiyonluk göremeden yitirilen yüreklere orada şampiyonluğu anlat."

Allah mekanını cennet eylesin İbrahim başkan...
Başın sağ olsun Bursa...

7 Mayıs 2013 Salı

Galatasaray.4 Sivasspor.2

 
  • Şampiyonluk kutlaması denince hiç kuşkusuz ilk akla gelen mekandır Nevizade. Hal böyle olunca bize de bu tarihi sokağın yolu göründü.
  • Malum düzenlemeler neticesinde ender kalan sokak üstü masalarda demlenerek çeşitli yaratıcı tezahüratlar eşliğinde eğlenmeyeli bayağı olmuştu. Sokak aralarında denk gelinen Celtic taraftarıyla ortaklaşa yapılan Glasgow ve Fenerbahçe temalı şarkılar da işin komik tarafıydı.
 
  • Eskiden beri sabıkalı olan Fanatik yine yapacağını yaptı ve taraftarın tepkisini çekmeyi başardı. Tribünlerin dört bir yanında açılan pankartlardaki mesajları umarım tüm Galatasaray taraftarları dikkate alır ve hayata geçirir. 
 
  • Sivas'ın ligdeki durumu herkesçe biliniyor. İstanbul'da onbinlerce Sivaslı yaşarken, bomboş ve pankartsız/bayraksız deplasman tribününe bakınca tarafarlarının bu maçtan ne umduğunu anlayabiliyoruz. Öte yandan, maç öncesi hem futbolcularda hem de tribünlerde öyle bir hava vardı ki, bu maçın kaybedilmesinin mucize olacağı az çok hissediliyordu. E, durum bu kadar aşikarken maçtan önce yedeklerle medeklerle toplanıp neyin yemini edildi çok merak ediyorum. 
 
  • Selçuk'un serbest vuruş gollerini gördükçe, önceki serbest vuruşlardaki polemiklere üzülmemek elde değil. Basketbolda eli sıcak oyuncuya üçlük attırıldığı gibi, bu sezon da her yerden Selçuk vurmalıymış.
 
  • İlk yarı 1-0'ın ardından düşen tempo, enerjisini maçtan önce harcayan tribünlerin havasını söndürdü. 2.yarıda gelen golle birlikte artık olay bitti ve taraftarlar kendine geldi. Bu sene artık klasik olan ışık şovu yine çok şıktı.
  • Muslera'nın oyundan çıkarken tek tek tüm oyuncular tarafından tebrik edilmesi, takım tarafından ne kadar sevildiğinin kanıdı olsa gerek. Gelecek sene elimizde tutup tutamayacağımızı merak ettiğim en önemli futbolcu o.
 
 
  • Fatih Terim'in maçtan sonra 15 dakika beklemesinin gereksizliğinin yanı sıra, biten bir maçın ardından yakılacak meşaleden veya sahaya giren taraftardan neden ceza alınacağını da anlayamadım. Hoparlörlerden sürekli bu konu hakkında uyarılar yapıldı.
  • Drogba'nın dahi ilk kez şampiyon olmuşcasına sevinmesi, sahada uzun süredir göremediğimiz Fatih Terim'in 6.şampiyonluğuna rağmen coşkusu, futbolcuların şakalaşmaları, Sabri Reis'le yapılan toplu üçlü, organizasyondaki yer yer eksiklikleri görmezden gelmemizi sağladı. Daha coşkulu kutlama artık Trabzonspor maçına...
 
 




 
 

Blog Widget by LinkWithin