31 Mayıs 2012 Perşembe

EURO 2012 ve Hırvatistan


F grubundaki Avrupa Şampiyonası elemelerine 3 Eylül 2010 tarihinde deplasmandaki 3-0lık Letonya galibiyetiyle başlayan Hırvatistan, 4 gün sonra Zagreb'de tek kale oynadığı, rakibin korner dahi atamadığı maçta Yunanistan ile golsüz berabere kalınca ilk puan kaybını iç sahada yaşamıştı. Kranjar'ın 2 gol attığı İsrail deplasmanında hanesine 3 puan daha yazdıran Bilic'in talebeleri, zayıf Malta'yı içerde 3 golle geçip, Gürcistan deplasmanında 90. dakikada yedikleri golle mağlubiyeti de tatmış oldular. 3 Haziran 2011'de Gürcülerden rövanşı 2-1 ile alan Hırvatlar, Malta ve İsrail'i aynı skorla (3-1) geçerek liderlik karşılaşması için Yunanistan'a gittiler ama evdeki hesap çarşıya uymayınca, başları önde Zagreb'e dönmek zorunda kaldılar. Elemelerin son maçında içerde Letonya'yı yenip, Yunanistan'ın Gürcistan deplasmanında takılmasını bekleyen Hırvatlar, rakipleri Gürcüleri 2-1 geçince F grubunda ikinci oldular ve Polonya ve Ukrayna'ya gitmek için Play-Off'a razı oldular. Bu aşamada karşılarına Türkiye çıkınca, Hırvat basını son Avrupa Şampiyonasını hatırlayıp "intikam çığlıkları" atıp, takımı motive etmeyi uygun buldu. Gergin ve çekişmeli geçmesi beklenen maçlar hiç de beklendiği gibi olmadı, Bilic'in takımı Türkiye'yi TT Arena'da 3-0 yenip, rövanşta da yenilmeyince EURO 2012 biletini almış oldu.

Avrupa Şampiyonasına katılan Hırvatlar, C grubunda kimsenin istemediği İspanya ve İtalya ile eşleşip, bir de İrlanda Cumhuriyetini alınca yanlarına, "ölüm grubunun" zayıf halkası olarak lanse edilmeye başlandılar futbol otoritelerince. "Bildiğini okumakla meşhur" Slaven Bilic, söylenilenleri kulak arkası edip, yolun sonuna kadar gitmeye karar vermişken, onun arkasından yürüyecek topçuları da aşağıda:



Kaleci: Stipe Pletikosa (Rostov), Danijel Subasic (Monaco), Ivan Kelava (Dinamo Zagreb).

Defans: Domogoj Vida (Dinamo Zagreb), Vedran Corluka (Tottenham), Josip Simunic (Dinamo Zagreb), Gordon Schildenfeld (Eintracht Frankfurt), Ivan Strinic (Dnipro), Danijel Pranjic (Bayern Munich), Jurica Buljat (Maccabi Haifa).

Orta Saha: Darijo Srna (Shakhtar Donetsk), Tomislav Dujmovic (Real Zaragoza), Ognjen Vukojevic (Dynamo Kiev), Ivan Rakitic (Sevilla), Luka Modric (Tottenham), Ivan Perisic (Borussia Dortmund), Niko Kranjcar (Tottenham), Milan Badelj (Dinamo Zagreb), Ivo Ilicevic (Hamburg).

Forvet: Ivica Olic (Bayern Munich), Nikica Jelavic (Everton), Mario Mandzukic (Wolfsburg), Eduardo da Silva (Shakhtar Donetsk).

En Uzun Hırvatistan

UEFA.com'da yer alan istatistiki bilgilere bu yaz Polonya ve Ukrayna'da düzenlenecek olan Avrupa Şampiyonasında boy gösterecek futbolcular arasında en uzun boylusu 199cm ile İsveç kalecisi Andreas Isaksson olurken, takım halinde Hırvatistan ve Almanya ortalama 185 cm ile "kule takım" lakabını kazandı bile. En fazla milli olma kategorisinde ise 42 maç ortalama ile Hollanda liderliği elinde tutarken, Rafael van der Vaart 94 defa milli formayı terleten oyuncu olarak saygıyı çoktan hak etti. En "çaylak" takımlar Fransa ve Polonya olurken, 129 kez ulusal takım adına sahaya çıkan İspanyol Iker Casillas Avrupa Şampiyonasının en "kurt" oyuncusu olarak yer alacak finallerde.

Tecrübeden bahsetmişken, yaş faktörüne dikkat ettiğimizde İtalya, Rusya, İrlanda Cumhuriyeti ve İsveç ortalama 28 yaş ile EURO2012'nin en ihtiyar takımları ünvanlarını alırken, Almanya milli takımı en genç oyunculardan kurulu ekip olarak şampiyonluk mücadelesi verecek. Bu kategoride takım halinde dereceye girememelerine rağmen, Yunanlı file bekçisi Kostas Chalkias (37) en yaşlı futbolcu sıfatını alırken, 18 yaşındaki Hollandalı Jetro Willems "herkese abi diyecek" turnuva boyunca. 

Turnuvaya gelirken en fazla gol atan takım Hollanda (37) olurken, ekonomide olduğu gibi yeşil sahada da "yokları" oynayan 14 gollü Yunanistan oldu. Klaas-Jan Huntelaar rakip filelere yolladığı 12 golle eleme maçlarının gol kralığı olurken, ikinci sırada ise Alman Miroslav Klose (9) yer aldı.

Taraftar Böyle Yaparsa Giray Kaçar




Trabzonspor'un lisanslı ürünlerini satan TS Club, taraftarın orjinal ürünlere dikkatini çekmek ve işportayı önlemek adına futbolcu ad soyadlarını kullanarak ilginç reklamlar oluşturmuş. Fikir sahibini tebrik ediyorum, oldukça dikkat çekici bir çalışma olmuş, satışlarda belli bir miktar artış olabilir ama kulüp yönetimlerine de bir çift sözümüz var: siz bir t-shirt'e 25-30 lira fiyat biçerseniz "taraftar ne yapsın?"

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Hırvatistan


Belki formasından ötürü, belki de hocası Slaven Bilic'in renkli kişiliğinden, yahut da taraftarlarını beğendiğimdendir, yaklaşmakta olan Avrupa Şampiyonasında gönlümüzün kaydığı takım Hırvatistan olacak. Belli ki kupayı almaları zor, son şampiyon İspanya ile Ada temsilcisi İrlanda ve futbol devi İtalya'nın bulunduğu "ölüm" grubunda yer alıyorlar, üst tura çıkmaları da futbol otoritelerine göre bir hayli zor ama Türkiye'nin olmadığı yerde "güçsüzden yana" yer almış bulunuyoruz ultras/Movement olarak bu yaz...
Turnuva boyunca izlediğimiz maçlarla ilgili yorumlarla birlikte, özellikle Hırvatistan milli takımı hakkında bolca haber yazacağız bu sayfalara, belki kısmetli geliriz de Bilic giderayak kupayla veda eder ulusal takıma. neden olmasın, yuvarlak değil midir adı üstünde "meşin yuvarlak"?

27 Mayıs 2012 Pazar

United

Futbolu sadece gazetelerin spor sayfalarını okuyup kısır tartışmaların içine girerek değil de bu güzel oyunun kültürüne ve tarihine dair bir şeyler merak edip, kendince kitap karıştıran, internette dolaşan herkes Busby'nin Bebeklerinin hazin hikayesini bilecektir. Hani Manchester şehrinin "mavi" yakasında meşin yuvarlağın peşinden koştuktan sonra Kırmızı Şeytanlara menajer olan ve alt yapıdan çıkardığı gençlerle efsanevi bir kadro yaratan Matt Busby'nin Manchester United takımıyla çıktığı Kızılyıldız deplasmanı dönüşü Münih yakınlarında yaşadığı uçak kazası ve taraflı tarafsız herkesin hayran olduğu o takımın 8 topçusunun hayatını kaybetmesi. Futbol dünyasını hüzne boğan bu trajediyi yeni nesillere anlatmak ve 6 Şubatta hayatını kaybeden gencecik futbolcuların aziz ruhları önünde bir kez daha saygı duruşunda bulunmak üzere yönetmen James Strong kameranın arkasına geçmiş ve "motor" demiş... Senaryo "hazır", konu da "hüzün" olunca yönetmen de müzikle, diyaloglarla "dramın dibine vurmuş", en katı yüreklisinden bile bir damla göz yaşını akıtmayı hedef edinmiş kendisine...


Kazadan 53 yıl sonra 2011 yılında çekilen United filmi, ana konu olarak Busby'nin takımını ve uçak kazasını anlatırken, bir yandan da bugünlerde artık bizi de rahatsız etmekten ziyade öfkelendiren "endüstriyel futbol"a da sitemlerini iletmekte.Raiting kazanmak, reklam almak ve kutu satmak uğruna haftanın her gününe maç koyduran televizyon kanalları nasıl sporcu sağlığını önemsemiyorsa 2010lu yılların Türkiye'sinde, 50li 60lı yılların İngiltere'sinde de Lig yetkilileri benzer tavırlar içindeydi futbol kulüplerine karşı. Özellikle Avrupa Kupasında oynayacağı Kızılyıldız maçı sonrası Manchester'ın Wolverhampton Wanderers ile yapacağı karşılaşmayı "lig kuralları" sebep gösterilerek ertelemeyen ve takımın maçtan en az 2 gün evvel İngiltere'de olmasını isteyenlerin, kazadan sonra United antrenörünü arayıp, "İsterseniz maçınızı erteleyelim" demeleri, futbolu yönetenlerin riyakarlığını gösterirken, endüstriyel futbol canavarına savaş açan ultrasların sık sık belirttiği "öze dönmek gerek" düstürünü de izleyicinin "gözünün" ve "beyninin" derinliklerine kadar sokmuş filmin yönetmeni. Döneme özgü çamur sahaların, meşin futbol toplarının, reklamsız sponsorsuz birden onbire kadar olan numaralı formaların, tebeşirli taktik tahtalarının, maç öncesi fırçalanan ve boyanan "bot" kramponların biz futbol romantiklerinin kalbini "mühürleyen" kelepçe olduğunu söylemeye gerek yok aslında...




 "Green Street Hooligans 2" hayal kırıklığı sonrası United, bir futbol filminden beklediğimi fazlasıyla sağlayınca, futbolsuz geçen yaz günlerinde kendimi sinemaya "adamaya" karar verdim. Elde CD arşivi çok ama ya bazılarını sinemada izledim, ya da seyretmeden CD çantasına attım. Avrupa Şampiyonasına kadar vakit çok, niyet seyretmek ve bloga birşeyler karalayabilmek. Gariptir, kitabın orjinalini ve Türkçesini bir kaç kez okuduğum, filmini seyrettiğim Fever Pitch hakkında bloga bir sinema yazısı yazmamışım, Nick abiye selam niyetine bundan sonraki sinema yazı konusu Fever Pitch olsun diyelim...


24 Mayıs 2012 Perşembe

Bulgaristan'da Yılın Futbolcusu Moraes

Bulgaristan'da A Grupa final gibi bir maç olan Ludogorets-CSKA Sofya maçıyla sona ererken, bir yılın değerlendirmesi sonrası branşlarındaki "en"ler de belirlenmiş oldu. Şampiyonluğu son maçta kaybeden CSKA'nın Brezilyalı forveti Junior Moraes, 2011-2012 sezonun en iyi futbolcusu seçilirken, Bulgaristan A Grupa ve B Grupadan oyuncuların verdiği oylar sonrası yapılan değerlendirmede Ludogorets'ten Emil Gargarov ikinci, Litex'ten Hristo Yanev ise üçüncü seçildi.
Yılın teknik direktörü kategorisinde Chernomorets Burgaz takımını çalıştıran "Kahraman" lakaplı Dimitar Dimitrov zirveye yerleşirken, CSKA'nın tecrübeli hocası Stoycho Mladenov ve Beroe'den Ilian Iliev onun takipçisi oldu. Ludogorets'e Bulgaristan kupası hem de lig şampiyonluğunu kazandıran Ivailo Petev'in ilk üç çalıştırıcı arasında olmaması şaşkınlık yarattı.
Genç oyuncu kategorisinde Litex'li George Milan, en fazla umut vaad eden oyuncu seçilirken, CSKA'lı Anton Karachanakov ve Levski'li Plamen Iliev diğer "beğenilen" genç yetenekler arasında yer buldular kendilerine.

22 Mayıs 2012 Salı

Ayıp

"Beşiktaş camiasını ve Ergin'i kutluyorum. Finalde de onlara başarılar diliyorum. Ama bu akşam burada Türk basketbolu adına ayıp yaşandı. Bu hakemler ya basketboldan anlamıyorlar ya da pozisyonları görmüyorlar. Emeğimize ve gayretimize saygısızlık yaptılar. Bu salonda kurbanlık koyun gibiydik. Sanki maçı kaybetmek zorundayız."
Oktay Mahmuti
Galatasaray Baketbol Takımı Antrenörü

Oktay hoca bu gece yaşanılan hakem rezaletini yine kendine has uslübü ile kibarca dile getirmiş, kendisi çizgisini bozmuyor, galibiyet ve mağlubiyette aynı beyefendilikte söylemlerde bulunuyor ama bu topraklara senin gibi adamlar "5 gömlek fazla" be hocam...
Evet hocam...
Bu memlekette lafa gelince efendilik, ahlak, centilmenlik en değerli erdemler olarak söyleniyor ama gerçekte beş para etmiyor bu değerler. Bu gece bunu sen de bir kez daha yaşadın, bağıran, çağıran, tahrik eden bir hoca olsaydın, senin takımın "kurbanlık koyun gibi" katledilmezdi sahada...
Bir senenin emeği bu kadar kolay harcanmazdı...
Yazık oldu...
Ama maalesef burada böyle...
Bünye kabul etmiyor da zaman duygusuzlaştırıyor ya da alışmamıza yardım ediyor...
Yine de emek çalanlar unutulmuyor, unutulmayacak da...
Sen ve topçuların alnınız ak, gönül rahatlığı ile koca sezonun yorgunluğunu atabilirsiniz
ve
yaşattıklarınız için binlerce kez teşekkürler...

Ne diyordu meşhur bestede:
"Zaten aşklar hep yalan dolan
Sonu hep acı hüsran
Bize her sevdadan geriye kalan
sadece Galatasaray"

Boş vermişim kupasını, madalyasını...
Aslolan Galatasaray'dır...





Hamit Altıntop, Galatasaray'a Yakın

Başlık, İspanyol Marca gazetesinden alıntı. Yazının içeriğini de Ulisis Sanches-Flor'un yaptığı haber temellendirecek aslında. İspanyol gazeteciye göre Real Madrid ile hem lig, hem İspanya Kupası hem de Avrupa'da sadece 12 karşılaşmaya çıkan ve sene başında bonservis ödemeden transfer edilen Hamit'in takımdan ayrılmasının Real Madrid'e zarardan ziyade kar getirecektir, zira oynamayan bir oyuncuya yılda 3 milyon euro vermekten kurtulacak İspanya şampiyonu. Hamit'in Mourinho ile görüşüp, daha fazla forma giymek istediğini yazan Sanches-Flor, Portekizlinin kimseye garanti vermeme eğiliminden dolayı, Türk topçunun İspanya'da ayrılıp Galatasaray'a gelmeye yakın olduğu belirtiliyor. Aslında, sezon ortasında Fatih Terim, Hamit Altıntop'u Mourinho'dan istemiş ama Portekizlinin "dere geçerken at değişmez" misali, şampiyonluğa giderken oynasa da oynamasa da eldeki oyuncuları bırakmamasından, transfer işi yatmıştı.
Her transfer döneminde Türk kulüpleri ile adı yazılan Hamit, İspanya'da aradığını bulamadığı için, bu yıl Galatasaray ile şampiyonlar liginde forma giymek isteyebilir. Göreceğiz bakalım önümüzdeki günler ne gösterecek...

Beraberliğe Oynayan Kaybeder


"CSKA her zaman kazanmak için oynar. Her ne kadar beraberlik bizi şampiyon yapacaksa da, Ludogorets maçında da tek hedef kazanmak. Zaten kim ki beraberlik için oynar, sürekli kaybeder, Chelsea hariç..."
Stoycho Mladenov
CSKA Sofya Teknik Direktörü

Yarın Bulgaristan'da şampiyonluğun belirleneceği Ludogorets maçı taktiğini belirtirken

Adidas Originals #7





Saygıyla eğiliyoruz Originals'ların önünde...

Drogba Ayrılıyor


"Chelsea yeni bir takım oluşturmayı planlıyor ve ben de yedek kulübesine oturup onları seyredecek yapıda biri değilim."
Didier Drogba
Chelsea'li Futbolcu
France Football dergisine verdiği röportajda ayrılık sinyalleri verirken

Geçen seneki transfer sezonunu Galatasaray-Drogba haberleriyle geçiren Türk medyasına, tekrar aynı haberleri ısıtıp taraftarın önüne sunmak için bulunmaz nimet yukarıdaki sözler... Peki Galatasaray'a gelecek mi ya da nereye gider? Çinlilerin sağlam teklifi olduğunu biliyoruz, para caydırıcıdır...

Antalyaspor, David Caiado'nun Peşinde

Liglerin sona ermesi ile memlekette transfer heyecanı başlarken, bu sezon son maça kadar soğuk terler akıtan Mehmet Özdilek, takımına takviye yapmak adına elini çabuk tutup, yeni sezonda kırmızı-beyazlı formayı giyecek oyuncuları Antalya'ya getirmek için çalışmalara başladı. "Şifo" Mehmet'in transfer listesinde adı geçen topçulardan biri de Bulgaristan'ın Stara Zagora takımında forma giyen David Caiado. Portekizli kanat oyuncusu bu sene devre arasında bedelsiz olarak Kıbrıs Rum Kesiminin Olympiakos Nicosia takımından yeşil-beyazlı kulübe transfer oldu ve Bulgaristan'da oynadığı 9 maçta 6 golü var. Sporting alt yapısından yetişen 25 yaşındaki oyuncunun sözleşme fesih bedeli 500 bin euro ama nakit paraya ihtiyacı olan Stara Zagora'nın "iyi bir pazarlıkla" bu rakamı aşağılara düşürme şansı var. Bulgaristan'da Levski'nin de talip olduğu Caiado'yu transfer etmek için Antalyaspor'un daha şanslı olduğunu belirtiyor Bulgar medyası...

20 Mayıs 2012 Pazar

Kalbime Hançer Saplanmış Gibi



Dimitar Berbatov: "Öncelikle bana bu şansı verdiğiniz için size teşekkür ediyorum. Ben genelde çok konuşmayı sevmem ve İngiltere'de sen konuşmasan bile, gazeteciler böyle durumlarda hayali röportajlar uydurabiliyor. Ben gazetecilere konuşup, insanların arkasından onları rahatsız etmek istemiyorum, bu nedenle röportajlardan uzak duruyorum.

bTV: Şampiyonlar Ligi finali hakkında ne düşünüyorsunuz?
Dimitar Berbatov: Finali tek gözle izledim, bir yandan da kızımla ilgileniyordum. Her iki takımı da desteklemediğim için sadece güzel bir maç olmasını dilemiştim. Bayern saldırdı, Chelsea savunma yaptı ve sonunda İngilizler galip geldi. Kişisel olarak daha zevkli bir futbol beklerdim ama artık herşey kazanmak üzerine kurulu.

bTV: Bulgaristan'a ne zaman döndünüz?
Dimitar Berbatov: Bulgaristan'da kendimi rahat hissediyorum.Ülkemi çok seviyorum ve bu sebeple geri döndüm. İnsanların Bulgaristan'dan ayrılmalarını anlayamıyorum. İşimden dolayı ben de ülkemden oldukça uzak kalıyorum ama sık sık gizlice buraya gelip arkadaşlarımla zaman geçiriyorum. Burası benim için rahatlatıcı bir yer.

bTV: İngiltere'de Manchester United şampiyonluğu kaybetti. Bu konudaki görüşünüz nedir?
Dimitar Berbatov: Kendinizi takımın bir parçası olarak görmüyorsanız, başarıların gelmesini de bekleyemezsiniz. Premier Lig şampiyonluğunu kazansaydık iyi olacaktı ama bunun için gerekeni yapmadık ve hayat maalesef filmlerde olduğu gibi kolay değil. Daha çok çalışan ve isteyen başarılı oldu.

bTV: Manchester United'tan ayrılmanızı anlatır mısınız?
Dimitar Berbatov: Maçlarda yer almıyorum, kendimi takımın bir oyuncusu olarak görmüyorum ve orada zamanımın dolduğunu anladım. Bu şartlarda futbola verecek herhangi bir şeyim kalmadı. Hal böyle olunca yapmam gerekeni yaptım ve bana gelecek uygun teklifleri beklemeye başladım...

bTV: Neden yedek kulübesine mahküm oldunuz?
Dimitar Berbatov: Ben de kendi kendime bu soruyu soruyor ve cevap arıyorum. Sir Alex Ferguson'la da konuştum. Takımdaki yerim için çok çalıştım, idmanlarda çok gayret sarf ettim ama şu açık ki takım genç oyunculara güveniyor ve onlara şans vermekten yana. Ferguson oldukça dürüst ve her oyuncuya karşı nasıl davranacağını çok iyi biliyor. Özellikle maçlardan önce takımı motive etmeyi oldukça iyi başarıyor, tabii karşılaşma sonunda da en uygun sözleri bulmada da usta bir hoca. Onun konuşması bittiğinde öyle "gaza" geliyorsunuz ki dünyayı fethedeceğinizi zannediyorsunuz. Bana Şampiyonlar Ligi finalinde oynayamayacağımı söylediğinde, kalbime hançer saplanmış gibi oldu...

bTV: Manchester'a transfer olduğun için pişman mısınız?
Dimitar Berbatov: Manchester City'e de transfer olma şansım vardı ama ben United'ı tercih ettim ve hala bu kararımla gurur duyuyorum. Eminim ki gelecek sene Manchester United tekrar şampiyonluğu kazanacak. En üst düzeyde futbol oynadım ve bundan sonra Barcelona ve Real Madrid'de oynayamayacağıma göre şimdi biliyorum ki biraz daha alt seviyelere ineceğim, dürüst bir insanım ve yeteneklerimin farkındayım.

bTV: Futbol kariyeriniz bittiğinde hedefiniz nedir?
Dimitar Berbatov: Yeşil sahalarda kariyerimi sonlandırdığımda televizyonda yorumculuk yapmak istiyorum, umarım Bulgaristan'dan birileri beni futbol programlarına davet ederler. Ufak şeyler beni oldukça mutlu ediyor. Babalık hayatımı değiştirmedi, tam aksine beni sakinleştiriyor ve neşelenmemi sağlıyor. Çocuğum hayatta benim için en değerli varlıktır, paraymış, şöhretmiş çok da önemli değildir zira hasta olduğunuzda hiçbirinin önemi kalmıyor. Şimdi ikinci çocuğu düşünüyoruz...

bTV: Hristo Stoichkov hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Dimitar Berbatov: Stoichkov her zaman bir idöl olarak kalacaktır benim hayatımda. O sürekli Bulgar futbolunun gelişimini düşünmekte ve ben de ona yardımcı olmaya hazırım. Bulgaristan'da bir şeyleri değiştirmek oldukça zordur ve bir gün ülke futbolunda karar verecek kişi durumuna gelirsem, doğru insanlarla çalışmayı tercih ederim çünkü Bulgaristan futbolunda bir şeyler yapmayı can-ı gönülden istiyorum.

bTV: Peki Luboslav Penev'le aran nasıl? Milli takıma tekrar dönmeyi istiyor musun?
Dimitar Berbatov: Penev'le görüştüm, kendisine hep saygı duymuşumdur. Onunla uzun bir görüşme yaptım ve bana ihtiyacı olduğunda yardıma hazır olduğumu belirttim. Petrov'la da iyi ilişkiler içindeyiz, kendisi gittikçe iyileşiyor ve kötü günlerin çok yakında sona ereceğine inanıyorum. Gerçek şu ki, biz Bulgarlar sürekli trajediler etrafında bir araya geliyoruz....

Green Street Hooligans 2


Elijah Wood'un Harward'lı bir gencin West Ham "taraftarına" ya da Inter City Firm'in bir üyesine dönüşümünü anlatan Green Street Hooligans'ı sadece futbol sevdalıları değil, sinemaya düşkün olanlar da ayrı bir kategoriye koymuşlardır. İngiliz filmlerine özgü çekim stili ile "futbolun asla sadece 22 adamın bir top peşinde koşması" olmadığını, arma ve renk uğruna edilen kavgaların, "hooligan" diye niteleyerek bir kenara itilen gençlerin özel hayatlarını ve tribün ilişkisini anlatan filmin tadı damağımızda kalmışken, ikincisinin geleceğini duyduğumuzda bünyeyi kaplamıştı bir heyecan.


Aslında "devam filmlerine" karşı ön yargılıyımdır, zira pek çoğu ilkinin yarattığı "gişe hasılatınından" pay edinmek adına "apar topar" çekilip, seyircinin önüne sunulmaktadır ve beklenileni vermekten uzaktırlar. İşte uzun zamandır elimde bulunan ama bir türlü izlemeye vakit ayıramadığım Green Street Hooligans'ın devamını seyretmeye oturduğumda, ilk 15 dakikadan sonra bilgisayarı kapatmamamın tek nedeni bloga bu yazıyı yazma isteğimdi. Liglerin sona erdiği ve futbolsuz geçecek günlere adım atmaya başladığımız bu günlerde, tribün hayatına ve taraftarlara yönelik bir film seyretme hevesi yerini "ucuz" yapım bir hapishane filmi içine itiverdi beni. Üstelik, West Ham United taraftarı olmaları dışında, ilk filmin devamı sayılabilecek tek ortak nokta, Green Street Hooligans 1'in sonundaki kavga sonrası taraftarların hapse atılmış olmalarıydı. Bunların dışında ne baş roldekiler aynı kişiler, ne de konu hooliganizm öğeleri içermekteydi. Yine de yönetmen filmin adına aykırı davranmamak adına bir yerde Milwall'dan mesaj yollarken "ezeli düşmana" , hücre hapsi cezası verilen West Hamlının takımın tarihçesini ve mevzuları sesli bir şekilde dillendirmesi "çölde bir yudum su" misali sonuna kadar dayanma gücümüze güç kattı diyebilirim. Filmin sonundaki "futbol maçı düellosu" ise klişeden öteye geçemeyecek kadar sıradandı...


Fazla uzatmaya gerek kalmadan, devam filmlerimden hazzetmiyordum bugüne kadar, sağlamasını da yapmış olduk Green Street Hooligans 2 ile. Erken kalkılan bir pazar sabahının harcanmış bir buçuk saatlik vakti bir yana, şimdi tek düşüncem bu filmi futbol konulu yapımlar arşivine mi kaldırsam, yoksa diğer filmlerin arasına mı koysam...

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Kadıköy Hatırası

Maçlara giderken yahut günlük yaşantıda forma giymeyi pek sevmem, daha çok futbol temalı t-shirt yahut kapüşonlu ürünler tercih ederim, yeri gelmişken ultras project'e de selam çakalım, bizim ihtiyacımızı gideriyorlar sağ olsunlar. Konuyu saptırmadan, GS Store'un fiyat politikası ve çıkardığı ürünlerden dolayı  kendilerine uzun zamandır mesafeliyimdir doğruyu belirtmek gerekirse ama bu sene elde edilen şampiyonluk sonrası satışa çıkartmayı planladıkları t-shirtler beni dahi cezbetti. "Süper Finalin" final mücadelesinin ardından Galatasaray'lı topçuların Kadıköy Şükrü Saraçoğlu stadının deplasman takımı soyunma odasının taktik tahtasına bıraktıkları hatıra fotoğrafını t-shirte basmakla oldukça başarılı bir iş çıkarmış GS Store'un proje ekibi. 18. şampiyonluğun hatırına alınacak olan bu ürün, yıllarca saklanacak türdenken, rakibe hakaret etmeden Fenerbahçe yönetiminin ışıkları kapatıp, Galatasaray'ın kupa kaldırmasına kendilerince "engel" olma girişimine atıfta bulunan "Karanlıklar İçinden Gün Doğar Ya Aniden" t-shirtünü de çıkar çıkmaz satın almayı düşünüyorum... Umarım GS Store bu tarz ürünler yapmaya devam eder ve taraftarı "yolunacak kaz" olarak görmez de ben ve benim gibi kendilerine sempatiyle bakmayan taraftarların inadı kırılır...


Rahibin Duası Moraes'in Golleri

Bulgaristan A Grupa'da bitime 2 hafta kala en yakın rakibi olan Ludogorets önünde 2 puan farkla lider olan CSKA Sofya için bugün lig dördüncüsü Litex'le oynayacağı maç oldukça önemliydi, zira takipçisi Ludogorets, Kaliakra deplasmanında puan kaybederse son haftaya kalmadan şampiyonluğu kutlayacaktı kırmızı-beyazlılar. Bu kritik mücadele öncesi CSKA'lı topçular kendilerini fiziksel yönden olduğu gibi, moral bakımından da hazır tutmaya gayret ederken, evinde dua ettiği ufak bir kilise bulunan ve dini yönü oldukça güçlü olan Brezilyalı golcü Moraes, Tanrının da "desteğini" almak için kiliseye giderek, CSKA taraftarı olan papazın duasını aldı. Bulgar din adamı Junior Moraes'e sağlık ve başarı dileklerinde bulunurken, kendisine uğur getirmek adına bir de haçlı kolye armağan etti.
Bulgar papazın duaları işe yaramış olacak ki, bugün CSKA Sofya'nın Litex'i 4-1 mağlup ettiği karşılaşmanın üç golü Brezilyalı golcünün ayağından geldi. Özellikle ilk iki golde, topun rakip kaleci ve defans oyuncusundan sekip Moraes'in ayağına gelmesini tesadüften ziyade "ilahi" güçlerle de açıklama çalışanlar mutlaka çıkacaktır.
Bu zorlu mücadelede hattrick yapan Moraes, yarın söz verdiği gibi Bulgar rahibe gidip teşekkürlerini iletmesi beklenirken, ligin bitiminin ardından bir süre Bulgaristan'da kalıp Ortodox kilisesi hakkında detaylı bilgi alacağı belirtiliyor Bulgar basınında...
CSKA Sofya, Litex'i mağlup ederken, Ludogorets de bugün Kaliakra deplasmanında galip geldi ve şampiyonluğu belirleyecek maç final gibi son haftaya kaldı: Ludogorets-CSKA Sofya.

19 Mayıs


19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı Kutlu Olsun

15 Mayıs 2012 Salı

Cehennemin İçi ve Dışı




Cehennemin içi ve dışı...


Gazanız Mübarek Ola!


 Bursaspor, yarın Ankara'da oynayacağı Türkiye Kupası final maçı için şehre özgü kılış-kalkan ekibi tarafından uğurlandı.
Bizimkiler alışıktır ama yabancılar karşılarında ellerinde kılıçlar pala bıyıklı adamlar görünce bayağı bi' ürkmüşlerdir...




Sultanı Öldürmek / Ahmet Ümit


Beklenen kitap sonunda çıktı... “Kavim” ve son olarak “İstanbul Hatırası” kitaplarıyla Ahmet Ümit çıtayı o kadar yukarı çekti ki, bundan sonraki eserlerinin kapakları ister istemez aşırı beklentilerle açılacak. Allah ustaya kolaylık versin ne diyelim.

İsmi romanın konusuna uyacak şekilde özenle seçilmiş ve kitabın ileriki bölümlerinde adı geçtikçe gülümsememe neden olan kahramanımız Müştak Serhazin psikojenik füg hastası. Yani, çok ender de olsa bazı anlarda hayatındaki kontak kapanıyor ve tekrar açıldığında yaptığı hiçbir şeyi hatırlamıyor. Çok ilginçtir ki, bu kitaba başlamadan önce okuduğum “Paranoya” kitabının ana karakteri de aynı hastalığa sahipti ve yine buradakine benzer şekilde kendi kendine bir cinayeti işleyip işlemediğini sorguluyordu.

Romanda, Müştak 21 yıldır görüşmediği eski aşkı Nüzhet’ten bir gün telefon alıyor ve akşam yemeğine davet ediliyor. Sonrasında kontak kapanıyor ve açıldığında Müştak, Nüzhet’in apartmanının önünde ve yukarıda boğazına Fatih Sultan Mehmet tuğrası işlenmiş bir mektup açacağı saplanarak öldürülmüş Nüzhet, akıllarda olaya cuk diye oturan büyük ustanın enfes cümlesi: "Biri, sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi, bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?"

Cinayet silahından da anlaşılacağı üzere okuyucuyu her zamanki gibi tarihi olaylarla birlikte hareket edecek bir polisiye bekliyor. Başta söylediğim gibi romandan beklentiler o kadar yüksek ki, ilk yarı bu beklentilerin altında kalıyor. Ahmet Ümit her kitabında aralarda durup yaşananlar üzerinde değerlendirme yaparak zanlıları tek tek analiz etmeyi seven bir yazar. Ama bu romanda bu özelliğini abartmış gibi. Her iki bölümde bir, bak bu bunları yaptı katil olabilir ama bunları da yapmadı aslında olmayabilir diye açıklama yapmak bir süre sonra o bölümlerin okunmadan atlanmasına neden oluyor. Sonuçta okuyucu da gelişmeleri takip ediyor ve aynı yorumları yapabilir; bu kadar sık ve uzun paragraflarla durum değerlendirmesi yapılması tempoyu başlarda çok düşürdü.

Bir diğer tempoyu düşüren öğe de tarihsel ayrıntılara fazla girilmesi. Elbette ki Ahmet Ümit’in yaptığı araştırmalara olağanüstü saygılıyız. Hele ki kitabın sonundaki kaynakların sadece ismini bile okurken insan yoruluyorken onları tek tek okuyan Ahmet Ümit’e söz söylemek haddimiz değildir; velhasıl araştırdıklarını okuyucuyla paylaşma hevesiyle çok fazla bilgi paylaşımına girmesi romanı biraz ana konudan çıkardı.

Amma velakin, ne zaman ki 255.sayfadan başlayan İstanbul’un fethinin anlatıldığı kısma geliyoruz, anlıyoruz ki kitap asıl şimdi başlıyor. Öğrenim hayatımızda hepimiz İstanbul’un fethini çok defa okumuşuzdur ama emin olun ki hiçbirisi burada anlatılan kadar harika olamaz. Fetih öncesi hazırlıklar, halkların ruh halleri, fethin denizdeki ve karadaki savaşları, fetih sırasındaki halkların ve orduların durumları, hem kazanan hem kaybeden tarafın her hareketi incelenerek nedenleriyle birlikte ele alınarak müthiş bir şekilde anlatılmış. Öğrencilere tavsiyem okuldaki kitaplarından ayrı olarak fethi bir de buradan okumaları.  

100 sayfayı aşan fetih bölümünün ardından olaylar hızlanmaya başlıyor. Olayın akışını yavaşlatan öğeler göze batmayacak seviyelere düşüyor ve artık hem geçmişteki hem de günümüzdeki katilin kim olacağını merak ederek sayfaları çevirmeye başlıyoruz.

Tarihsel bulgular ve polisiyenin yanı sıra Ahmet Ümit'in romanlarından eksik etmediği aşk teması da arada elbette atlanmamış. Müştak'ın, kendisini durduk yere terk eden sevgilisi Nüzhet'e tam 7 yıl boyunca  her ay karşılıksız mektuplar yazması ve dile kolay 21 yıl sonra tam görüşecekleri günde cinayete kurban gitmesinin ardından, aslında onun da kendisine bir mektup yazdığını öğrendiği kısım boğazları düğümletecek cinstendi.

Ahmet Ümit önceki tarzlarına benzer ama farklı şekilde ele alınmış bir eser yazmayı amaçlamış ve bunu da başarmış. Başkomiser Nevzat’ı ve ekibini bu sefer yan rollere yerleştirmesi de bunun bir örneği denebilir. Belki tempoyu düşüren kısımlar biraz azaltılıp, finali de tarihsel olaylara uyacak bir şekle getirebilse biraz daha şık olabilirdi. Ama dediğim gibi, Ahmet Ümit bize bu zamana kadar o kadar doyurucu eserler sundu ki, her seferinde daha fazla ister olduk.

İstanbul Hatırası gezisinin tadı damağımızda kalmışken, bu romanın da gezisinin yapılacak olması, hele ki böylesine bir fetih anlatımının ardından beni oldukça heyecanlandırdı. Katılmak isteyenler ayrıntılara buradan ulaşabilirler.

Kitabın bomba kısmı: Başarıya aç, suçluluk duygusuyla kıvranan bu ezik milletin elinden, bunu da almaya kalkışmayın.
Etiket fiyatı: 20 TL
Toplam sayfa: 511
İlk baskı: Nisan 2012
Not: 7/10
Tanıtım filmi:

13 Mayıs 2012 Pazar

Çatalca Cim Bom'un Kalesidir


Galatasaray'ın dün gece Kadıköy'de elde ettiği 18. şampiyonluk sonrası Çatalcalı Aslanlar liderliğinde Çatalca halkı bütün gece sabahın ilk ışıklarına kadar uyumadı, uyutmadı, şampiyonluğu coşkuyla kutladı.
"Çatalca Cim Bom'un kalesidir" sloganını boşuna atmıyoruz, haybeden Çatalcaspor'un renkleri sarı ve kırmızı değil... İşte geceden fotoğraflar:










Blog Widget by LinkWithin