27 Eylül 2015 Pazar

Galatasaray:2-1:Gaziantepspor


Pasolig denen "zımbırtı" yüzünden stada gitmeme yeminimize bir de Melo'nun satılması, daha açık ifadeyle takımdan koparılması eklenince maç da izlememe, bloga yazı yazmama kararı almıştım, bakmadım da Trabzonspor maçına, gene de uzak duramadım, twitterdan takip ettim, kahvehane yanından geçerken skoru öğrenmek için kafayı uzattım da, gene oturup seyretmedim... Ama derler ya "tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış", çok da umurumdaydı Dursun Özbek'in benim maçlara uzak duruşum, o televizyonlara "Üç yıl daha buradayım, başladığım işi yarıda bırakmayacağım" demeçleri veriyordu... Kötü oynamışız da, Trabzonluların kendi kalelerine attıkları golle galip gelmişiz, ne yaparsın, bu sene böyle... İki ileri, bir geri, bazen de iki geri bir ileri... Alışmak lazım...
Dün gece de öyle oldu, iç sahada ilk galibiyeti aldı Galatasaray... Ligin altıncı haftasında... Sami Yen'de, Türk Telekom Arena demeyi sevmiyorum, bir yenilgi, bir beraberlik sonrası 2-1lik skorla üç puanı hanesine yazdırdı... Çok mu iyi oynadı, ara ara baskı kurdu da, öyle ahım şahım bir top oynamadılar... Mersin maçında olduğu gibi golü yemesinin hemen ardından, aynı dakikada beraberliği sağladı da, skoru rahatlatacak gol çok çabuk gelmedi... Hatta stoper Hakan Balta'nın asistiyle galibiyet golü geldi Umut'la ama o Umut çok daha kolayını kalecinin kucağına teslim etti. Kolay demişken, Denayer'in ortasında harika bir kafa golü atan Podolski, ikinci yarının başında kat be kat basitini kale çizgisi üzerinden atamadı...

Umut maç sonu Lig TV muhabiri Pınar'a dert yanıyordu, "Ben gol kaçırınca 'saç baş yoldurdu' diyorsunuz, Demba Ba kaçırınca 'gol kaçtı' diyorsunuz" diye... Medyanın Galatasaray karşıtlığına katılıyorum da sen de çok kaçırıyorsun be Umut'um... Gerçi, dün geceki gol sonrası Hamza hoca da rahatladı, gol attığı için Umut'u yine yazacaktır ilk onbire bundan sonraki maçlarda... Zira bir sistem, bir plan var mı takımda, bilemiyorum... Stoper alınan Denayer, Atletico Madrid maçının devre arasında sağ beke çekildi, biraz parlayınca son iki maçta sağ bek oynamaya başladı, nereye kadar? İlk kritik hatada taraftar yuhlayana kadar... Sezona fena da başlamamıştı Sabri, asistler de yapıyordu, noldu da kulübeye çekildi? Hani Maxi Rodriguez'den iyiydi de sağ beke transfer yapmamıştık?
Melo'yu yollayıp, onların ifadesiyle "kendi gitmiş", Dzemaili'yi zorla kiralayıp, Rodriguez ve Jem Paul Karacan'dan "fayda" beklemek... Hadi İspanyol bir şeyler yapmaya çalışıyor da kalitesi belli, ligte oynar, Avrupa'da sırıtır. Ama Jem Paul nedir? Dün gece 20 dakika işkence çektirdi Hamza hoca, bu "veleti" oynatacağım diye... Yasin'i oyundan alıp, Sneijder'i sola çekip, Bilal'i ileri attı ve Jem Paul'a verdi Melo'nun görevini... Pek gole niyeti olmayan Antepliler, o dakika sonrası beraberlik için ümitlendiler de, Mutlu hoca Okan Buruk'un da çokça yaptığı gibi Mustafa Durak'tan gol bekledi... Geçen sene Antep'te Fenerbahçe maçında boş kale yerine direk dibindeki Fenerbahçeli oyuncuya topu nişanlayan Mustafa, kanatımca ligin en "sakar" topçularındandır, belki çok koşuyor ama verimsiz, gol becerisi "beceriksilik" boyutunda. 76. dakikada penaltı noktasından Muslera'ya nişanlandığı topu, Muhammed ya da başka Antepli olsa gole çevirmişti de, şansımıza Mustafa Durak topla buluştu...

Başta da yazdığım gibi bu sene böyle ite kaka ilerleyeceğiz, maçlarda göreceğimiz ufak tefek hikayeler, oyuncularımızın anlık hareketleri yüzümüzü güldürecek...
Son olarak, çarşamba gecesi Astana maçı çok zorlu geçecek, umarım iyi konsantre olurlar topçular, yoksa perişan oluruz... Antep karşısındaki 3 puan kimseyi yanıltmasın...



Stat: Ali Sami Yen
Hakemler: Alper Ulusoy, Serkan Ok, Adil Sinem
Galatasaray: Muslera, Denayer, Semih Kaya, Hakan Kadir Balta, Carole, Rodriguez, Bilal Kısa, Podolski (Dk. 78 Sinan Gümüş), Sneijder (Dk. 89 Emre Çolak), Yasin Öztekin (Dk. 73 Jem Paul Karacan), Umut Bulut
Gaziantepspor: Karcemarskas, Barış Yardımcı, Vranjes, Elyasa Süme, Mehmet Sedef, Erdem Şen, Abuda (Dk. 75 Putsila), Orkan Çınar (Dk. 61 Mustafa Durak), Chibuike, Larsson (Dk. 85 Ferhad Ayaz), Muhammet Demir
Goller: Dk. 9 Muhammet Demir (Gaziantepspor), Dk. 11 Podolski, Dk. 56 Umut Bulut (Galatasaray)
Sarı kartlar: Dk. 16 Larsson, Dk. 29 Chibuike (Gaziantepspor), Dk. 19 Semih Kaya, Dk. 37 Rodriguez, Dk. 68 Podolski, Dk. 83 Umut Bulut (Galatasaray)

1 Eylül 2015 Salı

Spor Toto 3.Lig 3.Grup/ 2.Hafta



Çine'den deplasman galibiyetiyle dönen Çatalcaspor, iç sahada taraftarıyla buluştuğu maçta Batman Petrolspor'u konuk etti. Güzel bir havada tribünler doluydu, İstanbul'daki Batmanlılar da yalnız bırakmadılar takımlarını da sahada ilk devre sıkıcı mı sıkıcı bir oyun vardı, deyim yerindeyse ki yerinde iki kaleci ilk 45 dakikayı yere yatmadan tamamladılar, ellerine top değdi mi, aut kullanmak için topu dikerken tutmuş olabilirler... Ama ikinci yarı Çatalca'nın geçtiğimiz yıllardan klasikleşen oyun tarzı sahneye kondu: "İlk yarı rakibini durdur, ikinci devre saldır"... Gol için çok uğraştı sarı kırmızılılar da, bazen kaleci Süleyman, bazen de direkler müsaade etmedi. Maçta göze batan topçuların zirvesinde sol bek Oğuz Çetinkaya var... Geçen yıl da iyi bir grafik yakalamıştı, hatta Osmanlıspor'a transferi konuşuluyordu, bırakmamış oyuncusunu Kadir hoca demek, Oğuz da takımını bırakmıyor, hırsıyla, mücadelesiyle, taraftarı da sahaya çekiyor, ateşliyor... Galatasaray altyapısı olan Eren Ahmet'i de beğendim, sol ayaklı bir topçu, ikili mücadelelerde başarılı ve çabuk, ayağına hakim. Çatalcaspor teknik direktörü Kadir Akbulut da ondan çok şey bekliyor olacak ki, sık sık yanına çağırıp taktik verdi maç boyunca. 10 numara oynayan Sezer Güler de iyi olacak, kendine güveni var, takımı yönlendirmek istiyor... Defansta Evren'in yanına bu sene katılan Halit de fena değil, iyi bir ikili olacaklar da Allah sakatlıktan korusun...
Batman'da çok da göze batan topçu görmedim, geçen haftanın golcüleri Sebahattin ve Rahman pek yoramadılar Çatalca savunmasını, sonradan oyuna giren Samet daha istekli ve arzuluydu... 16 numaralı Bursa Karacabey doğumlu Ramazan savunmada liderlik özellikleriyle gözüme çarpan isim oldu...
Grubun diğer maçlarına göz atarsak, Bayburt kazanmaya devam ediyor ve Korfez İskenderunspor'u deplasmanda mağlup ettiler. Dersimspor-24 Erzincanspor maçında da Çatalca'da olduğu gibi gol sesi çıkmadı. Puanları paylaşan diğer iki takım da Tavşanlı Linyitspor ve Kastamonuspor olurken, deplasman ekibinde Yaşar Çetin geçen haftadan sonra bu hafta da fileleri havalandırdı... Çorumspor mağlup olmaya devam ediyor, bu sefer de geçen haftadan kırmızı kart cezalısı bolluğu yaşayan Manavgatspor'a yenildiler. İlk hafta Gölcük'ten 3 gollü galibiyetle dönen Darıca Gençlerbirliği, içerde son dakikada yediği golle Niğde Belediyespor'a kaybetti. Puansız takımların karşılaşmasında Beylerbeyi Gölcğkspor'u tek golle geçip 3 puanla tanıştı. Bergama da deplasman fatihlerinden oldu bu hafta, onlar da Sandıklı'dan 3 puan alıp üst sıralara tırmandı ve aynı şekilde Dardanelspor, Bursaspor alt yapısından yetişen Özer'in golü ile Tarık Daşgün'ün Vanspor'unu mağlup etti.


Körfez İskenderunspor-Bayburt Grup Özel İdare Gençlik ve Spor: 0-1
Dersimspor-24Erzincanspor: 0-0
Manavgatspor-Çorum Belediyespor: 2-1
TKİ Tavşanlı Linyitspor-Kastamonuspor: 1-1
Çatalcaspor-Batman Petrolspor: 0-0
Darıca Gençlerbirliği-Niğde Belediyespor: 1-2
Beylerbeyi-Gölcükspor: 1-0
Sandıklıspor-Bergama Belediyespor: 0-2
Dardanelspor: 1 - Van BBSK: 0

Torku Konyaspor:1-4:Galatasaray


Aslında çok şeyler yazacaktım Konya deplasmanındaki galibiyete dair... Burak'ın patlaması, Sabri'nin asist krallığına yolculuğu, Sneijder'in kaleyi bulan toplarının gol olması, Carole'un iyi işler yapacak görüntüsü, Fırat Aydınus'un ilk hafta Fenerbahçe-Eskişehir maçında kart dahi göstermediği Fernandao pozisyonunun 5 kat hafifine tereddütsüz sarı kart çıkarması, Aykut Kocaman'ın ilginç hakem eleştirisi, Muslera'nın alışık olmadığımız serbest vuruş golü yemesi, Semih'in ilerde torunlarına gülerek anlatacağı "şans bal" golü ve daha niceleri... Hikayesi bol maçtı da, Melo'nun takımdan koparılması haberiyle tadımız kalmadı, tuzumuz hiç yok... Passolig, e-bilet filan iyice uzaklaştırmıştı bizi tribünlerden de, Dursun Özbek televizyon başında maç izleme keyfimizi de "sümüklü mendil"gibi attı çöp kutusuna...
Sneijder, Muslera bir kenara da mağlubiyete kim itiraz edecek şimdi? Tribündekilerin duygusunu sahaya kim yansıtacak? Kim yetişemeyeceği bir topa son bir hamle yatarak kayacak? Kim rakibin bir atağını kestiğinde gol atmışçasına sevinecek? Kim Kadıkoy'de atılan bir sürü yabancı madde altında başını eğmeden, tebessüm ederek sahaya çıkacak?
Belki biraz Sabri...
Selçuk? Burak?
İnşallah ama formayı atan Selçuk kalbimde bir çizik bıraktı, bir daha güvensem mi?
Burak... Melankolik... Bir küsüyor, bir oynuyor...
Neyse işte, başta dedim ya, üzüldüm, kırıldım,küstüm...
Belki bu yazılara ara da veririz... Belki de yazarız...
Galatasaray'dan kopamayız, Galatasaray'a küsemeyiz de...
Futboldan soğudum işte...



STAT: Torku Arena
HAKEMLER: Fırat Aydınus , Aleks Taşçıoğlu, Arkın Akgöl
TORKU KONYASPOR: Kaya - Mehmet Uslu, Dossa , Vukovic, Ali Turan  (Dk.82 Traore), Ömer Ali , Volkan  (Dk.71 Halil İbrahim ), Ali Çamdalı , Meha , Vedat  (Dk.67 Holmen ), Bajic
GALATASARAY: Muslera - Sabri , Chedjou (Dk.30 Semih) , Hakan , Carole , Selçuk , Melo , Sneijder, Poldolski  (Dk.77 Rodriguez ), Umut  (Dk.56 Emre ), Burak
GOLLER: Dk.35 Meha, (Torku Konyaspor), Dk.8 Burak, Dk.39 Semih, Dk.87, Dk.90+4 Sneijder (Galatasaray)
KIRMIZI KART: Dk.66 Carole (Galatasaray)
SARI KARTLAR: Dk.28 Meha,  Dk.45+1 Ömer Ali, Dk.68 Volkan, Dk.83 Holmen, (Torku Konyaspor) Dk.67 Sneijder (Galatasaray)

Güle Güle Felipe Melo


Mehmet abi (Şenol) facebook hesabında oldukça duygusal, tarih kokan, Galatasaray'ı anlatan bir "Melo'ya mektup" yazmış. Ben onun kadar yazabilir miyim, büyük ihtimal yazamam da gözümüzün önünden Melo'nun kayıp gitmesi ve hiç birşeye yaramayan sanal medya isyanlarımız dışında sadece bu satırlar vasıtasıyla bir güle güle yazısı yazar, kalbimdeki hüznü göz yaşları yerine klavyenin harflerine akıtabilirim diye düşündüm. Belki de acımı artık çok az kalan blog okuyucularıyla paylaşarak azaltmak istedim... Belki bir şekilde Melo bu yazıları okur da, kırgın gittiyse bu ülkeden, hala onun için üzülen, onun yaptıklarına değer veren, onu anlayan insanların olduğunu hisseder diye yazmak istedim... Her neyse işte... Gücü elinde bulunduranlar Melo'yu yolladılar ve biz de biçare kaldık... Üzgün kaldık... Tadımız tuzumuz gitti...

İlk topçu muydu Melo, peki bu kadar bağlandığımız? Ljung'u da çok sevmiştim, Falco'yu da... Koseçki'yi çok da iyi hatırlayamıyorum ama gözümün önüme gelen sağanak yağmurlu bir kış gecesi,balçık gibi İnönü stadında Beşiktaş maçında topu sürüklemesi ve ardından Recep'in ona tekme atmaya çalışması... O da çok sevilmiş tribünlerde ki zamanında yapılan "Kosecki, Kosecki, bitmez sana taraftarın sevgisi, ne Adnan ne Yalman, biz de yokuz Kosecki sen olmadan" bestesini alakasız kez çok defa deplasman otobüsünde söylemişliğimiz var... Gütschow vardı bir de, Kadıköy'de Fener'i dörtlediğimiz maçta efsane olmuştu, Alman ajanı filan diyorlardı, daha bir farklı gelirdi, topçu ve ajan, severdik... Simoviç ve Prekazi'ye de yetişemedik, Bulgaristan'daydık, burada büyümüş olsaydık çocukluk kahramanlarımız olurlardı, orası kesin... Orta sahaya kadar zor degaj atardı ama Stauce de gönlümüzü kapmıştı, fena da kaleci değildi, Şampiyonlar Ligi maçlarında hatırlıyorum daha çok Litvanyalıyı... Hafızayı yoklayınca Van Gobbel geliyor birden aklıma, o da savaşçıydı, pes etmiyordu, o yüzden sevmiştik siyahi topçumuzu...  Saunders'ı ve Souness'in bayrak diktiği Fener maçını da unutmadım tabii ki, Galler'den gelmişti, ufak tefekti ama iyi golcüydü Dean Saunders... Sonra Rumenler geldi, Hagi, Popescu, Filipescu, İlie... Ilie de ansızın satılmıştı da ertesi gün İnönü'de bir İstanbulspor mağlubiyeti sonrası göz yaşı dökmüştüm ardından... Taffarel'i de unutmayalım, değil mi? Mondragon, Perez, Fleurquin, unutulur mu? Saygıdan ancak eğilirim önlerinde... Bir de Radu Niculescu vardı, kaç gol attı hatırlamam, az attı da tek golü şampiyon yapmıştı bizi Samsun'da, Şirinler taraftar grubundan yediğimiz taşlar, başlarda akan kanlar ve Radu'nun golü... Üç yıldızı takmıştık formaya... Felipe, Revivo, Lukunku ve Xavier... Farklı saçları ve sakalıyla Xavier, o da savaşçıydı, tekmeye sokardı kafasını Song gibi... Tomas ve Song... Fener'de formayı yere atıp, Galatasaray'da şampiyonluk için göz yaşları döken Tomas... Ya İliç... Sasa İliç, Partizan tribünlerinin "bayrak adamı" İliç, Adnan Polat tarafından cayır cayır koparılmadı mı Galatasaray'dan... Riberry de geçti, Marsilya çaldı elimizden, hoş çalmasaydı da tutabilecek miydik, orası da ayrı bir muamma... Carrusca için çok dua ettik, iyi çıksın, patlasın, göstersin kendini de olmadı, ama onu da mühürledik kalbimize... Nonda, Nonda, Shabani Nonda, kaç santimdi Nonda, Volkan Demirel iyi hatırlar... Lincoln'e doyamadık, Keita'ya da... Kewell'a hiç doymadık, hep kalsaydı bu memlekette istedik...  Sonrası zaten bizim yeni çocuklar, Sneijder'i, Drogba'sı, Elmander'i, Riera'ası...


Ama Melo dört sene içinde 220 küsür maçta öyle izler bıraktı ki, bu saydıklarım arasında çok farklı bir adamdı işte... Öyle istatistik kağıtlarında bulamazsınız Melo'nun değerini, boşa aramayın, kaç maç oynamış, kaç gol atmış, kaç kilometre koşmuş filan... Onlar sıradan topçuların işi, bazı topçular doğuştan özeldir, savaşçıdır, liderdir... Yenilmezdir Melo gibileri... Kolayca pes etmez, bırakmazlar harbi... Onunla her savaşa girersin, zira bilirsin ki herkes kaçsa, arkanda bir tek Melo kalacaktır... Hatırladık değil mi Kadıköy'de maç çıkışı takım arkadaşları kafalarını tutmuş eğilmiş tünele kaçarken, önde parçalı formayı flama gibi göklerde tutarak  başı dik giden Melo'yu... Ya da takım arkadaşına diklenen biri olduğunda karşısında ilk kimi buluyordu? Ara pas yapmış, gol atmış beni çok cezbetmez de, kalemize giden bir forvetin ayağına ölümüne atlayıp, topu kornere çelmesi sonrası kükremesi yok mu? Çekmiyor muydu en uyuyan taraftarı maça, ya gazlamıyordu sahada eli belinde gezen takım arkadaşını... Bunu yazarken de gözümün önüne geldi, ikili mücadele Melo yere düşüyor, hem de yüzü koyun ve top yanından auta çıkıyor da kafasıyla son bir dokunuş peşinde Melo... Bunu ne diye yazar o paçavra istatistik kağıtları...  Yazmaz... Onlar yazmaz da basın da yazmaz... Hatta "kral çıplak" diyen Melo'yu lince de kalkarlar, köpek derler, terbiyesiz derler, "Beni değil, şike ve ırkçılığı konuşun" demiştir çünkü, çekinmeden... Sıkmamıştır Demirören'in elini... Kaç topçu buna cesaret etmiştir, bırak topçuyu İmparator dediğimiz, baba gibi sevdiğimiz Fatih Terim bile Demirören'in yanına gitmek için bırakıvermişti Galatasaray'ı... Ya Emre'ye "go out" demesi... Acun, Emre, Arda tayfasından çekinmeden, gelecek kaygısı olmadan postalamıştı Belözoğlu'nu Sami Yen'den...Sami Yen demişken ne isterdim biliyor musunuz, Mecidiyeköy Ali Sami Yen kapalısında Melo'yu setlerde görmek... Yakışmaz mıydı?


Galatasaray için penaltı bile kurtarmışlığı olan bu adam gibi adam şimdi Galatasaray'dan ayrıldı...
Hem de hak etmediği bir şekilde...
Neden mi?
Doğru söyleyeni de sevmezler, delileri de istemezler bizim buralarda...
Nasıl mı?
Twitterdan ceza verirler, bir takım arkadaşı sahip çıkmaz, sadece taraftar ve Unal Aysal vardır arkasında.... Yalnızlaştırılır...
Emre Belözoğlu'na rest çeker, medyada istenmeyen adam olur, takım arkadaşları Emre ile gece kulüplerinde "kanki" muhabbeti yapar... Küstürülür...
Her platformda şikeyi dile getirir, Galatasaray'ı savunur,  Demirören'in elini sıkmaz, kendisini bir Allahın kulu savunmaz... Üzülür...
Ameliyat olur, takımı yalnız bırakmamak için 1-2 ay içinde sahaya döner, yatarak primleri, transfer taksitlerini alanlara "takım içi denge" muhabbeti yapılır... Şaşırtılır...
Bir Süper Kupa derbisinde kaçırdığı penaltı vuruşu sonrası üzülürken, Volkan kendisine arkadan tekme atar ve yanında takım kaptanı başta olmak üzere hiç bir takım arkadaşını göremez... Dışlanır...
Her maç sonra televizyon kanallarını parsellemiş Fenerbahçe yanlısı yorumcular programa Melo şöyle diye başlayıp Melo böyle diye bitirirken, bir tane kulüp idarecesi çıkıp, "Yeter artık" diyemez... Sahipsiz bırakılır...
Ve kamuoyunda yaratılan "antiMelo" algısı Melo'nun çocuklarına okulda yapılan fiziki saldırı boyutuna da dönüşür, işin en iğrenci... Öfkelenir...


Kırılır... Öfkelenir... Şaşırır... da taraftar vardır arkasında her zaman... O da bunu bilir... Taraftar da... Bakmayın playstation ile büyüyüp, Rıdvan yorumlarıyla futbol muhabbeti yapan yeni yetmelere, taraftar dedim, taraftar, en harbisinden... "Felipe Melo'nun askerleriyiz" diye avazı çıktığı kadar bağıran, duvarları spreyleyen...


Lakin güç başkalarının elindedir... Yönetim "o gidecek, bu kalacak" der... Mantıklı neden arama, "sebep-sonuç ilişkisi" yazılı kağıtlarında kalmıştır... Kopardılar takımın ruhunu, "ben yenilmem, Galatasaray yenilmez" diyenimizi... Ve bizim "deliyi" bizden koparanlar "gitmek istiyor, gitmek istiyor" diye yaygara kopardılar, günahlarını affettirmek istediler de, "Aklımdan gitmeyi hiç geçirmedim" diyen Melo'nun cümlesini küçücük harflerle geçirdiler hiç okunmayacak yerlerde... Olsun, bir gün Dursun Özbek de gidecek, "Melo bize lazım, onu yollayamayız" diyemeyen Hamza Hamzaoğlu da gidecek ve arkalarından kimse üzülmeyecek, kimse üç beş satır yazmaya tenezzül etmeyecek, herkes yeni gelen başkanı, yeni gelen hocayı mutlulukla, umutla karşılayacak. Oysa "para kazandık" diyerek yolladıkları Melo'nun ardından yüzlerce mektup yazılıyor, binlerce kırık kalp göz yaşı döküyor ve gelecek hiç bir topçunun onun kadar sevilmeyeceğini haykırıyor taraftar...


Öyle işte... Sevdiğimiz adam şimdi İtalya'da eski hocası Mancini'nin yanında... Ama o da biliyor, biz de biliyoruz, onu bizim sevdiğimiz kadar kimse sevmedi, kimse de sevmeyecek... Ve şu da kesin ki, bir gün İstanbul'da, Ali Sami Yen'de yine yollarımız kesişecek... Ne demişti son kez insagramda "Bu bir veda mesajı değil, bu tekrar görüşürüz mesajı"...

Görüşeceğiz be Felipe...
Ne biz seni unutacağız...
Ne sen bizi...

Yolun açık olsun pitbull...

Bize yaşattıkların ve kutsal parçalı forma uğruna savaşın için teşekkürler...



Blog Widget by LinkWithin