30 Eylül 2013 Pazartesi

Galatasaray.1 Ç.Rizespor.1

  • Büyük ümitlerle başlanan bir sezonda, daha 1 ay geçmişken bu durumlara gelineceğini herhalde en komplocular bile düşünemezdi. Maalesef, 6.hafta karşılaşmasını izlemek için tribüne gelen taraftarların çoğu ağızlarının tadı kaçmış şekilde Arena'daki yerlerini aldı.
  • Böylesine, fikstürde sıradan bir lig karşılaşması gibi görünen ama kritik dönemeçlere denk gelen maçlarda hep "Oradaydım" demek için bulunmak istemişimdir. Lakin, günün manasını içeren ilginç pankartlar görmeyi beklerken; yukarıdaki pankart hariç, tribün gruplarının pankartları dahil hiçbir pankartın asılı olmaması oldukça garibime gitti.
  • Ağızlardaki tat o kadar kaçmış olmalı ki, maç öncesi veteranlar maçı olduğunun tanıtımı bile arada kaynayıp gitmiş. Haberimiz olup maça erkenden gidemediğimiz için, ne yazık ki, Hagi'nin, Tugay'ın ve diğerlerinin bizi geçmişte nerelere götürdüğüyle ilgili yorum yapamayacağım.
  • Arena'da deplasman taraftarı görmeyeli bayağı olmuştu. Hazır takımları 5'te 4 yapmışken, İstanbul maçlarına gelen sağlam taraftarlardan olan Rizelilerin, kendilerine ayrılan kısmı tıka basa dolduracağını ummuştum. Yine de, maç sırasında ara ara ağırlıklarını koyarak bize artık alışkın olmadığımız tribünde farklı ses duyma keyfini yaşattılar.

 

 
  • Maç bu sezonkilerin bir kopyası gibiydi. Takım baskı kuruyor, pozisyon buluyor ve kaçırıyordu. Defans da her zamanki gibi hop oturtup hop kaldırtıyordu.
  • Maçtaki şüphesiz en dikkat çeken oyuncu Bruma'ydı. 30lu yaşların ortalarında bulunan kişilerin halı sahada oynadığı maçlarda, bazen ekiptekilerden birinin 20 yaşındaki yeğeni oynar ve tüm oyunun dengesini bozar ya; Bruma'nın bu maçtaki durumu da tamamen buydu. O kadar hareketli ki diğer oyuncular onun yanında veteran kalıyor. Biraz da şut çalışırsa ve biz de Ribery'i de yaptığımız hatayı yapmazsak, kar ederek sattığımız ender oyuncular arasında kendine yer bulur. Fatih Terim de hazır getirtmişken, doya doya oynatamayıp gitmek zorunda kalmaktan ayrı üzüntü duyuyordur.
 
  • Burak yeni bir Hakan Şükür olmada emin adımlarla ileriliyor. Kaçırdığı gollerin yanına bu maçta takım ileriye hızlı bir şekilde hücum ederken, topu geriye doğru sürmeyi de ekleyince ister istemez bizi geçmişe götürdü.

 
 
  • Puan cetvelinin üst sıralarında bulunmasına rağmen, Ç.Rizespor'da ilgi çeken bir futbol göremedim. Sadece 2. yarının başında baskı kurmaya çalıştılar ve o sıralarda da golu buldular. 10 kişi kaldığımız anlarda dahi oyunu kontrol edemeyip panik havasına girmeleri bana ilginç geldi. Üst sıralarda fazla kalamayacaklarını düşünüyorum.
 
  • Drogba yine hava toplarının çoğunda hakimdi ve maça tutunmak için oldukça efor sarfetti. 85. dakikada artık bittim dercesine kenara işaret yaptı ama 3 değişiklik hakkı dolduğundan maçı bitirmek zorunda kaldı.

  • Maçtan sonra Drogba'nın yanı sıra tribünleri selamlayan biri daha vardı. Ali Adnan takımın durumunu gördükten sonra solda banko oynarım demiş olmalı ki, yavaştan kendi yolunu yapma çalışmalarına başlamış.
  • Maç hem sahadaki oyun, hem de tribünlerdeki performans bakımından kafamda daha da fazla soru işareti bırakarak sona erdi. Büyük bir sürpriz olmazsa, bu sene ne yazık ki heba edilmiş gibi gözüküyor. Çöken rakiplerimizi durduk yere şaha kaldırdığımıza mı, kendi kendimize çelme taktığımıza mı, yoksa Yıldırım Demirören'in hocayı savunmasını dinlemek zorunda kalmamıza mı yanayım bilemiyorum. 

29 Eylül 2013 Pazar

Trenle Deplasman

Taraftar grupları dış saha maçlarına tren, otobüs, uçak, araba, bisiklet ne bulursa kullanarak gidiyor da, futbol takımları bu iş için ya uçak ya da otobüsü tercih ediyorlar. Ulaşım imkanları zorlaştığında çok nadir olarak da treni tercih edenler var, işte onlardan biri de Lazio takımı. Sassuolo deplasmanına giderken, demiryolunu tercih etmiş Petkoviç'in ekibi... Uçağa göre yolun uzun, otobüse göre de konforlu olması sebebiyle, kimi futbolcu film izlemiş, kimi bulmaca çözmüş, kimisi de müzik dinleyerek uyumayı tercih etmiş, kısaca "kafalar iyice boşaltılmış"... Keşke bizde de her bölgeye demiryolu ulaşımı olsa ve topçular da trenle taraftarla birlikte yapsa yolculuklarını... Olmaz mı?





27 Eylül 2013 Cuma

Güle Güle Usta



Nasıl bir kara tarihtir 27 Eylül. Beş sene evvel tribünlerimizin abisi Alpaslan Abi'yi acımadan, darmadağın ederek aldı bizden... Daha yüreklerdeki acı kapanmadan, ki kapanmayacak da, bugün de "dayı", üstat, usta, adam gibi adam Tuncel Kurtiz'in kara haberini duyurdu internet siteleri,televizyonların son dakika haberleri... İyi insanlar nedense çabuk terk-i diyar eyliyor, ya da biz doyamıyoruz sevdiklerimize. Sen de çabuk gidenlerdendin be usta, hani olmazdı, hayaldi belki ama, seninle Ege denizine karşı, gün batımında zeytin dalları altında iki duble rakı atmak, ağzıma sürmediğim sigarayı öksürerek seninle içmek hayaldi ya... Olmayacakmış, olmadı da üstat... Gittiğin yerdeki o güzel insanlara bizden selam götür be Tuncel Abi...

25 Eylül 2013 Çarşamba

Teşekkürler Hocam

Bazıları oybirliği ile "saygısızca" hocayı Galatasaray'dan ayırdı da, bazıları "saygısını" ve minnetini belirtmeden edememişler...










24 Eylül 2013 Salı

Sen Gitmedin, Gidemezsin


Güneş her akşam batıp her gün doğuyorsa
Çiçekler solup solup tekrar açıyorsa
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Neden korkulur hayatta söyleyin bana
Ben neden aynı kalayım söyleyin bana

Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım
Elbette daldan dala konup sonra uçacağım
Elbette bazen hızla dönüp bazen duracağım
Elbette bazen söyleyip bazen susacağım

İnanmadım asla inanamam
Her şeyin bir sonu olduğuna

Elbette bugün ağlıyorsam yarın güleceğim
Elbette önce çekip gidip sonra döneceğim

***
Bir gün elbet yine buluşacağız da, bize bu ayrılığı yaşatanlar bunun hesabını nasıl verecekler acaba?

Beşiktaş:1-2:Galatasaray

Her ne kadar tff.org Olimpiyat Stadyumundaki derbiyi oynanmamış sayıp, sitesinde maça yer vermese de, dün gece Beşiktaş ile Galatasaray uzun yıllar unutulmayacak bir maç izlettirdiler biz futbol insanlarına. Tabii maçı özel kılan saha içinde yaşanılanlardan çok, maç bitimine üç beş dakika kala dışarıda başlayıp, yeşil alana sıçrayan mevzulardır. Herkesin dilinde taraftarın sahayı işgal etmesi varken, biz de kimsenin değinmediği bir konuyu blog sayfalarına taşıyarak, olayın boyutuna başka bir pencereden bakmak istedik, hatta bakmıyoruz, inanıyoruz bile.

Atatürk Olimpiyat Stadyumu yapıldıktan sonra ilk olarak Galatasaray'a tahsis edildi ve Galatasaray taraftarı İkitelli yollarını çok arşınladı. O senelerde tribünde aktif hayatı olan biri olarak ilgimi ve "nefretimi" çeken olay, maçlara gelen Galatasaray taraftar profilinin değişmiş olduğunu görmem oldu. Maç öncesi ve esnasında, Ali Sami Yen'de görmediğimiz yan kesicilik, kızlara taciz, takıma maç sonucuna bağlı olarak küfür ve hakaret Olimpiyatta yaşanırken, PSV Eindhoven maçında da utanmadan sahaya dalıp, "gol olan" aynı kitlenin "elemanlarıydı". Geçen senelerde Diyarbakır maçıydı, Olimpiyat stadında oynanmış ve taraftar yine soluğu içeride almıştı. Dün gece de sahaya girme olayı ne Çarşı'nın işi, ne 1453 Kartallarının provakasyonu, ne Melo'nun tahriği, ne Gezi Olaylarının yansımasıdır, tamamen İkitelli "gençliğinin" daha önce sürekli yaptığı marifetlerden biriydi. Hatta dikkatli gözlerden kaçmayan, maç başlangıcından evvel bir tribünden ötekine geçmeler, saha içindeki tartan pistte yürüyerek karşı tribüne "deplase" olmalar ve ısınan kalecilerden imza almaya kadar cesaret etmeleriydi... Eee, aynı "taraftarlar?" 1-0 galibiyetten, 2-1 mağlubiyete düşüp, maç sonu da bir kaç kişi sahaya dalınca, en sevdiği iş olan "kitle psikolojisi" ile hareket edip, soluğu yeşil sahalarda alıverdiler...

Olayları Melo'ya mal etmek ise işin en komik tarafıydı.Sahaya dalanlar Melo'nun formayı gösterdiği tribünün tam ters tarafından gelirken, Olimpiyatı bilenler beni iyi anlayacaklardır, orada bir taraftan öbür tarafı görmek için dürbüne ihtiyaç vardır. Hatta stadyumun açılış maçı olan Galatasaray-Olimpiyakos karşılaşmasında, rakip kaleci ısınmaya çıktığında, tribünlerde Mondragon tezahüratları az yankılanmadı. Bırakın karşı tribündekilerin Melo'nun formasından tahrik olmayı, Galatasaray'ın ezeli rakibi olan Fenerbahçe maçında "pitbull" aynı hareketi yaptığında Saraçoğlu'nda, içerde Fenerli görmedik...


Bu arada Melo demişken, pek beğendiğim, hatta Cüneyt Çakır karşısında hakkının yendiğini savunduğum Fırat Aydunus, "boş yere" attı bizim Brezilya'lıyı. Ya da soruyla devam edelim, Melo'nun Motta'ya hareketi faul ise, Motta'nın Sabri'ye yaptığı çok mu farklı? Ama belli ki Fırat hoca, Burak'ın topu elle almasında takılı kalmış ve "hatayı hatayla telafi ederken," bir de "gazla" Melo'ya çıkarıverdi kırmızı kartını... Haydi o maç yorgunluğu ve adrenalin patlaması ile hata yapar da, maç bitimi Melo'yu "yemeye" hazır "medya çakalları" başladılar sallamaya Brezilya'lıya, maksat TFF Disiplin Kurulundan gelecek cezayı mümkünce arttırmak ama esas korkum onların gazına gelip kendi oyuncusuna sahip çıkmayıp, "biz elit kulübüz" ayağına topçusuna ceza vermeye kalkacak Galatasaray yönetimi...


Hep mevzu konuşacak değiliz ya, Burak'ın gittikçe Hakan Şükür'e dönüşmesini dün gece üzülerek izledik. Ayağına topu aldığında "yılmadan" vuran Burak, bir kaç maçtır kaleci ile baş başa kaldığında içindeki "ya gol olmazsa" tedirginliği vuruş kalitesini de bozuyor ve "garanti" düşüncesiyle ayak içi plaseyle avlamaya çalışıyor file bekçilerini. O kadar "net" ve kolay pozisyonlarda Burak skoru değiştiremezken, Drogba daha zorunda, galibiyeti getiren golleri atıverdi. Biliyoruz Fatih Terim'in kafası "bir koltukta iki karpuz" taşımaktan çok yoğun ama golcüsüyle özel olarak ilgilenmeli, psikolojik olarak terapi etmeli... Bir de Selçuk'un gittikçe düşen performansı da gözden kaçmamalı, "görüşme odasına" 08 Selçuk da davet edilip, derdi sorulup, dermanı bir an evvel bulunmalı...

19 Eylül 2013 Perşembe

Galatasaray.1 Real Madrid.6

  • Bu sezon Avrupa defterini, geçen sezonun kapanış maçıyla açmak kısmet oldu. Geçen senenin 8 çeyrek finalistinden 3ünün bulunduğu grup zorluydu, ilaveten takım da ligde sallanarak gidiyordu. Ama, TEM'de son 2 sezonun en yoğun maç öncesi trafiği yaşayan taraftarın inancını bunlar sarsmışa benzemiyordu.

  • Maça başlarken dikkatimi çeken ilk konu sezon başından bu yana tribünde tutulan yabancıların, bendini aşmış su gibi birdebire sahaya yayılmış olmasıydı. Açıkçası, bizim takımda bu kadar çok siyahi oyuncunun olduğu ilk kez bu maçta dikkatimi çekti.
  • Karşılaşma, sanki geçen sezonki maçın devamıyçasına başladı. Taraftar baskıyı kurarken takım da önde oynama isteğiyle topu mümkün olduğunca ayağında tutmaya çalışıyor, rakip kale yavaştan yoklanıyordu. 
  • Bir türlü oluşturamadığımız defans bloğumuz en güvenilir oyuncusu olan Eboue'nin hala mantığını çözemediğim bir şekilde 50 metreden gelen hava topunu beline gelen bir adama kaptırması sonucunda saçma sapan bir golu kalede gördük.
  • Hava toplarında Real Madrid defansına karşı üstünlük kuran ve kritik noktalarda fauller almayı başaran Drogba'nın sakatlığı da can sıkan bir başka olay oldu. Amrabat oyuna girecekken yol üstünde onu durduran Fatih Terim'in son 4-5 dakikayı 10 kişi oynaması da sanırım ona has bir risk alma yöntemi olsa gerek. O dakikalarda yenecek bir gol sonrasında neler söyleneceğini - ki Ronaldo'nun tehlikeli bir şutu oldu - insan hayal bile etmek istemiyor.
  • Bu tür geri düşmelere alışkın olan taraftarın gönlünde 2.yarıya başlarken umutlar hala tazeydi. Lakin, Schalke maçının dejavusunu yaşarcasına içerisinde yine Melo ve Dany'i barındıran anlaşmazlık sonunda gelen bir başka saçma gol sinirlerin iyice bozulmasına neden oldu.



  • 6 gol yenirken en çok Muslera adına üzüldüm. Dağılan takımda tek başına kurtarışlar yapıyor ama dönen toplar da yine rakibe gittiği için yapacak hiçbir şeyi kalmıyordu.
  • Takım 6 gol yerken Beşiktaş'a saydırmayı düşünebilen Ultraslan'ı da ayrıca tebrik ediyorum. Zaten bir yapıldı, iki yapıldı, üçüncüde stadın geri kalanından ciddi tepki gördü.
  • Ronaldo'nun attığı 6.gol dağılmanın son perdesiydi. Taraftara da bu golu alkışlamak kaldı. 





  • Maç yolunda son 2 sezonun en yoğun trafiğini yaşarken, çıkışta çok rahat bir şekilde çıkabileceğimi hiç düşünmemiştim. Bu tür ağır yenilgilerden sonra bir patlama yakalama olasılığı yüksektir. Hazır Real Madrid mavi formasını giymişken, herkesin aklına malum 5-0'lık Chelsea mağlubiyeti mutlaka gelmiştir. Sonuçta kaybedilen, şimdilik, sadece bir tutam 3 puan.
  • Maç sonunda takımın tribüne çağrılıp desteğin devam etmesi de sanırım çoğunluğun içinde böyle bir ümidin olduğunun göstergesi olsa gerek. 
  • Maçı eşiyle birlikte izleyen Biliç'le çıkışta yolumuz kesişti. Sempatik karakteri hareketlerinden belli olan Hırvat hoca, taraftarların fotoğraf çektirme taleplerini de geri çevirmedi. 

Blog Widget by LinkWithin