31 Mart 2011 Perşembe

Sana Söz


"Senin koltuğuna oturanlar gaflet ve dalalet içindeyken,
Senin formanı giyenler, armanın asaletini taşımaktan uzakken,
Senin gözünle sarı-kırmızıyı sevenler, aşk acısını yaşarken
Sana söz...
Sana söz yine baharlar gelecek,
Yaktığın ateş hiç sönmeyecek...

Bu sene 5.si yapılan Murat Elsaleh fotoğraf yarışmasında finale kalan 10 resim arasında ultras/Movement blog olarak yolladığımız "Sana Söz" adlı fotoğrafımız da yer almakta. Her şeyin kötü gittiği bir sezonda, üstüne de iç sahada kaybedilen Fenerbahçe maçı sonrası Galatasaray müzesine uğrayıp, o şanlı tarihin kokusunu ve ruhunu bir kez daha içimize çekip, bu yaşanılanları müzenin penceresinden izler gibi duran Ali Sami Bey'e söz verirken, başarıyı simgeleyen kupalarla beraber "anı" yakalamışız...

Oylamada "Sana Söz" fotomuza oy vermek için buradan buyurun...

30 Mart 2011 Çarşamba

Müşteri Böyle Olur


Çıkarsan yedek takımla, taraftar pardon müşteri de parasını ister!

Arda da Bizimdir, Kewell da Bizimdir...

Avrupa'da kupalar almış, Barcelona'ya total futbolu yerleştirmiş Hollandalı Rijkaard Galatasaray'a gelince malum kişilerin "paçaları tutuştu", bir de yanında Neskeens olunca "korku ve haset imparatorluğu" tavan yaptı memlekette. Ses edilmedi ama içleri ağaç kovuğu gibi oyuldu, içten içe göçtü... Takım kazandı beklendi, takım kazandı susuldu, takım kaybetti ve çıktı ortaya"malum" kişiler... Sabotaj, şantaj, ihanet kelimeleri edildi, atıldı futbolcular taraftarın önüne... Gitti Rijkaard geldi Hagi, ilk maçında cesurca oynattı takımı, "tıstırdı" malum kişileri... Beklendi, beklendi ve Galatasaray tribünlerinin sevdalısı Hagi'nin ilk tökezlemesinde yine ortaya çıktılar malum kişiler... "Ciga" gitti yetinmediler, Galatasaray lig ve kupadan koptu yetinmediler, yönetim çalkalandı yetinmediler, bırakmadılar bizi bizimle, bırakmadılar Galatasaraylıları kendi dertleriyle, hüzünleriyle...

Sadece biz taraftarı değil, sarı-kırmızının yetiştirdiği en yetenekli gençlerden Arda'yı da bırakmadılar kendi kendine. Bir gece sarışın, ertesi gece esmeri deyip, onunla bununla geçirmedi gecesini gündüzünü Arda, bir kız sevdi hepimiz gibi, delikanlı gibi de çıktı söyledi, tepki almak korkusuyla "arkadaşız" yalanlarına baş vurmadı. Bırakmadılar Arda'yı, gol kaçırdı Sinem yazdılar, sakatlandı Sinem dediler... Attılar taraftarın önüne Galatasaray'ın kaptanını... Dedik ya yetinmediler, yetinmezler diye, sarı-kırmızılı parçalıyı en çok sevenlerden olan Arda'ya "bilerek forma giymiyor" dediler, Galatasaray kaybederken, görevden kaçıyor yazdılar, okuttular, konuşturdular...
Arda ile açmışken taraftarın arasını, Hagi'den sonra belki de Sami Yen'i en fazla heyecanlandıran topçulardan Kewell'ı yok etmeye yeltenmiş malum kişiler... Utanmadan yukardaki manşeti atıvermişler...
Dünkü maçta Arda golü çakınca, "bunu da yazın" işareti yapmıştı ya, iyi kapak olmuştu malum kişilere. Maçtan sonra NTV televizyonunda Özgür Buzbaş bu hareketi kime yaptığını sorduğunda Arda Turan'a "Onu anlayan anladı" şeklinde cevap verdikten sonra, Özgür, Kewell'ın Arda ile ilgili olarak sarf ettiği "Arda ilk geldiğinde çok mutluydu, bizi güldürüyordu"sözlerini sordu. Bu arada okumayanlara hatırlatalım Kewell'ın demecini (ultras/Movement notu:Tek bir olumsuz kelime yok):

"Arda'ya, daha doğrusu bir oyuncuya tavsiye veremezsiniz. Sonuçta herkes çocukken futbola başlar ve ilerlerken kararlar verir. Yönetim Arda'yı kaptan yaptıysa bunu kabul edeceksiniz. Dünyada birçok genç kaptan var. Arda'nın çok iyi bir kaptan olduğunu düşünüyorum. Bu kulübe de kaptan olarak çok yakışıyor bence. Zor bir sezon geçirdi, çok sakatlık yaşadı. Arda bence buranın 1 numarası olduğunu gösterdi. Bu arada Arda çok da komiktir. Beni de ilk geldiğimde çok güldürüyordu. Mutluluk çok önemli. Mutlu olduğunuzda iyi olursunuz. Arda'nın da mutlu olmaya ihtiyacı var. Arda'ya yapıştırılan etiket ne olursa olsun, Arda kendi olmak zorunda. Arda çok yetenekli bir isim. Her an her şeyi yapabilecek bir oyuncu Arda."

"ARDA AVRUPA TECRÜBESİNİ YAŞAMALI"
"
Bence yapabiliyorsanız, kesinlikle her zaman Avrupa'ya açılmalısınız. Arda'da da Avrupa'ya giderek o tecrübeyi yaşamalı. O fırsat kaçmamalı. Avrupa, futbol için en iyi noktadır. O tecrübeyi yaşamalı."


Arda da cevabında, "Arda hep aynı Arda, buna sebep olanlar düşünsün" şeklinde bir cevap verdi ve fazla da uzatmadı. Bizler o malum işaret sonrası, bu sözlerin medyaya gittiğini düşünürken, bugün gazetelerde Kewell ismini görünce, malum arkadaşların hala Galatasaray ile uğraşmaya ne kadar hevesli olduklarını bir kez daha okumuş olduk...

Ey Galatasaray camiası, artık ayağa kalkmanın zamanı gelmedi mi? İç çekişmeler, protestolar, şahsi hesaplar derken, kulüp sahipsiz kalmakta, "çakallar ve sırtlanlar" bu fırsatları hiç ama hiç kaçırmamaktadır... Arda da bizimdir, Kewell da bizimdir, Toschak'lar ise sizindir...

Edit: Arda Turan da resmi sitede konuyla alakalı bir açıklamada bulunmuş...

29 Mart 2011 Salı

Şapka Çıkartalım Şapka


"Emre Aktaş: 2010 senesinde, 1.ligden (Adanaspor'dan) süper lige giden oyuncudur, yeteneklerinin farkına varsa milli takımda oynayabilecek topçudur, diye de anılır..." yazar Adanaspor taraftarlarının çıkardıkları Adanaspor Sözlüğü'nde...

Emre, bu gece o bahsedilen yeteneklerini göstermiş oldu futbolseverlere ve ayakta alkışlattı kendini...

Bu vesileyle Adanaspor'a ait her türlü yazılı evrağı bana yollayan Hakan Tabakan ve Şenol Yıldızdoğan'a bir kez daha teşekkürler olsun...

28 Mart 2011 Pazartesi

Huzur İçinde Uyu "Çarli"

Adının Kazım olduğunu bilmezdik, zaten bilen de pek azdır herhalde, herkes onu Çarli diye bilirdi Nevizade gecelerinde. Bir masa ortamı olduğunda, hele hele sarı-kırmızıyı yan yana gördüğünde elinde bir kadeh uğrardı Çarlı, "Cim Bom için şerefe" tokuşturmaya. Hani bazı mekanların adamları vardır, o hep orada kalacak zanedersiniz ya, Çarli de öyleydi, Sami Yen'den çok İstiklal'in, Nevizade'nin, Beyoğlu'nun adamıydı o benim için, belki de bir çoğumuz için. Nasıl Alpaslan Abinin hep Sami Yen'de bulunduğuna inanıyorsak, Çarli de bizim için hala Nevizade'de elinde kadehi ile dolaşmaya devam edecektir. Huzur içinde uyu "Çarli" Kazım Dalga...



Mahalle Takımı blogtan Nazmi Hasdemir'in Çarli ile ilgi yazdıkları da burada...

Bizim gibi adı Ramses'e çıkmış taraftarlar tanır hepsini. Hiç kimse kimsenin adını bilmezdi, hiç bir iletişim yoktu aralarında. Her biri bir takımın militanı, fakir, okumamış, varoş çocuklarıydı. Semt kahvelerinde takılırlardı en fazla, maç olmadığı zamanlarda. Maç; nerde olursa olsun gidilecek olan savaş alanıydı onlar için. Kavga etmeden, dayak yemeden, dayak atmadan geçirilmiş maça maç demezlerdi. Tribünlerde, büyük maçlarda, bir metre daha fazla yeri daha işgal edebilmek için en ön saflardaydılar. Kimi, Peygamber'di, kimi Öcü, kimi Limoncu'ydu, kimi Ölü.

Dönemin Kurtlar Vadi'si tribünlerdi. Şu resimdeki Çarli'ydi. Hepimiz çocuktuk, aynı yaşlardaydık ama Çarli o zaman adamdı. Yani yaşı büyük manasında, en cesaretlisi oydu, en önce o yerdi copu. Deplasmanlarda idi asıl hüneri. Gidilen şehrin takımının taraftarlarıyla dalaşırdı. Hiç sebep yokken bile kavga ederdi. Ankara'ya bir tren dolusu deplasmana gidiyorduk, koskoca tren Eskişehir'e gelmeden durduruldu onun yüzünden. Trenden inip kaçtı, kaçtığı treni Ankara Garında karşıladı. Eskişehir deplasmanından dönerken Çarli'nin çıkarttığı kavga yüzünden binlerce taraftar Bozüyük'te bekletildik. Metin Oktay kurtarmıştı.

Bir ömürünü tribünlerde verdi denir ya, Çarli kelime manasında bütün organlarını verdi. Yazmaya kalksam sadece benim hatırladıklarım 3-5 sayfa sürer, Sakarya'da sıcaktan iti gibi kavruluyorduk, tuvaletlerde bile su akmıyordu, Çarli tel örgüleri aştı, sahanın içinden diğer tribünlere daldı, kasalarca suyu attı bizim tarafa. Coplar yetişmeseydi, at sucuklu sandöviçleri de atacaktı. Dövdüler, sürüklediler, kurtuldu, koştu Sakarya tribünlerinin önüne, malum cinsel hareketini yaptı.

Yabancı takımlar geldiğinde işi takımın kaldığı otelin etrafında konuşlanmaktı. Sabaha kadar gürültü çıkarırlar, aklı sıra futbolcuları uyutmazlardı. Hele ki yabancı takımın taraftarı gelmişse vay hallerineydi. Leeds United taraftarı, Galatasaray taraftarlarının arasında Çarli namlı biri yaşadığını bilse İstanbul'a gelirmiydi. Gelse bile Taksim'de gezermiydi, gezse bile içip içip bizimkilerle dalaşırmıydı. Çarli'nin Kazım Dalga olduğunu o olaydan sonra öğrendik. İşin içinde varmı yokmu bilemiyorum ama gözaltına alınmıştı. Alınmamış olsa o büyük olayda ben nasıl yoktum diye gücenirdi.

Çarli, tribünlerde telef olanlardandı. Ciğer içkiye, uyuşturucuya dayanamadı. Verem oldu, siroz oldu, kanser oldu. Son maçta gördüm kendisini, 5 kuruş parası hiç olmadı zaten, şimdi yatacak hastane parasını toplamak için maçlardan önce mekanlarda geziyor. Bir tanıyan olursa yancılık ediyor, bir bira bir duble rakı veren çok olur nasılsa böyle ortamlarda.

Bu Çarli, Galatasaray'lı bir berduş, gariban, sürünüyor, sağlığı el verdiği an maça geliyor, gördüğümüz an anılara dalıyoruz. Öyle bir geçmiş zaman ki, dediğim aynıyla vaki.

27 Mart 2011 Pazar

"Kazansaydık Linç Edilirdik"

Futbola Penev ve Stoichkov'u izlerken aşık olmuşken, basketbol dendiğinde ilk aklıma gelen isim Naumoski'dir. Zaman gazetesinden Ahmet Uykan, Makedon oyun kurucu ile okunası bir röportaj yapmış, buyurun:

Basketbola ne zaman ve nasıl başladın?
Aslında 15 yaşına kadar futbol oynuyordum. Santrfordum ve penaltıları çok iyi kullanıyordum.. Daha sonra Skopje takımının basketbol hocası bir gün idmanıma gelerek "Sen futbolda değil, basketbolda daha başarılı olursun." diyerek benim aklımı çeldi.

Türkiye'ye yolun nasıl düştü?
Ben Türkiye ile ilk olarak Jugoplastika'da oynarken tanıştım. O dönem G.Saray ile eşleşmiş ve İstanbul'a gelme fırsatı bulmuştum. Fakat takım olarak Aksaray civarında kaldığımız otelin çok kötü olması ve maçı oynadığımız Spor Sergi Salonu'nun tahtadan yapılmış tribünleri, bakımsız hali beni hayal kırıklığına uğrattı. Daha sonra 1992 yılında Efes'ten teklif geldi. Bu kez İstanbul'un biraz daha geliştiğini, en azından Aksaray'daki otellerden daha modern otellerin de İstanbul'da var olduğunu görünce teklifi kabul ettim.

Daha ilk yılında (1993) Efes'le Avrupa Kulüpler Kupası'nda finale çıktınız ve Torino'da Aris'e 50-48 yenilerek kupayı kaybettiniz. Ne oldu da maçı kazanamadınız?
Genç bir kadromuz vardı. Buna rağmen finale çıkmayı başardık. Final maçından önce hocamız Aydın Örs, bir toplantı yaptı ve, "Finale kalarak büyük bir iş başardık. Kaybetsek bile önemli değil. Yeter ki fark yiyip rezil olmayalım." şeklinde bir konuşma yaptı. Ben ise bu konuşmaya çok içerledim ve Aris'i yenebileceğimizi, korkmadan oynamamız gerektiğini söyledim. Zaten maça da son saniyeye kadar ortaktık. Fakat belki de Aris'e kaybetmemiz bir bakıma iyi oldu. Çünkü maçı kazansaydık 6 bin fanatik Yunanlı taraftar sahaya inip bizi linç edebilirdi. Bizi ise seçkin insanlardan oluşan küçük bir taraftar grubu desteklemişti. Zaten Arisliler maç biter bitmez bize sandalyelerle saldırmıştı.

Senin kendine has özelliklerin ve stilin vardı. 30 saniyelik hücum süresinin 25'ini tek başına kullanırdın. Yine terini formanın askılı tarafıyla silmen hâlâ akıllarda...
İnanın bunlar için herhangi bir özel çabam olmadı. Örneğin 30 saniyelik sürenin ne kadarını kullanacağımı Aydın Örs belirlerdi. Ben sadece onun sahadaki beyniydim. Ayrıca çok terlediğim için alnımdan akan ter damlaları gözüme girerdi. Ben de terimi en kısa yoldan silmek için formamın askılarını kullanırdım.

Namık Polat adını alıp Türk vatandaşı olmana rağmen neden Ay-Yıldızlı formayı giymedin?
Aslında bu sorunun direkt muhatabı ben değilim. Zira bana Türk Milli Takımı'nda oynamam için ne kimse bir teklifte bulundu ne de böyle bir düşünce içindeydi. Halbuki o zamanki kurallar gereği 3 yıl aralıksız Makedonya milli formasını giymeyip Türk Milli Takımı'nda rahatlıkla oynayabilirdim. Bu da bana büyük onur verirdi.

Türkiye'nin dünya ikinciliğini nasıl değerlendiriyorsun? İkincilik seni şaşırttı mı?
Doğrusu çok şaşırdım. İlk 5'e gireceğini tahmin ediyordum fakat madalya alacağını hiç ummuyordum. Tabii burada oyuncular kadar Tanjeviç'in de büyük bir özverisi vardı. Bence takımın genç oluşu ve en önemlisi başarıya aç oluşları dünya ikinciliğinde büyük rol oynadı. Ancak bundan sonra Türkiye'nin aynı başarıyı tekrarlayacağından pek ümitli değilim. Çünkü oyuncular doyuma ulaştı.

Efes ve F.Bahçe Ülker'in Avrupa'daki performansını nasıl buluyorsun?
Her iki takım da beni hayal kırıklığına uğrattı. Aslında zengin bir kadroya sahipler. Aynı şekilde iki kulübün de geniş imkanları var. En azından Fenerbahçe Ülker'in ilk 8'e kalması gerekirdi.

Senin bir de ülken Makedonya'da milletvekilliği yaptığını öğrendik. Neden siyasete girdin, politikayla şu an aran nasıl?
Evet, 2002 yılında hatırını kıramayacağım bir arkadaşımın partisinden Üsküp'ten milletvekilliğine seçildim. O zamana kadar siyasetle hiç ilgim yoktu doğrusu. Meclis binasının, politikanın bana göre olmadığını gördüm. Çünkü milletvekillerinin mecliste neredeyse kavgaya tutuşmalarına rağmen dışarıda sanki hiçbir şey olmamış gibi birbirine sarıldıklarını görünce siyasetten soğudum. Zaten 4 yıllık milletvekilliği süresince sadece 7 kez gittim.

Seni ne zaman tekrar basketbolun içinde göreceğiz? Bu yönde teklifler alıyor musun?
Ben Efes'te dolayısıyla Türkiye'de Naumoski oldum. Bu yüzden Türk halkına kendimi hâlâ borçlu hissediyorum. Hedefleri olan bir kulüpten teklif gelirse bu defa sportif direktör veya genel menajer olarak Türk basketboluna katkıda bulunmak isterim. Teknik adamlık bana göre değil. Antrenörlük çok farklı meziyetler istiyor ve benim yapıma ters geliyor.

En Çok Kazanan Futbolcular

"Para insanların daha iyi bir hayat yaşamalarını sağlar, bu doğru ama benim oyunuma etkisi yok. Ben ekonomik nedenler için değil, oyunu sevdiğim için oynuyorum ve kendim için değil, takımım için varım" demişti Messi Mirror gazetesine verdiği röportajda. O parayı "sevmeyedursun", France Football dergisinin yapmış olduğu araştırmaya göre 2010 senesinin en çok kazan futbolcusu Lionel Messi olurken, ardından da Ronaldo ve Rooney gelmekte... 20 kişilik listenin tamamı aşağıda, görüldüğü gibi golcüler "malı götürmüşler", buyurun detaylı sıralamaya:

2010'da En Çok Kazanan Futbolcular Top 20:

1. Lionel Messi (Barcelona): 31 milyon Euro (10 milyon maaş, 1 milyon primler,20 milyon reklam)
2. Cristiano Ronaldo (Real Madrid): 27.5 milyon Euro (13 milyon maaş, 0.5 milyon prim, 14 milyon reklam)
3. Wayne Rooney (Manchester United): 20.7 milyon Euro (13.2 milyon maaş, 0.5 milyon prim, 7 milyon reklam)
4. Kaka (Real Madrid): 19.3 milyon Euro (10 milyon maaş, 0.3 milyon prim, 9 milyon reklam)
5. David Beckham (LA Galaxy): 19 milyon Euro (4.1 milyon maaş, 0.4 milyon prim, 14.5 milyon reklam)
6. Ronaldinho (Flamengo): 18.3 milyon Euro (7.5 milyon maaş, 3.3 milyon prim, 7.5 milyon reklam)
7. Carlos Tevez (Manchester City): 15.4 milyon Euro (10 million maaş, 3 milyon prim, 2.4 milyon reklam)
8. Frank Lampard (Chelsea): 14, 2 milyon Euro (8.2 milyon maaş, 1 milyon prim, 5 milyon reklam)
9. Fernando Torres (Chelsea): 14 milyon Euro (8 million maaş, 0.8 milyon prim, 5.2 milyon reklam)
10. Yaya Toure (Manchester City): 13.8 milyon Euro (11.1 milyon maaş, 0.5 milyon prim, 2.2 milyon reklam)

Listenin devamı şu şekilde:
11. Thierry Henry (New York Red Bulls) - 13.6
12. Bastian Schweinsteiger (Bayern Munich) - 13.2
13. Samuel Eto'o (Inter) - 13
14. Philipp Lahm (Bayern Munich) - 12.9
15. Didier Drogba (Chelsea) - 12.8
16. Zlatan Ibrahimovic (Milan) - 12.5
17. Franck Ribery (Bayern Munich) - 11.9
18. Steven Gerrard (Liverpool) - 11.7
19. Carles Puyol (Barcelona) - 11.4
20. Gianluigi Buffon (Juventus) - 11.3

Çatalcaspor:2-1:Beşyüzevler

Süper Amatör Lig Play Off maçlarının bitmesine 4 maç kala Bölgesel Amatör Lige çıkacak takım sayısının hala muamma olduğu ligte, Çatalcaspor kendisinden 7 puan farkla önde olan Beşyüzevler takımı ile karşılaştı Esenyurt Şehir stadında. Süper Amatör Lige başlarken "hedef bayrağını" en tepeye diken Çatalcaspor, grup maçlarını oldukça rahat geçerken, Play Off maçlarında ise istediği sonuçları alamamıştı. (3 galibiyet, 6 beraberlik ve 2 mağlubiyet) Puantaja bakıldığında vasat bir ekip görüntüsü veren Çatalcaspor, oynadığı 11 maçın neredeyse hepsinde rakiplerine baskıyı kurmuş, oyunu sürekli rakip yarı sahaya yıkmış lakin galibiyeti getirecek gol ve golleri rahatça bulamazken, kendi kalesinde ise kolayca gördüğü gollerle 15 puan toplayabilmişti Süper Amatör Lig Play Off maçlarında...



YGS sınavı sebebiyle Cumartesi oynanan 12. hafta karşılaşmasına Çatalcaspor yine her zamanki gibi baskılı başladı rakip yeşil-beyaz Beşyüzevler önünde, hatta dakikalar ilerledikçe de oyun öyle bir hal aldı ki, sanki sarı-kırmızılı parçalı formayla mücadele eden Çatalcaspor grup lideri, rakibi ise yükselme hedefinden çoktan uzaklaşmış, önümüzdeki seneyi planlayıp, alt yapı oyuncularına şans veren hedefsiz bir takım görünümündeydi. Çatalca bazen defanstan atılan şişirme topları forvet Soner'in indirmesiyle Erdem ve Taner ile pozisyon ararken, rakip defans son pozisyonlarda dikkatli davranıp, gol imkanı vermiyor, bazen de ortadan Evren ve Cem'in "duvar paslarıyla" yarmaya çalışıyordu rakip defansı. Bahsedilen pozisyonlarda da Beşyüzevler takımının bu kadar puan toplamasının sebebi olarak kaleci Harun ön plana çıkıyor, defansına güven veriyordu.




Golsüz biten ilk devrenin ardından, maçın gidişatına göre ikinci 45 dakikada gol sevincini Çatalca'lıların yaşamasını beklerken, ofsayt tartışmalarının olduğu bir pozisyonda Beşyüzevler takımı Serkan ile öne geçiyordu. Yine iyi oynadığı bir maçta geriye düşen Çatalca, öyle ya da böyle bu maçı kazanmalıydı ki, Çahit Erçevik hoca Berkant ve Murat'ı oyuna alarak forvet hattını fazlalaştırıp, ne pahasına olursa olsun gol ararken, rakip takım ise sürekli "yerde yatarak" oyunu soğutmanın hesaplarını yapıyor, tribünlerdeki seyirciyi "çileden çıkarıyordu".




Bu "düş-yat-çık-gir"ler öyle bir hal aldı ve hakem de bunlara prim tanıdıkça, seyircinin ve Çatalca takımının tepkisi hakeme de yönelmeye başladı. Rakip maçı soğutmak isteyip, kendi oyun anlayışının dışına çıkınca da, sarı-kırmızılı takımın baskısı daha da arttı ve son 10 dakikaya girilirken, kullanılan bir serbest atışta, Serkan'ın kafa vuruşu maça beraberliğe getirirken, tribünlerdeki Çatalcasporluları daha da coşturuyordu.






Futbolun kuralıdır, geriden gelen takım beraberliği yakalarsa, o baskıyla ikinci golü de sık sık bulur ve Çatalcaspor takımı uzatma dakikalarında rakip kalecinin de hatasından yararlanarak attığı golle, sevinç-gözyaşları içinde kendisini Bölgesel Amatör Lige yükselme yarışı içinde tutacak bir galibiyeti hak ediyordu.




Sarı-kırmızılıların bu galibiyeti o kadar çok istediği maç sonundaki hallerinden açıkça belli oluyordu. Kimisi taraftarı ile sevinci kutlarken, kimisi göstermiş olduğu mücadeleden yorgun düşüp, bayılmanın eşiğine gelirken, kimisi ise göz yaşlarına boğuluyordu. Maç boyu sakinliğini koruyan rakip antrenör ise son dakika yenilen golün "üzüntüsü" ile hakem üçlüsüne tepkide bulunmayı ihmal etmiyordu...





26 Mart 2011 Cumartesi

Villa&Iniesta


David Villa ve Andreas Iniesta, Museo de Cera'da balmumundan yapılmış heykelleriyle yan yana...


25 Mart 2011 Cuma

Bülent Ünder

Galatasaray taraftarı olarak ilkleri yaşamanın artık doğal olduğu 2010-2011 futbol sezonunda bir ilk daha yaşadık ve sezon bitmeden üçüncü teknik direktörümüze de merhaba dedik. Futbolculuk yaşantısında Galatasaray dışında başka takım forması giymeyen Bülent Ünder, hocalık kariyerine 1989-90 sezonunda Denizlispor'u çalıştırarak başlamış, ardından 1991-92 sezonunda İstanbul Üçüncü Lig ekiplerinden Çengelköy'ün başına geçmiş ve aynı yıl Denizlispor deneyimleri sonrası Fatih Terim'in yardımcısı olarak kendini tanıtmış oldu yeni nesil Galatasaray taraftarına. Avrupa'dan kupa kazanılması sonrası Fatih hocanın yurt dışına transfer olup, Müfit Erkasap'ı yanında götürmesiyle, yoluna yalnız devam eden Bülent Ünder, Samsunspor'u çalıştırırken Türk futbolseverlerin bir kez daha dikkatini çekti. Özellikle Galatasaray'a karşı iki maçta da yenilmeyip 4 puan alması sonrası, Galatasaray camiasında Bülent hocadan tekrar yararlanılmak düşünülmüş ve Lucescu'nun yardımcılığı görevi kendisine uygun görülmüştü ama hoca bu görevi kabul etmemişti. Tabii, Bülent Ünder Galatasaray'dan uzak kalamadı ve Eric Gerets zamanında yine sarı-kırmızılı eşofmanları giyip, tecrübesi ve futbol bilgisini Galatasaray için harcamaya başladı.
Eric Gerets sonrası herhangi bir takımda hocalık yapmayan Bülent Ünder, son dönemlerde Galatasaray televizyonunda yorumculuk yapmaktaydı ve Hagi sonrası takımın başına getirilmesinde en büyük etkenlerden biri Florya'nın havasını koklayan biri olması ve takımı yakından takip etmesinden dolayı "kolları sıvarken" yeni görevine pek de zamana ihtiyaç duyacak olmamasıdır. Adnan Polat, Bülent Ünder hamlesi ile belki de yeni bir Cevat Güler "mucizesi" oluşturma planı yapmakta kafasında, kalan 8 haftada 8 de 8 yapıp, "berbat" giden sezonu olabildiğince toplamak için Bülent Ünder'in abiliğinden ve taktisyenliğinden faydalanmak arzusunda.
19 Ocak 1980'de futbolu bıraktığı Fenerbahçe jubile maçına çıkarken Bülent Ünder, Galatasaray, Türkiye Birinci Liginde 14. sırada yer alırken, sevenlerinin yüzünü pek de güldürmüyordu. Kaderin cilvesi olsa gerek, hocanın Galatasaray'a teknik direktör olarak geldiği sezon sarı-kırmızılı taraftarlar yine mutsuz zira takım bitime 8 maç kala 11. sırada.

Vă Mulţumesc Hagi

Teşekkürler sarı-kırmızı atkılı adam...
Teşekkürler...
Bir gün tekrar görüşmek üzere...

vă mulţumesc Hagi
...

24 Mart 2011 Perşembe

"Ama Sen de Haç Çıkaracaksın"


"O günü hiç unutamıyorum. 'Eğer gazetecilerin önünde benim elimi öpersen,Galatasaray'da kalırsın' dedi. Şok oldum. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi? hayatımın en öfkeli anıydı. Ama kabul ettim. Bir tek şartım vardı. Şartımı duyunca çok şaşırdı. 'Elini öpeceğim. Ama sen de gazetecilerin önünde haç çıkaracaksın' dedim. Herşey orada bitti. Bu anı hiçbir zaman unutmayacağım."

Roman Kosecki
Galatasaray'lı Eski Futbolcu

Adnan Polat'ın kendisine sunduğu teklifi anlatırken
21.01.1994 Milliyet

"Kıçı Tekmelenecek Gazeteciler Var"

"Türkiye'de ve burada Hagi'yle kavga ettiğim, takım arkadaşımı dövdüğüm yazıldı. Bunların hepsi uydurma. Ben kimseyle kavga etmedim. Saygı duyduğum çok gazeteci var. Ancak bir o kadar da kıçını tekmelemek isteklerim var. Tabloid gazetelere savaş açamam çünkü bu savaşta kimse kazanmaz. Kimse benim savunmamı almıyor. Kendileri istedikleri gibi yazıyorlar. Son yaşadığım skandal denilebilecek olay gördüğüm kırmızı karttı ama onda da provoke edildim."

Milan Baros
Galatasaray'lı Futbolcu

Türk medyasından şikayet ederken

Toprak Sahalarda Bu Hafta


İstanbul'da 2.Amatör Lig başlıyor ve biz yine vaktimiz-zamanımız oldukça, fikstür bizi çağırdıkça Çatalca bölgesi takımlarını izleyip, futbolun endüstrisinden en uzak kesimi hakkında bloga birşeyler karalayacağız...

Ali Sami Yen TT Arena Koreografi


Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena stadında panoramik koreografi showu...
Fotolar Göksel'in makineden... Tabii üzerine tıklamak gerekiyor...


23 Mart 2011 Çarşamba

Karıncaezmez Şevki ve Hagi


Sistemmiş, teknikmiş, taktikmiş...
Çokta umurumuzda...
Hagi bu işte...
Bizim Hagi...
Bizden Hagi...
Karıncaezmez Şevki ile...

Ayakta Maç İzlemek Hakkımız

Futbol Taraftarları Federasyonu'nun başlatmış olduğu "Ayakta Maç izlemek Hakkımız" isimli imza kampanyasına Tribün Dergi de destektre bulunmuş ve yukardaki banneri hazırlamış. ultras/Movement blog olarak biz de Futbol Taraftarları Federasyonu'nun web sitesine girdik imzamızı attık, desteğimizi gösterdik. Bizim memlekette henüz "zorla" oturtma yok, "mahalle baskısı" var tribünde oturtma yönünde ama endüstriyel futbolun dört nala hareket ettiği bu zamanda herkes maç boyunca "oturarak" izleyecek karşılaşmayı diye bir uygulama da gelebilir... Lafı uzatmayalım, TribunDergi'ye bırakalım:

ingiltere ve galler genelinde 180,000'den fazla taraftarı temsilen faaliyet gösteren, futbolu yöneten ve gözeten resmi kurumlarla sürekli iletişim halinde olan the football supporters' federation (futbol taraftarları federasyonu), ayakta maç izleme hakkının taraftarlara sağlanması için imza topluyor. bilinenin aksine ayakta maç izlenildiği için değil, kapasitesinden fazla bilet satılması ve polisin yeterli kontrolü sağlayamaması nedeniyle yaşanan hillsborough faciasından günümüze, uefa kuralları gereği resmi maçların sadece, tamamı oturma düzenli stadyumlarda oynanabilmesi nedeniyle maçları ayakta izlemek isteyenlerin bu keyfi ve hakkı ellerinden alınmış durumda. ayakta maç izlemenin, oturarak izlemeye nazaran kapasite olarak daha ucuz bilet imkanı ile taraftarlar arası bağları kuvvetlendirici bir etki sağlamasını da bu "tercih"in yasallaşabilmesi için önemli bir argüman olarak ortaya koyuyorlar. imza ve destek vermek için: http://www.fsf.org.uk/petitions/safestanding.php

22 Mart 2011 Salı

Polat İstifa Etti


"60 yaşıma geldim ve rekor sayılabilecek bir süre başkanlık yaptım, görevi devrediyorum" diyerek 6 yıl 7 ay Türkiye Futbol Federasyonu başkanlığı yaptıktan sonra istifasını açıklayan Hasan Polat'ın haberi rastgele çıktı karşıma Milliyet'in arşivini karıştırırken...

Milliyet'in bundan yıllar önce attığı manşeti, bugünlerde gazetelerinde okumayı milyonlarca Galatasaray taraftarı dört gözle beklemekte...

"İstifa da bir hizmettir" değil mi başkan?

Carlos'a Muz


İngiltere'den duymaya ve görmeye alışık olduğumuz siyahi futbolculara muz atma ve maymun sesi çıkarma tacizlerinin son kurbanı futbol hayatını Rusya'da devam ettiren Roberto Carlos oldu. Anzhi ve Zenit'i karşılaşacağı maç öncesi oyuncular sahaya çıkarken, Zenit'li bir taraftar Carlos'a muz uzatmış...
Rusya Futbol Federasyonu ve UEFA bakalım bu işe ne diyecek?

I Love You Hagi


Güle güle Hagi...

Seni uzaktan seyrederken, sarı-kırmızı formayı giyeceğini hayal dahi edemezken, birden İstanbul'a geldin, Galatasaray'lı oldun ve bu kulübün şimdiye kadar yaşadığı en büyük başarılarda "aslan payı"nın sahibi oldun...

"Galatasaray varsa, ümitsizlik yoktur" dedin, bize vizyon kazandırdın...

Sonra emeklilik zamanı geldi, ardından göz yaşları döktürerek futbola veda ettin lakin biz senden, sen bizden uzak duramadın ve çok vakit geçmeden işler kötü giderken göreve çağrıldın, koşa koşa geldin...
Fenerbahçe'ye beş attın, Türkiye Kupasını kazandın, lig şampiyonluğuna az kaldı, arkandan konuşuldu, dün sana "I Love You" diye bağıranlara "Herkes gider biz kalırız" dedirtildi ve Galatasaray'ından uzaklaştırıldın...

Kırıldın, küstün, üzüldün...

Üzüldük...

Yine Galatasaray karışmışken, takımın başına kimse geçmek istemezken, "Galatasaray'ın olduğu yerde ümitsizliğie yer yok" diyerek sen yine cengaverce atladın ortaya, ikinci kez kabul ettin bu zorlu görevi.
"Zaman" istedin sadece ama senden önceki hocaya "hovardaca" gösterilen sabır, sana reva görülmedi...
Uğraştın, didindin, futbolcu hata yaptı, sen hata yaptın, şans senden yana olmadı, ne olduysa fatura hep sana kesildi...
"Büyük topçudan teknik direktör olmaz" sakızı ağızdan ağıza dolaştı...

Senin memlekette ne derler bilmem lakin bizde "iğneyi başkasına, çuvaldızı kendine batır" derler, biz bunu yapamadık, bırak iğneyi- çuvaldızı, kılıcı sana batırdık acımasızca...
21 Ekim 2010 senesinde başına geçtiğin takımı senin kurmadığını unuttuk, o takımın düştüğü "boşvermişlik" halinin sebebinin sen olmadığını anımsamadık bile.
Başkasının kaybettiği maçlar sonrası topçular ihanetle suçlanırken, senin kaybettiğin maçlarda hep sen suçlandın...
Ve şimdi de görevine son verildiği haberi dolaşıyor etrafta...
Senin yaşattığın başarılarla sokaklara dökülenler, şimdi bu haberlere seviniyor olacaklar...
Sevinsinler bakalım...
Dün Fatih Hoca'ya "istifa", şimdi de "İmparator Terim" diyen aynı gırtlak, aynı ağız değil mi?
"Avrupa Avrupa duy sesimizi, işte bu Türklerin ayak sesleri" diye iki üç maç kazanınca okşanan gururlarımızı, Avrupa'dan kupalar getirerek zevkten dört köşe yaparken, nasıl "I Love You Hagi" diyorsam, bugün de aynı şekilde "I Love You Hagi" diye haykırıyorum...

Güle güle Hagi,
nasılsa kesişecek bir kez daha yollarımız...


21 Mart 2011 Pazartesi

Babadan Oğula Tribün Kültürü

Bu sene 100. yılını kutlayan Hajduk Split kulübünün nice 100 yıllar kutlayacağının resmi...

Meşale





Meşale kokusunu özleyenlere...

20 Mart 2011 Pazar

Flamengo'lu Obama


Brezilya'nın en popüler takımı olan Flamengo'nun ilk kadın başkanı Patricia Amorim, ABD başkanı Barack Obama'ya 10 numaralı forma hediye ederek, Obama ve ailesini de Flamengo taraftarı yaptı...

Sen De Çok Şımardın


Japonya'da meydana gelen deprem ile ilgili
Beşiktaş taraftarının dün gece Kayserispor maçında açmış olduğu pankart.

"Seviyoruz dedik sana, sen de çok şımardın ama. Yerküre akıllı ol!
yerküre noluyo gtnbşn oynuyo!"

Fotoğraf: tribündergi

Bulgaristan'da Maç Boykotu

Bulgaristan A Grupa'da bu cumartesi oynanması gereken Kaliakra-Levski maçı, ev sahibi takımın başkanı Tsonko Tsonev'in Bulgar Futbol Federasyonu Başkanı Mihailov ve Hakem Komitesini protesto etme kararı sebebiyle oynanmadı ve şampiyonluk mücadelesi yapan Levski, maç yapmadan 3-0 hükmen galibiyet ile 3 değerli puana sahip oldu. Başkan Tsonev, Kaliakra'nın Sofya ekibi Slavia ile oynadığı Bulgaristan A Grupanın ikinci yarısının ilk hafta maçında takımını katleden hakem İvailo Stoyanov'un bundan sonra maçlara verilmemesini belirtmiş ve söz konusu hakemin maç yönetmesi halinde Kaliakra takımının karşılaşmalara çıkmayacağını beyan etmişti. Başkanın söylemlerini dikkate almayan Federasyon Stoyanov'u bugün oynanacak olan Cherno More-CSKA Sofya maçını yönetmesi için görevlendirince, başkan, sözünün arkasında durdu ve Kaliakra-Levski maçı oynanmadı. İki takım ve hakemler dün gece yeşil alana çıktıklarında maçın başlayamadı zira saha kenarında ambülans bulunmuyordu. Federasyonun kurallarına göre ambülans ve sağlık ekibi olmadan maç başlatılamazdı ve hakem de 30 dakika bekledikten sonra maçı tatil etmiş oldu. Kaliakra başkanı, şampiyonluk yarışında Levski'ye "bedavadan" 3 puan verdiklerinden dolayı Litex ve CSKA Sofya takımlarından özür dilerken, Stoyanov'un maçlara verilmesinin devamı halinde bu tür eylemlerini sürdüreceğini söyledi.
Maçın tatil edilmesinin ardından iki takımın hocalarının karşılıklı anlaşması ile Levski yardımcı antrenörünün yönetiminde, 35er dakikadan oluşmak üzere Kaliakra ve Levski takımları bir hazırlık karşılaşması yaparken, mücadeleyi konuk ekip İsmail İsa'nın attığı golle 1-0 kazandı ama Daniel Dimov'u kaybetti. Orta alandaki bir mücadelede sakatlanan Dimov, Levski sağlık ekibi tarafından tedavisi için oyun alanı dışına alındı, sakatlığının ciddi olduğu anlaşılınca da ambülansın olmaması sebebiyle özel bir otomobil ile hastaneye götürülmek zorunda kaldı...

Galatasaray:1-2:Fenerbahçe


Bir sezonda yaşanılacak ne kadar aksilik varsa, hepsini yaşayan Galatasaray için, İstanbul derbisinde Fenerbahçe ile oynanacak karşılaşma sezon finali anlamı taşıyordu ki önde götürülen Ankaragücü maçının kaybedilmesi çabucak unutulup, herkes Arena'daki derbiye konsantre olmuştu. Maça ilgi o kadar fazlaydı ki, kale arkası biletleri daha GS Bonus sahiplerine açılan özel satış başlar başlamaz bitmiş, diğer tribün biletleri ki fiyatları 200 liradan fazla olmakla beraber bir kaç gün içinde tükenmişti. Ali Sami Yen'de son maç oynanıp, Türk Telekom Arena'da da bir çok maç oynanmasına rağmen Cuma gecesi derbiye gelenlerin bir çoğu ilk kez ayak basıyordu yeni mabede. Metro girişindeki heyecandan tutun da, metro yolculuğu sırasında yapılan "acemice" tezahüratlar ve aktarma sırasında gidilecek yönün toplu halde şaşırılması "çaylaklığın" belirtisi olarak gözüme çarparken, metro çıkışı sonra tam heybetiyle karşılarına çıkan Türk Telekom Arena'nın büyüsünü yakalamak isteyenlerin fotoğraf makinelerinin flaşları aydınlatıyordu geceyi...


Stada kolay girmemizin sebebinin erken gelmemizde yattığını maç çıkışı girdiğimiz metro "hengamesinde" anlayacaktır 3-4 saat sonrası. Biletlerin erken tükenmesinin sebeplerinden biri olan sponsor biletlerine yüklüce bir miktar bayılarak elde ettiğimiz Pegasus Loca Yanı biletimizle stadın Loca kısmına giriş yaptığımızda karşılaşmaya 2 saate yakın bir süre vardı ve locaları gezme fırsatı bulduk ki, bu esnada Başkan Polat ile de bir restorant bölümünde karşılaştık. Galatasaray'ın içinde bulunduğu durumu açık seçik özetliyordu Adnan Polat'ın fiziksel görünümü: Etrafındakilere imza ve fotoğraf vermeye çalışırken, zoraki gülümsüyordu başkan, yaşadığı sıkıntı her yanından belli oluyordu... Lakin, benim garipsediğim, tüm camianın "sezon finali" adına kenetlendiği böyle bir gecede yanındaki 3-5 kişiyle turistik seyahate gelmişçesine "umarsızca" yemek yemesiydi. Yemek demişken, bardak suların kale arkası tribünde 2.5 liraya da satılması neyin nesidir sayın yönetim?


Kareografi alanında Türkiye'de bir ilkin yapılacağını ultrAslan Genel Koordinatörü Oğuz Altay çok önceden açıklamıştı lakin yapılacak şovun görselleri internet sitelerine de "sızdırılınca", havası kaçmış gazoz tadındaydı maç öncesi Türkiye'de ilk defa yapılan dört tribünün aynı anda oluşturduğu "kompozisyon". Yine de bu gösteri için gecesini gündüzüne verenlerin emeği unutulmasın, lakin bu tip organizasyonlarda görev alacak kişilerin seçimi konusunda bundan sonra daha dikkatli olunması gerekir, olunacaktır da.
Tribünsel açıdan derbide beni en çok etkileyen ise rakip tribün altına asılan pankarttı: "Daha iyisini yapamadık, Souness'ı unutamadık"... Küfürsüz, hakaretsiz, rakibe yapılan "göndermeler" derbilerdeki "saha dışında değil saha içindeki rekabete" katkı sağlayan en önemli unsurlardır. 55 bin kişilik stadın küçük bir bölümüne konuşlandırılmış Fenerbahçe tribünleri ise kendi sahalarındaki maçlarda rakiplerinin yaşadıklarını hissetmiş oldular, ne kadar bağırmak isteseler de sesleri çıkmadı, sarı atkılarla yapmaya çalıştıkları gösteri tek akılda kalandı... Onların sesi pek çıkmadı lakin Kazım'ın attığı golden sonra Galatasaray tribünün sevinç coşkusu ve ardından rakibi ıslıklaması ile de Türk Telekom Arena'da bir rekor kırılıverdi:131.76 desibel ile tezahürat rekoru dalında Guiness Rekorlar Kitabına girmiş oldu Galatasaray taraftarı...
Maçın öneminin farkında olan Galatasaray'lı futbolcuların ne kadar motive olduklarını daha ilk sahaya ayak bastıklarında görmemiz mümkündü ve maçın başlangıç düdüğü ile beraber baskıyı kurdular Fenerbahçe üzerine. Taraftarın da desteği her geçen dakika artan baskı, meyvesini 15. dakikada verdi ve Galatasaray, öne geçiverdi Kazım ile. Golün ardından devamını getirmek için Volkan'ın kalesine yüklenen Galatasaray'lı topçular, Kazım attığı golden daha kolay pozisyonda önüne gelen topu filelere gönderemeyince, maçı koparamayıp, koca sezon destekçilerine yaşattıkları üzüntüleri, tarihi bir skorla affetirme şansını da kaybettiler. Fenerbahçe'ye rakip sahada basan ve atak başlatma yollarını kesen Galatasaray forvet ve orta saha elemanlarına, defanstaki arkadaşları da katkı sağlayınca, koca 45 dakikada sarı-lacivertli takım bir kez gelebildi Zapata'nın kalesine... İkinci yarı Hagi, aynı sitemi sürdürürken, Galatasaray orta saha elemanları arasında kaybolan Selçuk'un yerine Semih'i alıp, Servet ve Gökhan arasında "yokları" oynayan Niang'ı rahatlatmayı düşündü lakin oyun Galatasaray'ın hakimiyeti altında devam ediyordu ve sarı-kırmızılılar skoru rahatlatacak golleri kaçırırken, Fenerbahçe bir duran topla beraberliği yakalıyor ve ardından da Alex ile galibiyet golünü maç biterken buluyordu...


Kaybedilen maç sonrası "fatura çıkarma" sevdası, eleştirilerin yönünü Hagi'ye çevirirken, hocanın Pino'yu oyuna almaması en sık dillendirilen konu oluyordu Türk Telekom Arena tribünlerinde. Oysa, Kazım'ın 50. dakika sonrası nedensiz oyunu bırakması sonrası oyuna Arda'nın girmesi isabetli bir karar iken, Arda oyuna hareketlilik getirip, bir çok pozisyonun başlangıcında yer alıyordu. Stancu'nun yerine oynadığı dakikalarda istenileni veremeyen Kewell'ın alınması en fazla eleştirilen konuydu ama Kewell'ın derbi tecrübesi ve daha önceki maçlarda ortaya koyduğu başarılı performanstan yararlanmak istemesini Hagi'nin çok doğal karşılamak gerekmiyor mu? 85 dakika boyunca "körük gibi ciğeri varmış" dedirten Yekta'nın yerine orta alana Ayhan'ın alınmasını sadece Ayhan sevmeyenler yadırgayacaktır. Peki, neden Galatasaray kaybetti? Tek kelime "kısmetsizlik"

Koca sezon boyunca "barut fıçısı" gibi patlamaya hazır olan tribünlerin maç sonu herhangi bir protestoda bulunmayıp, sessiz sedasız tribünü terk etmesi de saha içindeki herkesin elinden geleni yaptığının bir göstergesiydi aslında. Var bi' "uğursuzluk" bu takımın üstünde, ve çözümü benim için artık mantık sınrıları içinde değil. Afrika ve Güney Amerika'da sık sık yapıldığı gibi "tanrısal" yollara başvurup kurban mı kesilir, kurşun mu döktürülür, ya da topçulara psikolojik terapi seansları mı yapılır, yapılsın bir şeyler...

Maç çıkışı yaşanılan ulaşım rezaleti de Olimpiyat stadı günlerini hatırlatırken, bu stadları yaparken, neden hala yolları en son yapmayı düşünüyoruz sorusunu akıllara getirdi. Son olarak metro yolculuğu sırasında takımından utandığını sayıklayanlara, İstiklal'deki Galatasaray müzesini ziyaret etmelerini önereceğim... Dün ben öyle yaptım, kapıdaki görevliye "Bugün burası boş galiba?" diye sorduğumda "Aksine, bugün normalin üzerinde ziyaretçi var" cevabı gelince, bir kez daha "Dayan Galatasaray" demeden edemedim...


Galatasaray
Zapata, Neill, Servet Çetin, Gökhan Zan, Hakan Balta, Culio, Cana, Kazım Kazım, (Arda Turan Dk. 61), Yekta Kurtuluş, ( Ayhan Akman Dk. 85), Milan Baros, Bogdan Stancu (Kewell Dk. 68)

Yedekler
Ufuk Ceylan, Aydın Yılmaz, Barış Özbek, Arda Turan, Ayhan Akman, Kewell, Pino

Fenerbahçe
Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Lugano, Yobo, Santos, Özer Hurmacı, Mehmet Topuz, Selçuk Şahin, (Semih Şentürk Dk.45) Baroni, Alex, (Bekir İrtegün Dk. 89), Niang (Stoch Dk. 73)

Yedekler
Bekir İrtegün, Stoch, Semih Şentürk, Uğur Boral, Caner Erkin, Dia, Fehmi Günok

Sarı Kartlar:
Kazım (Dk. 14), Selçuk (Dk. 30), Servet (Dk. 32), Gökhan (Dk. 33), Özer (Dk. 42), Baros (Dk. 70), Culio (Dk. 71)

Goller: Kazım Dk. 14, Semih Dk. 75, Alex Dk. 88

16 Mart 2011 Çarşamba

Real Madrid'in "Yeni" Forması


Adidas nihayet Real Madrid'in de kanına girmiş ve onlara da yukarıdaki formayı yapmış. Biz iki yıldır mordur, mercandır, turuncudur derken kendi rengimizi kaybetmeye başlamışken, Madrid'liler de girmişler bu tehlikeli yola anlaşılan...

Hristo Stoichkov Röportajı

Bulgarların ünlü golcüsü Hristo Stoichkov, Birleşmiş Miletlerin iyi niyet elçisi olarak bulunduğu Burkino Faso'da Paalga Observateur gazetesine bir roportaj vermiş ve oldukça dikkat çekici sözler sarf etmiş. Röportaj aşağıda, buyrun bakalım:

Paalga Observateur:Johan Cruyff'un hocalığında Barcelona'da futbol oynadınız. Şimdi Guardiola'yı izlerken, o günlere nazaran ne gibi farklılıklar gözlemliyorsunuz?

Stoichkov: Bizim takım, bugünkü Barcelona'dan daha iyiydi.

Paalga Observateur: Fakat şimdi Messi, Villa, Pedro, Iniesta, Xavi gibi oyuncularla futbol daha hızlı...

Stoichkov: Evet şimdiki takım oldukça iyi bir kadroya sahip. 1990'da benim oynadığım senelerde Barcelona daha farklıydı-kişilik ve karakter bakımından kaliteli topçular vardı. İlk beş senemde onlar bana oldukça yardımcı oldular ve kariyerimin oluşmasına katkı sağladılar. Txiki Begiristain, Zubizaretta, Michael Laudrup, Guardiola, Bakero, Ronald Koeman, Goigochea. 1992 yılında Şampiyonlar Ligini kazanan Barcelona en iyi takımdı...

Paalga Observateur: Bu başarılı senelerde Altın Topu alamadınız, bunun sebebi olarak da sizin hırçın kişiliğiniz gösterildi.

Stoichkov: 1994 yılında karakterimi mi değiştirdim? Avrupa basını aklına eseni yazıyor ve yazdıkları da oldukça saçma. Ben asla kişiliğimi değiştirmedim.

Paalga Observateur: Milli takımdan arkadaşlarınız olan Balakov, Kostadinov, Ivanov, Lechkov neler yapıyorlar bu günlerde?

Stoichkov: Lechkov federasyonda çalısıyor, Kostadinov CSKA'da yönetimde, Sirakov hocalık yapmakta. Her biri kendilerine hak ettikleri işleri buldular, zaten önemli olan da bu.

Paalga Observateur: Futbol kariyerinizin sonunda teknik direktörlük yapmaya başladınız, hatta ilk takımınız da Bulgaristan milli takımı oldu ama şansınız pek iyi gitmedi.

Stoichkov: Açıklaması oldukça kolay: Benim iyi oyuncularım yoktu. Aynı müzikte olduğu gibi, eğer iyi enstrümanınız yoksa, iyi melodi çıkaramazsınız.

Paalga Observateur: Belki hazırlık için yeterli zamnınız yoktu. Çünkü 2003 senesinde futbolu bıraktınız ve bir sene sonra da teknik direktör oldunuz.

Stoichkov: Evet, bu kararı bütün kalbim ve mantığımla aldım. Hocalık yetilerim var ve dediğim gibi sorunlar benden kaynaklı değildi.

Paalga Observateur: Tekrar takım çalıştırmaya hazır mısınız?

Stoichkov: Tabii ki hazırım. Dediğim gibi kendimi bu konuda yetenekli görüyorum. Futbol her zaman aynıdır, hala 11 futbolcu ile oynanıyor, Eğer iyi bir takımınız ve onlara uygun bir oyun planınız varsa, herşey istediğiniz gibi gider.

Paalga Observateur: Bulgaristan'ın dünya dördüncüsü olduğu 94 jenerasyonu sonrası Bulgar futbolunda bir gerileme başladı. Nedir bunun sebebi?

Stoichkov: Yeni nesil bizim kadar yetenekli olamadı. Ayrıca Bulgaristan'daki kulüpler de iyi çalışmadılar. Bugun Bulgaristan'ın üç önemli topçusu var: Manchestar United'da oynayan Dimitar Balakov, Bolton'dan Martin Petrov ve Aston Villa'dan Stilian Petrov. Şimdiki milli takımda oynayan futbolcuların rakipleriyle yarışacak yeterli tecrübeleri ve yetenekleri yok. Ayrıca, Bulgar kulüpleri de maddi yönden oldukça fakir.

Paalga Observateur: Siz tecrübenizle onlara yardımcı olmak istemiyor musunuz?

Stoichkov: Hayır, ben asla Bulgaristan'a dönüp, orada çalışmayacağım... Asla...

Paalga Observateur: Sebep?

Stoichkov: Bitti. Herşey bu kadar.

Paalga Observateur: Sizden sonra başka bir Stoichkov yetiştirmek istemiyor musunuz?

Stoichkov: Hayır, umurumda değil. Bulgaristan'da çalışması gereken insanlar var, onlar görevlerini yapsınlar, ben değil. Bırakalım herkes kendi işini yapsın.

Paalga Observateur: Şimdi ne yapmaktasınız?

Stoichkov: Güney Afrika'nın Mamelodi Sundowns takımında 2009dan Mart 2010a kadar hocalık yaptım. Oldukça heyecan verici bie maceraydı ama ayrılmak zorunda kaldım cünkü kulup başkanı "kesenin ağzını açmadı" ve bildiğiniz gibi futbolda başarı için çok paraya ihtiyac var. Şimdi bir kaç kuluple görüşmelerim var ve Haziran ya da Eylülde işler netliğe kavuşacak.

Paalga Observateur: Futbolu bırakmaya niyetiniz olamdığını anlıyoruz.

Stoichkov: Tabii ki öyle bir niyetim yok. Barcelona'da 5 ve Bulgaristan'da 1 adet olmak üzere 6 tane futbol akademim var. Genç oyuncular yaratmaya uğraş veriyorum. Bu oldukça mutluluk verici bir iş ve benim genç oyuncularım benim en buyuk zevkim...

Paalga Observateur: 2010 yılında bir çok İspanyol gazetesinde Guardiola'nın yardımcılığını yapacağınız yazdı.

Stoichkov: Bunlar tamamen dedikodu. Barcelona'ya gitmek gibi bir planım olmadı.

Paalga Observateur: Boyle bir fikir hoşunuza gitmez mi?

Stoichkov: Benim hayatım Barcelona ve Pep'in yardımcısı olmak bana şüphesiz ki gurur verir. O oldukça başarılı bir teknik direktör ve zamanın ne getireceği hiç belli olmaz.

Paalga Observateur: Futbol hayatınızda unutamadığınız anınız nedir?

Stoichkov: 1990da CSKA ile aldığım Altın Ayakkabı, 1994te aldığım Altın Ayakkabı, 1992deki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu ve 1994 Dünya Kupası.

Paalga Observateur: Peki en kötü anınız?

Stoichkov: Louis van Gaal skandalı. Oldukça aptal ve saçma bir herif. Hiçbirşey bilmiyor ve bir şeyler de öğrenmek istemiyor...

15 Mart 2011 Salı

Sen de Artık Herkes Gibisin

"Çocuk yaşlardaydık, internet girmemiş hayatımıza, gazeteleri de tavşan ürkekliği içinde girmemiz yasak olan kahvehanede hızla okuyup, beklerdik akşam televizyonda yayınlanacak "spor haberlerini" sanki gurbete giden evladından haber bekleyen ana misali... Çoğunlukla Fenerbahçe ile başlar, sonra bizim takıma geçilirdi, Beşiktaş ise bizden sonra yayınlanırdı. Galatasaray haberlerini anlatan kişi Kadir Çetinçalı olurdu, bizden biriydi, Galatasaraylıydı herhalde, herhaldesi bile fazla, kesindi yoksa neden Galatasaray muhabiri olsundu ki... O bizi tanımazdı elbet ama Kadir Çetinçalı bizim dostumuzdu, hem Galatasaraylıydı, hem de bize takımdan her gün haber verirdi, daha ne istesindi ki sarı-kırmızı çarpan bu kalp... Sonra biz büyüdük, o da yaşlandı, değişti zaman, şartlar koşullar farklılaştı, internet girdi hayatımıza, uydu sayesinde biz bilgiye daha kolay ulaşabilir olduk, çalıştık para kazandık, futbol kitabı aldık, spor kültürü üzerine dergiler okuduk, Ali Sami Yen'e gittik tek başımıza, o kesmedi deplasman yaptık, yönetici tanıdık, pankart hazırladık, bunlar yetmedi, uzaktan "ağzımızın suları akarak izlediğimiz" medya dünyasına girdik... Özetle, o çocuk toyluğumuz gitti, hayatın gerçek yüzünü gördük, parayı öğrendik en basitinden, babamızdan bir ricayla, olmadı biraz mızmızlıkla kolayca aldığımız kağıt ve demir paraların, insan hayatına nasıl yön verdiğini öğrendik... İğrendik ertafımızı saran kokuşmuş düzenden, ısmarlama yapılan haberlerden, masa başı hayali senaryolardan... İzlemez olduk televizyonları, para vermez olduk gazetelere, çünkü o çocukluk heyecanımızı alıp götürmüşlerdi bizlerden...
Bugün bir arkadaşımın uyarısıyla okudum Kadir Çetinçalı'nın yapmış olduğu haberi Milliyet gazetesinde... Bir dostumu kaybetmiş gibi hisettim, oysa çoktan benim hayatımdan çıkmıştı o çocukluk dostum... Ne mi yazmıştı da beni bu kadar üzmüştü, beraber bakalım, dilimiz döndüğünce yorumlayalım satır satır
" diyerek Ekim 2009 tarihinde Galatasaray'ın Ankaragücü mağlubiyeti sonrası Kadir Çetinçalı'nın Milliyet'e yazmış olduğu haberle ilgili bir şeyler karalamıştık blogta.

Aradan 2 sene geçmiş, yine Ankara'da Galatasaray üç gol görerek kalesinde kaybetmiş Başkent ekibine ve yine aynı isim Galatasaray kulübünün resmi sitesinde belirttiği üzere "yalan, dolan ve iftira" haberlerle Florya'ya "kadın getirildiğinden" tutun da içkili idmana çıkmaya kadar bir çok ahlaksızlığın yapıldığını yazmış... Dünkü bu "haber!"le ilgili bloga herhangi bir yazı karalamayı bile gerekli görmemişken, Galatasaray kulübü Kadir Çetinçalı'yı mahkemeye vermiş, bu haberi inandırıcı bulmayıp yayınlamayan gazetelere de teşekkür etmiş...
İki sene önce dediğimiz gibi bir zamanlar kahramanımızdın be Kadir abi ama demek ki artık sen de herkes gibisin...

14 Mart 2011 Pazartesi

Galatasaray Şampiyon

Aslında Fenerbahçe maçı öncesi söylemişti hedefi Işıl Alben: "Amacımız kupayı kazanmak ve pazartesi gecesi de kupa şampiyonu olacağız" Yarı finaldeki Fenerbahçe engelini geçip, finalde kim olursa olsun kazanmak düşüncesi yer etmişti kızların kafasında. Bu doğrultuda da Gaziantep'e zaten çok önceden gelinmiş, kamp kurulmuş, gereken hazırlıklar yapılmıştı. Botaş karşılaşmasını izleme şansım oldu, kadro genişliği ve oyuncuların formda oluşu sayesinde rahat kazanılan bir karşılaşmaydı ki aradan 24 saat bile geçmeden oynanacak olan Fenerbahçe maçı için oyuncularını ekonomik kullanma şansı buldu coach Ceyhun Yıldızoğlu. Pazar günü İstanbul dışında oynanan İstanbul derbisini ise yaş günü kutlama sürprizi nedeniyle izleme şansı bulamadım lakin skoru öğrendiğimde gecenin en büyük hediyesini de almış oluk... Galatasaray-Fenerbahçe yarı finalini geçen takımın ise kupayı kazanacağından kimsenin kuşkusu yoktu, öyle de oldu ve Galatasaray Türkiye Kupasını müzesine götürdü...
Tebrikler kızlar, darısı lige artık...

13 Mart 2011 Pazar

Ankaragücü:3-2:Galatasaray

Herşeyin kaybedildiği bir sezonun, tek hedefi kalmış olan Fenerbahçe derbisi öncesi hazırlık karşılaşması gibiydi Ankaragücü maçı Galatasaray için. Sarı kart sınırındaki tüm topçuları kenarda otururken, Culio Ankara'ya dahi getirilmemişti. Böyle bir takımı motive etmek oldukça zorken, oyuna iyi de başlamıştı Galatasaray. 80 dakika boyunca da doğruları yaptı "pembe" forma içindeki topçular, ayağa paslar yapıldı, jeneriklik goller atıldı lakin yine birden "ne olduysa" oldu ve ardı ardına gelen gollerle maç kaybedildi...

Bu skoru Hagi'nin yaptığı oyuncu değişikliklerinin "yanlışlığına" bağlayanlar olacaktır, Stancu-Barış değişikliğinin yerine Stancu'nun pozisyonuna Yekta'nın alınmasını savunanlar olacaktır, belki de Cana'nın stopere gönderilmesinin hata olduğu söylenecektir. Hakan Balta'nın adam kaçırması da, Zapata'nın çıkaracağı topu içeri alması da, defans oyuncularının "acemice" hataları da unutulmayacaktır... Kaybedilen maçtan sonra pek çok şey konuşulur, yazılır, konuşulacak ve yazılacaktır...

Galatasaray'ın bu kötü gidişatına bir çok sebep sıralanırken, bence birbirine benzer şekilde alınan mağlubiyetlerin en büyük nedeni Galatasaray'lı oyuncuların özgüven eksikliği... İşler kötüye gitmeye başladığında ve bir türlü düzelmeye yüz tutmadığında "doğru"lar bir türlü görülmüyor. Aklın yerini duygular alıyor, mantıklı davranış yerine hissiyat başlıyor ve bu da başka bir başarısızlığı getiriyor. Öz geçmişlerine bakıldığında tecrübe adına aranılan herşeyin olduğu bu koca koca adamlara da "kriz yönetimini" öğretmek bizim haddimize düşmez burada.

Galatasaray takımının en büyük ihtiyacı özgüven ve destek... Önümüzdeki Fenerbahçe maçı da bunun için büyük bir fırsat. Taraftarın derbiyi düşünerek "bir maçlık" da olsa tüm öfkesini, nefretini, hırsını bir kenara bırakıp, takıma Sami Yen günlerinde olduğu gibi destek vermeleri, en azından kırıp-döktüklerini bir nebze de olsa düzeltme şansı verecektir Galatasaray futbol takımı ve hocalarına...
Yoksa, Hagi'nin dediği gibi "Akıldan geçen, konuşulacak çok şey var ama şimdilik susma zamanı"...

Stat: 19 Mayıs
Hakemler: Halis Özkahya, Ali Saygın Ögel, Volkan Narinç
Ankaragücü: Özden, Uğur, Rajnoch, Zewlakow, Klukowski, Gabriç (Dk. 65 Bednar), Adem, Sapara, Serdar (Dk. 65 Özgür), Sestak, Fatih (Dk. 79 Doğan)
Galatasaray: Zapata, Neill, Servet, Hakan, Çağlar (Dk. 80 Mustafa), Aydın, Stancu (Dk. 66 Barış), Cana, Ayhan, Pino (Dk. 82 Arda), Kewell
Goller: Dk. 32 Aydın, Dk. 62 Pino (Galatasaray), Dk. 52, Dk. 86 ve Dk. 88 Sestak (Ankaragücü)
Sarı kartlar: Dk. 33 Adem, Dk. 83 Uğur (Ankaragücü), Dk. 44 Cana, Dk. 74 Çağlar, Dk. 89 Ayhan (Galatasaray)

Koş Valbuena Koş


Marsilya'lı Mathieu Valbuena önde, rakipleri arkada...
Koş Valbuena koş...

Blog Widget by LinkWithin