31 Ocak 2010 Pazar

Tekel Pankartları Statlarda



AIK

Allmänna Idrottsklubben
ya da
İsveç'li AIK taraftarlarının dövmeleri...

30 Ocak 2010 Cumartesi

Ne Gereği Vardı!






Adanaspor-Mersin İdman Yurdu maçında konuk takımın açmış olduğu pek yaratıcı! pankart... Konyaspor'un, Antalyaspor'un, Kocaelispor'un, Adanaspor'un kardeşlikleri, var mı yok mu aralarında bir bağlantı, onu da bilemiyorum, niye Mersin'i rahatsız etmiş anlamakta güçlük çekiyorum...

29 Ocak 2010 Cuma

Hafta Sonu Şifresiz Maçlar


30 Ocak 2010 Cumartesi
19.30 Schalke 04 vs Hoffenhaim / TRT3
20.00 Lille vs Lens / Kanal A
21.00 Sporting Gijon vs Barcelona/ NTV
22.00 Montpellier vs Marsilya/ Kanal A
23.00 Deportivo La Coruna vs Real Madrid/ NTV Spor
23.30 Santos vs Oeste/ Arryadia

31 Ocak 2010 Pazar
14.30 Xanthi vs Aris / ERT World
16.00 Parma vs Inter/ NTV Spor
18.00 Auxerre vs St. Etienne / Kanal A
18.30 Bayer Leverkusen vs Freiburg / TRT 3
22.00 Sevilla vs Valencia / NTV Spor
22.00 Lyon vs PSG/ Kanal A

Bilet Fiyatları Üzerine


Bildiğiniz üzere bu hafta üç İstanbullu da maçlarını Anadolu'da yapacaklar, hal böyle olunca gurbetteki sevgililerin yarlarına kavuşmayı beklediği gibi Denizli, Sivas ve Antalya'daki taraftarlar da tutkunu oldukları takımlarını görmeye sabırsızlanmaktadırlar. Tabii, sadece onlar değil, o şehir kulüplerinin de "fırsatçı" yöneticileri bu karşılaşmaları "avuçlarını kaşıya kaşıya" beklemektedirler, zira maça talep yoğun olacak, biletler tükenecek, kasaya iyi para girecek, bir de normalin üzeri yapılırsa maça giriş fiyatları, iki kat kar kazanmak "tereyağdan kıl çekmek kadar kolay" olacaktır... Yıllardır İstanbul takım taraftarlarına yapılan farklı bilet muameleleri sonrası Türkiye Futbol Federasyonu sene başında( 16.07.2009 tarihinde TFF web sitesinde) yayınladığı müsabaka talimatnamesinde bu haksız uygulamanın önüne geçmek için aşağıdaki maddeyi yayınladı:

MADDE 16 - SEYİRCİLERİN MÜSABAKALARA GİRİŞLERİ
(1) Seyirciler müsabakalara, protokol tribünleri hariç, TFF’ ye bildirilmiş olan basılı bilet
veya kombine biletle girerler.
(2) Bu belgeler dışındaki bir belge ile müsabakalara seyirci alınamaz.
(3) Misafir seyircilere, aynı seyir kalitesindeki yerler için ev sahibi seyircilere uygulanan
bilet fiyatından farklı bir bilet fiyatı uygulanamaz.

Buna göre, ev sahibi taraftara kaça satıyorsan bileti, deplasmancıya da o tarifeyi uygulayacaksın... Durum böyle olunca işi kılıfına uydurmak için "iş bilir" kulüp yöneticileri deplasman takımına ayıracakları yerleri stadın en pahalı bilet satılan tribünlerinden ayırmaya çalıştılar, tabii imkanları yettiğince... Kimisi kapalının bir ucunu verdi, kimisi numaralının kenarını, fakat zaten stadlarının kapasitesi yetersiz olduğundan, kendi şehirlerinin ileri gelenlerini bu "büyük" maçlarda protokolde ağırlamakta sıkıntı çekilmesi sonrası, deplasmancılar bazı statlardaki "lüks!" tribünlerden kaldırılıp kale arkalarına yönlendirildi...
Yukarıda belirttiklerimiz doğrultusunda bu haftanın ev sahipleri bakalım konuklarını nasıl ağırlayacaklar. En misavirperver takım Sivasspor çıkmış Denizli ve Antalya'yı "ucuzlukta" açık ara geride bırarak. İşte Yiğidoların resmi sitesinde maç biletleriyle ilgili açıklama:


VIP tribünü 25e satılırken, Maraton biletleri de 20 liradan çıkmış taraftarın beğenisine. Bir kale arkası kırmızı beyazlı taraftaralara ayrılmış ve diğer kale arkası da Fenerbahçe seyircisine ayrılmış anladığımız kadarıyla zira biri 5 diğeri de 10 lira olmuş. Sivas'taki fiyatların bu derece makul olmasında acaba Fenerbahçe kongre üyesi de olan başkan Mecnun Odyakmaz'ın bir payı var mı yoksa takım kötü giderken taraftarı da yanlarına çekmek adına böyle bir fiyat politikası mı uyguladılar bilinmez... İşin aslı her neyse, olay taraftar gözüyle baktığımızda, tebrik etmek gerek İç Anadolu temsilcisini...
Muhsin Ertuğral'ın takımının taraftara ihtiyacı varken, Mehmet Özdilek'in Antalyası destekçiden ziyade Beşiktaş piyangosuna konmayı arzu etmiş anlaşılan. Onların da biletix sitesinde duyurusu yapılan bilet fiyatları aşağıda:
Antalya'da Adopen tribünün karşısındaki kale arkasında yer veriliyor deplasman takım taraftarlarına ve o kale arkası tamamıyla misafirlere verilmemekte, yarısına da ev sahibi takım taraftarı alınmakta, bundan dolayı Federasyonun belirlediği talimata uygunluk açısından Yeni Kale arkası biletleri 75ten satışa sunulmuş, hem Antalya taraftarına, hem de Beşiktaşlılara... Aynı ayardaki Adopen tribününe de bu durumda 75 liraya bilet fiyatı biçilmesi çok doğal... Bu yüksek rakamlarda rakibin Beşiktaş olması mı etken, yoksa Antalyaspor yönetiminin elde kalan Açık ve Numaralı tribün kombine kartlarının satışını hızlandırma gayesi mi var diye düşünüyorum, zira Akdeniz ekibinin web sitesinde belirttiği üzere şu anda %50 indirimle kombine satışı devam etmekte, açık tribün kombineleri 87.5 liradan taraftara sunulmakta... Antalya'da bu sezon ne kadar kale arkası kombinesi satıldığına dair elimde bir istatistik yok ama sene başında Adopen ve Yeni Açık Tribün kombine kartları 60 liradan satılmaktaydı... Bu durumda, şeytanın avukatlığını yaparak yap bozu birleştirirsek, Antalya şehri halkı bir anda tümden zengin olmadığına göre, zaten Adopen ve Yeni Kale tribünleri kombineli taraftarlarla dolu, 75 lira fiyat Beşiktaş taraftarı için kesilmiş, biletle Antalya tribününe girecek olan Antalyalılara da "Sene başında kart almazsan deplasmancı muamelesi görürsün" mesajı verilmiş olur...
Akdenizliler misafirlerini 75 liralık biletlerle ağırlarken, Egeli Denizlispor da 100 liraya göstermiş konukseverliğini...
Yeşil-siyahlı kulübün web sitesinde yapılan açıklamaya göre kale arkaları 10 lira, maraton tribün 20 lira ve kapalı tribün de 100 liradan satışa sunulmuş, deplasman tribünü alanı da kapalıda ayrıldığı için Galatasaray taraftarları da 100 lira ödeyerek izleyecekler takımlarını... Bu sadece Galatasaray'a özgü bir uygulama değil, yıllardır bu şehre deplasman yapanlar bilir İstanbullular geldiğinde bilet fiyatları bütçeleri zorlayacak rakamlara çıkmaktadır, buna da sebep kulübün uyanıklık yapıp deplasmancılara en pahalı tribünü uygun görmesidir. Galatasaray'a 100 lirayken, Sivas taraftarı geldiğinde belki onlara 50 lira olacak ama bu sefer de kale arkası tribünü aynı oranda indirime giderek 5 liradan satılacak... Çok mu zor bir kale arkasını konuk takım taraftarına ayırmak, neden bu uygulama yapılmaz? Bir çok sebepten, ilki o biletler nasılsa satılacak, takımlarını senede bir izleme şansı bulan taraftarlar kesecekler bir ihtiyacından, verecekler parayı bileti, bu bilinmekte. İkincisi de kendi taraftarına güvenemeyip, rakip taraftarı mümkünce az sayıda tutmak ve son olarak da yerel medyada rakip taraftarı almadım diyerek kendi taraftarına sahip çıkan yönetim imajı oluşturmak...

Federasyon, aynı standartlardaki tribünlere aynı bilet tarifesi uygulamasına getirerek deplasman yapan taraftarın yanında yer aldı, şimdi de onlara başka bir görev düşmekte, misafir takım tribünlerini stadın en ucuz bilet satılan kısmına aldırmak, bu da doğal olarak kale arkaları olmakta. Bu karar bir yönetmelikle düzenlenirse, uyanık ve paragöz kulüp yöneticilerinin eli kolu bağlanır, takımlarının peşindeki taraftarlar da rahat bir nefes alırlar... Hep denmez mi Türk milleti konukseverdir diye, gösterelim misafirperverliğimizi...

Toprak Sahalarda Bu Hafta

Haldun Başkan mı, Haldun Reis Mi?


Bu fotoğrafın altına yorum yazıp yazıp siliyorum, en iyisi hiç bir şey yazmayıp, yorumu size bırakmak...

28 Ocak 2010 Perşembe

Güle Güle Nonda

Biz kalsın istiyorduk, "Shabani Nondaaa, Shabani Nondaaa..." diye bağırmak istiyorduk yüzümüz kızarmadan o meşhur tezahüratı hala ama endüstriyel futbol işte, biri gelince öbürü gider, aslında o öbürsü Leo Franco olsaydı, pek kimsenin gönlü kırılmazdı fakat takımın patronu Rijkaard böyle emretmiş, başkan saygı göstermiş karara... Şu ana kadar yandaki ankette sorduğumuz "kim gitsin?" sualine Franco'nun gitmesi için verilen 95'e oya karşılık 55 oy almıştı Nonda, bizim anketi görseydi yönetim karar değişir miydi bilinmez, sadece bir avuntu bizimkisi, zaten artık o anketi de kapatma vakti geldi... Dünkü maçta biliyordu belki de Nonda bu kararı, ya hissetmişti, dar ağacına giden bir mahküm misali ayakları geri gide gide terk etmişti Ankara'nın karla kaplı zeminini... Nonda, gidince Avrupa maçlarında Dos Santos forvete geçecek büyük ihtimal, umarım aratmaz "anakondayı"...
Güle güle sana Shabani Nonda, yolun açık olsun, biz seni unutmayacağız, sen de unutma bu taraftarı...
Son kez:
Shabani Nondaaaaa... Shabani Nondaaaa... 30 santimlik....

Türkiye Kupası Çeyrek ve Yarı Final Kuraları


Çeyrek final eşleşmeleri:
İstanbul Büyükşehir Belediyespor-Trabzonspor
Antalyaspor-Galatasaray
Fenerbahçe-Bursaspor
Manisaspor-Denizlispor

İlk maçlar 3 şubatta, rövanşlar 10 şubatta oynanacak...

Ve bu maçların galiplerinin kuraları da şu şekilde:

İstanbul Büyükşehir Belediyespor-Trabzonspor/Antalyaspor-Galatasaray
Fenerbahçe-Bursaspor/Manisaspor-Denizlispor

Yarı final ilk maçları 24 Mart, rövanş maçları da 14 Nisanda oynanacak...

Aşağıda tahminde bulunmuştuk, 4te1 yaptık, Fenerbahçe'yi tutturduk...

Türkiye Kupası Çeyrek Final Kuraları Tahmin

Türkiye Kupasında çeyrek final kuraları bugün saat 11'de çekilecek, grup birincisi yok, seribaşı yok, hepsi aynı torbada, aynı gruptan çıkanlar birbirleriyle eşleşirlerse bakın siz komediye... İki turlu sistemde oynanacak olan karşılaşmalarda ilk maçlar 3 şubat, rövanşlar 10 şubatta oynanacak... Biz kendimizce tahminde bulunduk, siz de yorumlara yapın kura tahminlerini, tutturana çamlıca gazoz...

İşte gruplardan çıkan takımlar:
Fenerbahçe, Antalyaspor, Galatasaray, Trabzonspor, Bursaspor, Denizlispor, Büyükşehir Belediyespor ve Manisaspor

Aha da u/M tahmini:

Fenerbahçe-Bursaspor
Galatasaray-Trabzonspor
Denizlispor-Antalyaspor
Büyükşehir Belediyespor-Manisaspor




Galatasaray:0-0:Ankaragücü


En tehlikeli atağın maçın 59. dakikasında Ankaragücü takımından gelmesi olan bir maç için pek de yazılacak çizilecek bir şey bulamıyorum doğrusu. zaten, Rijkaard bu tarz "garanti" maçları seviyor, UEFA Avrupa liginde de son maçta gençler ve gözden çıkardığı oyunculara son şans vermişti, bu gece Ankara'da oynana grubun son maçını zor maçlar öncesi son bir prova olarak gördü...
Kalede Ufuk yer alıyordu, Franco olmasından iyidir, genç kaleci de az da olsa gelen toplarda yerinde kuratırışlarla, medya tabiriyle "güven verdi" taraftarlara ama benim beğendiğim yanı yaptığı uzun degajlardı... Stauce aklıma geliyor da orta sahaya kadar vuramazdı topu, Ufuk neredeyse rakip ceza sahasına kadar vuracak, sol ayağı oldukça kuvvetli...
Rijkaard defansta bu maçta Servet'in yanına Emre Güngör'ü görevlendirmişti, Neill'i yormak istemedi belki ama takıma uyum sağlamasının en önemli yolu oynayacağı maçlardır benim kanaatimce, sahada yer alması daha uygun olurdu fakat kenarda bekleyeni oynatmak istemiş Hollandalı hoca, o da bir tercih doğrusu... Beklerde ise Serkan'ı görmek için Uğur'u sol tarafa yerleştirmişti, Serkan bildiği bölgede pek sıkılmadı ama Uğur pek de rahat değildi yerinde...
Orta alana 2M'yi( Mustafa-Mehmet) sigorta olarak yerleştiren Rijkaard, biraz daha önlerinde Emre Çolak'a görev verdi. Genç oyuncu son haftalarda bulduğu şansı da iyi değerlendiriyor, kısır oyunun içinde pek de ezilmedi, ağır sahaya rağmen "ince" oynamakta diretti, futbol zekasına diyecek lafımız yok ama biraz daha güçlenmesi lazım gibi duruyor fiziksel olarak...
Sistemin ileri ucunda ise sağ ayaklı Ayhan sol tarafta oynarken, Barış Keita'nın bölgesinde ve Nonda da yerinde oynuyordu...
Başta dedik ya, öyle sıkıcı bir oyun oldu ki, en tehlikeli atak 59da geldi, sonrasında Ankaragücü bir kaç pozisyon yakaladı, Galatasaray sadece 86. dakikada Mustafa Sarp ile taraftarını heyecanlandıran bir pozisyon yakaladı...
Ama maç ve sonrasında iki ayrıntı dikkat çekiciydi... İlki Nonda oyundan alınırken, bakışları, ağır ağır çıkması ile sanki "bu son maçım, ne haliniz varsa görün" der gibiydi... Gidecek, kalacak, gidecek, kalacak diye papatya falları açlması Kongolunun psikolojisini oldukça bozmuşa benziyor... Rijkaard kararını açıklasa da hem o hem de biz kurtulsak bu sıkıntılı bekleyişten, yoksa bir bir paranoyak olacağız, ama hoca da bir başka alemde. Maç sonu yaptığı röportajda spikerin Dos Santos'la ilgili sordu soruya "Alınırsa çok faydalı olur" derken, neyi amaçlamıştı acaba. Saat 2den beri bütün spor dünyası bu transfer ile çalkalanırken, galatasaray.org tıklanma rekorları kırarken, kimse Rijkaard'a bu işin bittiğini söylememiş mi acaba?
Her şey mi sıkıcı ve karamsardı Ankara'da diye soran olabilir? Kırmızı formalar gecenin parlayan yıldızıydı diye cevaplarım ben de...


Stat: 19 Mayıs
Hakemler: Özgür Yankaya, Serhan Malkoç, Serdar Akçer
MKE Ankaragücü: Senecky, Cihan, Koray, Muhammet, Broggi, Mehmet, Kağan, Hürriyet, Murat (Dk. 79 Aydın), Bilal (Dk. 89 Umut), İlhan
Galatasaray: Ufuk, Serkan (Dk. 84 Çetin), Emre Güngör, Servet, Uğur, Barış, Mustafa, Mehmet, Ayhan, Nonda (Dk. 72 Jo), Emre Çolak
Sarı kartlar: Dk. 27 Emre Güngör, Dk. 68 Ayhan (Galatasaray)

Sütten Dili Yanan


Yoğurdu üfleyerek yermiş...

27 Ocak 2010 Çarşamba

Dos Santos Galatasaray'da

İki post aşağıda Dos Santos Galatasaray'da gibi deyip, resmi sitenin açıklamasını beklemiştik, o açıklama nihayet yapıldı ve Galatasaray Meksikalı oyuncuyu sezon sonuna kadar kiraladı... Hatta Haldun Üstünel, öyle bir anlaşma yaptı ki, Galatasaray eğer isterse sezon sonunda 20 yaşındaki oyuncuyu satın alabilir...
Barcelona alt yapısında yetişip, Rijkaard döneminde A takıma çıkan Dos Santos, 28 maçta görev yapıp 3 gol atmıştı, ama kendisiyle aynı bölgede oynayan Messi ve Bojan Krkic'in varlığı sebebiyle, Barcelona yönetimi Meksikalı'yı Premier Lige'e satış opsiyonlarından yüzde almak şartıyla yollamıştı. Tottenham'da yarım sezon oynadıktan sonra Ipswich'e giden Dos Santos, orada kalitesini gösterince tekrar Tottenham'a geldi ama forma şansı bulamadı ve Haldun Üstünel'in gayretiyle yolu Türkiye'ye düştü... Transferin resmi olarak açıklanmasından evvel Meksika medyasına yaptığı açıklamasındaki "Futbol oynamak istiyorum, kenarda beklemekten çok süre almak istiyorum" cümlesi beni bu transferin Galatasaray'a yararlı olacağı konusunda oldukça ümitlendiren bir etmen, zira, Barcelona alt yapısında yetişmesi, Meksika genç milli takımları ile elde ettiği başarılar ve bireysel olarak aldığı ödüller zaten Dos Santos'un kumaşının ne kadar kaliteli olduğunu ispatlamaya yetmekte. Bu gibi durumlarda oyuncunun takıma vereceği katkıyı futbolcunun oynamak isteyip istemediği faktörü belirlemekte... Giovanni Dos Santos tabii ki oynamak isteyecektir, çünkü Dünya Kupası yaklaşmakta, milli takıma seçilmek hedefi olacaktır... Galatasaray'ın devre arasında yaptığı transferlerin ortak özelliklerinden biri de oyuncuların milli takımlarının Afrika'da mücadele edecek olması ve tartışmasız ki bir futbolcunun en büyük hayali de Dünya kupasında yer almak... Böyle bir hedef doğrultusunda Dos Santos da kapasitesini zorlayacaktır...
Meksika'lının gelmesi konusunda en büyük ısrarcı zannediyorum ki Rijkaard olmuştur, Barcelona'dan öğrencisini iyi tanıyan Hollandalı, onun takıma uyum sürecini de hızlandıracaktır, zaten Dos Santos'un Galatasaray'ı seçmesinde Rijkaard'ın isminin de payı yadsınamaz.
Peki, neden Dos Santos? Kewell'ın sakatlığı sonrası orta sahanın ileriye dönük kanadı Caner'e kalmıştı, genç futbolcu orada da başarılı oyun oynamıştı, şimdi bu transfer sonrası o bölge Dos Santos'a bırakılabilir, Caner sol beke çekilebilir. Ayrıca, teknik özellikleri dolayısıyla oyun içinde Arda ile yer değiştirerek de Meksikalı oyuncudan yararlanılır orta sahanın ortasında... Fakat, bir diğer seçenek de var ki, ilerde Nonda'nın yerine golcü olarak da Dos Santos'tan istifade edebilir Rijkaard...
Giovanni'nin gelmesi Galatasaray adına sevindirici bir gelişme ama şimdi de kimin gideceği sorusu kafaları meşgul etmekte. Bugünkü ilk yazımızda belirtmiştik, Kewell gidecekse, neyleyim ben böyle transferi diye... Hala aynı fikirdeyim ve gönderilecek oyuncuyu yandaki ankete oy veren bir çok taraftar gibi işaret ediyorum: Leo Franco... Aykut ve Ufuk gibi iki yetenekli kalecinin olduğu yerde, Franco'nun onlardan hiç ama hiç fazlalığı yok, gereği de yok...



Botev de Sular Kaynıyor

Bulgaristan'ın 98 yıllık ekibi Botev Plovdiv'in ekonomik sıkıntı içinde olduğunu blog takipçileri iyi bileceklerdir. Kulübün sahibi Hristolov, sürekli Botev Plovdiv'i bu dar boğazdan kurtaracağını, "cüzdanı şişkin" bir alıcı bulduğunu iddia etse de bu alıcıların ortada gözükmemesi taraftarın sabrını iyice taşırdı. Geçen hafta başı, Georgi Hristolov'un ofisinde bir araya gelen taraftar temsilcileri ve şehrin ileri gelenleri, kulübün hisslerinin bir an önce ya Italyan alıcılara ya da taraftarlara satılması gerektiği konusunda Hristolov ile anlaşmaya vardılar ama geçen bir haftalık sürede herhangi bir gelişme olmayınca, Botev'in Bulgaristan'da nam salan taraftar grubu Bultras geçen gün "bu böyle olmaz" diyerek, zaten zor imkanlar altında çalışan futbolcuların idmanını bastı ve Hristolov'un hesap vermesini istedi. Lakin kulübün sahibi idmanda olmayınca, öfkeli taraftarlar Dimitar Hristolov'un ofisine doğru yol alırlar, lakin oraya da vardıklarında Hristolov'un yerinde yeller esmektedir... Taraftarların etrafı yıkıp dökmelerinden sonra yaptıkları açıklamada, Georgi Hristolov'un kulübün bütün parasını kendi hesabına aktardığını ve Bulgaristan Hükümetinin Hristolov'un banka hesaplarına el koymasını istediler. Görüldüğü üzere Botev de işlerin düzeleceği yok, zira bugün de 16 futbolcu kontratlarındaki maddeleri kulübün yerine getirmediği gerekçesiyle tek taraflı sözleşmelerini feshe edip şehri terk ettiler... Daha önce Hristolov'un maketini şehir meydanına asan taraftarlar, artık kendisini ilk yakaladıkları yerde ne yaparlar bilinmez...

Şu Fener De Olmasa!

Seyrantepe inşaatından parasını alamayan işçiler çıkıp "Paramızı vermezlerse Fenerbahçe bayrağı çekeriz göndere" diye isyan etmişlerdi geçen sene, Eren Talu'nun inşaatında çalışırken... Şimdi de Fotomaç sarılmış aynı ipe, haber bulamazken Galatasaray'ı karıştıracak... İngiltere Premier liginden ardı ardına Neill ve Jo'nun gelmesi, Dos Santos'un da gelebilme ihtimali Galatasaray cephesinde "bahar havası" estirmişti bu karda kışta... Taa orta okul yıllarımın, ki 20 sene geçmiş aradan,"mimli" gazetesi Fotomaç hiç değişmediğini bugünkü manşetiyle de göstermiş oldu:"Kewell Soluğu Fener'de Alacak"... En kolay habercilik türüdür bu, kaynak göstermeden "sızan haberlere göre" diyerek "işkembeden" haber yapmak... Bir de ezeli rakibi ekleyiverirsen bir kenara, manşet bomba olur, "inananı öpeyim" dersin... Ama aradan geçen bu kadar sene içinde bu memlekette bazı şeyler değişti, Galatasaray değişti, yöneticiler değişti, taraftar profili değişti, medya değişti be Fotomaç... Bu yukardaki habere bir vakitler "sahi mi acaba" kuşkusuyla yaklaşanlar, şimdi sadece gülmekte vücütlarının bir tarafıyla... Bu haberleri de bloglarında etiketlerken, "eğlence" kısmına koymakta ilerde bakıp bakıp gülmek için...


Dos Santos'a Mı Sevinelim, Kewell'a Mı Üzülelim

"Dos Santos Galatasaray'da Gibi"... Gibisi fazla mı ne, bilemiyorum zira bu röportajda dediklerinden sonra iş sadece resmi sitede transferin açıklanmasına kalıyor... "Galatasaray ve Tottenham anlaştı. Beni tanıyan bir hocayla çalışmaktan mutlu olacağım. tek istediğim oynamak, sahada yer almak..." Bu iş bitmiş gibi... Hatta satın alma opsiyonu da Galatasaray'da olacakmış... Sevinelim mi? Sevinemiyorum zira Kewell'ın gideceği söylemleri yer alıyor her tarafta... Daha düne kadar "Stay with us Harry" diye pankartlarla mabedi süslerken, bir anda yollamak nereden çıktı "Büyücüyü"... Futbolda duygusallığa yer yok klişesi yine anti-tez olarak konulacak önümüze, ama "yemişim" böyle futbolu, ben futbol bana zevk verdiği için seviyorum bu güzel oyunu, hayata benzediği için daha sıkı sıkıya bağlıyız futbola ve kadere isyan ettiğimiz gibi, futboldaki düzen de isyan etmek en doğal hakkımız... Bir yanım da yönetimin vefasızlığına inanmıyor aslında, yollamazlar diyor, belki sözleşme yenileyip, "dondururlar" anlaşmayı bu senelik Delgado misali, kırmadan Kewell'ın kalbini... O da şeref tribübunden değil de kale arkasından izler maçları, nasıl fantezi ama...

26 Ocak 2010 Salı

Gianluca Vialli ve Bülent Uygun


"Arkadaşlarımdan birinin işini kaybetmesine sebep ben olmak istemem. Bu aynı en yakın arkadaşının karısıyla yatmaya benzer."

Gianluca Vialli

Juventus hocası Ferrara'nın yerine geçme teklfine yanıt verirken

"Manisa yenilse de gitsem şuraya."

Bülent Uygun


Juventus ve Benitez


Son 11 maçta aldıkları 8 yenilgi sonrası Juventus yönetimi artık hocayı değiştirme kararı almış bulunmakta ama Ferrara inatla istifa etmeyeceğini belirtmekte... Perşembe günü İtalya kupasında Inter'e karşı bir yenilgi alırsa Juventus, hocayı kimse tutamaz, orası kesin ama siyah-beyazlı takımın Ferrara'nın yerine daha iyi bir hoca bulma sıkıntısı baş göstermektedir... Kulübün içinden yetişmiş eldeki hocalara bakılınca ilk akla gelen Giovanni Trapattoni ve Claudio Gentile... Eski golcülerden Vialli, arkadaşı Ferrara'nın yerine geçmeyi kendince ahlaksızlık olarak kabul etmiş ve teklifi reddetmiş... Bizde ise "hoca maç kaybetsin de onun yerine geçeyim" diye can atanlar dolu. Dağıtmayalım konuyu, vitrinde yer alanlardan Trapattoni, Juve'ye geri dönmekte isteksiz, ayrıca yaza kadar İrlanda ile sözleşmesi bulunmakta. Gentile'nin ise Juventus gibi bir takımı çalıştıracak kapasitesinin olup olmadığı konusunda endişeli Juventus yönetimi, ikinci bir Ferrara vakası istememektedirler, bizim deyişimizle "yoğurdu üfleyerek yemektedirler."...
Bu iki alternatifin olmaması durumunda ise yedekte beklettikleri bir Rafa Benitez seçenekleri var. Liverpool'un bu sezon hem Şampiyonlar Liginde hem de Premier Ligde aldığı başarısız sonuçlar sonrası, İngiltere'deki kariyerinin sonuna yaklaştığı apaçık ortada Rafa Benitez'in. Ayrıca, İtalyanca konuşabilmesi ve oyun karakterinin Juventus ile benzerlik göstermesi takımın İspanyol hocaya emanet edilmesi konusunda önemli artılar, tabii hocanın çevresinin geniş olması ve yanında da İtalya'ya topçu getirebileceği göz önüne alınınca, Juventusluların Benitez'de ısrar edecekleri aşikar. Fakat, Benitez'in Liverpool ile olan 4 yıllık anlaşması ve yıllık maaşının 4 milyon pound cıvarında olması bu transferi çıkmaza sokan etmenlerden en önemlileri... "Benitez ve Juventus mu? Belli olmaz, futbolda her an her şey çok çabuk değişebiliyor ama hocanın Liverpool ile 4 yıllık sözleşmesi var" demekle yetiniyor bu söylentilere Benitez'in menajeri...
Ya Liverpool hocasını bırakmazsa, o zaman da Guus Hiddink adını fısıldıyor siyah-beyazlı takımın idari yöneticileri... Tabii, onu da maddi yönden tatmin etmek zor, Benitez'den fazla maaş almakta Hollandalı hoca... Peki bu durumda üçüncü seçenek kim? İtalyan futboluna pek de yabancı olmayan Sven Goran Eriksson. Daha önce Roma, Fiorentina, Sampdoria ve Lazio'yu çalıştıran İsveç'li hoca en son Meksika milli takımından ayrılmış, Notts County takımının danışmanlığına geçeceği söylenmişti... Tribünden "Hoca istifa" demek kolay, ama yerine birini getirmek hiç de kolay olmasa gerek...

Bir Kez Galatasaray'la Antrenmana Çıksam...


"Sene 1999. UEFA Kupasını kazandığımız yıl. Deprem olmuştu ben Allah'a dua ediyordum, Galatasaray ile bir kez antrenmana çıkayım, bir daha deprem olacaksa o antrenmandan sonra olsun. 12 yaşındaydım, çocukça belki böyle düşünmek ama Galatasaraylıyım işte..."

Arda Turan
Galatasaray'lı Futbolcu

Galatasaray Dergisi, Eylül 2006

Stone Island


Stone Island Sweatshirt
"Meşalecilere özel"

Eski Dostlar




Unutulmuş birer birer
Eski dostlar, eski dostlar
Ne bir selâm, ne bir haber
Eski dostlar, eski dostlar

Hafta İçi Şifresiz Maçlar


26 Ocak 2010 Salı
17.00 Beşiktaş vs Konya Şeker / TRT 1
20.00 Kasımpaşa vs Büyükşehir Belediye/ TRT1
22.00 Roma vs Catania / NTV Spor

27 Ocak 2010 Çarşamba
13.30 Bursaspor vs Sivasspor/ TRT1
20.30 Ankaragücü vs Galatasaray / TRT1
20.30 Trabzonspor vs Orduspor/ TRT3
22.00 Manchester United vs Manchester City / Kanal A
22.00 Milan vs Udinese/ NTV Spor

28 Ocak 2010 Perşembe
21.45 Inter vs Juventus / NTV Spor

29 Ocak 2010 Cuma
21.30 Hamburg vs Wolfsburg / TRT3
22.45 Sporting Braga vs Sporting Lisbon/ RTP International



25 Ocak 2010 Pazartesi

Kırık Kalpler Durağında

Hem Trakyalı, hem Galatasaraylı, hem de meslektaş... Bir ortak özellik yeterken sevmeye bazılarını, Candan Erçetin ile ne kadar benzer yanımız varmış... Uzun zamandır "susuyordu" kendi ifadesiyle, ara ara ağıza bir tad misali bir şarkısı çıkardı, avunurduk, beklerdik yeni albümünü... Nihayet 5 yıl 5 aylık suskunluğunu Kırık Kalpler Durağında albümü ile bozdu... Müzik zevki kişiden kişiye değişir, şu şarkı böyle bu böyle demektense, satın alın albümü, dinleyin diyeceğiz ama illaki yorum istenirse yine herkesin ruh haline uygun, fazla gürültü patırtı yapmadan, saf ve sakin sesiyle okumuş Candan Erçetin şarkı ve türküleri diyebiliriz kısaca...
Bizim favorimiz Ömer Hayyam ve Neyzen Tevfik'ten alıntılarla düzenlenen ve tribüne de kolayca uyarlanabilir olmasından dolayı Türkü adlı eser...

Bir Tek Ronaldinho Yetmiyor

Dün gece İtalya futbolunun sıkıcılığından uzak zevkli bir derbi vardı Milano'da... Lig lideri İnter, takipçisi Milan'ı konuk ediyordu, lafın gelişi konuk etmek, aynı stadı paylaşan düşman kardeşler mücadele edecekti San Siro'da ya da Guiseppe Meazza'da... Kadro kalitesi olarak İnter önde gözükürken, Milan'ın ve Ronaldinho'nun son haftalardaki yüksek formu Curva Sud'a ümit veriyordu. Maç başlayınca iki takım arasındaki fark da ortaya çıktı, mavi-siyahlar daha baskındı, rakipte ise sadece Ronaldinho göze batıyordu... Inter öne geçip, 10 kişi kalınca belki Milan dengeyi sağlar dedik ama olmuyor, Seedorf girince de olmadı, bir tane daha gol görüp kalelerinde kaybettiler maçı... Derbi kaybedildi ama Milan, Ronaldinho'yu kazanıyor, Brezilyalı da eski ihtişamlı günlerine geri dönüyor. Dünkü oyunuyla ne Messi, ne Ronaldo, ne Kaka yaklaşabilir Ronaldinho'ya... Bu kadar da iddialı yazıyorum... Bu formun yükselmesinde yaklaşan Dünya Kupasının etkisinin olduğu açık ve Ronaldinho böyle devam ederse, Brezilya kesinlikle kupanın sahibi olur, Milan'da yanındakiler ayak uyduramıyor kendisine ama Brezilya milli takımında bırakın ayak uydurmayı, Ronaldinho ile beraber samba yapacak o kadar topçu var ki...

Galatasaray:1-0:Gaziantepspor


"Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü" diyordu Barış Manço o sevilen şarkılarının birinde. Bizim çocuklar da beyaz formalarla yer alıyorlardı bu kar kış içinde Ali Sami yen stadında, oysa Rijkaard'ın takmakta usanmadığı mor atkının aynı rengi mor formalar ne güne duruyordu... Gerçi kırmızı formayla oynamak istemişler ama rakibin forma renginden dolayı kırmızıya onay çıkmamış, o nasıl bir şeyse, zira Antep'te oynarken de beyaz giyiyor bizim takım, Sami Yen'de oynarken de...

Her tarafın beyaz olduğu gecede beyaz formaların içindekilere baktığımızda, kalede Franco yer alırken, geri dörtlüye bu maçta "yepisyeni" bir oyuncu monte edilmişti: Lucas Neill. Galatasaray'a transferi sonrası "yeni Popescu" olacak iddiasını ortaya atmıştım ve bir maçta çok şey belli olmasa da beni doğrular nitelikte oynadı Avustralyalı oyuncu. Rakip ataklardaki soğuk kanlı ve risksiz müdahaleleri, "fanteziye" kaçmadan oyunu basit oynaması, Servet'in en büyük eksikliği olan orta sahayı unutup, forvete asist yapma düşüncesine sahip olmayıp, en yakınındaki Mustafa sarp, Arda ve Elano ile topu buluşturması Galatasaray savunmasına artı değer katacak özellikleri Neill'in. Bu özellikler yanında, liderlik tarafından da yararlanacak Galatasaray bu topçunun, zira karakter olarak bu vasıflara sahip olduğu belli oluyor. Arkadaşlarını saha içinde motive etmesi, maç sonu yaptığı röportajda sürekli gülümseyen ifadesiyle, tez zamanda takım içinde sözü dinlenen bir oyuncu haline gelecek Neill... Avustralya'lının yanında oynayan Servet'de bu maçta göze batan hatalar yapmadı ama hala topla vedalaşmayı beceremiyor, iki kere topu dürtmeden pas atabilmeyi hallettiği anda daha üst düzey savunma oyuncusu haline gelecek... Geri dörtlünün kanat tarafında oynayan Uğur ve Hakan beklerinden Uğur Uçar için kolay olmayan bir gece olsa gerek. Bundan iki sene evvel böyle bir sahada ayağı kırılan bir topçu, acaba aynı hava koşullarında oynamadan evvel kendini nasıl motive etmiştir. Kendimden bilirim, ortaokul yıllarında bir ikili mücadelede kolum kırılmış ve alçının çıktığı günden sonra tekrar topun peşine düşmüş ama ikili mücadelelerden hep sakınmıştı uzun bir müddet hep o kötü günü hatırlayarak... Uğur dün gece pek sırıtmadı ama ortadaki toplara müdahale ederken, bilinçaltı, gösteriyordur Konya'daki korku filmini... Sol tarafa geçtiğimizde ise önünde Caner gibi "deli danalar" misali koşan bir topçunun olması Hakan'ı oldukça rahatlatmışa benziyor.
Rijkaard'ın tertibindeki orta üçlüde ise Mustafa-Elano-Arda yer alıyordu. Arda ve Elano'nun ofansif meziyetleri düşünülüp, savunmaya yardım etmeyecekleri tezini dün çürüttü bu ikili. Arda'nın zaten pres yapıp, top kapma yüzdesi oldukça yüksek, Elano da fiziki kapasitesini arttırıp usanmadan "adam kovalama" işini iyi yapıyor, Gaziantep orta sahasını iyi durdurdular. Kötü hava şartlarına rağmen iyi bir maç çıkaran Elano, maç boyunca hatasızdı ama oyundan çıkarken yaptığı "Ben mi?" hareketi sinekten yağ çıkarmak için pusuda bekleyen gazetecilere soğuk kış gecesinden sımsıcak bir hediye olmuş oldu. Zaten maçtan sonraki yorumlarda Rıdvan Dilmen, "Rijkaard'a rağmen Galatasaray kazandı" derken, Ahmet Çakar da "Bunun adı disiplinsizlik" diye bağırıyordu Kanaltürk ekranlarında...


Ligin ilk haftalarındaki Kewell-Keita-Baros üçlüsünün yerine dün gece Caner-Barış ve Nonda almışlardı ki, aralarında en göze batanı Caner oldu. Sibirya soğuklarında CSKA Moskova formasıyla maç oynamaya alışkın olan Caner'e Ali Sami Yen'deki karlı hava ilkbahar gibi gelmiş olmalı ki, hiç zorlanmadan hem dripling yaptı, hem orta yaptı, hem de mücadele etti... Ligin son haftalarında yakalamış olduğu yüksek formunu, devre arasındaki kupa maçlarında da sürdürmüş ve hala devam ettiriyor Galatasaray'ın sarışını... O iyi oynadıkça, başkan Polat da kara kara düşünüyor tabii, sene sonunda satın alma opsiyonunu nasıl kulanacağız, zira fiyat borsa misali tavan yapacaktır... Caner'in ters köşesindeki Barış da Keita usulunce belki asist yapmadı, belki "bel kırmadı" ama zaten kendi futbol karakteristliğine özgü mücadeleci futboluyla hocasının verdiği görevi yerine getirdi...


Gecenin tartışılanı ise Nonda oldu... Hakan Şükür, futbolculuk zamanlarda bolca gol kaçırmasını yaptığı presle savunmak adına sürekli "Bir futbolcu kötü oynar ama kötü koşamaz" der her çıktığı yayında. Dün gece de Nonda şanssızdı, iki net gol kaçırdı ama kötü koşmadı, üstüne düşen görevi fazlasıyla yerine getirdi. Devre arasındaki istatistiklerde sahanın Galatasaray adına en fazla koşan ya birinci ya da ikinci futbolcusuydu... Bu ağır zeminde pozisyon bulmak için o kadar koşup, topa istediği gibi vuramaması da eski günler adına hoş görülmeli kanaatimce... Zaten taraftar-kaptan-teknik direktör üçlüsü de böyle düşünmüş olmalı ki Kongo'luya gereken desteği verdiler... Tribünler Nonda lehine bağırırken, bir kısım "laylaycı" hariç, Arda penaltıda moral kazanması için Nonda'ya veriyor topu, Rijkaard ise Nonda'yı oyundan almak üzereyken, kaçan penaltı sonrası oyuncusunu "kurtlara yem etmemek" adına sahada tutuyordu... Benim bir hocadan beklediğim bu tip insani yönlerini ön plana çıkarması, yoksa 4-3-3, 3-5-2, 4-4-2, çift ön libero, üçlü forvet oynatmış, pek de umurumda değil...

Ve merakla beklenen Jo... İstanbul'a geleli, 2-3 gün olmuş ve "kurtarıcı olarak maça giriyorsun"... Herkesin harcı değil bu, ama Brezilyalı elinden geleni yaptı, hiç de yabancılık çekmedi, ne zemine ne de sahaya, zaten o da Caner gibi alışık bu koşullara... Uzun süre izleme şansımız olmadan satırlarca yorum yapmak, hayalcilik olur ama bir kaç pozisyonda topla buluştuğunda yaptığı kontrol ve attığı paslar, kumaşını gösteriyordu...
Neill ve Jo'yu "kargolayan" Haldun Başkan, hala İngiltere'de, belki de başka diyarlarda transfer peşinde ve yeni gelecek yabancıdan sonra kimin gideceği merak ediliyor, kimisi Nonda diyor, kimisi de "Nasılsa sakatlar, Kewell ya da Baros'un sözleşmesi dondurulsun" diye fikir beyan ediyor... Oysa benim söz hakkım olsa Franco derim... Ufuk ve Aykut'tan fazlası ne ki Leo Franco'nun... Tecrübesi... Ama biz o tecrübeyi pek de göremedik bu kadar maç içinde... Franco'nun olmadığı Galatasaray ne kaybeder ki gücünden?
Düne özgü bir ayrıntı da Galatasaray'ın şorta da reklam almış olmasıydı, sene başında federasyonun belirlediği sırta, kola ve şorta reklam alınabileceği belirtiliyordu, Galatasaray, GSBonus reklamı ile şorta da reklam alarak para kazanmak için bir olanağı da kullanmış oldu. Jo'nun, Neill'in parasını çıkarmak lazım tabii diyerek bitirelim yazıyı...


Stat: Ali Sami Yen
Hakemler: Aytekin Durmaz, Mustafa Emre Eyisoy, Erhan Sönmez
Galatasaray: Franco, Uğur, Neill, Servet, Hakan, Barış (Dk. 84 Ayhan), Mustafa, Elano (Dk. 63 Jo), Caner, Arda (Dk. 89 Emre), Nonda
Gaziantepspor: Mahmut, Cenk, Correia, Deumi, Ivan, Ahmet, Serdar, Zurita (Dk. 88 Beto), Olcan (Dk. 88 Ümit), Erman (Dk. 75 Murat), De Souza
Gol: Dk. 75 Mustafa (Galatasaray)
Kırmızı Kart: Dk. 33 Ahmet (Gaziantepspor)
Sarı Kart: Dk. 23 Ahmet (Gaziantepspor

23 Ocak 2010 Cumartesi

Hafta Sonu Şifresiz Maçlar


23 Ocak 2010 Cumartesi
14.45 Prston vs Chelsea /NTV Spor
16.30 Werder Bremen vs Bayern Munih/ TRT3
17.00 Everton vs Birmingham City / NTV Spor
19.15 Tottenham Hotspur vs Leeds United/ NTV Spor
19.30 Borussia Dortmund vs Hamburg / TRT 3
21.00 Valladolid vs Barcelona / NTV
21.45 Juventus vs Roma / NTV Spor

24 Ocak 2010 Pazar
03.10 Independiente vs Racing Club/ Arryadia
15.30 Stoke City vs Arsenal / NTV Spor
16.30 Wolfsburg vs Köln / TRT 3
18.30 Hoffenhaim vs Bayer Leverkusen / TRT3
19.00 Olympiakos vs PAOK / ERT World
21.45 Inter vs Milan / NTV Spor
22.00 Real Madrid vs Malaga / NTV


22 Ocak 2010 Cuma

Jo Transferinin Yankıları

Hemen aşağıda medyanın Jo transferiyle ilgili "endişeleri" boy göstermeye başlamışken, bir Fenerbahçe'li gözüyle oldukça objektif ve kimsenin bakmadığı bir bakış açısıyla Haldun Üstünel'in getirdiği yabancı futbolcuların değerlendirmesini yapmış Hasan, nam-ı diğer Ortega...

Futbol kalitesi olarak bakıldığında, Dünya'nın en iyi 5 ligi diye bir sıralama yapılsa, herkes bir liste çıkarır ama öyle tahmin ediyorum ki, verilen ülke liglerinin sıralanışı aşağı yukarı şöyle olurdu;

1- İngiltere
2- İspanya
3- İtalya
4- Almanya
5- Fransa

Elbette ki bu çıkardığım listeye itiraz edenler ve kendi listelerini yazanlar olacaktır ama genelin oluşturduğu liste aşağı yukarı böyle olacaktır diye tahmin ettiğimi yineleyeyim.

Şimdi neden böyle bir giriş yaptım. Meselemiz transfer ve Süper Ligin şampiyonluk yolundaki en önemli iki adayının takımlarındaki yabancı oyuncuları ve bu oyuncuların hangi ülkenin liginden geldiklerini bir karşılaştıralım isterim.

Fenerbahçe'yle başlayalım.

Fabio Bilica: Fenerbahçe'ye Sivasspor'dan geldi. Sivasspor'a ise Romanya liginden geldi.
Diego Lugano: Brezilya liginden geldi.
Alex de Souza: Brezilya liginden geldi.
Cristian Baroni: Brezilya liginden geldi.
Andre Santos: Brezilya liginden geldi.
Deivid de Souza: Portekiz liginden geldi.
Daniel Güiza: İspanya liginden geldi.

Gördüğünüz gibi, yukarıda zikrettiğimiz ülkelerin liglerinden yalnızca bir isim var. O da Güiza.
Mevcut kadroda bulunan 7 yabancı oyuncudan 1'i...

Şimdi bir de
Galatasaray'ın mevcut kadrosundaki yabancı oyunculara bakalım.

Leo Franco: İspanya liginden geldi.
Tobias Linderoth: Danimarka liginden geldi.
Elano Blumer: İngiltere liginden geldi.
Abdul Kader Keita: Fransa liginden geldi.
Lucas Neill: İngiltere liginden geldi.
Milan Baros: Fransa liginden geldi (İngiltere'de kiralık oynadığı sezonun ardından geldi).
Harry Kewell: İngiltere liginden geldi.
Shabani Nonda: İtalya liginden geldi (İngiltere'de kiralık oynadığı sezonun ardından geldi).
João Alves de Assis Silva: İngiltere liginden geldi. (6 aylığına kiralandı)

Şu an Galatasaray'ın kadrosunda 9 adet yabancı oyuncu var. Bunlardan en az birisi gitmek durumunda ama biz mevcut kadrodaki yabancı oyuncuları bahsettiğimiz kritere göre değerlendirirsek,
Galatasaray'ın 9 yabancı oyuncusundan 8'i yukarıda bahsettiğimiz üst düzey beş ligden gelmiş.

Konuyu nereye getirmek istiyorum peki? Efendim, elbette ki yukarıda zikrettiğimiz 5 ligden birinden gelmesi, transfer edilen oyuncunun ülke futboluna hemen adapte olacağına, ve burada çok iyi işler yapacağının garantisi değildir ama bunlar iyi referanstır. Özel şirketler eleman alımı yaparken, Boğaziçi, Bilkent, ODTÜ, İTÜ gibi okullardan mezun olan adayları tercih ederler. Burada seçtikleri kişiler belki istedikleri düzeyde performans sağlayamayabilir ileride ama işe alımda çok olumlu bir referanstır mezun oldukları okullar. Bu elemanları işe alıyorken, onlardan istediğiniz kaliteyi sağlama konusunda maksimum gayreti ve yeteneği göstereceklerini düşünürsünüz. Aynı şey bence transferler için de geçerli. Yukarıda yazdığım 5 üst düzey ligde oynamış futbolcular, diğer liglerden gelen oyunculara göre her zaman bir adım öndedirler. Bu liglerin toplam futbol kalitesi sebebiyle, oradan gelen futbolcuların diğer meslekdaşlarına göre daha yüksek performans gösterme ihtimalleri hayli yüksektir. Çünkü yaşadıkları deneyim onları üst düzey futbol oynamaya ve performanslarını arttırmaya zorlamıştır. Anlatmak istediğim şey budur. Bu dediğimin ülke futboluna direkt tesiri konusunda garantisi yoktur ama bu oyuncuların oralardan gelmeleri olumlu ve de çok önemli referanstır. Tekrar tekrar yazmak gerekirse, bu transferler bazen beklenen performansı sağlayamayabilirler; Lincoln, Kezman, Frank de Boer vb. örneklerde olduğu gibi ama bu isimler istisnadır. Genel itibariyle o liglerden gelen oyuncular çok olumlu işler yapmıştır bu diyarda.

Şimdi meseleyi şu soruyla bitirelim. Diyelim ki bir şirketiniz var ve kurumsallaşma gereği, eleman alım işlerini doğasıyla İnsan Kaynakları bölümüne bırakmışsınız. Ama bir yandan da işe giren yeni elemanları takip etmek, öğrenmek istiyorsunuz. Elinize gelen listeye bakıyorsunuz, listedeki elemanların mezun oldukları okullar Cumhuriyet Üniversitesi, Sütçü İmam Üniversitesi, Hitit Üniversitesi vs. (bunları küçümseme amaçlı söylemiyorum, olayı daha iyi resmetmektir gayem). Öte yandan piyasadaki en güçlü rakiplerinizden birinin işe yeni aldığı elemanlarının özgeçmişlerine bakma şansınız oluyor ve şöyle bir tabloyla karşılaşıyorsunuz; "Boğaziçi, Bilkent, ODTÜ, İTÜ" diye okullar bir şekilde aşağıya doğru devam ediyor. Elinizi vicdanınıza götürüp söyleyin o zaman, o an ilk olarak ne düşünürsünüz? Ne hissedersiniz? Sorum budur. Cevap için istediğiniz kadar süreniz var. Şimdi dağılabilirsiniz.

21 Ocak 2010 Perşembe

Başladılar Bile!

Kimmiş bu Elano ve Jo'nun Galatasaray'ın başına bela olacağından endişe edenler? Nasıl bir bela olacaklarmış?
Jo transferinde belirtmiştik medyamız "disiplinsiz" diye sallayacak Jo'ya, daha bismillah demeden, başladılar bile...

Jo Galatasaray'da


CSKA'da oynarken dikkatimi çekmişti Jo... Aslında ismi Joao Alves De Silva'mış ama Jo ismiyle kazınmıştı aklımıza o şampiyonlar Ligi maçları esnasında, bir de tabii "ayağına hakim olmasıyla". Top kontrolü ve son vuruşları, "klastı", sert vursa da "abanmazdı" meşin yuvarlağa... Bizim buralarda Rusya ligi pek izlenmediğinden Fenerbahçe'ye karşı CSKA Moskova'nın oynadığı maçlarda Wagner Love ile iyi bir birliktelik yarattıklarını görüp, basınımıza da ismi girmişti Brezilyalının, transfer sezonlarında, kah Fener'e yazmışlardı, kah Cim Boma, ama partnerini daha çok yakıştırıyorlardı Türk takımlarına. Sonrasında Premier Lige transfer yaptı Jo, 18 milyon pound cıvarında bir ücretle. City'de beklentileri karşılayamayınca, Everton'a gitti Brezilyalı... Sonrası da kulüple papaz olma durumları ve Galatasaray'ın, daha doğrusu Haldun Üstünel'in devreye girmesiyle Jo'nun yolu 6 aylığına Türkiye'ye düştü...
Transferin olası sıkıntılarıyla başlayalım, artılarıyla bitiririz yazıyı... Rusya ligi başta dediğim gibi pek takip edilmediğinden, medyası da Kiril alfabesi kullandıkları için Moskova kariyeri hakkında "aman aman" bilgiye sahip değiliz Jo'nun ama Premier lig "hayatına" bakıldığında bütün Brezilya'lılarda olduğu gibi bir disiplin sorunun varlığı göze çarpıyor. En son olarak izinsiz ülkesine gittiği için, ki bizim medyamızın en sevdiği haber türüdür, bavul saymayı pek severiz havaalanlarında, valiz sayısına göre de dönüp dönmeyecği tahmini yaparız, Everton'da kadro dışı kalmıştı Jo, bu da bir bakıma Galatasaray transferine kolaylık sağladı... Manchester City'de de menajer Mark Hughes ile sorunlar yaşamış ve kiralık verilmesi uygun görülmüştü. Ama takımdan uzaklaştırılmasında sadece Jo'nun yaptıkları değil, Galli menajerin Brezilyalı oyunculara bakış tarzı da çok önemli. Elano olsun, Jo olsun, Hughes tarafından pek tutulmadılar,- Robinho'yu oynatmamak herkesin harcı değil- hocanın kafasında teknik yapıdan ziyade fiziki olarak sert topçular yatıyordu, bunu Jo İngiltere'ye ilk geldiğinde de belirtmişti: "Jo teknik olarak iyi hoş ama fizik-kondisyon olarak Premier Ligi kaldırabilecek mi göreceğiz" cümlesindeki şüphecilik forvet oyuncusunun City kariyerine başlamadan "gol yemesine" neden olmuştu... Jo'nun Everton'da Moyes yönetimindeki başarılı futbolu da Hughes'un ön yargısını kanıtlar durumda...
Bir de madalyonun diğer tarafına bakalım, zayıf ve disiplinsiz olduğu söylenilen bir oyuncu neden transfer edilir Galatasaray'a? İlk olarak Baros'un doktor(!) İlker Yasin tarafından onay görmeyen "yeni ameliyatından" dolayı Galatasaray daha bir müddet "as" golcüsü olmadan çıkacaktı maçlara. Nonda'nın bir iyi bir kötü grafiği, Rijkaard ve ekibinin uykularını kaçırıyordu, bir de Kongolu da sakatlanırsa, ki bu seçeneği kimse düşünmek istemiyordu, Galatasaray'da deprem yaratacaktı... Ligi Jo ile götürüp, UEFA'nın talimatlarını henüz tam okumadım, yarı final ve ilerki maçlarda bir opsiyon sağlarlar mı bilemiyorum ama Avrupa liginde oynayamayacak olan bir topçunun transferi, bir bakıma Polat yönetiminin seçim yatırımı olarak da değerlendirilebilir. Neill ve Jo gibi Premier lig tecrübesine sahip iki oyuncunun ara transferde takıma kazandırılması ve Mart ayına kadar da ligde takımın istikrarlı gitmesi, kongrede artı puan olarak dönecektir başkan Polat ve arkadaşlarına... Özellikle anlaşmanın bitmesinden sonra bir de bonservisi alınabilirse Jo'nun, ki Galatasaray2da ten uyumu sağlanırsa zor gözüküyor, Galatasaray takımına büyük bir değer kazandırılacaktır ki Jo daha 22 yaşında... Jo, sadece oynayacağı futbol ve atması beklenilen golleri ile Galatasaray'a katkı sağlamayacak, Elano'nun da uyum sürecini hızlandıracak, ya da tersten Elano onun İstanbul'a ve Galatasaray'a alışmasını kolaylaştıracaktır. Sene başından City'den büyük ümitlerle gelen Elano, yeni bir ortama gelmesi, farklı kültürlerin arasında olması, dil farklılıkları gibi bir çok saha dışı faktörleden saha içinde de mutsuz gözüküyordu, kendi memleketinden bir takım arkadaşının olması onun verimini de arttıracaktır, Kewell-Neill birlikteliği, Elano-Jo birlikteliği iyi düşümnülmüş eşleşmelerdir Galatasaray adına... Bir de son iki transferin aynı kulüpten yapılması, sezon ortası transferlerde en çok yaşanılan "uyum" sıkıntısını en aza indirip, futbolcuların oyuna konsantre olmalarına zemin hazırlayacaktır.
Jo ile anlaşıldı haberinden sonra, büyük ihtimal de Linderoth'a yaptığı, "yapamadığı", hizmetlerden dolayı teşekkür edilip yolcu edilecektir İsveç'li, yolu açık olsun, en önemlisi bahtı da...

20 Ocak 2010 Çarşamba

Toprak Sahalarda Bu Hafta

Not: Yoğun kar yağışı sebebiyle maçlar önümüzdeki haftaya ertelendi...

Reebok Markafoni'de

Adidas, Asics ve Puma'dan sonra Reebok ürünlerini de takipçileriyle buluşturuyor markafoni... Siteden alışveriş yapmak için u/M takipçilerine bolca davetiye yolladık, hala edinmemiş olanlar varsa, yorum bölümüne mail adreslerini bıraksınlar yeter...

Bu Da Kapak Olsun!#2


Thomas Doll'un röportajında İbrahim Üzülmez ile ilgili övgü dolu sözlerden bahsetmiştik. Bugün de Neill'ın imza töreninde "Galatasaray'dan kimi tanıyorsunuz?" sorusuna cevap verirken Kewell ile birlikte Sabri'nin de adını zikretmesi, Galatasaray'ın sağ beki ile "ahlaksızca" espri yapanlara bir kez daha kapak oldu... Bu arada ısrarla ismini bu blogta geçirmeyeceğim ama kendi çapında photoshop uzmanı kesilen üyeleri tarafından Sabri Sarıoğlu ile ilgili sıfır IQ seviyesine uygun "komiklikler" yapan sitenin yöneticileri, insanların kişiliğini rencide eden yayınlara izin vermeleri bizi üzer ki hele bu kişi bir de Galatasaray'lı futbolcuysa bu durum bizi oldukça rahatsız eder...

Galatasaray'da Kewell'ın dışında birçok tanıdığı futbolcunun olduğunu söyleyen Lucas Neill, "Sabri, Leo Franco, Elano, Nonda ve kaptanımız Arda'yı tanıyorum. Tugay Kerimoğlu çok değer verdiğim bir insan ve o da çok iyi yorumlar yaptı. Graeme Sonuess'ı ve bayrak dikme olayını iyi biliyorum. Souness'ın Galatasaray için ne kadar önemli olduğunu da biliyorum. Ben de belki farklı bir şeyler yaratabilirim. Bunun parçası olmaktan memnun olurum." dedi.

Blog Widget by LinkWithin