27 Haziran 2010 Pazar

Almanya:4-1:İngiltere


C ve D gruplarında son maçlar biter bitmez, "erken final" diyebileceğimiz Almanya-İngiltere maçının heyecanı kaplamıştı futbolseverleri. Franz Beckenbauer "İngilizler, daha ilk turda Almanlarla eşleşecek kadar aptal davrandı" derken, şüphesiz ki böyle farklı bir skor beklemiyordu memleketinin gençlerinden, tam tersi iki testiden birinin erken kırılmasından çekiniyordu, Almanların da turnuvaya erken veda etmesi seçeneği de korkutuyordu İmparatoru... İki ulusun renkli basınlarının ortamı germesi, tarihi maçlara atıfta bulunmaları, memleket futbolunda söz sahibi şahsiyetlerin karşılıklı atışmaları derken de beklenilen gün gelip çatmıştı...

Bir çok kişi değişik sebeplerle rengini seçmişken, benim tercihim hala yapılmamıştı maçtan evvel, bir tarafta sahadaki duruşları ve oynadıkları futbolla sevgimizi kazanmış olan Steven Gerrard ve Frank Lampard yer alırken, karşı ekipte ise bizden biri olan Mesut Özil ile bitmez tükenmez enerjisine hayran kaldığım Philipp Lahm mücadele etmekteydi. Onun dışında çocukluk günlerimizden beri bütün ulusal turnuvalarda benim biraderin Hollanda sevgisine, sebepsiz bir Almanya desteği ile karşı çıkmam vardı ki, milli marşlar söylendiği esnada terazi Almanlardan yana ağır basıverdi...

Takımlar ulusal marşlarını söylemeyi bitirip, Jabulani orta sahaya konduğunda ise kulaklarıma gelen bir güzellik beni mest ediyordu: "Arı vızıltısı" lakaplı Vuvuzela seslerini bastıran taraftar tezahuratları eşliğinde izleyecektik maçı...

Bir de "kibar" hoca Muhsin Ertuğral eşlik edecekti maçın spikeri Levent Özçelik'e 90 dakika boyunca ama TRT de ufak bir sorun vardı, Ömer Üründül hariç maçları yorumlayanların mikrofonları nedense sorunluydu, dün Feyyaz Uçar'ı duymakta sıkıntı çekerken, bugün de Muhsin Hocanın dediklerini de zar zor anlayacaktık, anlaşılan...

Oyun, final sıfatına yaraşır kontrollü bir tempoda başladı, iki takım da Kırkpınar güreşçileri gibi birbirlerine "el ense" çekip, güçlerini tartarken, Almanlar "olgun ataklarla" gelip İngilizlerin üzerine, ara paslarla delmek arzusundaydı Terry-Upson ikilisinin örmüş olduğu duvarı, oysa Capello'nun takımı daha cok Rooney'e atacakları uzun toplarla "gafil avlamak" niyetindeydi rakiplerini... Bu karsılıklı kontrol, Mesut'un bir pozisyonu dışında heyecansız ve sıkıcı bir oyuna işaret ederken, esnetmeye de başlamıştı televizyon başındakileri... Sadece maçı seyredenler değil, İngiliz savunmacılar da ninni dinleyen bebekler misali uykuya dalmışlardı ki, Alman defansından atılan uzun bir top Miroslav Klose'nin önüne düştu ve Alman golcü maç başından beri belki ilk kez topa dokundu, onda da James'i mağlup ediverdi... Daha yirminci dakikada topu santraya diken İngilizler, rakibini kontrol edemeyen Upson mı suçlu, yoksa 40 yaşın tecrübesini unutup, "çaylak" bir kaleci gibi ceza sahasındaki topa çıkmaya tereddüt eden James mi yaktı takımı sorularına cevap bulamamışken, Lukas Podolski ile Loew'ün takımı farkı ikiye çıkarıyordu. Futbol akademilerinde ders olarak gösterilecek kalitedeki golde, Mesut kendi ayarı sahasından topu takımdaşına atıyor, her Alman oyuncu tek pasla bir arkadaşını buluyor ve ceza sahasındaki Mueller bencil davranıp, şut atmak yerine ters tarafta rahat pozisyondaki Podoslki'ye uzatıyor Jabulani'yi, Köln'lü golcü de James'in kapamış olduğu köşeden topu bir defa daha ağlarla buluşturuyordu...

Erken gelen iki gol Almanları rahatlatıp, Minih'te yaşanılan 5-1lik bozgunun rövanşını alma hayallerine sevk ederken, İngilizlerin ufak ufak kıpırdanmaları, Klose'nin attığı golün "yaratıcısı!" Upson'ın selvi gibi Alman savunmacılar arasında en tepeye sıçrayarak meşin yuvarlağı Neuer'in koruduğu kaleye yollamasıyla sonuçlanıyordu. "Golde bir kusurum varsa, ben hatamı telafi ettim" dercesine sevinirken İngiliz savunmacı, İstanbul'da peri masali gibi bir Şampiyonlar ligi finali yaşamış Gerrard da takım arkadaşlarına, o maçı hatırlatır gibi jestlerde bulunuyordu...
Aslında haklıydı da kaptan, maç bir anda dönebilirdi belki de ama futbol tanrıları vakti evvelinde yaptıkları bir hatayı telafi etmeye niyetlenmişlerdi belli ki. 66 senesindeki finalde topun çizgiyi geçtiğine karar veren Azeri hakemin hatasını, başka bir yanlışla Uruguay'lı Larrionda düzeltiyor ve Lampard'ın müthiş vuruşunda direkten sekip gol çizgisinden bir adım kadar içeriye düşen topa gol kararı vermiyordu. Daha ilk yarıda gelen üç golle, zevkten dört köşe olan biz futbol dilencilerinin, zevkle yenilen bir yemekten sinek çıkması talihsizliğine benzer bir durumla maçın geri kalanı için iştahı da kalmamıştı. Her açıdan görülebilecek bu pozisyonda orta hakem ve yan hakemin neden santrayı göstermediklerini, uzun yıllar tartışacak spor basını, belki de bu hata, ben her ne kadar taraftarı olmasam da futbola teknolojinin sokulmasına da ön ayak da olacak, çipli toplar üretecek Adidas firması, 2014'teki kupa için, kim bilir...

Soyunma odasına yuhlamalar eşliğinde giden hakem triosunun ikinci yarı bu hatayı telafi etmeye kalkışmayacaklarını umarak başladık izlemeye maçın ikinci devresini. Bu görüşte olan maç yorumcusu Muhsin Ertuğral'ın "Hakem ufak nüansları kaçırıyor" tespitine, Levent Özçelik'in "Sadece nüansları mı hocam, hakem golleri kaçırıyor" vurgusu spor literatürüne geçecek nitelikteydi... 2-1lik "tehlikeli" skor yine ekiplere kontrollü oyunu tercih ettirirken, ilk devrenin başlangıcına benzer bir senaryoyu izlettiriyordu futbolseverlere, yalnız tek farkla... Almanlar defansı tercih edip, "kontra"yı hesaplarken, İngilizler geliyordu takım halinde bu sefer rakiplerinin üzerine... Bu gelişlerinden birinde yine Almanlara gafil avlanıyorlar, yine panzerler "derslik" bir gol atarak skoru 3-1'e getiriyorlardı. Lampard'ın serbest atışında, barajdan dönen topu Mueller alıyor, çaprazda koşan Schweinsteiger'e uzatıyor, Mesut ters koşu yaparak zaten az kişi yakalanan İngiliz savunmasını dağıtırken, ilk pası yapan Mueller boş pozisyonda topla buluşup James'in tuttuğu köşeye vuruyor, tecrübeli kaleci bu topu da çıkaramıyordu... Green'in hatası sonrası kaleyi teslim alan James'in sonu da oldukça manidar oluyordu: Üç gol, üçünde de kaleci hatası...
Direnci kırılmış İngilizlere, son darbe de o dakikaya kadar sahada gezinen Mesut'tan geliyordu. Gurbetçi topçu, oyun disiplinden kopmuş vaziyette takım halinde Alman yarı alanında bulunan İngilizlerin boşalttığı alanı iyi kullanıyor, ceza sahasına kadar sürdüğü topu, FİFA'nın daha sonra maçın adamı seçeceği Mueller'e aktarıyor, Alman golcü de memleketinin tarihine adını yazdırıyordu...

70.dakikada gelen dördüncü golden sonra oyunun bitmesine daha 20 dakika vardı ki, futbol adına oldukça uzun bir süreydi ama ne İngilizlerde bu vakti değerlendirecek moral kalmıştı ne de Almanlar sonraki maçları düşünerek kendilerini yormak istemişlerdi ve iki takım da skor tabelasında yazan sonuca razı olmuşlardı.Almanya:4 İngiltere:1


Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin