12 Haziran 2010 Cumartesi

Uruguay:0-0:Fransa


Çocukluğuma geri dönüp, futbola dair ilk hatırladığım nedir diye kendi kendimi hesaba çektiğimde hep gözümün önüne gelen babamın arkadaşlarıyla beraber siyah beyaz ekrana izlediğim bir Fransa maçı, muhtemeldir ki Dünya Kupası karşılaşması ama rakibi asla anımsayamıyorum. Fransa'nın aklımda kalma sebebi ise horoz lakaplarının dikkatimi çekmiş olması, çocukluk işte, algıda seçicilik... İşte o günden bugüne "horozlara" hep sempatiyle bakmışımdır, gecenin son maçında da gönlüm Fransa'dan yanaydı. Evet, Henry'nin ele topu düzeltip İrlanda'yı saf dışı bırakmaları sonrası bir dönem "nefret" de ettim horozlardan lakin ilk aşk gibi unutamıyor kalp ilk sevdiğini...
Grubun birinci maçında puanlar paylaşılınca, ikinci kapışmada galip olan Dünya Kupası 2010'un "siftah" gününü lider kapama şansı yakalamıştı. Takımlar seremoniye çıkarken, oyunculardan çok Japon hakemin heyecanlı hareketleri dikkatimi çekti ki, yönettiği maçı hotele gidip seyrettiğinde kendisi de bu hareketlerini maç içinde de devam ettirdiğini fark edecektir. Milli marşlar çalınırken ise Uruguay'lılar Alpay Özalan misali gırtlakları yırtarcasına eşlik ederlerken ulusal marşlarına, Fransa'dan Abidal el sallıyordu kameralara Fransa marşı yankılanırken Green Point stadında. Bu arada Uruguay takımının giydiği eşofman üstleri de pek şık olmuş, belirtmeden geçmeyelim, bizim memlekete bulunur mu, zor...
Oyuna hazırlık karşılaşmalarının kötüsü Fransa, ironik bir şekilde iyi başladı. Özelikle Ribery ile kanatan zorlarken, Lugano yönetimindeki rakiplerini, Govou ile de öne geçme fırsatını ilk dakikalarda harcıyorlardı. Uruguay ise Avrupa liglerinin başarılı forvetleri Forlan ve Suarez ile mağlup etmek niyetindeydi Lloris'i ama bir büyük bir sorun vardı, kulüp takımlarında kendilerine aisit yapan arkadaşlarına denk topçular bulunmuyordu ulusal takımda... Lloris'ten söz açılmışken, kupaya damga vuracağını beklediğim kalecidir kendisi, maçın başlarında çok rahat pozisyonda topu elinden kaçırarak "nazar boncuğunu" da taktı, bundan sonra hata da yapmaz, "gol de yemez", çok iddialı oldu ama beğeniyoruz işte, ne yapalım...
Oyun bir yerde heyecanını yitirdiğinde, kameralar tribünlere yöneldiler ve vuvuzela gerçeği ortaya çıktı: Nasıl ki bizler Galatasaray'ın peşinden iç saha yahut deplasman yaparken, maç izlemekten ziyade tezahürat yapmak için kilometrelerce yol tepiyorsak, Afrikalı futbolseverler de vuvuzela üflemek maksadıyla dolduruyorlar stadı. Kameralara yakalana arkadaşın maçla alakası yok, sıkmış kendini, kıpkırımızı yanaklar üflüyor da üflüyor... Kolay gelsin...
Bir diğer ayrıntı da saha kenarındaki reklamlarda gizliydi. Kupanın klasik sponsorlarına ait reklamların arasında " Stay Alert, Stay Safe" yazan bir uyarı gördüm ki, "Uyanık Ol, Ayakta Kal" şeklinde bizim dile çevirebiliriz ve Güney Afrika'daki güvenlik sorununu dile getiriyordu. Kupa başlayalı çok az zaman oldu ama gazetecilerin bilgisayarları çalınmış, Yunanistan milli takım oyuncularının odalarına girilmiş, kişisel eşyalar "araklanmış" haberleri şimdiden yayılmaya başlamıştı...
Futbol adına Gourcuff'un bir kaç şutu, Anelka'nın Lugano'yu zorlaması, Forlan'ın Llloris rahatsız etmeyecek derecedeki gol denemeleri dışında akılda kalan pek olay olmayan ilk kırk beş dakika bitiminde, 15 dakika kestirmek adına üçlü koltuğa uzanınca, TRT'deki bir Amerikan dizinin gürültüsüyle uyandım...
Tanıl Bora, Dünya Kupasını futbolun ramazanı olarak nitelendirmişti ve biz de günün ikinci maçında "orucu erken açmış olduk", artık TRT3'te filan bir tekrar yakalarsak "kaza etmiş" oluruz...
Neler kaçırdığımızı anlatacak olanlar varsa da buyursunlar yorumlar bölümüne...

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin