Maçın başlamasıyla beraber vuvuzelaların gürültüsüyle spikerin sesinin görüntüden önce gelmesi "talihsizliğini" yaşayınca, maç keyfimizin içine "limon sıkılıverdi". Tabii, kötünün yanında, TRT'nin logoyu mümkünce küçültüp, televizyon ekranını sadece futbol görüntüsüne ayırması da beğenimizi topladı ki maç sonu televizyon kanalına e-mail atıp teşekkür edecektim ki, ikinci devre "kocaman" bir logo ve sağ üst tarafta mç skoru belirten bir bant koydular, teşekkürümü geri çektim...
Ben ev sahibinin hızlı başlamasını beklerken, Aztekler "ambargoya" alıverdi Bafana Bafanaları. Özellikle bizim Gio Dos Santos, beni yanıltmamak için oynar gibiydi ( Blogtaki Galatasaray maç yazılarında Dos Santos'un durgunluğunu kendisini Dünya Kupasına saklıyor, bir sakatlık yaşamaktan çekiniyora bağlamıştım). Gio, ilk yarıda ayağına aldığı toplarla rakibi defansı oldukça hırpaladı ki ikinci yarı Parreira, onun kanadında oynayan savunmacıyı değiştirmek zorunda kaldı. Oyunu domine eden Meksikalılar olurken, sarı formalılar adına tek göze batan oyuncu 8 numaralı Tshabalala'ydı. Premier Lig tecrübeli Pienaar'dan "fark yaratmasını" beklerken, diğer uzun saçlı Tshabalala ayakta tutuyordu takımını. Bu iki oyuncunun fiziksel görünüşleri dışında diğer ortak yanı da son günlerin moda deyimiyle "adam gibi adam" Muhsin Ertuğral'ın Güney Afrika futboluna armağanı olmasıydı. Sivasspor'u çalıştırdığı dönemlerde verdiği demeçlerle rekabet ve hırsın hakim olduğu "karanlık" ligimizi güneş gibi aydınlatan hocanın değerini bilemedi maalesef bu memleket futbolu. Bizim "değersiz" gördüklerimizi de her zaman olduğu gibi yabancılar el üstünde tutuyorlar, bu da acı ama gerçek...
İlk yarının özetini yapacak olursak, yeşil formasıyla beğendiğimiz lakin açılış maçında siyahı (hiç yakışmamış) tercih eden Meksika, halı sahada zamanında profesyonel futbol oynamış ve yaşı ilerlemiş abiler gibi ne zaman ne yapacğını bilen, iki pasla rakip kaleye gidebilen ve "nasılsa gol atarız, biraz oyun olsun" mantığıyla maçtan zevk alan bir takımı andırırken, ev sahibi ise dinamik ama tecrübesiz "liseli öğrencilerden" oluşan bir karmayı andırıyordu...
İlk yarı golsüz sona erdiğinde, ikinci devre Meksika'nın 60-70'te bir tane sıkıştırıvereceğini beklerken, Dünya Kupasının ilk golü de ev sahibi adına tek göze çarpan Tshabalala'dan geldi ve vuvuzelaların gürültüsü iki kat daha arttı. memleketinin lig takımlarından Kaizer Chiefs'te oynayan Tshabalala'yı kupa sonrası Galatasaray'da görmeyi düşlerken, atmış olduğu mükemmel gol onu bundan sonra televizyondan izlemeye devam edeceğimizi belirtiyordu. Hayatını kaybetmek üzere olan hastalara uygulanan şoklar gibi, bu beklenmedik gol de Meksika'yı sarstı lakin ilk yarıda fazla enerji harcamaları ve rakım farkının yaratmış olduğu sıkıntı ile açılış maçının ikinci kırk beş dakikasında ipler Bafana Bafanalıların elindeydi ve onlar da ilk yarıda Meksikalıların yaptığı gibi "laubalice" gol pozisyonlarını harcayınca, "ağır abiler" tecrübelerini konuşturdu ve bitime 11 dakika kala Marquez ile beraberliği sağlamış oldular. "Ağır abi" lafını da "haybeden" kullanmıyoruz, 37 yaşındaki Blanco'yu 2010 Dünya Kupasında da izlemek başka bir keyif tartışmasız ki...
Yediği golle yıkılan Güney Afrikalılara, bitime dakikalar kala futbolun tanrıları bir ikram sundular ama Mphela "çakma" Ömer Çatkıç Perez'in yanından topu kale direğine nişanlamayı seçti!
Kupanın açılış maçından geriye ise 84 kişilik büyük bir kalabalık, kulakları sağır edecek vuvuzela gürültüsü, paylaşılan birer puan ve yarısı biten 70lik rakı kaldı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder