25 Kasım 2010 Perşembe

Bir Klasiko Daha


El klasiko yaklıştıkça röportajlar, açıklamalar, beylik laflar, hoş anılar bir bir dökülmeye devam ediyor. Başlığın sahibi fotoğrafdan anladığınız ve birazdan yazısını okuyacağınız Zaman gazetesi yazarı, usta spiker Okay Karacan. Zamanında NTV'deyken çok anlatmıştı klasikoyu. Maçı Pazartesi günü yine büyük bir usta Ercan Taner'den dinlememiz kuvvetle muhtemel. Ancak öncesinde güzel bir klasiko yazısı için sayın Karacan'ın "Bir Klasiko Daha" yazısını okumak hoş olur. Buyrun...
-------------------------------------------------------------------------------------
Bir klasiko daha

Dünya para piyasaları İber Yarımadası ikizleri İspanya ve Portekiz'in ekonomik darboğaza girme tehlikesini kırmızı kalemle not ediyor.

Planlar Yunanistan ve İrlanda'nın yaşadığı krizlerin o tarafta nüksetme ihtimaline göre yapılıyor. Döviz kurlarını, borsa endekslerini İberya'dan gelecek haberler oynaklaştırırken, İspanya'da herkes esas kıyametin pazartesi akşamı kopacağını çok iyi biliyor ve kimse devlet tahvillerinin likidite problemleriyle ilgilenmiyor.

Barcelona kulüp üyelerinin vergilerden önce kulüp aidatını ödemeyi tercih edeceğine emin olabilirsiniz.

Kriz İspanya'nın olabilir ama Barcelona Katalunya'nındır.

Öte taraftan bakınca "kuralı koyan parayı alır, parayı alan kuralı koyar" tarafındadır Real Madrid.

Bir keresinde hatırlayın nasıl girmiştir devreye Madrid Belediyesi ve silinmiştir tüm borçlar...

İspanya'nın IMF'lik olma ihtimali vardır ama Barça ile Real'siz futbol, televizyon ve hatta UEFA bile düşünülemez.

İspanyol futbolu, içinde 'dram ve zafer'i barındıran tragedyayı andırır. Aynı sahne üzerinde bir taraf zaferi tadarken, diğerinin payına dram düşebilir.

Ne zafer ne de dram bir alın yazısı değildir. Sürekli yer değiştirerek alay eder tragedyanın yazarıyla.

Sonsuz zafer sarhoşluğu, umutsuz dram kasveti bilmez bir klasiktir Barcelona-Real Madrid rekabeti..

Aklım Barcelona'nın anlaştığı, ancak bir siyasi güç gösterisiyle Real Madrid'in rakibin elinden aldığı Arjantinli Di Stefano'nun tuhaf hikâyesini milat alıyor.

Di Stefano'yu keşfeden ve eline geçiren aklın, muhteşem Arjantinliyi, o akla Madrid kurallarını dikte ettiren diktaya kaptırdığı günden beri "Barcelona bir kulüpten daha fazlası, Real Madrid İspanya'dır".

Kulüp tarihinin en büyük futbolcularından birisi Di Stefano bugün beyaz forma giydirilen her yeni dünya yıldızının yanında fotoğraf karelerine giriyorsa bunun nedeni sadece topun efendisi olması değil, sembolleşmesini sağlayan eylemin hafızalarda canlı tutulması hınzırlığıdır.

Di Stefano'nun kaçırılması hikâyesi trajik safhadan traji-komik evreye terfi etmiş olabilir. Oysa Luis Figo'nun ihanetinden bu yana Katalan hafızasına kazılı kalmıştır tercih dışı tutulmak.

Bir domuz başının yeşil sahaya düşmesi, bir fotoğrafçının deklanşöre bastığı an sembolleşen görüntünün anlattığı şeydir anti-Real histeri..

Bir kez daha bir Portekizli İspanya'da yeni bir iç savaşın yakıtı olabilir.

Kibirli Jose'nin geçen yıl Şampiyonlar Ligi yarı finalindeki ziyaretinin ardından Nou Camp'a en ürkütücü seferi olacak. Barcelona'da Bobby Robson ve Louis Van Gaal'in yanı başında geçen yılların ardından kendisine değil de Sera Ferrer'e layık görülen Barcelona teknik direktörlüğü koltuğu da tıpkı Di Stefano hikâyesinde olduğu gibi bugünün tarihini değiştirmiştir. Jose önce Porto'nun, sonra Chelsea'nin ve İnter'in kahramanı olarak gelir Madrid'e...

Barça için acı olanı Bernabeu'daki finalde, yani Madrid'in tam orta yerinde bir Katalan cumhuriyeti kuracakken, Avrupa'nın en büyük kupasını kaldırmaya ramak kalmışken, eski tercüman, antrenman hocası Jose'nin tekmesini yemektir.

Pazartesi akşamı, Schuster ile Guti'nin hangi duygularla ekran karşısında olacaklarını kestirmek için zihnimizi meşgul etmeyelim, aynı zamanda ilk Barçalı Türk Rüştü Reçber'in içindeki sesi, gözlerindeki merakı da düşünmeyelim isterseniz.

Raul Gelsenkirchen'deki evinde mi olacak, yoksa tarihine geçtiği kulübün locasında mı oturacak o gece?.. Ya eski Gelsenkirchenli, bizim Zonguldaklı Mesut mevzuu ne olacak?

Mesut'u mu yoksa "Mesut'un bizi tercih dışı bırakması ihanettir motto'suyla" bizim havayollarıyla zafere kaçan öteki tarafı mı tutacağız?

Sahaya bir domuz başı daha atacak kadar bize yakın değil ama bir o kadar Figo'nun ihaneti kıvamında kimi futbol sevgisizlerine göre...

Mourinho bir taraftan İnter'e "Benitez yine mi kaybetti?" alaycılığıyla mesaj atarken, bir taraftan geçen yıl Nou Camp'ta elindeki kadroya göre en doğru olanı yaparak, Schuster tabiriyle söylüyorum "60'ların futbolunu oynatarak" final yolunu açtığı ikinci maçın kaybettirdiği prestiji kurtarmayı planlıyor olmalı..

İnterli küskün ve yaşlı çocukları Avrupa'nın en büyüğü yapan Jose'nin eski dostu Guardiola'ya aynı tarifeyi uygulaması bir parça ters kaçacağından dünyayı bir büyük ofansif düello bekliyor.

Şu ana kadar satırlar iki futbol takımının sportif hikâyesini değil, iki ülkenin kıta sahanlığı kavgasını anlatıyor sanki değil mi? Satırların yazarı, 'futbol sadece futbol değildir' okulunu fena halde benimsediğinden olsa gerek, ne zaman Barcelona-Real Madrid maçı arefesi olsa hafızasına kaydettiği "La Liga resmî tarihinin sert ve milliyetçi söylemini" oyunun sahne dekorları olarak görür.

O bakımdan Messi'nin Rijkaard tarafından ilk kez efektif kullanılmaya başladığı o günü, Ronaldinho ile Di Stefano'nun kökenden vatandaşı Messi'nin Real'i 3-0 mağlup ettikleri gece Bernabeu tribünlerinin azılı düşmana tuttukları alkışı hatırlamayı hep sona bırakır. Üstelik o gece bilmem kaçıncı kez Real-Barça maçı için mikrofon başında görev yaptığı halde...

Bütün milliyetçi, ayrılıkçı ve futbolu bir milletin kurtuluşu, futbol takımını bir milletin bayrağı ilan eden görüşü bir tarafa ayırınca aslında şunu görüyorsunuz:

Bugünün çocukları her iki formayı da seviyor.

Önünüzde iki seçenek oluyor zaten.

Beckham, Ronaldo veya Mesut Özil'seniz.. Real ya da Barça...

Samuel Eto'o'nun Real Madrid'e transferini uygun bulmayan Başkan Perez'e, Kamerunlu, Bernabeu'da attığı bir golün ardından nasıl da vücut diliyle gönderme yapmıştı.

Oysa bu bile aslında ne kadar istediğini göstermiyor mu o beyaz formayı?

Tarihleri birbirlerini itse de formaları çekiyor birbirini.

avrupa'da en çok taraftarı olan kulüp barça

Eylül ayında Avrupa genelinde yapılan bir araştırmayı kapsayan rapor yayınlanmıştı. Sport+Markt'ın araştırmasına göre Avrupa'da taraftarı en çok olan kulüp açık ara Barcelona.

Barça'yı tutanların sayısı 57,8 milyon olarak ölçülürken, Real Madrid 31,3 milyon ile ikinci sırada kalmış. İspanya'da 6,8 milyon Real, 5,5 milyon Barcelona taraftarı olduğu hesabıyla yola çıkarsak, ülke dışındaki taraftar sayısı itibarıyla Barcelona Real Madrid'i ikiye katlıyor. Üstelik 2006 yılından itibaren oluşuyor iki takım arasındaki büyük fark. Real, Avrupa'da 10 milyon sempatizan kaybederken, Barça 13 milyon kişiyi kendine âşık ediyor.

Cruyff'un kapıdan içeri soktuğu total futbol felsefesinin her sene yenilenen sürümü sayesinde olduğunu tahmin etmek için sadece son Dünya Kupası finalini seyretmiş olmak bile yeterliydi sanırım.

Siyasi çekişmeler bir yana, Barcelona altyapıdan yetiştirip yıldızlaştırdığı oyuncularıyla, Real Madrid büyük paralar karşılığında satın aldığı yıldızlarla yürüyor yıllardır. Barcelona satın almıyor mu?

Kendi sistemine adapte edebileceği hesabıyla alıyor.

Mesela David Villa.

Real yetiştiriyor mu?

Toshack'ın 17'sinde forma verip sahaya sürdüğü ve o günden beri formasını kimseye kaptırmayan Casillas'ı bir kenara koyunca, aklınıza sadece Guti ile Raul geliyor değil mi?

Zaten yoklar!

Avrupa'da 2 kişi Barcelona sempatizanı, 1 kişi Madrid taraftarıysa Türk Hava Yolları işe hiç siyaseten bakmadan ticareten iyi iş yapmış diyebilir miyiz?

Dünyanın en çok pas, gol, enerji ve taraftar üreten futbol takımının renklerine bürünmeyi hafife almayın.

Özetle Cruyff felsefesi, bir anayasa olarak yapışmış Barcelona genetiğine.

Bugün dünya futbolunda ideali bulmuş bir takımdır Barcelona..

Jose Mourinho Barcelona karşısında gittikçe zayıflayan rekabet gücüne karşı Real Madrid cephesinin son tercihiydi. Bir futbol takımına gerektiğinde total futbol, gerektiğinde catenaccio oynatabilen, rakiplerine sinir sistemleri üzerinden de ayar verebilen karakteri ve tabii ki futbol konusundaki dehasıyla tek seçenekti Mourinho.

Bu satırların yazarı büyük futbol yıldızlarının da tıpkı Avrupa'daki taraftar sayısının dramatik değişimine paralel olarak artık önce Barcelona, sonra Real Madrid dediğine inanıyor.

Pazartesi akşamı bir Portekizli İspanya'daki kıskançlık histerisini ateşleyip, yeni bir kavga başlatabilir. Barcelona'nın son 25 yılda katettiği mesafeyi Mourinho'nun iki maçı da kazansa bile yok edemeyeceği açıktır.

Ama hiç kimse Real Madrid'in Barcelona'nın popüler yürüyüşü karşısında ezildiğini iddaa edemez.

Real Madrid-Barcelona maçları bir Klasik'tir evet.

Cruyff genetiğiyle büyüyen Barcelona'da bir Klasik olmuştur.

Mourinho'nun Klasik olmadığını söyleyebilir misiniz?

İşte size bir Klasiko daha...


o.karacan@zaman.com.tr

25 Kasım 2010, Perşembe

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin