Pazartesi günü Radikal’de ‘Öğrenciye Aslan, Holigana Kuzu’ başlığını görünce 15-20 yıl öncesine gittim. Bir yandan taraftardım, bir yandan üniversite hareketi içinde harçlara karşı yürüyordum. Polis de her yerde karşıma çıkıyordu. Ama iki farklı yüzle.
Bir tarafta, yani futbolda öfkesi bile insiyaki, bir grup ‘zibidi’ taraftar yüzünden saatlerce ayakta dikildiği için sinirlenen, hiçbir siyasi güdüsü olmayan bir polis vardı. O çıplak öfkenin hırsıyla cop sallardı. Hırsı geçince de bırakırdı. Diğer yanda, yani üniversitede ise çoğunluğu taraf tutan, önyargılarla donatılmış, şiddeti engellemek için değil şiddete sürüklemek için tavır alan, ‘siyasi’ bir polis söz konusuydu. Kaçsanız da kovalardı ve amacı dağıtmak değil, acıtmak olurdu genelde. Sivil giyimli olanları ismen tanırdık. Benim için korkunun cisimleşmiş halleriydi.
Sadece onlar değil, polisin karşısındakiler de farklıydı. Tribünlerdeki şiddet, genelde bir grup adamın sürüklediği, bazen diğer taraftarları da provoke eden, bazen ‘güdümlü’, bazen kendiliğinden ortaya çıkardı. Hiç bilmediğiniz bir anda ortasında kalabildiğiniz, yönetimi protesto ederken bir anda mağduru olabileceğiniz, pek çok kez linç kültürünü çağrıştıran bir şiddetti bu. Üstelik herkes bilirdi ki, bunu yapanlar, başlatanlar kollanırdı. Kollanmakla kalmaz kullanılırdı da. Bazen bir ‘milli mesele’ için, bazen kulüp içi bir hesaplaşmada... Siz normal taraftarlar olarak polis kadar onlardan da korkardınız. Çünkü bilirdiniz, onlar gözaltına da alınsa yöneticiler çıkarır, sahaya da inse menajer kurtarır. Hatta bazı polisler onları kollar. Ama maazallah bir kez bir kapı önündeki izdihama isyan etseniz hemen sırtınızda hissederdiniz o kalın sopayı.
Hiçbiri tek tip olmaz
Öğrenci muhalefeti de homojen değildi asla. Biri imza toplamayı savunurdu, öbürü işgali. Bazıları sert olmanın muhalefeti pekiştireceğini söylerdi, diğerleri eksilteceğini. Bazen iki kutup kadar uzak kalırlardı birbirlerine. Ama polisle karşı karşıya geldiğinizde bir arada durulurdu. Çünkü o şiddetten ancak birlikte kurtulabilirdiniz.
Durum bugün de farklı değil gibi. Yani şiddeti uygulayanlar da farklı farklı, şiddete maruz kalanlar da. O yüzden pazartesi günkü Radikal’in kapağı itiraz kaldırmaz. Çünkü bir iddia değil, tespittir o. Bu memlekette idari pratik haline gelen şeyin teşhiri. İşin kötüsü böyle de devam edecek gibi duruyor. Çünkü, hakim zihniyet söz konusu algıyı değiştirmek yerine pekiştirmeye yönelik açıklamalar yapıyor, o şiddeti meşru kılan yazılar yazıyor ya da öğrenciler karşısında ‘aktif, dinamik heyecanlı’ olan polis Beşiktaş-Bursaspor maçı öncesindeki yaşananlarda olduğu gibi (nasılsa) pasif kalıyor. Hal böyle olunca da öğrenciler de, gerçek taraftar da sindiriliyor, susturuluyor.
Onlar istiyor ki, taraftarlar tribünlerde özne olmasın, sesini çıkarmasın, pahalı bilete, yönetime itiraz etmesin, sadece müşteri olarak kalsın. Aralarına gerektiği zaman ‘silahlı kuvvetler’e dönüşecek gruplar serpiştirelim ki, iyice korksunlar, sinsinler. Gerektiğinde o grupları, o şiddeti ‘fonksiyonel’ olarak kullansınlar. Sınırı aşanları da mahpusla ıslah etsinler. Düzen böyle yürüsün.
Onlar istiyor ki, öğrenci dediğin kravat taksın, itirazını bile edepli yapsın, parası ne kadarsa eğitimini alsın. Üniversiteyi iş kapısı olarak görsün. Öğrenci muhalefetine falan da bulaşmasın. İtirazı olan varsa tepesine binsinler. Parayla terbiye edilsinler. Baş eğmeyi öğütleyen siyasal kültürleriyle eğitilsinler.
Hayır, böyle olmayacak. Uzun zamandır uğraşıyorsunuz, ama olmuyor. Gerçek taraftar da sesini yükseltiyor, öğrenciler de. Bir gün gelecek o çok sevdiğiniz ‘bir grup kendini bilmez’ de futbol adına iktidarlar tarafından kullanılmaktan bıkacaklar. Ama siz asıl, müşteri muamelesi gören taraftarlar, köhnemiş eğitim sistemine karşı duran öğrenciler, farklı bir kitleselleşme talep eden tüm gençler isyan edecek diye korkuyor, dayak atıyorsunuz.
Başta da söyledim. İki tarafta da dayak yedim. Birinde bilet kuyruğuna ‘kaynak yapanlara’ itiraz ettim diye sırtıma iki tane indi. Diğer tarafta İstanbul Üniversitesi’nin yan kapısı, öğrencilere açılsın dediğim için tepeme iki çevik, iki sivil bindi. Ama hâlâ ıslah olmadım. Hâlâ bilet kuyrukları insan gibi olsun, öğrenciler özgür olsun, futbol da üniversiteler de endüstriyel, ‘ileri demokrasimizin’ kurbanı olmasın istiyorum. Bunun için yazı da yazarım, maça da giderim, Dolmabahçe’de de yürürüm.
Ceza değil empati bekliyoruz
İki konuya feci takılmış durumdayım. Biri böylesi eylemlerin ‘ileri demokrasi’lerde olmadığı iddiası ve şiddete şiddetle karşılık veren gençlerin muhatap alınamayacağı meselesi. Diğeri de tribünlerdeki bu şiddetin yep yeni bir şeymiş gibi gösterilip, her seferinde tüm taraftarların ağır cezalarla tehdit edilmesi.
Önce gençlik muhalefetiyle ilgili iki lakırdı edelim. İki sene önce Yunanistan’da olanları ne çabuk unutuyorsunuz? Orada işi zıvanadan çıkarırcasına büyüyen genç öfkeyi kamuoyu nasıl dindirdi biliyor musunuz? ‘Muhatap olmayız’, ‘ileri demokrasimizin takozu bunlar’ deyip, zaten şiddete eğilimli polisi haklı çıkarmaya çalışarak değil. Anlamaya çalışarak, kulak vererek. Gençlik ateşinin kabına sığmaz öfkesini çocukların asıl dertlerinden ayırt ederek. Polisin tavrını meşrulaştıran yazılar yazdıkları için değil, “bu gençler niye böyle kızgın” diye sorabildikleri, üzerlerine düşen (bırakın yumurtaları) taşları bile hoşgörüyle karşılayabildikleri için ortalık dindi. Düşünün, günlerce süren, işgallerle devam eden o eylemlerde gözaltına alınan öğrenci sayısı belki de bizim sıradan bir YÖK eylemi kadardı. Muhatap meselesine gelince; sormak isterim: Ne yani, 68 olaylarında meydanların Kızıl Danny’si lakaplı, şimdilerde Avrupa Parlamentosu Yeşiller Partisi eşbaşkanıyla da mı görüşmeyeceksiniz?
Gelelim tribündeki şiddete. Son olaylar yeni ve beklenmedik bir şey değil. Çaresi ise sadece yasal mevzuatı değiştirmek, ağırlaştırmak hiç değil. Önce taraftarı ciddiye almanız gerek. Eli bıçaklıları değil gerçek taraftarı. Tribündekilerin dertlerine kulak vermeniz gerek. Şiddetten beslenenlere değil, gerçek tribün insanlarına. Almanya’da kulüp ler niye taraftar temsilcilerini yönetime alıyorlar, bir düşünün. Sorunların üzerini örtmeyin, onlarla yüzleşin. Yani işin bu tara-fından bir bakmaya çalışın. Yoksa hangi ceza olursa olsun, işinize geldiğinde kullandığınız o “üç beş kendini bilmez” de, insan muamelesi görmedikçe yükselen tribünlerin gerçek öfkesi de bitmez.
Bunları söylemeye hakkım var diye düşünüyorum. Çünkü, NTVSpor’da ‘Yenilsen De Yensen De’ programında milliyetçi duygularını vurgulamaktan sakınmayan Ahmet’le, sosyalist Armağan’ı yan yana oturtup, onların ahbaplık kurmasını, sohbet etmesini biz zevkle izlemeyi/dinlemeyi başarıyoruz. Siz de oturup ahkam keseceğinize, eylem öğreteceğinize, had bildireceğinize onları tribünde de üniversitede de bir dinleyin. Ne kaybedersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder